Yattığım yerde gerinerek diğer tarafıma döndüğümde kolumu Mark'tan tarafa atmış, hiçbir şeye çarpmamamla beraber kaşlarımı çatarak elimle yatağın diğer tarafını yoklamıştım. Tekrardan tek hissettiğim yorgan ve boş nevresim olduğunda homurdanarak gözlerimi açtım, hâlâ gece saatlerinde olduğumuz için önce karanlıktan göremesem de gözlerim alıştığında Mark'ın olmadığını görebilmiştim.
Yattığım yerde hızla doğrulup odanın içine, camların önüne de baktığımda tek gördüğüm eşyalarımdı.
"Mark?" diye seslendim pürüzlü sesimle. Ardından öksürerek boğazımı temizledim ve yorganı üzerimden çekip yataktan indim.
"Mark?" diye tekrar seslendim odadan çıktığımda salona doğru.
Salonda da Mark'ı göremediğimde biraz ilerleyip koltukta mı uyuyor diye bakmıştım. Dün gece beraber yattığımızı hatırlıyordum hâlbuki. Hatta yarı kapalı gözlerimizle uykuya dalmadan önce yaptığımız konuşma bile aklımdaydı.
"Anlaşma yaptığımızı biliyorum ama bu senin Minhyung olduğunu öğrenmeden önce teklif ettiğim bir şeydi. İlk defa tanıdığım biriyle yaptım yani." demiştim Mark'ın kollarının arasında.
Mark hmlayarak beni onaylamış cümlemin devamını beklerken saçlarımla oynuyordu. O saçlarımı okşadıkça konuşmak benim için gittikçe zorlaşıyor, uykumla savaşıyordum.
"Bir yıl değil, hep benimle kal Mark." demiştim ona yarım yamalak. Kokusu ve sarmaş dolaş vücutlarımızdan ısınan bedenim, kendini uykuya teslim etmeden önce kurabildiğim son cümlelerdi bunlar. "Beni bir daha bırakma."
Evin içinde dolaşan adımlarımı hızlandırarak koridordan banyoya doğru gitmiştim. Banyonun kapısını aralık, ışığını kapalı görmeme rağmen ışığı açıp içine girmiş, kontrol etmiştim her bir köşesini.
Banyoda da olmadığını anladığımda üstümdeki uyku mahmurluğunu bir kenara atıp koşar adımlarla mutfağa girmiştim ışığı açarak. "Mark?" diye seslenmeye devam ettim hep onun sesini duyabilme umuduyla.
Mutfakta da onu göremediğimde evin bakmadığım tek yeri olan balkona koştum biraz korkarak. Burada değilse ne yapacağımı gerçekten bilmiyordum. Tek umudum onun sigara içmeye çıkmış olmasıydı.
Balkonun kapısını aralayıp çıktığımda yüzüme aniden vuran sert rüzgârla beraber iliklerime kadar titremiş, balkondaki boş masa ve sandalyelerle bakışmıştım.
Hızla balkon demirlerine kadar koşup aşağı sarkmıştım apartmanın bahçesine doğru bakmak için. Tek gördüğüm sarı loş sokak lambalarının aydınlattığı boş caddeydi.
"Hayır." dedim kendi kendime kafamı sağa sola sallayarak hafifçe. Korkunun vücudumu ele geçirmesine izin vermek istemiyordum. Hemen paniğe kapılmak istemiyordum.
Hızla balkondan içeri girip mutfağa oradan tekrar salona çıktım.
Koşarak evi belki üç kere didik didik aradım Mark'ın adını sayıklarken. "Hayır." dedim tekrar. Mark beni bırakıp gitmez.
Daha yeni aklıma gelmiş gibi dış kapıya yönelip portmantoya, Mark'ın montuna ve ayakkabısına baktım.
İkisi de yoktu.
Portmantonun rafında Mark'a verdiğim evin anahtarlarının kopyası vardı sadece. Üzerindeyse lunaparka gittiğimizde onun için aldığım karpuz şeklinde küçük peluş anahtarlık.
Gözlerimin dolduğunu görüşüm bulanıklaştığında anladım. Tekrar kendime gelmek adına kafamı salladım ve hızla ayağıma ayakkabılarımı geçirip anahtarı da alarak evden çıktım. Koşar adımlarla merdivenlerden inip apartmandan kaşla göz arası çıkarken az önce balkonda yediğim rüzgârın aynısını tüm vücudumda hissetmemle üzerime bir şey almadığımı fark ettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
beginning of the end/markhyuck ✞︎
Fanfic"Mark." dedim adını sonunda öğrenebildiğim için yaşadığım hevesle. "Bir fikrim var." Kaşları çatılarak bana bakmıştı merakla. İçinden nerden çattım buna der gibi bir hali olsa da ben heyecanımı bastıramıyordum. Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki göğ...