VII • KADİFE ÇİÇEĞİ

964 80 152
                                    

Evgeny Grinko - Valse

Bildirim sesi açık olmasına rağmen defalarca kez kontrol ettiğim telefonumun ekranına bir kez daha baktım. Herhangi bir bildirim yoktu. Üç gündür ne aramıştı ne de mesaj atmıştı. Umutsuzca iç çekerek telefonumu önlüğümün cebine koydum. Belki de o gün apartmana girmeden hemen önce attığım bakış onu son görüşümdü.

"Keyifsizsin. Hayırdır?" Önlüğünü çıkaran Ekrem'in gözlerini bana diktiğini hissedebiliyordum.

"Yoo, iyiyim." dedim umursamazca omuz silkerek.

"Değilsin, değilsin." Aradan önceki işlerimizi bitirmiş aşağı iniyorduk. "Tanıyorum kızım seni. Sende bi' haller var."

"Ne varmış halimde?"

"Onu sen söyleyeceksin işte. Ne derdin var?" Ağır cam kapıyı iterek çıkmam için bekledi. Birlikte kalabalığın içine karışarak yemek yiyeceğimiz mekâna doğru yürümeye başladık.

"Yok bir şeyim."

"Var da neyse. Gidince anlatırsın artık." Yolun ortasında durarak bir anda bana döndü. "Seninki gelir mi acaba bugün?"

"Gelmez."

Nasıl gelsindi? Günlerdir var olduğuna dair bile tek bir emare göstermemişti. Oysa numaramı ona verirken o gece mesajlaşacağımızı düşlemiştim.

"Niye gelmesin? Lan yoksa... Yoksa sen o yüzden mi keyifsizsin?"

Mekânın dışındaki masalardan boş olana oturduk.

"Dökül hadi," dedi Ekrem sabırsızca.

"Ne anlatacağım?"

"O gün o kadar kesiştiniz. Belli var bi' şeyler." Mavi gözleri merakla parlıyordu.

"Bilemiyorum." O kadar ruhsuz söylemiştim ki bunu, onun heyecanı bile sönmeye başladı.

"Aman neyse. Salla." Pes etmişti işte.

Senin suçun!

Halbuki ne kadar çok isterdim birine onu anlatmayı; ellerinden, gözlerinden, sesinden bahsetmeyi... Hatta onu herkese anlatmak isterdim, tanıdığım tanımadığım herkese. Gülümseyince beliren gamzesinden, kısılan gözlerinden, sıcacık ellerinden, o elleriyle ilgilendiği bir sürü çiçeği olduğundan, kedisi Müjgan'dan, Fransız aksanından, bana mantar sote yaptığından... Onun akıl almaz güzellikteki parçalarından herkes haberdar olmalıydı.

Yeniden sorsana!

Hamburgerlerimizi yerken hayatımın ne kadar monoton olduğunu ve Onat olmadan da bu monotonlukla devam edeceğini düşündüm. Erken kalk, işe git, öğle arasında Ekrem'le fast food bir şeyler ye, eve dön, Kerem'le seviş, acıkırsan yemek söyle... Hepsi buydu işte. Hafta sonlarıysa yalnızca kitap okuyor, bir şeyler izliyor, ara sıra da Limon'a gidiyordum.

Merak ettiğimden değil iletişimde kalmak için sordum: "Burçin'le nasıl gidiyor?"

"Valla pek iyi gitmiyor ya," dedi çenesini sıvazlarken. "Ayrılacağız galiba."

"Aaa neden?"

"Çok kavga etmeye başladık son zamanlarda."

Merak etmememe rağmen ve haddim olmayarak yeniden sordum: "Neden kavga ediyorsunuz?"

Hamburgerinden koca bir ısırık alarak konuşmaya başladı. "Bir ton şey var. Mesela şey..." Ağzındaki lokmadan dolayı sesi boğuktu, hızlı hızlı çiğneyip yutarak konuşmaya devam etti. "Allah aşkına söyle, arkadaşların mı daha önemli sevgilin mi?"

Bir İhtimalHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin