Antonio Vivaldi - The Four Seasons: Summer
Çırılçıplak dünyaya gelmemize rağmen, biz insanlar en çok çıplakken savunmasız hissediyor, en çok çıplaklığımızdan utanıyorduk. İronik bir şekilde arınmak ya da kirlenmek için de çıplak olmalıydık. En saf hâlimiz buydu işte. Üzerimizde kim olduğumuzu, nereden geldiğimizi, ne kadar zengin olduğumuzu, neye inandığımızı ya da ne kadar ahlaklı(!) olduğumuzu ifade edebilecek hiçbir kumaş parçası olmadan bir anlığına yalnızca ruhumuz ve etimizle var olmak bizi rahatsız ediyordu belki de. Ancak ben çıplaklığımdan utanmayı bırakalı çok uzun zaman olmuştu. Aksine bedenimi arzuladığım erkeklere göstermek ve beğenilerini toplamak gururumu okşuyordu.
Bornozumu çıkarıp çıkarmamak üzerine bir dakika bile düşünmemiştim. Hep yaptığım gibi aklıma eseni yapmış, yine ve yeniden iç güdülerimi dinlemiştim. Ve saniyeler geçtikçe görüyordum ki hata yapmıştım.
Vücudumu şehvetle süzmesini, belki tahrik olmasını ya da bana dokunmasını istemiştim. Hiçbiri olmadı. Vücudumu beğenmemiş olmalıydı.
Gözlerini gözlerime kilitlemiş, bakışlarını çıplak bedenime bir an bile indirmemişti. O kadar ki orada kesinlikle görmek istemeyeceği bir şey varmış gibi paniklediğini hissettim. Hata yapmıştım.
Onu rahatsız etmiştim, hem de ikinci defa.
Gözlerime mühürlediği gözlerinden utanmaya başladığımı hissettiğimde "Özür dilerim," diye mırıldandım. "Özür dilerim."
Ve ilk kez çıplaklığımdan utandım. Bornozumu giymek için yere eğildiğimde omuzlarımı kavrayarak beni şaşırttı. "Neden özür diliyorsun?" Tuttuğu nefesi bıraktı.
Elleri tenime değdiği an içimdeki orkestrada tüm vurmalı çalgılara aynı anda vuruldu, iç organlarım titredi ve şelale gürleşerek çağlamaya başladı. Oysa yalnızca omzuma dokunmuştu. Neden arzudan delirecekmiş gibi hissediyordum?
Tüm titreşimin yoğunlaşarak belli bir noktada toplandığını hissettiğimde gözlerimi kaçırarak titrek bir nefes verdim.
Bakışlarını vücuduma indirmeden sağ baş parmağıyla hafifçe yanağımı okşadı ve elini kaydırarak elimi avucunun içine aldı. Sıcacık eline tutunduğumda yüzü tatlı bir gülümsemeyle aydınlandı.
"Suyu ayarlayalım."
Hafifçe başımı sallayınca elimi bırakıp kornaya eğildi. Hâlâ vücuduma bakmadığı için bozulsam da biraz sonra istemese de göreceği için pek üzerinde durmadım. Belki de onun beğendiği vücut tipine sahip değildim. Belki o iri memeleri, geniş kalçaları ve dolgun bir vücudu tercih ederdi.
Bunları düşünmek vücudumu ellerimle saklama ihtiyacımı tetiklediği sırada arkasını dönerek küvete girmem için elini uzattı.
Bak bana, lütfen!
Uzattığı ele tutunarak mermeri sararmaya başlamış olan eski tip küvete adımladım ve oyuk şeklindeki oturağa oturdum. Suyu ılık olacak şekilde ayarlamıştı. Duş başlığını eline aldı ve saçlarımı masaj yaparak yavaşça ıslatmaya başladı.
Ilık su saçlarımı ıslatıp omuzlarıma ve sırtıma dökülürken yüzümü kaldırıp gözlerine baktım.
Sence, ben güzel miyim?
"İnsanlara bu kadar çabuk güvenme," dedi şampuana uzanırken.
"Ne?" Şampuanı avcuna sıktı ve saçlarıma masaj yapmaya başladı. "Sana güvendiğimi falan mı düşünüyorsun?"
"Şu an seni yıkıyorum, Neşe," dedi yumuşakça.
Omuz silktim. "Olsun."
Anlamlandıramadığım şekilde çok güveniyorum sana.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir İhtimal
Romance"Saatler ve haftalar işlemez aşkın gövdesine, hatta taşırlar onu kıyametin eşiğine" demişti Shakespeare. Zamanı ve mekanı aşabilecek kadar kuvvetli olan aşk benlikle de savaşabilir miydi? Çizginin çoktan dışına çıkmış olan Neşe ve Onat'ın İstanbul'u...