Başta buraya gelmek istemesem de anılardan kaçamazdık, her ne kadar falezlerde buranın önünden geçerken kalbimde bir ağırlık oluşsa da Mark ısrarla buraya getirmişti beni. Sadece olumsuz taraflarına odaklandığımı söyleyip kızmıştı da bana biraz. Onun çok sevdiği bir gün olduğunu, çünkü ben anahtarımı ikinci kez almaya gelmeyecek olsam bile beni tekrar görebildiği için mutlu olduğunu anlatmıştı bana.
Son gününde son kez beni görebildiği için mutlu olduğunu söylediğinde göğüs kafesimin ortasında inanılmaz bir sızı hissetmiştim.
Bazı şeyler üstüne düşmediğiniz zaman normal olaylar gibi gözükse de irdelediğinizde verdiğiniz her bir kararın hayatın seyrinde çok önemli bir rol oynadığını anlıyordunuz. Eğer ben o gün anahtarımı düşürmemiş olsaydım ya da çilingir çağırıp eve girmiş olsaydım... Belki de o gece yara bandı verdiğim çocuğun bu dünyadan silinmiş olduğunu bir haber sayfasından öğrenecektim.
Ve onun Minhyung olduğunu hiçbir zaman öğrenemeyecektim.
Hayat garipti.
"Ne düşünüyorsun?" dedi Mark saçlarımdaki elini alnıma düşen tutamları geriye yatırmak için kullandığında.
Kafamı koyduğum kucağında gözlerimi yeni doğmaya başlayan ve denize yansıması vuran güneşten çekip düz dönerek ona çevirdim. "Hiç."
"Yalancı." deyip sırıtmıştı Mark da kafasını aşağı eğip gözlerime bakarken.
Tekrar bir sessizlik olmuştu ama ikimiz de manzaraya değil de birbirimizin yüzüne bakmaya ant içmiş gibi dakikalarca birbirimizi izlemiştik. Dayanamayıp gözlerimi yüzünün her bir noktasında gezdirdikten sonra "İyi ki o gün geri dönmüşüm." demiştim.
"Bunu düşündüğünü biliyordum." deyip tekrar gülmüştü Mark bir zafer kazanmış gibi. Haklı çıkmaya bayılıyordu.
"Bir daha.. Yapmayacaksın, değil mi?" dedim bu sorunun onu her soruşumda daha da baydığını bilerek. Ama o hiç bıkmadan her seferinde olduğu gibi başını onaylaylamak için sallamış ve mırıldanmıştı. "Seni yeni bulmuşken kaybetme gibi bir niyetim yok." dediğinde gözlerimi utanarak ondan kaçırdım ve başımızın üstündeki ağaçların yapraklarına çevirdim. İlkbahara girdiğimiz yeni tomucuklanan çiçeklerden belliydi. Yine de hâlâ kışın soğuğu kendini hissettiriyordu.
Mark ne ara cebine attığını bilmediğim sigara paketini çıkarmış ve içinden bir sigara alıp yakmıştı.
Hâlâ kucağında kafam olduğu için görüş hizzama Mark'ın çenesi ve aşağı yukarı oynayan adem elması girmişti. Her ne kadar duman ağzıma yüzüme çarpsa da gözlerimi onlardan çekemedim. Bu da istemsizce sabaha karşı yaşadığımız yakınlaşmayı hatırlatmıştı bana.
Mark'la gittikçe daha da yakın olduğumuz aşikârdı. Artık ona içimden geldiği zamanlar sarıldığımda duraksamak yerine bana karşılık veriyordu mesela. Geceleri beraber uyuyorduk; koltukta bir şeyler izlerken ona sırnaşmam onu rahatsız etmiyor, aksine uzağında olduğumda beni göğsüne çekiyordu. Bunlar dışarıdan bir gözle bakıldığında muhtemelen yanlış anlaşılabilecek, sevgili olduğumuzu düşündürebilecek şeylerdi ama sevgili değildik.
Mark'ın benim gibi erkeklerden hoşlanıp hoşlanmadığı hakkında da en ufak bir fikrim yoktu.
Muhtemelen çok yakın iki arkadaştık, o kadar.
Belki de arkadaşıma davrandığım gibi davranmalıydım ona, bu yakınlığımdan rahatsız oluyor olabilirdi.
"Dönmeden bir yere uğrayabilir miyiz?" demişti Mark sigarasından bir nefes daha çektiğinde. Ardından bana dönmüş ve dumanın olduğu gibi bana geldiğini gördüğünde ağzında ufak bir küfür mırıldanarak sigarasını yerde söndürmüştü. "Özür dilerim." dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
beginning of the end/markhyuck ✞︎
Fanfiction"Mark." dedim adını sonunda öğrenebildiğim için yaşadığım hevesle. "Bir fikrim var." Kaşları çatılarak bana bakmıştı merakla. İçinden nerden çattım buna der gibi bir hali olsa da ben heyecanımı bastıramıyordum. Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki göğ...