20

83 6 0
                                    

Öğle arası, yemek yedikten sonra zaten halihazırda uykusuz olduğumuz için üstüm üze tekrar ağırlık çöktü. Kantinde,o günkü değişmez pozisyonumuzda -masaya kafayı koymak ve
ağızdan damlayan suları görmezden gelerek yayılmak-yine saç­
ma sapan konularda muhabbet ediyorduk.
Aslında, ne muhabbet etmeye çalışıyorduk ne de saçmalamaya... Ama normalde bile m antık dışı varlıklar olduğumuz
için, o günkü halet-i ruhiyemizde bu saçmalık dolu diyaloglar
çok doğaldı.
Kendi kendime, “İç sesim çok garip... Ruhiye kim ya?” diye
söylendim. Bazen, iç sesimi başka biri seslendiriyormuş hissine
kapılıyordum. Mesela o an, seksenli yıllardaki bir T R T haber
spikeri gibiydi.
Kendi iç sesimi yok sayıp Gökhan’ın, “Ders neydi?” sorusuna cevap verdim. “D in kültürü herhalde.”
Gökhan, dersi neden merak ettiğini belli etmek adına, “U yuyabiliyor m uyduk o derste ya?” diye sordu.
“Derste uyuyunca, öteki tarafta uyumaya çok vaktiniz olacak
diye azarlıyor Selami Hoca. Pek sanmam uyuyabileceğimizi.”
Kanında çakmak tutsak yanacak kadar alkol olan Oğuz, ba­
şını sıradan kaldıramadan mırıldandı. “Din dersine akşamdan
kalma girdiğim için sence ne kadar yanarım?”
Sinan kulağına eğilip, “Solundaki meleğin günahlarını yazdığı defterin dünyadaki muadili, O rhun Kitabeleri kanka. Bence sen bu hesaba girme, üzülürsün.”
“M uadil ne ya... Erotik bir kelime gibi geldi. Dil mil...”
Sinan, “Karşılığı demek cahil sığır, lafın gelişinden bari çıkar
anlamı,” deyip O ğuz’u hafifçe dürttü.
“Ama bence muadil erotik bir kelime olmalıydı,” dedi Oğuz
gevşek gevşek. Kafası yine komple sıraya akmak üzereydi. “Google’a muadil yazsam eminim erişim yasağı verir.”
“O değil de,” dedi sızdığını zannettiğimiz Gökhan. Gözlerini açmadan uykulu sesiyle konuştu. “Öteki tarafta arama geç­
mişimizden de sorgulanacak mıyız acaba?”
Kafamı kaldırmadan usulca, “Saçmalama be,” dedim. “N ereden akima geldi şimdi?”“Kanka din dersi, muadil, Google falan dediler ya... Çağrı­
şım yaptı herhalde.”
“Öyle bir şey varsa ben yanarım ha... Google’da çok saçma
şeyle aratıyorum.”
“Benim Google geçmişimi bir yetkili görse, beni bir yere kapatır herhalde.”
“Beni direkt imha ederler.”
“Benim internet erişimime sonsuza kadar el koyarlar.”
“Sen ne aratıyorsun ki kız?”
“Ya öyle saçma sapan...” derken gözümü açtım. Ben herkes
kafasını masaya koymuş uyuyor zannederken, karşımda telefonum a bakan üç sığır gördüm. Aniden panikleyip üstlerine atladım. “Versenize be telefonum u!”
“Kız sen Google’dan aşk nedir diye mi arattın?”
“İkinci sırada da birine âşık olduğumuzu nasıl anlarız var.”
“Ü çünü sırada... İlişki nasıl olur var.”
“Kız ne ilişkisi bu?”
“İnsan ilişkisidir kanka. İlk sırada arattığı şeye baksana... Bu
saf başka hangi ilişkiyi aratsın.”
Telefonum u ellerinden çekip aldım. Ağlamaklı bir sesle,
“Çok kötüsünüz!” diye kızdım hepsine. “Bir kızın telefonu karıştırılır mı?”
“N e kızıyorsun yavrum ya... H er zaman birbirimizin telefonlarını karıştırırız biz. Hiçbirimiz de rahatsız olmayız. N e
oldu birden sana?”
“Dünyanın en saf arama geçmişi... Bir de ne diyor.” Gökhan, başımı okşadı. “Kız, şaka maka, bir gün senin sevgilin olursa ne yaparım hiç bilmiyorum ha. Hâlâ çocuk gibisin, baksanı­
za şu n a...” Babacan bir tavırla güldü. “Aşk nedir diye aratmış
y a...”
“Valla kanka korkma sen, bu gidişle hayatımın aşkını bulamayacağım zaten... Olmadı ben alırım seni.”
“Ağzını topla! N e biçim laflan o?” diye sinirlendi Gökhan.
“Şaka yaptım be! Manyak mısın? Böyle bir şeyi ciddiye mi
alıyorsun?”“Şakası bile gerdi beni kanka birden, pardon ya... Yaprak’la
içimizden biri falan...” Ü rperir gibi yaptı. “Gerildim valla!”
“Şey... Ben dersten önce bir elimi yüzüm ü yıkayım. U ykum açılsın. G örüşürüz.”
Arkamı döner dönm ez gözlerimden yaşlar boşaldı. Vicdan
azabı, suçluluk, Ali’yle aramdaki buzlar... Gökhan’ın o ani çı­
kışıyla eriyip gözlerimden aşağı akıyordu sanki. Kimse görmesin diye başımı öne eğip hızlı hızlı yürüyerek tuvalete koştum.
Kızlar tuvaletinin önüne geldiğimde içeriden o kadar çok ses
geliyordu ki, oraya girip ağlamak demek tüm okula, “Herkes
duysun, ben ağlıyorum ve dünyanın en problemli kızı benim,
hadi bana acıyın!” diye anons yapmak gibi bir şeydi. Burnum u
çekip birkaç saniye nerede içimi kurutana kadar ağlayabileceğimi düşündüm .
Ve öğle vakti kimsenin olmayacağı tek yere gittim.
Erkekler tuvaleti.
İçerisinin tamamen boş olduğunu anladığımda erkekler tuvaletinin kötü kokusuna rağmen kendimi içerideki boş kabinlerden birine attım ve kapıyı kilitledim. Birkaç dakika ayakta ağ­
ladıktan sonra, tatmin olmayıp oturmaya karar verdim. Ancak
içim, erkekler tuvaletinde bir klozete oturmayı kaldıramayacağı
için tuvalet kâğıdından bir tomar koparıp klozete serdim. Sonra
üzerine oturdum . Kapağı kapalı olduğu için, ben oturur oturmaz çıt diye bir ses geldi. O an, öyle bir ruh halindeydim ki
buna asla umursamadan ağlamaya devam ettim.
Tuvalet kâğıdı rulosu, ben ağlarken fıldır fıldır dönüyordu.
Asla ağlamamı durduramadığım için, rulodan kâğıt koparmayıp
direkt oradan çekip burnum u siliyordum. Giderek bir futbol
topu büyüklüğüne varan elimdeki kâğıt tomarını yanımdaki
çöp kutusuna atıp tekrar tuvalet kâğıdının ucunu yakaladım.
B urnum öyle kötü akıyordu ki, kartona tutunm uş bir ikiparça kâğıdın bana yetmeyeceğini anlayınca tuvalet kâğıdının
ucunu ortadan ikiye bölüp hafifçe büzüştürdüm . Ve ikisini de
burnum a tıkadım. Kâğıdı hâlâ koparmadığım için tuvalet kâğı­
dına bağlıymışım gibi bir durum ortaya çıkıyordu ki bu o anki
ruh halime çok uygundu, o yüzden bu durum u hiç yadırgamadım.
Neden bu kadar büyük bir tepki veriyordu kalbim bana,
hiçbir fikrim yoktu. Sürekli ağlamak, bir şeylerin ters gittiğini
bana kanıtlar niteliğinde olduğundan her ağlayışımda biraz da
bu yüzden ağlıyor ve saçma sapan bir ağlama nöbetine sürükleniyordum.
Çocukların bilmeden söylediği ve Ali’yle ilişkimizi duyduklarında verecekleri olası tepki, hiç beklemediğim bir anda geldi­
ği için boş bulunup aniden kötü olm uştum muhtemelen. Buna
bir de son bir haftadır iyi götüremediğim ilişkim eklenince...
İşler iyice kötü hal alıyordu ve bunu engelleyebilmek için hiçbir
planım yoktu.
Ali’yi aramak istedim ama hâlâ uyuyor olabilirdi. O nu uyandırmak istemediğim gibi üzmek de istemedim. H em ... Son
günlerde onu ahmaklıklarımla üzdüğüm için eskisi kadar rahat
konuşamıyordum d a...
Beyin kıvrımlarım bir labirent ve ben bir fareydim. D üşüncelerimin arasında koşuyor ama bir yere çıkamıyordum. D ünyanın en basit sorunları, dış etkenler ve benim yüzüm den o kadar büyüyordu ki bunu bilmek beni iki kat üzüyordu.
İçimi çeke çeke ağlarken tuvalete birinin girdiğini fark ettim.
Ağlamamı kontrol altına alıp nefesimi tutarcasına dondum kaldım. Yakalanırsam, büyük rezaletti.
Tuvalete giren kişi önce ıslık çalarak pisuara işedi. Sonra
elini yıkadı. Su sesi kesilince gidecek diye sevindim ama öyle
olmadı. N e yaptığını anlamadım ama ıslık çalmaya devam ettiği
için hâlâ orada olduğunun farkındaydım.
Kapının altında küçük boşluktan, tuvaletteki kişinin bulunduğum kabinin tam önünden geçmekte olduğunu fark ettim vekalbim korkuyla hızlı hızlı çarpmaya başladı. Çocuk bir anda
durunca panik olup ayaklarımı yukarı kaldırdım.
Kapı tıklatılınca ses çıkarmadım. Bu sefer çocuk kapıyı aç­
maya çalıştı. Kilitli olduğunu anlayınca kapıyı tekrar tıklattı.
Korkuyla gözlerimi kapadım. Sesimin tahmin ettiğimden daha
kalın çıkmasını umarak, “Dolu!” dedim en tok ses tonumla. Kapının önündeki ısrarcı arkadaş, sesimi duyunca kapıyı tıklatmayı bıraktı. Gözlerimi açıp gidip gitmediğini kontrol ettim.
Evet, çocuk pes etmemiş, hâlâ gitmemişti. Kertenkeleler
gibi, kuyruğunu bırakıp kaçabilen bir tür değilse, ayaklarının
hâlâ kapının önünde görünmesinden çıkardığım üzücü sonuç
arkadaşın pes etmeyişiydi.
içimden, “N e bu ısrar ya!” diye geçirirken kapının önünden
bir ses geldi.
Yaprak, sen misin?”
Bu ses aslında iç sesimi haklı çıkardı. Öyle bir ses tonuydu ki
ısrar, melodik karşılığını bir tek onda buluyordu sanki.
Israrcıların önde lideri, ısrar m anifestosunun yazarı: Sırık.
Rahatlayıp ayaklarımı yere indirdim.
“Sen miydin?!” diye bağırdım öfkeyle. “N e diye gerilim yaratıyorsun ya! Aklım çıktı!”
Yaprak, şu an erkekler tuvaletindesin, farkındasın değil mi?”
“Hadi ya? Ben de kızlar tuvaletine de pisuar koymuşlar diye
seviniyordum.” Ciddileştim. “Beni yalnız bırak!”
Barış, bana cevap veremeden içeride bir hareketlilik oldu.
Panikleyip tekrar ayaklarımı yukarı çektim. Dışarıdan gelen birden fazla ayak sesi Barış’m, “Dışarı!” diye bağırmasıyla kesildi.
“H em en!”
Çocuklardan biri, “İşemem lazım abi,” deyince, Barış sinirlendi. “Sonra işe! Acil mi?” diye dünyanın en saçma sorusunu
sordu. Aynı çocuk, “Abi valla acildi ya... Sabahtan beri tutuyorum ,” deyince, Barış delirip, “Dışarı dedim!” diye bağırdı. “Ben
tamam diyene kadar da gelmeyin! Kapıda bekleyin, içeri kimseyi almayın! Tamam mı?!”Çocuklar isteksizce onaylayıp dışarı çıktılar. Ben rahatlayıp
ayaklarımı yere indirdim. Barış tekrar bana seslendi. Kapıya hafifçe vurarak, “Hadi kızım, ne olur dışarı çık! Bak bir sürü insan
girip çıkıyor, hadi!” diye bağırdı.
Tekrar ağlamaya başladım. “Ben de akşama kadar burada
otururum o zaman,” dedim.
Barış, “Saçmala Yaprak!” diye kızarken alttaki boşluktan
ayağını içeri soktu. “Hadi, çık dışarı. Dersin başlamasına az kaldı, millet doluşacak şimdi buraya!” İçeri soktuğu ayağının üstü­
ne bastım.
“N e bu?” diye sordu ayağını çekmeden. “Nikâh hazırlığı
mı?”
Bunun üzerine ayağımı hızla çekip kapıyı açtım çünkü yü­
züne geri zekâlı demek istedim. Ancak kapı açılır açılmaz kahkaha atmaya başladığından beklediğim ivmeyi alamadım.
Kapıyı sinirle geri kapatmaya çalışırken Barış buna engel
oldu. “Tamam tamam, hadi çık şuradan,” dedi hâlâ gülerken.
Kolumdan tutup beni dışarı çekti. Bedenim boş bir poşet gibi
dışarı savrulurken Barış’m gülme sebebini anladım. Çünkü ben
dışarı çıkınca rulodaki son kat kâğıt çözülüp peşimden geldi.
Aynaya baktığımda burnum a tıkanmış bir peçete ve ondan sarkan bir metre tuvalet kâğıdını gördüm.
Barış hâlâ bana gülerken ben sinirle ve hızlıca peçeteyi burnum dan çekip aldım. Çöp kutusuna atmak için arkamı döndü­
ğümde ise kırılmış klozet kapağını fark ettim.
Elimdeki pis tuvalet kâğıdı yere düştü. “Sıçtım,” dedim korkuyla.
‘Yapma b e ...” dedi Barış. “Sifona um arım basmışsındır.”
Y a!” diye bağırdım. “Öyle değil! Klozetin kapağını kırmı­
şım! N e bok yiyeceğim ben?”
“Hallederiz,” dedi ciddileşerek. “Seni bir an önce şuradan
çıkayım da... O kolay.”
Pes edip kendimi saldım. Öyle bir aşağı düştü ki omuzlarım,
boyum on santim kısaldı adeta. Barışın karnına geliyordum res­men. Başımı okşayıp, “N eden ağladın ya da neden buradasın
diye sormuyorum. Ama üzülm e...” dedi. ‘Yapabileceğim tek
şey, seni gizlice buradan çıkarmak.”
Kafamı kaldırıp dolu gözlerle Barış’a baktım. “Şimdi herkes
yanlış anlayacak,” dedim titreyen sesimle. “Seninle erkekler tuvaletinden çıkıyoruz...”
Gülümseyip, “O yüzden ısrar ettim ,” dedi. “Seni gizlice çı­
karmazsam, öyle bir şey olabilir.”
“N e yapacağız?”
Üzerindeki mavi sweatshirt’ü çıkarıp kafama geçirdi. “Ben
şimdi kapının önündekilere arkalarını dönmelerini söyleyeceğim. Sonra her şeyin yolunda gittiğinden emin olunca seni
saklayacağım. Sen koşmaya başla, ben arkandan yetişir, seni tutarım. Tam am mı?”
“O nasıl plan ya? Ya düşersem?”
“Merdiven falan yok kızım, düm düz yol... Sen hızla ilerle
ki garanti olsun. Ben zaten hepsini hemen içeri sokup peşinden
geleceğim.”
Başımda bir sweatshirt olmasının tek avantajını kullanıp dudaklarımı kıpırdatarak küfrettim. Daha sonra Barış’ı onaylamak
için m ecburen kafamı salladım.
Barış kapının önüne doğru sürükledi beni. Benden önce
kendisi dışarı çıkıp, “Arkasını dönsün herkes. H em en!” diye
bağırdı. Panik olup gizlice tek gözümü sweatshirt’ten çıkarıp
dışarıya baktım. U puzun bir kuyruk olmuştu tuvalet sırası.
İçimden, “Siktir... Bu ne?!” diye minik bir panik çığlığı atarken
Barış kolumdan tutup beni dışarı çekti. Sweatshirt’le yeniden
yüzüm ü kapatıp Barış’m sözüne uyup deli gibi koşmaya başladım.
“Allahım ne olur, Allahım kurtar,” diyerek koşarken mesaj
bir hayli yanlış bir yere gitmiş olacak ki arkamdan Barış’m sesini
işittim.
‘Yanlış taraf! Orası değil!”
D urup geriye döndüm ve ters tarafa doğru koşmaya başladım. Birkaç adım atmıştım ki bir şeye çarpıp durdum.Barış’a...
“Salaksın Yaprak,” diye fısıldadı. “Çabuk gel benim le.”
Kolumdan tutup beni boş bir sınıfa sürükledi. Kapının kapandığını duyar duymaz başımdaki sweatshirf ü çıkarıp derin
bir nefes aldım. “Anladılar mı benim olduğum u sence? Biterim
ben Barış!”
“Korkma... Çocuklar ilk sınıflardan. Hepsi basket takımına
girmeye çalışan tipler. H em seni tanımazlar hem de hepsi arkasını döndü sen çıkarken. Artı kafanda...” Elimdeki mavi sweatshirt’ü işaret etti. “Birazdan gider, bu olayı unutmalarıyla ilgili
küçük bir uyarı yaparım ben. O lur biter.”
“Teşekkür ederim.”
“Sen şimdi burada ders başlayana kadar bekle. Ben şunlar
gitmeden tuvalette yakalayayım hepsini, uyarayım. Dışarı sakın
adımını atma, tamam mı?”
f f f
Barış, ders saatinden beş dakika sonra huzursuzlukla beklediğim sınıfa geldi. “Görev başarıyla tamamlanmıştır,” dedi
gülerek. “Çocuklar anlamamış bile... Korkulacak bir şey yok.
Herkes derse girdi. Birazdan çıkabilirsin.”
“Nasıl teşekkür etsem az... Gerçi,” dedim aşağıda durmayan
kuyruğum dik durm ak için kıpırdayınca. “Sen gelmesen, ben
bir şekilde çıkardım oradan.”
“O lur m u öyle şey? N e kadar tehlikeli bir işe kalkıştığının
farkında mısın? Birisi seni orada görse anında okula aptalca
dedikodular yayılabilirdi. Ya da daha can sıkıcı tesadüfler yaşayabilirdin,” derken gözlerini devirdi. “Kapıyı açtığın an pisuar
önünde birilerini görsen ne yapacaktın?”
Ellerimi otomatik olarak gözlerime bastırdım. “Ay sus be!”
diye bağırdım. “Kaldıramazdım!”
“O zaman bir dahaki sefere, her şeyi düşünüp öyle hareket
et Yaprak H anım ,” dedi. “Bak ben birkaç aya m ezun oluyorum.
Gelip seni kurtaramam.”Ellerimi gözümden çekip dudaklarımı acımasızca yıkarı kı­
vırdım. “Benim dört tane koruyucum var zaten,” dedim. Yanımdaki öğretmen masasına zıplayıp oturdum .
Beklediğimin aksine, sakin bir tavırla sıralardan birinin üstüne oturdu o da. Gülümseyerek, “Ali’yle aranız nasıl?” diye
sordu.
O m uz silktim. “Aramız iyi d e ...” dedim umutsuzca. “Ben
bu ilişkilerden bir halt anlamıyorum. O biraz so ru n ...”
Anlamayıp, “Nasıl yani?” diye sordu. “Tam olarak neyi anlamıyorsun?”
“Komple anlamıyorum işte,” diye hızlıca cevap verdim. “Bayağı ilişkinin başından sonuna hiçbir şeyine kafam basmıyor.”
“O yüzden mi kendini tuvalete kapatıp ağladın?”
“Tam olarak değil am a... Bu da etkili tabii.”
Dudaklarını hafifçe sarkıtıp başını salladı. “Anladım.” O tu rduğu sıradan kalkıp benim oturduğum masanın ucuna geldi.
“İstersen sana yardımcı olabilirim.”
“İstemez,” diye kestirip attım. “Gerek yok yani.”
“Sen kızarsın Yaprak. Heyecanlanırsın. Küfredersin. Koşarsın. Gülersin. Bağırırsın. Alay edersin. A m a...” İşaret parmağını
yanağıma bastırdı. “Ağlamazsın.”
Dem ek istediği şey kaç gündür kafamı en çok karıştıran m esele olduğu için Barış tam olarak yaramı buldu ve parmağını
bastırdı. Temsili olarak yaramın üstündeki parmağını çekip,
“Haklıyım, değil mi?” diye sordu.
Haklıydı.
“Duygusal bir dönemdeyim sadece,” diye bir bahane uydurdum. Gözlerimi kaçırmamdan, bunun yalan olduğunu anlamış
olacak ki başımı tekrar kendisine çevirdi. “Şu an Ali’yle ilişkinizde sana yardım edebileceğimi söylüyorum. Farkındasm de­
ğil mi?” Cevap vermemi ve ikna olmuş suratımı bekledi ama
karşılığını alamadı. Yüzümü bırakıp karşımdaki sıranın üstüne
oturdu. “B unun benim için ne kadar zor olduğunu biliyorsun.
Sonuçta âşık olduğun kızın âşık olduğu adamla ilişkilerine yar­dım etmeye çalışıyorum. A m a... Söz konusu sensen, yapabilirım.
“N eden yapıyorsun bunu?”
“Seni seviyorum çünkü.”
“B arış...”
“Aşk ile sevgi ayrı şeyler. Sana karşı farklı bir şefkat var içimde... Şu an bu iyiliği o tarafımın baskısıyla yapıyorum. Âşık Barış devreye girip seni kızdırmadan kabul et bence.”
“Çift kişilikli misin ulan sen?”
“Hangimiz değiliz ki?”
İçimdeki kötü Yeşilçam karakteri, kamyoncu dayı, spor
ayakkabılı prenses ve sarkastik Yaprak aynı anda, “Çocuk haklı!”
diye bağırdı sanki.
Bir yerde haklıydı.
Hangimiz delirmemiştik ki?
Bir süre içimde olasılıkları çarptım, böldüm ... Aslında iş­
lerin bu kadar kötü hale gelmesindeki başlıca sebep, bu konuyu kimseye anlatamamam ve akıl hocamın olmayışıydı. Bir tek
Tuna vardı ancak o da pek aşka ve ilişkilere hâkim biri sayılmadığından ve başındaki Gökçe belasından dolayı bana yardım
etmiyordu. Barış’ın bana azıcık flörtü öğretip erkeklerin aşk anlayışıyla ilgili küçük tüyolar vermesi bayağı işime gelirdi.
“Bu da bir oyun değil, değil mi?” diye sordum onu köşeye
sıkıştırmak için. “Öyleyse bu defa valla seni parçalar, denize dö­
kerim.”
“Elbette bana göre bir oyun... Ama senin dünyandaki kar­
şılığı iyilik.”
“N e?”
‘Yani ben hayatı hep oyunlarla alt ettiğimden dolayı, benim
için güç şeyleri oyun gibi görüp kazanmaya çalışıyorum.”
“Anlamıyorum ben seni ya...”
Ayağa kalktı. Bir öğretmen edasıyla tahta kalemini kavrayıp
tahtaya, “Barış’ın Aşk Listesi!” yazdı. “Mesela,” dedi kalemin
ters tarafıyla tahtaya vururken. “Sana bir liste hazırlarım. Klasikbir ilişkinin evrelerini içeren görevler olur listede. Hedef: Yaprak’ın görevleri tamamlaması. Final: Ali ile ilişkilerini kurtarmak. Senin dünyandaki karşılığı sana ilişkiler hakkında bilgiler
verip yardım etm em ... Benim dünyamdaki karşılığı ise oyun...
Anlatabildim mi?”
Sonunda, aptala anlatır gibi anlattığı için durum u kavramış­
tım. “Anladım tamam, salak değiliz!” dedim. Ama salaktım.
“Aman!” diye bağırdım derse girmediğimi fark edince. “Ben
derse girmedim!”
“E y an i...” dedi Barış. ‘Yeni mi fark ediyorsun!”
M asanın üstünden panter gibi yere atlayıp Barış’ı um ursamadan sınıfa koştum. İçimden, hocaya kendimi açındıracak bahaneler üretiyordum.
Hiçbir öğretmenin Sinan’ı derse pijamayla almadığı gibi, din kültürü dersinde de aynı şey oldu. Derse kabul edilmeyen Sinan, kantinde
pineklemek yerine değişlik olsun diye bahçeye çıktı. Ön tarafta beden
dersi olduğu için, sessiz sakin takılmak adına pek kimsenin uğramadığı
arka bahçeyi keşfe çıktı. Temizlik görevlisi Kamil’in köpeğinin kulübesini, büyük bir ağacın arkasında görünce, başta daha önce fark etmediği
için şaşırdı, sonra yeni gizli bir yer keşfettiği için sevindi.
Köpek, kulübenin hemen ilerisinde uyuyordu. Sinan da ona yakın
bir yere çöküp köpeğin başım okşadı. Onu umursamadan uyumaya devam eden köpeğe, Adın ne senin bakalım?” diye sordu. Cevap gelmeyince, Adın DonJuan olsun,” dedi.
Kendini iyice yere bıraktı. Sessizlik, hafif rüzgâr ve ılık hava sabahtan beri okulda oradan oraya savrulan Sinan’a iyi gelmişti. O anki
huzurunu, telefonuna gelen mesaj bozdu.
Asistan: hala dışarıda mtSm?
Sinan: Israrla derse alınmıyorum bugün.
Asistan: ften bir şeyler hazırladım da, sana göstermek istiyorum . Dersim boş. Yanına gelebilir miyim?Sınan: A rka b ah çed eyim . Ka mil /Abanin köpeğinin kc/Iübejinin ö n ü n d e...
Asistan: hem en gel'ıyoruml
Simge, mesajdan iki dakika sonra ağacın arkasında bekliyormuşçasına hızlı bir şekilde Sinan’ın yanında bitiverdi. “Burada köpek kulü­
besi olduğunu bilmiyordum,” diye gülerek Sinan’ın yanına çöktü.
Sinan, o ana kadar hep iç mekânlarda gördüğü kızı, gün ışığında
görünce şaşırdı. Teni oldukça beyazdı. Açık kahverengi, dalgalı küt saç­
ları omuzlarına düşüyordu. Işık yokken renksiz ve şeffaf olan kız, sanki
Tanrı tarafından yeniden boyanmış gibiydi. Sinan’ın gözüne radarına
girebilecek kadar güzel görünmüyordu hâlâ ama bu ani parlama hali,
anlığına da olsa Sinan’ın dikkatini dağıtmıştı. Kız, elindeki kâğıtları
uzatınca Sinan kendine gelip kâğıda uzandı.
“Ne bu?”
Simge, güleç yüzüne ışıltılı bir tebessüm yerleştirip burnunun ucuna
düşen kalın kahverengi gözlüğü geriye itti. Anket!” diye yanıtladı hevesle.
Sinan, gözlerini kısarak güneş vuran kâğıdın üstündeki yazıyı okumaya çalıştı.
Bir tomar kâğıtta, tek bir soru yazılıydı:
E N SEVDİĞİNİZ İK İ HAYVAN NEDİR?
Sinan, hayal kırıklığına uğrayarak Simge’ye baktı. “Bu ne şimdi?”
Simge, kendinden emin bir halde oturduğu yerde dikleşti. “.Bak şimdi, ” dedi kâğıtları çekip. “Bu soru, sandığından çok daha fazlası... K ü­
çük bir psikolojik hile.”
“Ne hilesi ya?” dedi Sinan hiçbir şey anlamadığı için. “Ne oluyoruz? Anlamadım. ”
Simge, kâğıtlardan birini Sinan’a uzatıp gömleğinin cebinden bir
kalem çıkardı ve ikisini birden Sinan’ın eline tutuşturdu. “Sorunun
cevabını yaz bakalım. ”
Sinan, sevdiği iki hayvanı da isteksizce yazdı. Ne olacağını anlamak
ister gibi, “Eee?” diye sordu sabırsızlıkla. “Ne oldu şimdi?”
“Geçen senelerde bir yerde okumuştum. İnsanlara en sevdiği iki hayvan sorulduğunda, verdikleri cevaba göre şöyle bir çıkarım yapılıyor: Birinci sıradaki hayvan, insanların seni nasıl görmesini istediğin... ”Sinan, kâğıda yazdığı hayvana baktı. İçinden, “Oha... doğru valla!” diye geçirip merakla Simge’ye döndü.
Simge, Sinan’ın en sevdiği hayvanı görebilmek için kâğıda kafasını
uzattığında Sinan kâğıdı ters çevirdi. “Gizli, gizli!” diye çıkıştı Simge’ye. “Devam et sen!”
Simge, Sinan’ın bu hareketinden ilk maddenin tuttuğunu anladı
ve hevesle devam etti, “ikinci sıradaki hayvan ise, ilişkideki partnerinin
nasıl olmasını istediğin. Mesela... Bir kıza sordum sınıftan. En sevdiği
hayvan kuğuymuş. İkincisi de at... Yani bu demek oluyor ki, insanların
onu güzel ya da zarif görmesini arzu ediyor içten içe. Sevgilisinin de asil
olmasını istiyor. ”
Sinan kâğıdı çevirmedi. Ancak, yazdığı hayvanların özellikleriyle
Simge’nin söylediklerini kafasında bağdaştırması güç olmadı. Aydınlanma yaşıyor gibi gülümsedi.
Anladım!” diye bağırdı heyecanla. “Yani şimdi biz bu anketi okula
yapacağız... Ve benim ikinci sıraya yazdığım hayvanı, kim ilk sıraya
yazmışsa o kişi benim ruh eşim!”
Simge elini yumruk yapıp Sinan’a uzattı. Aynen öyle patron!”
Sinan, Simge’nin tombul elleriyle yaptığı yumruğa aynı şekilde kar­
şılık verdi ve ellerini birbirine çarpıp anlaşmayı netleştirdiler.
“O zaman sen dikkat çekmeden bu anketi bu hafta okuldakilere da­
ğıtıyorsun, tamam mı? Burası da bizim gizli buluşma yerimiz. Okulda
kimse bizi yan yana görmemeli! Gizli görevde başarılar asistan!”
Sabah, çocukları gizlice atlatıp bana mesaj atan Barış’la buluşmak için okulun arka bahçesine gittim. Bana orada olduğunu
söylemişti mesajda ama ortalıkta yoktu. Bizimkilerden gizli geldiğim için çantamı kucağıma alıp sımsıkı tutar vaziyette etrafı
kollayarak saçma sapan adımlarla yürüyordum. Barış’ı bulamayınca bakışlarımı çevreden ayırmadan Barış’ı aradım. Sesi hem
telefonda hem bahçede yankılandı. “Neredesin sen be?” dedim
etrafa bakınıp. Kafasını bir ağacın arkasından çıkarıp, “Buradayım,” dedi.Telefonu kapatıp cebime tıktım. Ağacın arkasından bana
bakan Barış’a doğru elimle yuh ya işareti yapıp ilerlerken, “N e
arıyorsun orada?” diye sordum. Ona yaklaştığımda kocaman
ağacın kamufle ettiği bir köpek kulübesi gördüm.
“Ay, bu ne!” diye bağırdım. “Kimin bu?”
“Kamil Abi’nin,” dedi gülerek. “Çok tatlı, değil mi?”
Birkaç adım geri atıp sahte bir gülümsemeyle, “Öyledir illaki...” dedim. Y ani baksana şu dişlere... Nasıl da tatlı... Bir
taksa dişlerini bacağıma, hırt diye koparır... Ama tatlı tatlı kop arır...” Ben kendi kendime saçmalarken Barış gözlerine inanamayarak geriye doğru giden bana, “Sakın köpeklerden korktuğunu söyleme,” dedi.
Y o o ,” dedim usul usul geriye giderken. “Korkmam.”
“Gel buraya... Bağlı zaten, korkma.”
“Niye çağırdın beni buraya?”
“İlk görevini vereceğim. Defter getirdin mi?”
“Bunu bulabildim bir tek.” Çantamdan küçük bir müzik
defteri çıkardım. “Babam sene başında yanlışlıkla almıştı. Boş
bir tek bu var.”
“O lur o lu r...” Defteri çekip aldı. Kalemini çıkarıp cebinden çıkardığı yapışkanlı kâğıda bir şeyler yazıp defteri kapattı ve
bana uzattı. “Al bakalım.”
GÖREV1 : Ona özel bir hitap şekli kullan!
(5 PUAN)
Mesala ona Aşkım de!Kâğıtta yazanları şok içinde okuyup kafamı kaldırdım. Yutkunup, “Bunu yapamam ki ben,” dedim. ‘Yılların Alikuş’u o ...
Nasıl aşkım diyeyim birdenbire?”
“Bir ilişki nasıl olur öğrenmek istemiyor m uydun?” diye
sordu Barış. “Al işte sana fırsat. İlişkinin ilk adımı, hitap şeklinin değişmesidir.”
“Am a... Biz insanlardan ilişkimizi saklıyoruz. Yalnız da pek
kalamıyoruz. N asıl-”
“O nu da sen bul,” dedi Barış. Yaratıcılığını göster. Sana
güveniyorum!” Giderken ekledi. “Bu arada... Bir tane de olsa,
kanıt istiyorum. Tamam mı?”
Öğle arasında Ali’yle yemekhaneye indik. U zun yemekhane
kuyruğunda beklerken Barış’ın verdiği görev için doğru zaman
olduğunu biliyordum. Çünkü yanımızda diğer çocuklar yoktu
ve bu nadir anlardan biriydi. Ama yemekhane sırası böyle bir
şey için uygun m uydu emin değildim.
Sıra giderek ilerlerken usulca Ali’nin ceketinin ucundan
tuttum . Bir şey diyeceğimi düşünüp arkasına döndü. Göz göze
geldiğimizde hafifçe öksürdüm. “Şey diyecektim ...” Kelimeler
ağzımdan öyle bir çıktı ki, Ali’yi endişelendirdi bu.
“Bir şey mi oldu?” diye sordu endişeyle.
Kafamı iki yana salladım içini rahatlatmak için. “N e olacak
canım ... Sadece şey...” Derin bir nefes aldım. Herkesin söylediği bir şey, en fazla ne kadar zor olabilir ki? “Şey... A ş-”
Tam o an, arkamdaki kız, “İlerler misiniz ya biraz?” dedi.
Açık kalan ağzım, Caner’in bardak kırmadan önceki hali gibi
kalakaldı. Dilimi sinirle üst dişimin arkasına sıkıştırıp kıza döndüm. “Ö lür m üsün iki dakika geç yesen!” diye bağırdım. Bu
tepkiyi beklemeyen kız bir adım geri çekildi. Ali olası bir kavgayı önlemek adına belimden kavrayıp beni ön tarafa çekti.
Ben hâlâ gözlerimi kızdan ayırmıyor, üstüne atlamak içinağzından tek bir kelime çıkmasını bekliyordum. Ali, yüzüm ü
kendisine çevirip kızı görüş açımı kapadı. “İlerle,” dedi usulca.
Robot gibi dediğini yaptım. Tabldotlardan birini önüm e çekip
sinirle şap diye masaya vurdum. Bunun üzerine Ali dayanamayıp, “Ben alırım yemekleri,” diyerek beni rasgele bir masaya
oturttu.
Ben masadaki tuzluğu ve karabiberliği birbirine vurarak
sinirimi yatıştırmaya çalışırken Ali yanıma geldi. Tabldotları
masaya bırakıp karşıma oturdu. Yüzünde hâlâ şok ifadesi vardı.
Kaşlarımı usulca çatıp yemeğimi önüm e çektim.
‘Yaprak, ne oluyor ya sana?” Çatalımı patatese batırıp sinirlenince küçücük kalan ağzıma götürdüm. Cevap vermeyince,
Ali biraz öfkelendi. “Benden sakladığın bir şey mi var senin?”
Ağzımın dolu olmasına aldırmadan panikle, Y o k ya!” diye
bağırdım. “Sadece biraz gerginim, o kadar!”
“N eden ama?”
“Şeyden...”
Acaba şimdi mi aşkım desem, şok arası kolay yediririm?
Aniden sakinlik çöktü üstüme.
Diyeceğim.
“A ş...” Tıkandım. Nefes, soluk borum a inemedi. Kıvırarak,
“Aşırı sıcak ya,” dedim. “A şın... Aşırı sıcaklar geliyormuş. Nasıl
duracağız ya İzm ir’de? Aşırı biliyorsun sıcaklar... Aşırı oldu­
ğundan hani... Yoksa sıcak severim am a... H ani... Aşırısı her
şeyin zarar... Evet.” Saçmalamayı kesmek için kocaman bir dilim ekmeği ağzıma tıktım.
“Bir dahaki sefere, Gökhan’ın psikologuna biz de özel olarak
gidelim Yaprak. Sen giderek deliriyorsun, benim de olan aklım
gidiyor senin yüzünden.”
Ağzımdaki ekmeği yarım saat çiğneyip güç bela yuttuğum
an, konuşma fırsatı dahi bulamadan O ğuz’la Gökhan masaya
oturdu.
Fırsatı böylece kaçırmış oldum.
Puan: -10.“Siz hâlâ okul yemeği mi ya?” dedi Oğuz dudaklarını büzerek. “Biz pizza göm dük gizli gizli.”
“M üdür bir enselerse, o da sizi gömecek. Yasak değil mi oğ­
lum dışarıdan yiyecek sipariş etmek?”
Oğuz, “Aliciğim ...” derken hafifçe geriye yaslandı. Kollarını
göğsünde birleştirip yüzüne gururlu bir ifade yerleştirdi. “Eğer
aptal biri suç işliyorsa, ceza alır. Ama zeki bir suç işliyorsa, ortada sanat vardır!”
“N e biçim bir abartma lan o? Altı üstü Kamil Abi’ye rüşvet
verip okula pizza sokuyorsun.”
“Gökhan, sanatıma biraz saygı duyar mısın lütfen? Gizli buluşma yeri ayarla, kör noktaları belirle... Rüşvet konusunda pazarlık et... Arada Kamil Abi’nin pis işlerini yap... Sence bunlar
sanat değil de ne?”
“Ergenlik,” dedi Ali yemek yerken. “Kanın çok ani beyne
pompalanması. Başka ne olacak?”
Um utsuzca yemeğimi yerken yanımızdan geçen iki kız birbirine aşkım diye hitap etti. Arkadaş arkadaşa aşkım derken, ben
sevgilime demeyi beceremiyordum. N e saçma...
içim den kendi kendime küfrederken bizimkilerin de bu konuyu tartıştığını fark ettim.
Gökhan, “Kızlar neden birbirlerine aşkım diye hitap ediyor
ya, çok garip değil mi?” diye sordu. “Düşünsene, ben Ali’ye aş­
kım diyorum. Komik değil mi?”
İçimden, “Bir de sen aşkım de Ali’ye, masadaki plastik bardağı diklemesine ağzıma sokarak intihar edeyim Gökkuş,” diye
geçirdim.
“Hayır, harbiden biz yapsak adımızı çıkarırlar. Kızlara her
şey serbest, biz h iç...”
“Deneyelim mi lan?” dedi Oğuz heyecanla. Karşıdan gelen
kızları gösterip, “Tam yanımızdan geçerlerken aşkım diye hitap
edelim birbirimize. Bakalım ne yapacaklar?”
Norm alde bu tür şeylere sinir olan Gökhan, O ğuz’u onayladı.“Aşkım tuzu uzatır mısın?”
“Al aşkım.”
Kızlar şaşkınlıkla birbirlerini dürttüler. O ğuz’la Gökhan onlara bakıp, “Siz yapınca oluyor da, biz yapınca niye olmuyor?”
diye sordular. Kızlar kem küm edip cevap veremeden yanımızdan uzaklaştılar.
Oğuz oyunu devam ettirip, “Aşkım acaba okuldan mı kaç­
sak ya?” diye sordu Ali’ye. Ali’nin komiğine gitmiş olacak ki,
sinirlenmeyip sadece güldü. “Devamsızlığımız tavanda,” dedi.
Y oksa meraklısı değilim okulun.”
Gökhan, “Ama aşkım ...” dedi dalga geçerek. “Ben sabah
m üdüre psikolojisi bozuk öğrenci taklidi yaptım. Biraz tırstı
başına bela olacağım diye. Ben yine öyle bir numara çeker, kurtarırım sizi.”
“Oğlum saçmalamayın, şakası yok bu işin.”
“Aşkım ne olacak ya? Yapmadığımız şey mi?”
Sinan masaya çöktü.
O ğuz’la Gökhan aynı anda ona, “Hoş geldin aşkım!” dediler.
Sinan’ın aniden yüzü düştü. “Acıyor m usunuz lan siz bana?”
“N e alaka oğlum?”
“Aşk hayatım bok gibi diye bana aşkım demeye mi karar verdiniz? Bu nasıl bir yalnızlık seviyesi ya? Yılların çapkını Sinan
bu hale düşecek adam mıydı? Valla moralim bozuldu ha!”
Y o k lan, öyle değil... Kızlar birbirine aşkım diyor ya... Karar aldık, artık biz de böyle diyeceğiz.” Gökhan, Ali’yle bana
döndü. “Değil mi lan, aşkımlar?”
Ali gülüp, “Aynen aynen,” dedi.
Bir süre herkes saçma sapan bir şekilde birbirine aşkım demeye devam etti.
Bu sanki çetenin bilmeden bize destek olması gibiydi. Aramızdaki güçlü bağ sayesinde hissetmişler gibi... O an, dünkü
konuşmalar aklımdan silindi ve küçük de olsa onların bizi kabul
edeceğine dair um ut doldu içime.
Arkadaşlarıma içimden teşekkür ederek bunu güç de olsa
fırsata çevirdim.

4478 kelime

Bayadır yazmıyodum . Uzun bir bölüm atmak istedim.

4 N 1K 2 FİNAL OLDUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin