Yağmur damlaları üzerindeki harfleri bozmadan kâğıdı kat
yerlerinden güzelce katlayıp cebime sıkıştırdım. Elimdeki şemsiyenin tutacağını sımsıkı kavradım. O an kafamın içindeki aptal ressam, iki ayrı yol çizdi. Ya az önceki olayı yok sayıp içeri girecek ve yağmurlu havalarda kendisine dahi gitmemi istemeyen
Ali’ye verdiğim sözü tutacaktım ya da Barış’ın peşinden gidip,
ona iyi gelecek birkaç şey söyleyip o gece rahat uyuyacaktım.
Yağmur damlalarının her biri bin ton oldu sanki o an. Saç diplerime, vermem gereken kararın ağırlığıyla düşmeye başladılar.
Belki on yıl sonra vermem gereken ağır kararları görünce, bu
anı düşünüp gülecektim ama on yedi yaşındaki küçük kalbim
için zor bir seçimdi bu. Seçeceğim yolların ikisi de Ali’ye çıksa
da, biri onu az da olsa incitecek, diğeri Banş’a birkaç huzurlu gece kazandıracaktı. Yere çöküp başımı dizlerime bastırdım.
“N e yapacağım şimdi ben?”
Ayağa kalkmak için elimdeki şemsiyeden destek aldım. Kalktığımda bir ayağım sağa gidiyordu, biri apartmana doğru sanki... Son bir kez ne yapacağımı düşünm ek için gözlerimi kapattığım
an, bir ayak sesi duydum. Panikle arkamı dönüp, “Barış?” diye
bağırdım.
“U zun arkadaşını sobelemek istiyorsan, sokağın bitimindeki
çocuk parkında...” Tuna, yüzündeki soğuk ifadeyle karışık bir
bıkkınlıkla söylemişti bunu. Ağzımı açtığım an, diyeceklerimi
anlamış gibi susturdu beni. “Ö bür oyun arkadaşın duymadan
sobelersen... Kimse kaybetmez.”
“Ama sobelersem... O yunu kazanacağına dair bir um ut dü
şürür m üyüm aklına? Kaş yaparken gözünü oymayayım sırı...”
Hafifçe öksürüp, “Yani oyun arkadaşımın?” diye düzelttim.
“Orası ebeye kalmış. Sen karar ver...” Bir adım atıp apartmanın kapısının önünde durdu. Gösterişli siyah şemsiyesini kapatıp üzerindeki suları hafifçe silkti. “Gerçi söz konusu sensen...
Ebeyken, sobelenirsin.”
Hafifçe gülüp, “İşte...” dedim. “İki dakika için sana insanlık
güncellemesi geldi sanmıştım kızıl ejder!”
Başını yana eğerek, “İnsanlık mı?” dedi şaşkın bir ifadeyle.
“Senin alt gruplarında bulunduğun bir oluşum un içinde olmaktansa, ilk sürüm de kalıp babamda bir vitamin olmayı tercih
ederdim.”
Yapmacık bir dudak büzme hareketiyle, “Aşk olsun Tuna...”
dedim. “Aramızdaki buzları erittik sanıyordum ben.”
“Aramızdaki buzlar, Titanic batıracak cinsten canım. O sebeple, erimesi üç ila beş bin yıl arasında değişir. Ayrıca...” dedi
elindeki anahtarı demir dış kapıya sokarken. “Sünger gibi havadaki suyu emeceğine, git şu uzun arkadaşına şemsiyesini geri
ver! Hayır iki dakika kendinden emin olur bir insan! Gideceksen git... Gitmeyeceksen gitme! Gerçekten Yaprak... Bazen aksini düşünsem de, senden sonsuza kadar nefret edeceğim. Sesini
duymak istemediklerim listesinde hep başı çekeceksin. Ve Yaprak... Sesini duyduğum an midemde oluşan asit ve kusma isteği
asla geçmeyecek. İnanıyorum, bir gün insanlara da mute tuşu
gelecek ve gözlerimiz istemediğimiz kişileri mozaikleyecek...İşte ancak o zaman seninle aynı coğrafyada bir ihtimal yaşamaya
alışabilirim.”
Ben ona söylediklerine hiç alınmadığımı belli eden arsız
bakışlarımı atarken Tuna delirdi. “Yahu gitsene be şuradan!
Yemin ederim gelirsem, Seyit Onbaşı gibi iki yüz elli kiloluk
bedenini, mancınık gibi karşı sokağa fırlatırım!”
Şemsiyeyi açıp halihazırda ıslanmış olan bedenimin üstüne
göstermelik bir şekilde kondurdum . “Şensin iki yüz elli kilo...”
deyip dil çıkardım ve T una’nm öfkeli suratına daha fazla bakmadan koşmaya başladım.
Düşünm ek, bazen yanlış kararlar verdirebiliyordu insanda.
Bir bilgisayar oyunu karakteriymişçesine davranmak iyiydi. “Git
ve sobele” görevini tamamlamadan, diğer bölüme geçemeyecektim. Diğer bölüme geçemeden, uyuyamayacaktım. Uyanıp,
asıl âşık olduğum adamın yanına huzurla oturamayacaktım.
Çünkü ben aptaldım. Hayatıma büyük ya da küçük... bir
şekilde dokunm uş insanların benim yüzüm den üzüldüklerini
bilmek, ağır geliyordu bana. Birilerinin m utlu olması için, b in
lerinin m utsuz olduğu döngüyü hâlâ kabullenememiştim. O n
yedi yaşında olduğum için miydi, ileride de ısrarla kusacak mıydı kalbim o an bilmiyordum. Ama, o an için doğrum buydu...
İşleri her defasında hatırsam da, asıl amacım çok saftı. Sadece... Kimse, benim için üşümesin istedim.
Sonunda üşüyecek kişinin ben olma ihtimalini göze alarak...
Tuna’nm söylediği parka geldiğimde Barış’ı bir salıncakta
otururken buldum . Kapüşonunu kafasına geçirmiş, uzun ayaklarını salıncağa sığdıramamıştı. O an, o hali çok komik geldi gö
züme. Hafifçe kıkırdadım. İyice yakınına gittiğimde, ‘Yağm urda boyun çekecek Sırık oğlan...” dedim.
Barış panikle arkasını dönüp, Y aprak?” dedi şaşırarak.
“Sobe!” diye bağırdım.
O şaşkın gözlerle hareketlerimi takip ederken yanındaki
salıncağa oturdum . “Sanırım senin yüzünden cırcır olacağım
Sırık... Islak yere oturdum şimdi de...” Hâlâ tepemde olan şemsiyeyi kapatıp yere bıraktım. Hırkam ın kapüşonunu başıma
çektim. “Şimdi eşitlendik.”
Yaprak...” dedi tuhaf bir ifadeyle. “Ö zür dilerim...”
“Sorun değil yahu... Eve gidince kalorifer peteğine dayarım
popomu. Ismır hemen... Gerçi diklemesine iz çıkıyo-” Elimi
ağzıma kapatıp gözlerimi kaçırdım. “Sakın söylediğim şeyi hayal etme! Yoksa senin kabuğunu dikine soyar, jülyen doğrarım!”
Barış, kendi kendine gülmeye başladı. “Özlemişim...” dedi
usulca. Bunu duymazdan geldim. Gülmesini kontrol altına
alınca, “Eve git hadi,” dedi. “Üşüyeceksin.”
“Dalga mı geçiyorsun?” diye sordum yüzüm den akan suları
işaret edip. “Şu an Keban Barajı gibi içim. Sence şimdi eve gitm em neyi değiştirecek? Sen yorma o sarı kafanı bunlara, iyiyim
ben.”
“Hasta olursan...” derken, önüne dönüp ayaklarıyla kendini
geri itti ve usulca sallanmaya başladı. “Dikkat et kendine. Gerçi
iyi bakıyorlar sana. Gözüm arkada değil.”
Cevap vermedim. Bir süre, üzerimize yağmur yağarken salıncakta öylece sallandık. Ağzımı açtığım an, onun son um utlarını da bitireceğimi anladığı için ne o soru soruyor ne de ben
onu incitmeyi erkene çekebiliyordum.
Konuya girmeyi kendi adıma kolaylaştırmak için, fotoğraf
albüm ünü attım ortaya. Beni unutmaya karar verdiğinde bana geri
vereceğini söylediği albüme... “Fotoğrafları... ne zaman vereceksin
bana?”
Hafifçe gülümsedi bana doğru dönerken. “Şimdi değil Yaprak. Şimdi olmaz...”
“Ama gün geçtikçe içimdekiler büyüyor sarı oğlan... Eğer
şimdi o fotoğrafları bana vermezsen ileride daha çok zorlanacağız.”
“İçinde büyüyen şey heyecan olabilir. İçinde büyüyen, arkadaşlarınızdan gizlediğiniz sır olabilir. İçinde büyüyen, arkadaşça bir sevgi olabilir. İçinde büyüyen...” Başını çevirip gözlerini gözlerime kenetledi. “Aşktan hariç bir şeyler olabilir. Buihtimale karşı, beni ikna edene kadar o fotoğraf albüm ünü sana
vermeyeceğim Yaprak.”
“H içbir zaman, öylesine biri olmayacaksın benim için Barış.
Hiçbir zaman olmadın... Beni sürekli öfkeden delirtsen de, sinirden tüm damarlarımı çatlatsan da, bazen suratını dağıtmak
istesem de, zaman zaman kafanı koparıp ibreti âlem olsun diye
üç mahalle dolaştırmak gelse de içimden...” derken güldüm.
“Hiçbir zaman ne senden nefret ettim ne de hayatıma girdiğin
için üzüldüm . Şey gibi... Keşke dedim zaman zaman... Keşke
beş yaşında rastladığım çocuklardan biri de sen olsaydın. Sinan
gibi... Gökhan gibi... Oğuz gibi...”
“Ama asla Ali gibi değil, değil mi?”
“Benim gibi bir aptalı sevdiğin için teşekkür ederim Barış.
Ama... Artık buna bir son vermemiz gerekiyor. Çünkü burası...” dedim elimi kalbime götürüp. “O na ait.”
“Orada kaç kişi var?” diye sordu. “Karışmıyorlar mı birbirine? Bence karıştırıyorsun Amazon kızı... Çocukluğunuzun
perdesi, kalbinin odacıklarının tam önüne çekilmiş... Ben onun
açılmasını bekleyeceğim. O gün, gerçek aşkın çok farklı bir şey
olduğunu anlayacaksın.”
“Barış...”
Salıncaktan kalkıp ayakucuma geldi. Yüzümüzü eşitleyebilm ek için hafifçe eğildi. “Mesela en sevdiğim yemeği öğreneceksin,” dedi. “En sevdiğim filmi... Genelde hangi kelimeleri
kullanırım, hangi takımı tutarım... Doğum günüm ne zaman...
Uykulu sesim neye benziyor? Ö püşürken gözlerimi açık mı tutarım, kapalı mı? Kışları üşür m üyüm, yoksa sıcakkanlı mıyımdır? Hiç, birini bu denli tanımak istemedin mi?”
Gözlerimin içine baktı cevap vermem için. Ama yapamadım.
“Kolaya kaçma Yaprak...” dedi hafifçe gülümseyip. “Tanıdığın
birine âşık olduğunu düşünm ek kolay. Tanıdığın birinin senden uzaklaşma ihtimalini hissettiğin an duyduğun korkuyu aşk
ile karıştırmak kolay. Ama bu his...” Elimi tutup göğsünün soluna koydu. “Duyuyor m usun Yaprak? Bir gün, o çocuğa olanhislerinin çocukluktan kalma bir şey olduğunu anlayacaksın. Ve
o an hissetmek istediğin ilk şey, bu olacak.”
Elimi, kızgın bir sobaya değmiş gibi hızla çektim. “Bu... olmayacak.”
“Ö zür dilerim ,” deyip biraz uzaklaştı benden. Kendi kendine konuşur gibi dolaşmaya başladı. “O gün gelene kadar, senin
yanma yaklaşmayacağıma dair kendime söz vermiştim. Şimdi
baksana halime...” D urdu ve kendini gösterdi. “Sıçtım.” O klar tekrar bana döndü. Yüzüne anlamsız bir ifade kondurdu.
“Sen de buraya içini rahatlatmaya ve kendini bana tek bir lafınla
unutturmaya gelmiştin değil mi?” Dalga geçer gibi gülümsedi.
“Güldürm e beni... Sırf senin için rahatlayacak diye seni unutmuş gibi yapamam... Ben düz adamım, bilirsin. Beceremem
onu... Ben o değilim. Hiçbir zaman sevgimi saklayamadım.
Saklamayacağım da. Ama bir daha aklını bulandırmayacağım.
Bu sondu.”
“Sağ ol ya...” dedim sinirlenip. “O rhun Kitabeleri’ni tersten
oku, sonra bu sondu de... Tabii canım, ne olacak ki? İstediğini
söyle. Harici diske atarım ben eve gidince.”
Aklında bir şeyler dönüyor gibi, aniden yüzü parladı. Bir
adım atıp kolumdan tuttu. “Bu arada... Senin içini rahatlatacak
bir teklifim var. H em beni bu işkenceden kurtarırsın, hem kendini...”
‘Yok teklif falan. Git...” deyip kolumdaki elini ittirdim. “Piş
man oldum ben zaten geldiğime.”
“Öyle bir şey değil. Hani dedin ya, keşke küçükken karşılaş-
saydık diye... Yaşı unut. Şu anda tanışmış ve arkadaş olmuş gibi
yapabiliriz. Yani en azından seni görünce yolum u değiştirmem
ve küçük bir selam verebilirim. Bu kadarını yapabiliriz sanırım.
Değil mi?”
“Bu işlerden çok anlamasam da... Tek taraflı da olsa...” Barış’ı işaret ettim. ‘Yani sen kendi kendine gelin güvey de olsan,
resmi olarak flörtleşmiş sayıldığım biriyle arkadaş kalmam pek
hoş karşılanmaz. Yani hem çevre için, hem arkadaşlarım için
hem de Ali için.”1480 Kelime