31 ❦ tanrı'sını kaybeden ruh

724 82 61
                                    




Beni kıran şeylerden çok fazla kaçmıştım. Resim atölyesine girebilmek için çok fazla çalışmıştım. Sevdiğim kişinin köpekten korkan haline çok fazla gülmüştüm. Arkadaşımın bu dünyadan gitmesine çok fazla pişman olmuştum. Geceleri yatmadan önce çok fazla ağlamıştım. Her uykudan uyandığımda onun artık olmadığı gerçeğine çok fazla üzülmüştüm. Her zaman görmezden geldiğim insanlara çok fazla inanmıştım. Ağabeyim acı çekmesin diye çok fazla çabalamıştım. Onun sessizliğini kaptmak için çok fazla konuşmuştum. Bütün bunlar için çok fazla nefret etmiştim kendimden.

Çok fazlaydı.

Çok daha fazlaydı.

Merdivenlerden çıkmaya başladığımda etrafımdaki nesnelerin karadeliğe çekildiğini hissediyordum. Basamaklara attığım adımlarla birlikte zemin ayaklarım altından çekiliyordu. Boşluğa atıyordum adımlarımı ve bu sorun değil gibiydi. Kendimi kaybetmek istiyordum. Kendimi kaybetmek ve boşluğa düşmek, gözlerimi kapatmak, belki uyumak ya da ölüm gibi bir şey olsun istiyordum. Bütün bu hislerin kaybolmasını gerekiyordu.

"Erva?"

Sen.

Neden hâlâ sen?

Ben her zaman bir tek seni umursamıştım. Sana söylediğim her kelimeyi dikkatle seçerdim. Yaptığın her haraketi izlerdim, beynime kazırdım. Bilgisayar geçmişini karıştırıp sevdiğin şeyleri bulurdum.

O zaman neden hâlâ sen?

Geceleri gizlice içtiğini bile anneme söylememiştim. Karşılığında para vermesen bile söylemezdim. Yapmazdım. Yapamazdım. Gözlerim önünde acı çeken seni görmek ölüm gibi bir şeydi benim için. Bu kadar bencil olduğumu bilmene rağmen bana karşı hep merhametliydin. Her zaman önümde yürüyen o adam olurdun, bana doğru yolu gösterirdin. Yalnız olmadığımı, bencil olsam bile sorun olmadığını bana hissettiren sendin. Senin için her şeyi yapmaya hazırdım. Bütün ruhumu senin için harcardım. Çiçekli yolları ateşe verir, gökyüzünü kırmızıya boyardım, cehennemin ateşini söndürür, güneşi bir tek senin için yakardım.

Senin için ölürdüm. Ben senin için yaşardım bile. Bu kadar acının içinde, içimdeki bu kadar acıyla senin için yaşardım.

Benim için gerçek aşk sendin.

Öyleyse, neden benden vazgeçtin?

"Kız çocuğu,"

Evren'in mırıldanışını duyduğumda merdivenlerin en başına varmıştım. Yok olmak istememe rağmen hâlâ buradaydım ve varlığımı hissediyordum. Bu dayanılmazdı o anki Erva için. Ağlamak istiyordum, acıyı hissetmek, başımın ağrımasını ve bayılmayı. Bayılmak isterdim o an. Bir süreliğine ölmek isterdim.

Kız çocuğu? Bana böyle seslenme, aptal.

"Sorun ne, kız çocuğu?" Evren tekrardan endişeli bir sesle sorduğunda annemin varlığını farkettim. Yüzlerine baktığımda anlamaya çalışan bir ifadeyle karşı karşıyaydım. Sorunun ne olduğunu merak ediyorlardı demek. Bu kadar sessizliğimin nedenini merak ediyorlardı.

Benim için herkesin tanımladığı sevgi sendin. Benim için dünyaydın, güneştin. Evrendin. İnandığım bütün inançlar sendin. Tanrıya değil sana inanırdım ben. Benim tanrım sendin ve ben sana tapardım.

"Abini görmezden mi geliyorsun?" Annemin sesi kulaklarıma yayılmıştı.

Öyleyse, neden?

Neden Evren?

Söylesene, senin için dünyanı patlatırdım, bunu bildiğin halde neden beni dünyada tek başıma bıraktın? Sana her şeyimle inanan bana neden hiç güvenmedin? Neden benden sakladın, neden bana söylemedin? Seni yargılayacağımı, senin hakkında kötü bir şeyler düşüneceğimi nasıl düşünürsün? Nasıl sana olan sevgime inanmazsın?

"Neden böyle davranıyorsun seni velet? Yoksa küs müsünüz siz?"

Söylesene Evren, küs müydük biz?

"Amanım! Erva neden tuhaf haraketler yapıyorsun? İyice delirdin, değil mi? Biz burada olmadığımız zaman kim bilir neler yaptın da abinle kavga ettin. Ve şimdi böyle mi yapıyorsun?" İç çekerek söylenmeye devam eden anneme baktım. Beni görmüyordu. Beni. Görmüyordu. "Hiç akıllanmayacaksın değil mi? Kendinden büyüklere böyle davranmamalısın. Abini görmezden gelemezsin sebebi ne olursa olsun. Özür dile."

"Böyle bir şey değil, lütfen bizi yalnız bırak." Evren konuşmaya çalıştığında şaşkınlığı yüzünden sesi mırıldanıştan farksızdı. Ona bakmıyordum ve bu onun için dayanılmazdı.

"Olgunluk gösterdiğini biliyorum Evren ama Erva yaptığı yanlışı anlamalı. Özür dilemeyi öğrenmeli. Sorumluluk almalı. En küçük şeyde bile özür dilemek onu öldürmez. Özür dilemeyi öğrenmese hatalarını nasıl düzeltecek? Nasıl daha vicdanlı bir hayat yaşayacak? Eğer özür dilemeyi öğrenmese, İrem'de yaptığı gibi kötü şeyler yapacak ve hayatı boyunca pişman olarak yaşayacak. Bir anne olarak buna göz yumamam. Bir anne olarak ben,"

"Sen kendine anne mi diyorsun?" Kendimi tutamadım. Tutamadım.

Annemin sözleri yarıda kesilirken Evren yerinde donup kalmıştı. Annem bana doğrulttuğu silahlarını indirmiş, bir yıkımla gözlerime bakıyordu. Sanki kalbini kırmışım gibi.

Sanki kalbini kırmıştım.

Beni öldürdüğü o kelimelere, o bakışlara rağmen ben onun kalbini kırmıştım ve bu canımı acıtıyordu. Ölsem bu kadar acımazdı. 

"Yaptığım ilk hatada beni kendinden uzaklaştırdın," diye konuştum. "Kötü hissettiğimi görüyordun ve buna rağmen özür dilemem için beni zorladın. Tek düşündüğün şey yaptığım hataydı. Özür dilemeliydim. Özür dilemezsem eğer, onurlu bir hayat yaşayamazdım." Yeterince sakindim, bu sakinlik içimdeki fırtınanın aksi diye düşünmüştüm ama içimde bir fırtına yoktu. Rüzgar bile yoktu. Sessizlikti.

"Gerçekte, sadece kendini düşünüyordun. Ben hatamı anlayıp özür dilemezsem, anne olarak görevini onurlu bir şekilde tamamlayamazdın."

Susmak istiyordum.

O gözleri öylesine kırılmış görmemek, hatalı olduğunu düşündüğüm ve içimde beni anlamadığı için o gözlere nefret ettiğim halde şimdi kırgın bakan gözleri görmemek için yok olmak isterdim.

"Onurlu bir anne olmak adına beni.." Öldürdün.

Her ne kadar çok fazla istesem de o an yok olmayı, dünyadan silinmeyi başaramamıştım. Hâlâ var olduğumu hissediyordum. Ve bayılamamıştım bile. Tanrı onu reddedip Evren'e inandığım için beni cezalandırıyor gibiydi. Acıyla tek başıma bırakmıştı beni ve öldürmüyordu bile.

"Yarın," diye konuştum sakin bir sesle. Vazgeçişin melodisi olsaydı sesim ona çok yakışırdı. "İrem'in ailesinin evine gideceğim." Adımlarımı ileriye doğru attığımda ne annemin ne de ki, ağabeyimin yüzüne bakıyordum.

"Özür dileyeceğim."

En başından istediğin bu değil miydi, anne?

"Sen kazandın, anne." diye mırıldandım yanından geçerken. Ben kaybettim.

Ben.

Evren'in bana uzanan elini farkettiğimde elimin tersiyle elini itmiştim.

Elini itmiştim.

Havada asılı kalan ve itilen eli onu şaşırtmıştı. Son kez ona baktığımda gördüğüm ifadesi buydu. Ama ben her zamanki gibi kızgın değildim ona ya da onu dövmek istemiyordum. Üzgün hissediyordum. Yağmurlu bir günde savaşı kaybeden bir asker kadar yorgun ve üzgündüm. Çünkü biliyordum, bu basit abi kardeş kavgası değildi. Bu benim, Erva'nın, kısa saçlı o kızın Tanrısını kaybedişinin savaşıydı.

Ben Tanrımı kaybetmiş gibi hissediyordum.

taç yaprağıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin