Bacağımı okşayan ele aldırmadan akıllı tahtaya diktim bakışlarımı. Dersi dinlemeye çalışıyordum ama Çınar'ın eli bir türlü izin vermiyordu buna.
"Çek elini." Uyarıcı bir şekilde konuştuğumda umursamadan okşamaya devam etmişti. İçimde anlam veremediğim bir sıkıntı vardı, Batı'ya dokunmadan önce bu tür yaklaşmaları doğal buluyordum sonuçta erkek arkadaşımdı ama yinede şuan nedensizce rahatsız olmuştum.
Sırtımı delip geçen bakışları hissedebiliyordum.
Batı iki derstir arkamızda ki sırada oturuyor, offlayıp puffluyor, dersi kaynatmak için elinden gelen her şeyi yapıyordu. Doruk ve Umut uyukluyor, Enis ise çaktırmamaya çalışarak telefonundan oyun oynuyordu. Altan ise her zaman ki gibi dersi pür dikkat dinliyordu.
"Neyin var senin böyle?" Çınar saf bir merakla konuşup elinin hareketini durdurduğunda derin bir nefes aldım ve ona gülümsemeye çalıştım. "Dersteyiz, sonra ilgileneceğim seninle." Çapkın bir şekilde göz kırpıp sırıttığımda güldü ve önüne dönerek derse odaklandı.
Topuklarıma vuran ayakkabı ucunu hissedebiliyordum.
Omzumun üzerinden arkaya baktığımda Batı'yla bir kaç saniye göz göze gelmiştik. Kırmızı dudaklarını sinirli bir şekilde dişleyerek bana ters bakışlar atıyordu. O günden sonra benden sürekli kaçmaya başlamıştı.
Sağımı solumu kontrol ederek tekrardan arkaya döndüm ve gözlerinin en içine baktım.
Alt dudağımı hafifçe ıslatarak kaşlarımı kaldırdığımda anında gözlerini kaçırmıştı. Dişlerini sıktığını ve ellerini masanın üzerine yumruk yaptığını görmüştüm. İstemsizce gülümseyerek önüme döndüm.
Sonunda zil çaldığında içime titrek bir nefes çektim. Öğle arasına sonunda girmiştik.
"Çınar, biraz başım ağrıyor uyuyacağım ben." Yalan, külliyen yalan. Eh, Batı'yla işi pişirdiğimi ve onun adıyla inleyerek kendimi tatmin ettiğimi gören bilinmeyen ve bana takık olan bir manyakla buluşmaya gidiyorum, elbette diyemezdim.
"Tamam biz kantindeyiz." Yanağımdan öptü ve geriye çekilerek ayağa kalktı. Telefonumu elimde sıkıca tutarak mesaj bekliyordum.
Umut ve Doruk zilin sesiyle uyanmışlardı. Altan çoktan ayaklanmış Çınar'ı çekiştirerek kantine ilerletmeye çalışıyordu. Gözlerim Batı'ya kaydığında bağcıklarını bağladığını gördüm ve Çınar'ların sınıftan çıkmasını fırsat bilerek yerimden ayaklandım. Umut ve Doruk kapının önünde Batı'yı bekliyorlardı.
"Benden kaçma." Kulağına doğru fısıldayıp elimi koluna attığımda kaşlarını çattı ve etrafta kısa bir göz gezdirdikten sonra elini belime yerleştirdi. İçime çektiğim titrek nefes canımı yakarken, sıkılı dişleriyle kulağıma eğilmişti.
"Tehlikeli sularda yüzüyorsun, dikkat et her an boğulabilirsin." Gözlerimin içine bir kaç saniye derinleşen bal köpüğü gözleriyle bakıp bedenime sürtünerek yanımdan geçtiğinde terleyen avuç içlerimi pantolonuma sürttüm. Bu çocuk, beynimi uyuşturuyor, düşünmemi engelliyordu.
Onlar sınıftan çıktıktan bir kaç saniye sonra, telefonuma mesajlar gelmişti.
Bilinmeyen numara: Soyunma odasında ki en solda ki kabine gir ve beni bekle.
Bilinmeyen numara: Ters bir hamle yaparsan, hayatını kaydırırım.
Bilinmeyen numara: Gözlerini kapatman için her hangi bir şeyim yok, sadece hırkanı alıp gideceğim.
Bilinmeyen numara: Benden korkma.
Bilinmeyen numara: Dikkatli ol, taklaya gelmeyi istemeyiz :)
Dişlerimi sıkarak ekranı kapattım ve hızla kendimi sınıftan dışarıya attım. Bu şerefsiz canımı çok pis sıkıyordu. Onu bulduğum an yılların hatrı demeyecek, doğduğuna pişman edecektim.
Titreyen ellerimi ceplerime sokarak hızla soyunma odasına indim ve bahsettiği kabine kendimi atarak kapıyı sertçe kapattım. Üzerimde ki hırkayı hissettiğim öfkeyle tek bir hamle de çıkarttığımda kapının açılıp kapanma sesini duymuştum.
Kapıyı tıktıkladığında gözlerimi devirdim.
O sırada telefonuma bir mesaj daha gelmişti.
Bilinmeyen numara: Yukarıdan sana atacağım bandajı gözlerine tak, hırka yeterli gelmedi.
"Ne saçmalıyorsun orospu çocuğu!?" Hissettiğim öfkeye engel olamayarak bağırdığımda kısık bir kahkaha sesi işittim. Dudaklarım aralanırken afallamıştım.
O kadar tanıdıktı ki... ama çözemiyordum işte.
Kafama baskı uygulayan hafif şeyle kirpiklerimi kırpıştırdım. Elimi saçlarıma atarak siyah bandaja göz ucuyla baktım ve yutkunarak bir süre düşündüm. Ardından derin bir nefes alıp sıkıca gözlerime bağladım.
"Gelebilirsin ruh hastası." Kinli bir şekilde konuşup biraz geriye çekildiğimde kapının açılıp kapanma sesini işittim. Nefes sesleri, nefes seslerime karışıyordu.
Titreyen ellerimi kendimi korumak ister gibi üzerime siper ettiğimde, nazik bir şekilde kolumu kavradı ve hırkayı elimden aldı. Her yer simsiyahtı ve bu beni tedirgin ediyordu.
Kolumu yukarıya doğru kaldırarak bileğimi açığa çıkardığında kaşlarım havalanmiştı. Bileğimin üzerinde hissettiğim yumuşak ve ıslak baskıyla irkilerek yüksek sesle yutkunduğumda, o beni aldırmadan bileğime öpücükler kondurmaya devam etti.
Boğazından kaçan hoşnut mırıltı kulaklarıma dolduğunda bileğimi hızla elinden çektim. İtiraz etmeyerek bırakmıştı.
Ben daha ne olduğunu anlamayarak belimden tutup kendine çektiğinde alt dudağımı dişleyerek fırsatı değerlendirmeye karar verdim. Bedeninden onu tanıyabilirdim.
Sırtıma kollarını dolayıp sıkı bir şekilde sırıldığında kokusunu içime çekmiştim. Ama hayır, bu koku bana tanıdık gelmemişti. Gerçi arkadaşlarımın kokularını solumaya gerek duymadığım için tanımıyorda olabilirdim.
Elimi bedenine atacakken bir kaç derin nefes çekip ensemden de öptü ve hızla geriye çekilerek kapıyı açtı. Hissettiğim telaşla elimk bandaja atarken, çoktan dış kapının sesi gelmişti.
O, hissettiği adrenalinden dolayı yere düşürdüğü şeyin tok tınısını duyamamıştı ama ben duymuştum.
Hızla yere eğilip küçük bilekliği elime aldığımda gözlerim iri iri, dudaklarım şaşkınlıkla açılmıştı. Bileklik titreyen parmaklarımın arasından kayarken, yüksek sesli yutkundum ve avuç içimi alnıma vurdum.
Bu bilekliği nerde görsem tanırdım, almak için nerdeyse hırsızlık yapacağı türden bir bileklikti bu. En sevdiği, banyo da bile asla çıkarmadığını söylediği bilekliği elbette tanıyordum.
Gözlerimin önüne, bu bilekliğin Doruk'un ince bileğini sıkı sıkı sardığı ve yüzünde adeta gülücükler saçarak bize gösterdiği an gelince, olduğum yere biraz daha sinerek başımı ellerimin arasına almıştım.
~
Henüz hiç bir şey belli değil...
Ya da, belli mi? Hmm...
