Deniz stüdyo dairesine geldiğinde ceketiyle beraber kendisini de koltuğun üzerine bıraktı, huzurla derin bir nefes aldı.
Tüm gün yaşadığı gereksiz samimi konuşmalar, ilgisini çekmeyen insanlarla beraber geçen dakikalar ona işkence gibi geliyordu.
Bu insanlar bunu her gün yapmayı nasıl başarıyordu?
Tüm gün asla sevmedikleri insanların yüzüne nasıl gülüp, yalandan sevgi sözcükleri sıralayabiliyorlardı?
Bu kadar iyi oynamayı nasıl başarmışlardı?Gerilen kaslarını yattığı yerde gevşeyerek rahatlatmaya çalışırken gözüne şövalenin üzerinde açıp bıraktığı tuval takıldı.
Uzun zamandır orada onu bekleyen sorumluluğu gözünde bir dağdan farksız geliyordu şimdi ona.
Ayaklanıp kendine bir kadeh şarap koydu.
Gevşemesi gerekiyordu.
Tuvale her baktığında gözlerinin önüne gelen yeşil gözler onun daha da gerilmesine neden oluyordu.
Nesi vardı bugün?Ozan denilen şu çocuk onun beynini nasıl böylesine meşgul edebilmişti?
Ondan ayrıldığı andan itibaren onun yüzü gözlerinin önünden gitmek bilmiyordu.
"Tanrı sana nasıl bir yüz bahşetti böyle Ozan ? Başarılı bir ressamın fırçasından dökülen harika bir tablo gibisin. Seni resmetmeye kimin cesareti yeter?"Kendi kendine mırıldanırken bir yandan da barda yaşadıkları saçma olayı hatırlıyordu.
Ozan'ın onu tanımamış olmasına oldukça bozulsa da onun rahatsız olmaması için bunu dile getirmemiş, onunla sıfırdan tanışmıştı.Zaten bir öncekine tanışma denemezdi bile.
Sadece basit bir büyüydü. Deniz'i etkileyecek kadar güçlü ama basit bir karşılaşma.
Sanki önceki hayatında bir yerde Ozan hep var olmuş gibiydi.
Öyle tanıdık, öyle büyük bir hasretle çınlıyordu ki sesi zihninde.
İçkisinden aldığı yudumla beraber kafasını geriye doğru attı, düşünmek istemiyordu.
Baş ağrısıyla gözlerini kapatıp düşünmemek için kafasını başka şeylere yormaya çalıştı.
Sonucunda hüsranla kendisini hiç dokunulmamış olan tuvalde buldu.Tüm dünyaya kendini kapatmış sadece hislerini devreye koymuştu işte şimdi.
Şimdi gerçekten Deniz gibi hissediyordu.
Dalgalarının hangi kıyıya vuracağını, nerelerden geçeceğini bilmeyen kendini olacaklara bırakan bir deniz gibi...
Hayatın tüm zevkleri, acıları, mutlulukları ve hüzünleri bir bütün olup zihnine doluyor ve vücudu tüm bunları denizin dalgalarını kıyıya vurduğu gibi tuvale vuruyordu, oldukça uzun bir zamandır olduğu gibi.Kapısı çaldığında uzun bir süredir transa girmiş bedeni dünyayla yeni tanışır gibi bir anda sarsıldı ve gerçekliğine tekrardan döndü.
Yarım kalan tuvali şövale ile birlikte ters çevirip ayağa kalktı.
Birkaç saniye durduğu yerde sendeledi ve kendine gelmeye çalıştı.
Kapıya ulaşıp açtığındaysa beklemekten sıkılmış kadına bakıp içeriye geri döndü.
Şık giyinimli kadın evin dağınıklığına bakıp göz devirerek tezgaha bırakılan şişeden bir kadeh de kendine doldurarak Deniz'in yanına oturdu."Neden haber vermeden çıkıp gittin sergiden Deniz? Çok ayıp oldu, ne diyeceğimi şaşırdım Ufuk Bey'e."
Geldiğinden beri üstünü değiştirmediğinin farkına yeni varan adam gömleğinin birkaç düğmesini açarak nefes almaya çalıştı.
"Bana düşen her şeyi yaptığımı düşünüyorum."
Arkadaşı onun koluna yapışıp uzandığı yerden kaldırarak konuşmasına devam etti.
"Sen bir anda ortadan kaybolunca Ufuk Bey de çok sinirlendi, bir daha lütfen böyle bir şey yapma. Büyü artık biraz."
"Ben bir iş yerinde çalışmıyorum Şule, benim bir işverenim de yok.
Canım istedi, kafama esti ve gittim, orada biblo gibi dikilip durmaktansa gitmek daha çok işime geldi en azından."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
bir mucize gerek. | bxb
Teen FictionAkhilleus'u öyle kapkara bir yas bulutu kapladı ki iki eliyle aldı ocağın küllerini, döktü başının üstüne, kirletti güzelim yüzünü. Sonra uzandı boylu boyunca tozun toprağın içine, elleriyle çıkarıp kopardı, kirletti saçlarını.