12. Saçlarını okşayacak kadar

59 1 0
                                    

Siparişlerimizi verip beklemeye koyulduk. Lahmacunlarımız gelince vakit kaybetmeden yemeğe başladık. Elinde dürüm haline getirdiği lahmacunu gösterdi.
"Biliyor musun, evdeyken en çok bunları özlüyorum." Sözlerini bitirince koca bir ısırık aldı. Evden kastının Londra olduğunu biliyordum.
"Ingilterede lahmancun yapan kebapçı yok mu?" Lokmaları arasından konuştu. "Var ama hiç biri burdakiler gibi değil. Anavatanında yemek bir başka."
"Sen orada doğdun. Ama buraya fazlasıyla hakimsin. Hiç yurtdışında büyümüş gibi değilsin." Hafif güldü. "Haklısın. Zaten orada büyüdüm sayılmaz. Bir ayağımız hep Türkiyedeydi. Iki ülkede eş zamanlı büyüdüm diyebiliriz. Hem liseyi burda okudum." Işte buna şaşırmıştım. "Ben ilk okulu da liseyi de Londrada okudun sanıyordum. O yüzden üniversite için de buraya gelmedin mi?" Elindeki  son parçayıda ağzına atıp ayranından içti. Lokması biterken cevapladı. "Aslında öyle olmadı. Ilk okulu bitirdikten sonra ailem ergenliğimi burada geçirmemin daha iyi olacağına karar vermiş. Lise bitince üniversite için geri dönecektim. Öylede oldu. Ama 3. sene başlamadan bazı durumlardan dolayı burada okumaya karar verdim." Ne gibi durumlar diye sormadım. Söylemek isteseydi anlatırdı. Sonra merak ettiğim o soruyu sordum.
"Peki bir şey sorucam. Ailende İngiliz var mı? Melez havası varda  sende." Gülüp masadan bana doğru eğildi. "Çok yakışıklıyım dimi?" Ben sözlerine gözlerimi devirirken geri çekilip gülümsemesini de bozmadan devam etti. "Senin aksine benimki büyük büyük dedelerimden değil de, babaannemden gelmiş. O İngiliz dedemse Türk."
"Gerçekten de melezlik varmış. Ama hala senden daha yakışıklıyım." Kahkaha atmaya başladı. "Buna hayır diyemem koreli aktörlere benziyorsun." Bende gülmeye başladım. "Etrafımı saran kızlarda böyle söylüyordu."
Yemek bitince sunulan ikramlık çayada hayır demedik. Çaylar gelirkende konuşmaya devam ediyorduk. Sohbete dalmışken gözüm duvardaki saate takıldı. Gece 11e geliyordu. Zaten mekandaki tek müşteri de biz kalmıştık.
"Çok geç olmuş. Hadi kalkalım. Yurt girişi kapanmadan yetişmem lazım." Yavaşça çayını yudumlarken konuştu.
"Boşver bende kalırsın."  bir an şaşırdım sonra geçti.
"Gerek yok hemen kalkalım da yetişeyim." Ayaklanıp hesap için cebimi yokladım. "Kahretsin. Cüzdanımı unutmuşum." Pantolonun cebindeki cüzdanı baş ucumdaki komodine bırakmıştım. Çıkarkende hemen dönerim diye almayı unutmuştum. Zaten üzerimde  sweat-shirt ve eşofmanım vardı. Direk ceketimi alıp çıkmıştım.
"Hesabı bile ödeyecek paran yok yanında, taksiyi bırak otobüse bile binemezsin. Burdan yurduna yürüsende sen varana kadar, girişler çoktan kapanmış olur." O da ayaklanıp masanın üzerine astığı ceketini alıp giydi.
"Bugün my hero olduğun için istesende hesabı sana ödetmezdim. Ama kalan nakitim anca yoluma yeter." Ellerini iki yanına kaldırıp omuzlarını da yükseltmişti.
"Telefonunda kapalı. Geç oldu, hem misafirim olma vaktin de gelmişti." Gülümseyip kasaya gitti. Bende başka bir şey demedim. Sanırım tek çare evine gitmekti. Hesabı ödeyince çıktık. Az ilerdeki taksi durağına gidip boş olan birine bindik. Neyse bir arkadaşta kalmaktan ne çıkardı.
Lüks sayılabilecek bir binadan içeri girdik. Asansöre binerken 5. kata bastı. Asansör açıldığında benden önce çıkıp karşı kapıya ilerledi. Cebinden çıkardığı anahtarla kilidi açıp içeri girdi. Kapıyı ardına kadar açıp yana çekilirken  konuştu.
"Evime hoş geldin." Içeri gidip ayakkabılarımı çıkarırken önüme koyduğu terlikleri giydim. Evi baya hoştu. Modern açık bir mutfak hemen karşısında geniş tavanlı full camlı bir salon vardı. Giriş kapısına yakın merdivenler büyük ihtimal yukardaki odasına çıkıyordu. Koltuğa geçip oturdu. Bana da oturmam için başıyla yanını işaret ediyordu. İlerleyip oturdum. Hala evine bakarken de konuştum. "Evin güzelmiş."
"Eyvallah." Yanına bakınıp bulduğu kumandayı bana uzattı. "Al. Hala erken bu saatte uyumazsın değil mi?" Uzattığı kumandayı aldım, o da ayağa kalktı.
"Sen takıl, ben bir duş alayım. Hastane kokusu alıyorum kendimden." Üzerindeki kazağı çekiştirip koklarken sırıtıyorduda.
"Hiç yabancılık çekme bir şeyler istersen mutfak orda." Merdivenlere yönelmişken konuşmuştu.
O yukarı çıkınca ben de kanallar arası gezmeye başladım.  Pek bir şey yoktu tv de. Aklıma hala kapalı olan telefonum geldi. Kenara koyduğum çeketimden telefon ve şarjı çıkardım. Onun telefonu bile hala oradaydı. Onunkini masaya koyup, kendi telefonum için prize bakındım. Televozyonun yanında boş olanı gördüğümde adaptörü prize taktım. Biraz bekleyip telefonu açtım. Ozandan mesaj ve arama vardı. Ona karşılaştığım bir arkadaşın rahatsızlandığını yazıp onda kalacağımı haber verdim. Telefonu tv ünitesine bırakıp pencereye doğru yürüdüm.  Evinin manzarası hiç de fena değildi. Yokuş yukarı ve en üst katta olduğu için deniz eşliğinde şehrin ışıkları görülüyordu. Kapkaranlık,  gökyüzüyle birleşmiş bir deniz. Kanepenin arkasında yarısı boş bir kitaplık vardı. Hazır bir daire olduğu her hâlinden belliydi. Ne rafta ne de duvarlarda hiç resim yoktu. Onun yerine sözlerin yazılı olduğu çerçeveler asılıydı. Kitaplıkta farkettiğim bir şeye yaklaşmaya başladım. Bu bir Harry potter figürüydü. Kendi kendıme gülümsedim. Bir potter hayranı olmaz değil mi? Hala paketinden çıkarılmamış figürü yerine koyup üstteki tek roman bulunan rafa baktım. Çoğu mangaydı. Alttaki raflarda ise ders kitapları vardı. Ben hala kitaplığın önündeyken merdivenlerdeki ayak seslerini duydum. O tarafa döndüğümde ıslak saçlarına attığı havluyu çekiştiren bir kumral vardı. Üzerine ince bir t-shirt geçirmişti. Elimi figürün üstüne koyarak konuştum.
"Yoksa bir gryffindor musun?"  Başındaki havluyu indirip yanıma geldi. "Bu aslında kuzenimin. Vermek için doğum gününü bekliyorum." Anladığımı belirtip başımı salladım. Sonra koltuğa geçti. Eski yerime oturdum bende.
"Demek açlığa dayamıyorsun." Tv de yarısına gelmiş filme bakarken kafasını salladı.  "Hım hım."
"Sürekli kullandığın bir ilaç var mı?" Bana bakmadan cıkladı. "Kronik bir hastalık?" Gözlerini filmden çekip bana döndü. "Hayır."
"Şeker, Tansiyon?"
"Yok."
"Herhangi bir şeye alerji?"
"Efe makina mühendisliği okuduğunu sanıyordum. Ne muayenesi bu?" Dirseklerimi dizlerime koyup koltukta hafif eğildim. "Bunlar hemşirenin ambulanstayken sordukları. Ve ben hepsine bilmiyorum dedim. Tekrardan böyle bir durumla karşılaşırsak en azından artık bilirim." Yanıma kayıp elini omzuma doladı.
"Merak etme beni aç birakmazsan böyle bir durum tekrar yaşanmaz."
"Var mı?"
"Ne var mı?"
"Alerjin." Kolunu indirip geriye yaslandı. "Hee. Yok alerjim hiçbir şeye. Senin var mı?" Ben de geriye yaslandım. Gözlerim ekrandaydı. "İlaç alerjim var. Asprine."
"Ne? Yani bir yerin ağrırsa ağrıya katlanman mı gerekir?" Gözlerimi kısıp başımı ona çevirdim. "Piyasadaki tek ağrı kesici asprin mi?" Gülmeye başladı. "Haklısın. Neyse ben soda içicem sende ister misin?"
"Limon da var mı?"
"Churchill diyorsun yani okey." Kalkıp mutfağa geçti. Daha önce izlediğim filme dalmışken elinde bardaklarla geri geldi.
"Eyvallah." Uzattığı bardağı alıp içtim. Güzel olmuştu, demek ki her zaman yapıyordu. "Limonlu sodadansa bunu tercih ederim." Söylediğime hızlı şekilde kafasını sallayarak karşılık verdi. "Aynen ben de."
Gözüm telefonuma takılınca ne kadar şarj aldığına bakmaya gittim. %50 dolmuştu ve saatte 1 e geliyordu.
"Geç olmuş artık uyusak mı? Sabah dersim var."
"Doğru benimde var." Ayağa kalkıp tv yi kapadı. "Sana sormayı unuttum ya. Duş almak istersen, banyoda temiz havlu var. Dolapta açılmamış pakette diş fırçası da var."
"Duşa gerek yok ama diş fırçasına hayır demem." Koltuğa bakıp konuştum. "Yastık, çarşaf bir şey getir de şurayı hazırlayayım." Ona baktığımda eli ensesindeydi.
"Şey, yedek yastık yorgan yok."
"Nasıl yok? Arkadaşların gelince nasıl yatıyorlar?" Evi olduğuna göre elbet arkadaşlarıyla burada takılıyor olmalıydılar. Nasıl yedek bir şey olmazdı? Eli hala ensesini kaşırken cevap verdi. "Ya aslında var ama şimdi yok. Hafta da bir evi temizlemeye gelen bir abla var. En son geldiğinde tüm yastık yorgan ne varsa yıkamaya yollamış. Benimkileri bile. Tek temiz olan kendi yedeğimi odama sermiş ama diğerleri yarın gelecek."  Ona gözlerimi devirdim. Kanepede üzeri açık uyursam sabaha kadar donardım. Doğal gazı köklerse anca kurtarırdı. "Gel benim yatak geniş sığarız zaten."
Şaka mı bu onunla aynı yatakta mı uyuyacaktım. Tepkisiz kaldığımı ve arkasından gitmediğimi görünce tekrar konuştu.
"Senin için sorun olmaz değil mi? İkimizde erkeğiz sonuçta." Merdivenlerden çıkacakken yeniden bana döndü. "Senin için sorun olmaz değil mi?" Sorusunu yenilemişti.
Bakışlarımı ona çevirip sorarcasına baktım. O ise imalı imalı sırıtıyordu. Bu hâline kaşlarım çatıldı. Telefonu alıp ilerledim. Önünden geçip yukarı çıktım. Ona cevap vermeme gerek yoktu. Yine yapıyordu işte, her zamanki hali. Yukarıda iki kapı vardı biri yarı açıktı. İçerideki yatağın bir kısmını görebiliyordum. Banyo ihtimali yüksek diğer kapıyı açıp girdim. Aynanın yanındaki dolabı açtığımda dediği gibi paketli diş fırçasını gördüm. Onunla dişlerimi fırçalayıp bulduğum jelle de yüzümü yıkadım.
Madem arkadaşımdı, madem burası da arkadaşımın eviydi, ben de öyle davranmalıydım. Odasından içeri girdiğimde pencereye yakın olan yatağında uzanmış telefonuyla oynuyordu. Burasıda salonu gibi geniş ve hoştu. Aynı açık ahşap rengi burada da vardı.
"Bana bir t-shirt vermem gerekiyor uzerimdekiyle uyuyamam. Bir de yarın okul-"
"Okulda giymen için benimkilerden ayarlarız. Hem birlikte alışveriş yaptığımızda aldıklarımı henüz giymedim. Onlardan da istediğini alabilirsin."  Sözleri bitti sanıp tam ben bir şey söyleyecekken benden önce davrandıp devam etti.
"Umarım önemli bir dersin yoktur. İstersen sabah önce senin yurduna uğrayıp ordan okula geçeriz. Notlarını almış olursun."
"O önemli değil. Direk okula gideriz. Eşofmanımda gayet şık okul için." Gülmeye başladı.
"Hadi kalkta ver bir şey uykum var."
Ayaklanıp dolabından açık gri bir t-shirt çıkarttı. Bir de aynı renk şort seçip bana uzattı. Kıyafetleri alıp banyoda giyinmeye gitmek için adımlamışken durdum. Arkam ona dönüktü. Eteklerinden tuttuğum sweatimi başımdan çekerek çıkarttım. Şimdi üst vücudum çıplak kalmıştı. Verdiği gri t-shirtü giydim hızlıca. Aynı hızlada altımdaki eşofmanı çıkarıp şortu giydim. Ona döndüğümde yatakta açılmış gözleriyle bana bakıyordu. Kenardaki düğmeden lambayı kapatıp boş bıraktığı yere uzandım. Yorganıda üzerime çekip gözlerimi kapadım. Niye kasmam gereksindi. Buranın Denizlerin evinden bir farkı yoktu, olmamalıydı. Yatakta hissettiğim birkaç kıpırdanma gözlerimi açmama neden oldu. Tam karşımda bana dönüktü. Gözleride gözlerimde.

"Umarım fazla kıvranmıyorsundur." Sorduğum soruyla dudakları kıvrıldı. Hafif karanlıkta olsa yüzünü net gorebiliceğim kadar yakındı.

"Senin için sorun olmayacağına emin misin?"

Yüzünü biraz daha yaklaştırıp fısıldadı. "Benimle aynı yatakta uyumanın?"

"Çok eğleniyorsun değil mi?" Söylediğim şeye kocaman gülümseyerek başını salladı. Elimle kafasını ittim.

Bir fiske de vurduktan sonra diğer tarafıma döndüm.

"Sus ve uyu fazlada kıpırdanma. Gerçekten uykum var." Bunları söyledikten sonra  gözlerimi yumdum. Hiçbir şey düşünmeden, yerimi yadırgamadan, onun tam arkamda yatıyor olmasına bile aldırmadan bastıran uykuma teslim oldum.

Gözlerimi yeniden açtığımda içinde bulunduğum odayı yadırgadım ilk. Sonra onun evinde olduğumu hatırladım. Uzanıp komodindeki telefonuma baktım. Saat 6.30du. Alarmdan önce uyanmıştım.

Yaklaşan alarmı devre dışı bırakıp telefonu geri koydum. Arkamı dönüp baktığımda yüzüstü, kafası pencere tarafına dönük uyuyordu muhtemelen. Sessizce kalkıp banyoya gitmek için hareketlendim.

Hala çok erkendi, uyanmasını istememiştim. Banyodan odaya geri döndüğümde de hala uyuyordu. Yatağın etrafından dolaşıp perdeleri hafif çektim. Bu odada da salondaki aynı manzara vardı. Üstelik şimdi deniz mavisiyle görünüyordu. Sokağı izlemeyi bitirip başımı pencereden odaya çevirdim.

Birkaç adımda yatağın yanına varıp çömeldim. Şimdi daha yakından ve net izliyordum onu.

Yatakta yüzüstü yatmış, bir gözüyle birlikte yanağı yastığa gömülmüştü. Kumral dağınık saçları diğer gözünü de kaplayıp kapatmıştı. Uyuduğundan cesaret alarak ellerimi uzattım.

Saç tutamlarına hafifçe dokunmaya başladım.
İlk kez..
Şimdi ilk kez saçlarını seviyordum. Sessizce onu izleyip parmaklarımı saçlarında gezdirmeye devam ettim. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Ama duyduğum sesle saçındaki ellerim durdu.

"Uyurken izleyip saçlarımı okşayacak kadar çok mu seviyorsun beni?"

Gözleri hala kapalıyken konuşmuştu.
Sonra gözlerini açtı. Tam karşısında gözlerine bakıyordum.

Bakışlarımı çekmedim, ellerimi de. Biraz daldım anın içine.  Ama sonra farkına varmış gibi gözlerimden hemen sonra ellerimi de çekip ayaklandım. Kapıya yönelmiştim ama yavaş olan adımlarımı fazla ilerlemeden durdurdum. Sessizdi. Başka hiçbir şey söylemedi.

Ciddi mi soruyordu? Yoksa her zamanki takılmalarımdan mıydı bilmiyorum. Ama ben ciddiydim.

"Bilmiyorum."

Sözlerim odada yankılanırken çıktım. Başka bir şey söylemeden, onunda söylemesini beklemeden.

Mutfağa girdiğimde ikimizede birer kahve yapıp açık olan salona doğru yürüdüm. Kokusunu duymuş gibi inmişti odadan. Elimdekini ona uzatırken konuştum.

"Bununla idare et. Biraz ayılda hazırlan çocuklar kampüstedir çıkarız hemen." Elimdeki kahveyi büyük bir gülümsemeyle aldı. "Bir tanesin ya şuan en ihtiyacım olan şey." Kahveden bir yudum almadan önce burnuna götürüp kokusunu içine çekti. Sonrada koca bir yudum almasıyla bağırması bir oldu.

"Yavaş yavaş yanacaksın." Hafif kahkaha atarken o da bana gülüyordu.

Böyleydi işte. böyleydik. Ona itiraf ettiğim günden beri hem arkadaşlığımıza devam ediyorduk hem de o bana bu konu hakkında espiriler yapıp takılmaya devam ediyordu. Yukardaki an yukarıda kalmıştı. O da umursamamıştı ben de.

EFE (boyxboy)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin