Utanç

454 37 8
                                    

Merhaba! Nasılsınız? Ben varlığınızı hissetmeyi çok özledim. Normalde bölüm sonlarına ekliyordum kendi düşüncelerimi ama sanırım böylesi daha etkili oluyor. Bu bir ara bölüm, hikayeyi bu bölüme kadar okuduysanız nasıl bir şey olduğuna dair fikriniz vardır. Bu bölümleri devam ettirip ettirmemek konusunda kararsızım. Sizce ara bölümler yayımlamaya devam etmeli miyim? Her zaman olduğu gibi yine bölüm hakkındaki düşüncelerinizi büyük bir merakla bekliyorum ve büyük bir keyifle okuyacağım. Hep söylediğim gibi düşünceleriniz yazmaya devam etmemdeki en büyük motivasyon kaynağım. Şimdiden teşekkür ederim! Ayrıca beni twitter'dan da takip edebilirsiniz. Bölümler hakkında konuşabiliriz, yeni bölüm için de darlayabilirsiniz 😜 Hesabım: nebwrites. Son olarak bölümlerin arasındaki süreyi kısaltmak için elimden geleni yapacağıma dair söz veriyorum. Çözmem gereken bazı şeyler var ve çözeceğim.

Bölüm şarkılarını dinlemeyi unutmayın. Baştaki parçalar bölümü okumak için, sondakiler okuduktan sonra dinlemek için her zaman. Keyifli okumalar!

🖤🖤🖤

Dobrinka Tabakova, Mari Samuelsen, Julien Quentin - Nocturne (Arr. for Solo Violin and Piano)

Gömleğinin manşetlerini avuç içlerine doğru çekiştirerek saate baktı. Kırmızı yelkovan on ikiye dokunup geçtiğinde zilin çalmasına tam bir dakika kalmıştı. Sıkıntıyla derin bir nefes çekti içine ve elli dokuzdan geriye saymaya başladı. Ardına kadar açık olan pencere, sıcaklığı bir nebze bile azaltmıyordu. Sınıftaki diğer herkesin aksine uzun kollu bir gömlek giydiğinden daha çok bunalıyordu böyle güneşli günlerde.

Dalgınlaşan düşünceleri akışkan bir sıvı gibi sayılara karışırken kaçta kaldığını unuttu ve rutin işkencesine ne kadar yaklaştığını bilememek onu panikletti. Tahtaya bir şeyler yazan öğretmeninin sesi sınıftaki uğultu karşısında güçsüz tınıyordu. Avucunu göğsündeki ağrımaya başlayan boşluğa bastırdığında birkaç bakışı üzerine çektiğini hissedebiliyordu.

"Bir şey yok," diye tekrar etti içinden. "Hiçbir şey yok."

Biraz sonra teneffüs zili çalacak ve Neşe hep yaptığı gibi koşar adımlarla bahçenin en ortasındaki banka oturacaktı. Böylelikle sözde okul arkadaşları nöbetçi öğretmenden çekinip onu rahat bırakacaktı. Katiliniz peşinizdeyken bir meydanda kalabalığın içinde katilinizin gözlerine baktığınız anda, kimsenin bilmediği ücra bir köşede saklanırken olduğunuzdan daha güvende olurdunuz. Fakat kötülük ve korku kolayca yayıldığından koca bir kalabalık sizi yapayalnız da bırakabilirdi. Ancak Neşe henüz diğer ihtimalin varlığından haberdar değildi.

Ve o an geldi. Okul zili tüm sinir uçlarını harekete geçirerek zihninin içinde gümbürdedi. Hızla sınıftan çıkmak için hareketlenirken "ya o banka benden önce birileri oturursa" diye düşündü. Sonra kendi kendini yanıtladı: "O zaman ben de bahçenin ortasında volta atarım."

Kimseyle göz göze gelmemek için başını önüne eğip hızlı adımlarla koridorda ilerlerken bir elin omzuna dokunduğunu hissetti. Tiksintiyle yüzünü buruşturduğunda kimin dokunduğuna bakmadı bile. Hızını arttırdı ve nihayet bahçeye adımladı.

"Neva!"

Duyduğu tok sesle olduğu yere çivilendi.

"Hocam..."

Tarık öğretmen birkaç adım atarak Neşe'ye yetişti.

"Neden gelmedin?"

Omuz silkti Neşe, göz göze gelmekten itinayla kaçınıyordu.

"Bir sorun mu var?"

"Yok," dedi kesin bir dille.

Tarık her ne kadar nedenini merak etse de onu zorlamak istemedi. Yaptıkları onca görüşmeye rağmen neredeyse hiç ilerleme kaydedememişlerdi. Ne zaman derdini anlamaya yönelik sorular sorsa Neşe hemen konuyu değiştirerek bambaşka bir şeyden bahsediyordu. Son zamanlarda Tarık onun ailesinden şiddet gördüğünü düşünmeye başlamıştı, bu sebeple yakıcı sıcağa rağmen uzun kollu bir gömlek giyiyor olmalıydı. Kim bilir kollarında nasıl izler vardı!

"Peki o zaman," dedi gülümseyerek. "Bir sonraki görüşmede konuşuruz."

"Hocam, ben bir daha gelmeyeceğim." Sıkıntıyla etrafına bakındı. Bu konuşmaya daha fazla devam etmek istemiyordu, hele ki herkes onları izlerken.

"Neden?"

Neşe yeniden omuz silkti. Bir an önce öğretmenin yanından uzaklaşmalıydı. Tutunduğu tek dalı da sevgili(!) arkadaşlarının çıkardığı yeni bir dedikodu sayesinde kaybetmişti. Söylenti başlı başına iğrençken bir de Tarık öğretmenin duyma ihtimali midesine kramp girmesine sebep oluyordu.

"Aileni şikayet etmek zorundayım," dedi Tarık ciddileşerek. Rehber öğretmen olarak bir çocuğu korumak ve suçlu aileyi bildirmek onun göreviydi. "Buna göz yumamam."

"Ne?" Neşe panikledi. "Neden? Ailemle ne alakası var? Bunu yapamazsınız..."

"Korkmana gerek yok. Devlet korumasına alınacaksın sadece, okula gelmeye devam edeceksin. İstersen aileni de görebilirsin ama sana zarar veremeyecekleri kadar uzağında olacaklar. Hiçbir şey değişmeyecek anlayacağın. Sadece daha güvende olacaksın."

"Hayır, hayır..." Gözyaşları yanağını ıslatmaya başladığında nefes alamadığını hissetti. "Ailemin bir suçu yok... Hocam... Lütfen yapmayın..." Kendini anlatamamak onu öyle korkuttu ki düşündüklerini bir düzene sokup söylemekte güçlü çekti.

"Neden ağlıyorsun kızım? Korkma, ben şiddet gördüğünü biliyorum. Bundan utanmamalısın. Ben her zaman yanında olacağım senin."

"Şiddet görmüyorum ben." Kesik soluklarının arasında konuşmaya çalıştı. "Ailem bana bir şey yapmıyor... Onlardan ayrılmak istemiyorum... Bunu yapamazsınız..."

"Fark etmediğimi mi sanıyorsun Neva? Kollarını neden saklıyorsun?"

Bunun üzerine Neşe kol düğmelerini bir hışımla çözdüğünde onları gözetleyen merhametten yoksun bakışların odağında olduğunu çok iyi biliyordu. İç çekerek gömleğinin kollarını yukarı sıyırdı.

"Bakın! Hiçbir şey saklamıyorum."

Tarık beklediği tabloyla karşılaşmamıştı, şaşkınlıkla kaşlarını çattı.

"Artık konuşmak istememenin sebebi nedir peki?" Sabırla Neşe'den bir cevap almayı bekledi. Yanıldığını görmek onu rahatlatmıştı ancak yine de asıl derdinin ne olduğunu bilememek çaresiz hissettiriyordu. "Kimseden korkma. Derdin neyse söyle bana, beraber çözelim."

"Tarık hoca da sürekli Neva'yı çağırıp duruyor."

"Ne yaptıklarını bilmeyen mi var?"

"Herkes ne yapıyorsa Tarık hoca da onu yapıyor işte."

"Evli adamı da ayartmış orospu."

Yeni çıkan korkunç söylentiler yüzünden birkaç gündür gözüne bir gram bile uyku girmemişti. Sürekli midesi kasıldığından kusacakmış gibi hissediyordu ama yediği bir şey de yoktu. Elleri her zamankinden daha soğuktu ve ruhu bedenine dar geliyormuş gibi hissediyordu. Sanki anahtarı kaybolmuş, unutulmuş bir kafese hapsolmuştu.

Bu dedikodulardan herhangi birinin Tarık'ın kulağına gitmesi ihtimalinde Neşe hiçbir suçu olmamasına rağmen utancından öğretmeninin yüzüne bir daha asla bakamazdı. Tarık'ın sorusuna cevap vermeden önce derin nefesler alarak mide bulantısını kontrol altına almaya çalıştı. Sakince burnunu çekti ve yüzünü kaşındırmaya başlayan gözyaşlarını sildi.

Ne yapması gerektiğine bu kısacık anda karar vermişti. Kararının doğru mu yanlış mı olduğunu tartacak kadar vakti yoktu ama her şeye son vereceğine emindi. Ve bu onun için yeterliydi.

Savaş bitecekti ve kazanan Neşe olacaktı. Kaybeden de...

"Geleceğim hocam," dedi başını dikleştirerek.

İrem Özen - Balıklı Kız

Resim: Helena Wierzbicki - Anxiety

Bir İhtimalHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin