17

77 6 0
                                    

Duruma iyiden iyiye kıl olmaya başlayan Taylan, “Statü farkı var bir kere!” diye çıkıştı Mudo’ya. “ Liseli ve üniversiteli...
İğrenç!”
“Abi şimdi için değil bu ya... Bir seneye kız üniversiteli olacak. Ben yatırım yapıyorum. H em üzerinde forması yokken,
liseli falan sayılmaz. Değil mi?”
“Kız üç yaşında görünüyor. Dikkat et, pedofıliden almasınlar içeri.”
Pinpon topu izler gibi bir sağa bir sola bakarak atışmalarını
izliyordum. Birden atışmanın konusunun ben olduğumu hatırladım. Ellerimi havaya kaldırıp, “Bir dakika bir dakika...” diyerek İkiliyi susturdum. “İki saattir M udo’nun bana asılması üzerinden tartışma mı yapıyorsunuz siz? H em de benim önümde?
H em de bana hakaret ederek?”
İkisi de aynı anda, “Evet,” dedi.
O an T una’nm dedikleri aklıma geldi ve bu insanlar hakkında kendimce çıkarımda bulundum:
Bu nların gen dizilimi XveY şeklinde değil A A A şeklinde. Arsızlık,
aptallık ve abartı. ..
Susup M udo’dan olabildiğince uzaklaşmak için koltukta
kendimi geriye ittim. T una’ya onları evden yollaması için yardım edeceğime söz vermiştim ama elimden hiçbir şey gelmiyordu. T uhaf bir şekilde, T una’yı bile delirten Yaprak Ayvaz
kendini ilk kez çaresiz hissediyordu.
Yarım aklımı biraz kurcalayıp belki hayat beni şaşırtır diye
umarak aklıma gelen en basit “misafire kibarca git deme yöntem i”ni kullanmaya karar verdim. Yalandan esneyerek, “Saat de
bayağı geç oldu y a...” dedim.
Bu, M udo’nun arsızlık süzgecinden nasıl geçtiyse artık saatine bakıp, “N e geçi ya... N ew Y ork’ta daha yeni sabah oldu!”
dedi coşkuyla.
Yemin ederim o an, um ut yalnızca dört harf ve iki heceden
ibaretti benim için. Gerçek hayatta hiçbir karşılığı yoktu. Pes
edip T una’ya bakma bahanesiyle odadan kaçtım.Kendimi koridora atıp peşimden gelmemeleri için kapıyı
arkamdan kapattım. Ayağımı öfkeyle yere vurup şansıma küfrettim. Mıknatısın aykırı kutbu gibi, nerede cins varsa çekiyordum. Ben çekmesem, biri gelip beni ona itiyordu. O gece olduğu gibi.
Birkaç saniyelik mini sinir krizimi bölen şey, Gökçe’nin
sesiydi. Koridorun ucundaki banyonun kapısına vuruyor ve,
“Tuna iyi misin?!” diye bağırıyordu.
Korkup yanına koştum. “Bir şey mi oldu?” diye sordum endişeyle.
Benden rahatsız olduğunu o anki dramatik durum da bile
belli etmeyi ihmal etmeden, “Sana ne be!” diye çemkirdi bana.
Sonra önüne dönüp, “Bak intihar falan etmiyorsun değil mi
Tuna?!” diye bağırdı.
“N e intiharı ya?!” dedim panikle. Ben de kapıyı yum ruklamaya başladım. “Tuna, yapmıyorsun değil mi öyle bir şey?!”
Bir süre bağırarak banyonun kapısını yumrukladıktan sonra,
Tuna kafasına sımsıkı bağladığı fuları ve sinirli, kıpkırmızı suratıyla kapıyı açtı. Ben durum u kavrayıp bir adım geri çekilirken
benim aksime Gökçe hem en Tuna’nın boynuna atladı.
Tuna, yüzünü ekşiterek kafasındaki fuları çözdü ve Gök­
çe’nin tenine çıplak elle dokunmamak için kızı fularla birlikte
ensesinden tutup kendinden uzaklaştırdı. “İki dakika... Sadece
iki dakika migren ilacımı içip zihnimi dinlendirm ek için yalnız
kalmak istedim.” Dişlerini sıkarak konuşuyordu. Önce Gök-
çe’ye döndü. Gökçe korkuyla sırtını duvara yasladı. “İki dakikanın senin dünyanda karşılığı ne sayın ruh emici?”
Gökçe, “Tuna b e n ...” derken, Tuna parmağını onun bacaklarına doğrulttu. “Ayaklarını üç yerden kırıp seni katlanan sandalyeye dönüştürm em i istemiyorsan peşimden gelme Gökçe.
Tamam mı?!”
Gökçe, sanki bir saniye önce onu kemiklerini kırmakla tehdit
eden bir seksen beş boyunda, kırmızı bir canavar değilmiş de,
flört ettiği erkekmiş gibi tek om zunu düşürüp yüzüne çapkınbir gülümseme yerleştirdi. “Ama T una... Yıllar sonra baş başa
kaldık. Hem , çocukluğumuzdaki gibi dördüm üz bir aradayız...
Sen, ben, abim ... T aylan...” derken omuzlarını senkronize bir
biçimde hareket ettirmeye başladı. “H em abimle Taylan’a dayarım ben birazdan içkiyi. İki saate tuş olurlar.” Bir adım ileri
gidip Tuna’ya hafifçe om uz attı. “Sonra takılırız öyle...”
Tuna, Gökçe’nin om zunun değdiği yere elini koyup kendini
geri attı. Belli belirsiz bir titreme gördüm onda. Elinin tersini
ağzına götürüp kusacakmış gibi ses çıkardı. Yüksek bir ihtimalle
bu, T una’nın “sanırım kusacağımrepliğinin görsel karşılığıydı.
Bunu küçük bir gözdağı sansam da, aslında öyle değildi.
Tuna kendini hem en banyoya atıp klozete kusmaya başladı.
Gökçe’yle birlikte içeri koştuk. Gökçe, Tuna’nın sırtını sıvazlayarak kusmasına yardımcı olurken Tuna kafasını kaldırıp ona
dokunanın Gökçe olduğunu anlayınca daha fazla kustu. Gökçe
bu iç kaldıran görüntüye daha fazla dayanamayıp kendini banyodan dışarı attı.
T una’nm kusarak tırtıl kadar kalmasını istemediğimden
Gökçe’nin arkasından hem en banyoyu arkadan kilitledim.
Tuna sifonu çekip kendini iyice yere bıraktı.
Çekinerek yanma gidip, “İyi misin?” diye sordum.
“İyi mi?” dedi güçlükle. “İyi nasıl olunur Yaprak?”
“Tuna ya... İlk defa biri dokununca kusan birini görüyorum. Ben sen ‘sanırım kusacağım’ derken m übalağa-”
“Saçmalama!” diye gürledi Tuna. Elini midesine yerleştirip,
“Sinir mideme vurdu. Bir de baş ağrım geçsin diye birden fazla
ilaç almıştım, onlar dokundu sanırım,” dedi.
Ağlamaklı bir yüz ifadesiyle soğuk fayansın üzerinde T u ­
na’nm yanına çöküp, “Tuna yoksa gerçekten intihar mı ettin
sen?” diye sordum.
“O üç beyinsiz organizma yüzünden intihar edecek birine
benziyor m uyum sence? Onlarla vakit bile öldürm em ben.”
“Koskoca Tuna Karaman’ı ne hale getirmişler ya...” dedim
en babaanne ses tonumla.“Koskoca Yaprak Ayvaz’a ne oldu peki? Beni delirtip ortadan
ikiye çatlatan bela, kedi gibi koltuk tepesine tünedi korkudan.”
“Korkudan değil ya... Sadece...” Kenardaki banyo lifini elime alıp sıktım. “Sadece ne dersem diyeyim onların dünyasında
bir karşılığı yok gibi. Sinirlendirmek, bir şeyler anlatmak, hadi
en kötü kavga etmek için önce diyalog kurmak lazım Tuna. Bu
tiplerin dili Türkçe gibi bile değil.”
“Kırk yıl düşünsem seninle aynı fikirde olacağım aklıma gelmezdi.”
“Bir B planın var mı?”
“Ben bütün planlarımı bunlarla geçirdiğim çocukluk yıllarımda tükettim. Bağışıklık sistemimi çökerttiler Yaprak. Askerlerim geri çekildi. Sana yalvaracak kadar çaresizim.”
“Tamam tamam, yorma kendini. Ben halledeceğim.” Tav­
şanlı pijamamın pelüş cebinden telefonum u çıkarıp Whatsapp
grubuna girdim.
4N lK W hatsapp G rubu
Yaprak: A c il Aurum} çabuk buraya bakın/
Oğuz: 155'i ara.
Gökhan: 110’u ara.
Sinan: 511- 11-77
O J uz: O neyin numarası y a ?
Sinan: /Acılı Aürüm istemiyor mu y a ... Dürümcünün no'yu
attım .
Yaprak: A b i bir ciddiye alın ya! A c il Aiyorum, dalga geçiyorsunuz!
Gökhan: Kızım çok acil bir şey olsa Airekt ararsın. Whatsapp
grubuna acil Aurum mesajı mı a tılır?
A : İyi m isin? N e olAu?
Yaprak: T una1 ya yarAım etmemiz lazım. Ev/inde üç azılı psi~
kopatvar, adam ları dışarı atam ıyoruz!Ben mesajı yollar yollamaz, Ali aradı. Y aprak ne oluyor?!
Eve birileri mi girdi? Hırsız mı? Polisi aradın mı?” diye soru
yağmuruna tuttu beni telefonu açar açmaz. Yanlış anlayıp paniklemişti, sesi acayip telaşlı geliyordu.
Çekinerek cevap verdim. “H a yok, öyle değil Ali... Gerçek
psikopat değil. Şey, yani aslında gerçek ama öyle değil...” derken iyice batırdım. ‘Yani Tuna’nm üç tane arkadaşı... İstanbul’dan. Biraz yapış yapış tipler. Tuna sinir krizi geçirdi gibi bir
şey, ben desen elimden bir şey gelmiyor. Öyle içeride yayıldılar
ve gitmiyorlar.”
Ali’nin ahizeden gelen sesi rahatlamıştı. “Tam am ,” dedi.
“Ben bizimkileri de alır gelirim. Hallederiz,” deyip telefonu kapattı.
Bu aniden m utlu etti beni. Yüzüme şapşal bir gülümse yerleştirip T una’ya, “Ali halledecek,” dedim. “Geliyorlar hepsi.”
“NE?!” dedi Tuna dehşetle. “Bir ruh hastası çete evimden
gitmiyorken sen İkincisini mi çağırdın?!”
“N e biçim konuşuyorsun sen arkadaşlarım hakkında ya!”
diye çıkıştım. “Sana yardım etmek için geliyorlar. H em çivi çiviyi söker, fena mı? Bu içeridekiler sökülsün gitsin, bizimkiler
en azından kendi özgür iradeleriyle evini terk ederler iş bitiminde. Korkma.”
“Denize düşen, yılana sarılırmış. Yapacak bir şey yok,” dedi
Tuna ayaklanırken. “Gelsinler bakalım.”
T una’nın odasının balkonunda bir rekor denemesi gibi tıklım tıkış altı kişiydik ve dışarıya saçma sapan bir görüntü veriyorduk. Ali, Oğuz ve Sinan’ı yataklarından kaldırıp getirdiği
için O ğuz’un üzerinde saçma sapan pijamalarından “köpekbalıklı” olan vardı. Sinan ise asla dışarı çıkmayacağı bir haldeydi,
salak bir hırka ve kareli pijamasıylaydı. Gökhan ise bilgisayar
oyunundan kopartılıp getirildiği için biraz gergindi.“Şimdi durum nedir abi?” diye sordu Gökhan. ‘Yani itfaiyeye falan haber verseydiniz keşke. Beni çağırmaktan daha m antıklı olurdu diye düşünüyorum .”
Yerde yatan Oğuz ve onun yanına bayılmış gibi yığılan Sinan
da Gökhan’a hak verdi.
Ali, “Oğlum bir durun da durum u açıklasınlar,” diye onlara
çıkıştı.
Tuna, “Sizi buraya çağırmak Yaprak’ın fikriydi. Gece gece
rahatsızlık verdiğim için üzgünüm ,” dedi.
Oğuz aniden gözlerini açıp abartılı bir şok ifadesiyle, “Tuna
üzgünüm m ü dedi az önce?” diye sordu.
Gökhan, “Bana da öyle geldi ama emin değilim,” dedi şüpheyle.
Sinan, “Ü zülm e upgrade özellik değil mi senin bünyen için
ya? Aldın mı sonunda?” diye dalga geçerken, Tuna sinirlendi
tabii. O nun yumuşak karnından bile iki dakika yararlanamıyorduk çünkü biri yüz verirse bizimkiler yüz bin istiyordu.
“Size insanlık yaramıyor cidden! M edeni birkaç insan gibi
şurada bir sorun paylaşmaya çalışıyoruz!”
“Gecenin on ikisinde mi?” dedi Gökhan huysuzlanıp.
Ali balkondan aşağıyı işaret edip, “İstersen gidebilirsin agresif arkadaşım,” deyip küçük çaplı bir tehdit gönderdi.
Gökhan susup kapıya yaslandı. “O yunum yarım kaldı ya,”
diye homurdandı. “Sekiz saattir tuvalete gitmiyordum ben oyunu yarım bırakmayım diye.”
“Kanka genç yaşta prostat olacaksın ya oyun derdine.”
“Şu an tek sorunum uz Gökhan’ın boşaltım sistemi mi ya!”
dedim dikkat çekebilmek için. “Bir bana odaklanın!”
“Kanka uykusuzluktan seni su rengi görüyorum lan. Nasıl
odaklanacağım... Konulduğun kabın şeklini alıyorsun şu an.
Balkon gibisin...”
“Su mu falan demeyin, işerim balkona,” dedi Gökhan.
Hengâmede tuvalete gidemedim d e ...”
“N e saçmalıyorsunuz abi ya?”“Uykusuzluktan ne dediğimi biliyor m uyum ben ya?” dedi
Sinan. Uykusuna deliler gibi düşkün olan Sinan, bir depresyondayken bir de uykusuzken evlere şenlik olurdu.
“Tam am abi, hadi ne yapıyorsak yapalım, benim yetişmem
gereken bir oyunum var. Problem tam olarak nedir?” derken
boş bulunup aşağı tükürdü Gökhan. O an oturm a odasının
penceresinden M udo’nun sesi geldi.
‘Yalnız o benim Lamborghini’me geldi arkadaşım.”
Hepimiz aynı anda aşağı baktık. Lüks gri bir araba aşağıda
duruyordu. Gökhan kaşlarını çatıp Tuna’ya döndü. “Bu m u lan
tip?” dedi öfkeyle. Tuna başıyla onaylayınca Gökhan, M udo’ya
dönüp sertçe, “T ükürük araba parçalamıyor, korkma!” dedi.
‘Yalnız araba demesek... Alınıyor.”
Gökhan’ın yüzünde daha da sinirlendiğini işaret eden kaş
kaldırma hareketini görür görmez koluna girdim. Belli mi olur,
balkondan cama uçardı o sinirle LPGli süper agresifim...
Sinan, parmaklarıyla balkonun demirlerinden tutup dizlerinin üstünde doğruldu ve arabaya baktı. H afif bir ıslık çalıp,
“Ben de Lamborghini olsam ben de alınırım kanka, adam hak,” dedi.
Perdenin altından kafasını çıkaran O nur Taylan, bizi kastederek, “O nlar nasıl sığmış oraya ya?” diye sordu M udo’ya. “Ben
de insanlar 1 + 1 eve falan nasıl sığıyor diyordum. Böyle böyle
pratik yapıyorlar herhalde,” dedi.
Ali sinirini bastırmak için gülümsedi. O an saklandığı perdenin arkasından çıkan Gökçe, Ali’yi kastederek, “Oha, kim şu
gamzeli?” dedi gülerek.
İçimdeki kıskançlık ses olup, “Sana ne!” diye çıkıverdi. Bu
çıkışım herkesi korkutunca, gerilip, “N e zamandır oradasınız
siz? Bizi mi dinliyorsunuz?” diyerek konuyu değiştirmeye çalıştım.
Ü çü aynı anda, “Evet,” dediler. Taylan, “Tabii net duyamamakla birlikte... Biraz daha yüksek sesle konuşursanız iyi olacak,” dedi.Gökhan’ın en nefret ettiği erkek modeli M udo ve Taylan’dı.
O ana kadar olaya uzak görünen Gökhan, düşmanlarına kar­
şı atağa geçmeye hazır bir boğa gibi kendini hafifçe öne atarak
konuştu. “Eğer duymanızı istesek, gelir orada konuşuruz, değil
mi?!” diye bağırdı. “Dem ek ki özel bir mevzu! Geçin lan içeriye!”
Zavallı Gökkuş, cümlelerin üçlünün arsızlık filtresinden ge­
çip onlara öyle ulaştığını bilmediğinden, söyledikleri işe yarar
sandı. Ancak M udo, “Steam8 adın ne ya senin?” diye sorunca
gerçekler dank etti. “Arada giriyorum ben de. Karşılıklı oynarız.”
Gökhan şokla ve cümleyi anlamlandıramadığı için merakla
bana döndü. Ben, “Öyle bunlar,” diye fısıldadım.
M udo yineledi. “Gerçi benim bilgisayar yirmi bin liralık olduğu için çoğu zaman Taylan oyunun yarısında gelip beni kaldırıyor bilgisayarın başından.”
“N e alaka onunla o ya...” dedim kendi kendime.
Bay Fiyat Etiketi, beni duymadan açıklama getirdi. “Oyun
kaybedince bilgisayar parçalama gibi kötü bir huyum var da.”
Taylan gülerek, “Parasında değilim de, korkuyorum ben
elektronikten. Evi yakacak falan...” dedi. “Hoş, bizim ev o kadar büyük ki yangın başlasa bize ulaşana kadar pes edip kendi
kendine söner.”
“Oha, çok iyiydi bu!” deyip kahkaha attı M udo. Taylan’ın
burnunu sıktı.
Taylan sinirlendi. “M udo, sana şunu yapma demedim mi
ben ya, burun estetiğimin ikinci ayı daha! Dil peyniri gibi şekil
alacak, kalacak sonra öyle!”
M udo, Taylan’ı sallamayıp, “Acıktım ben ya... N e yesek?”
diye sordu.
“Ben diyetteyim. Yemem bir şey. Zar zor on kilo verdim .”
Gökçe gözlerini kocaman açarak, “O ha nasıl?!” diyerek mahalleyi inletti.Taylan, dünyanın en normal şeyiymiş gibi, “Hiçbir şey yem iyorum ve sürekli kusuyorum ,” dedi.
Zorla girdikleri bir evin penceresinde yan yana dizilip ev
sahibi balkonda beş kişiyle birlikte onları evden atma planı
yapmıyormuş gibi, rahat rahat dünyanın en saçma m uhabbetini döndüren üçlüyü hayretler içinde izliyorduk. Şok geçiren
Gökhan, “N e konuşuyor lan bunlar?” diye sordu. “Ben oyun
kafasından çıkamadım herhalde. Dillerini algılamıyorum. CS
G o’daki Rus oyunculara bağlandım zihin gücüyle herhalde.
Aklım orada kaldı y a...”
“Yok Gökkuş. Böyleler bunlar işte. N e dersen de, sonu böyle oluyor. Bir süre sonra sinir falan hak getire... Çıplak zihinle
beş dakika şuna maruz kalınca şuurunu kaybediyor insan.”
Aramızda akima hâkim olabilen tek kişi, yani Ali, “Kadriye
N ine nerede?” diye sordu.
“Bunlar gelince güya iyilik olsun diye kardeşine yatıya gitti.
Yarın sabahtan önce dönm ez.”
M udo tekrar bizim tarafa bağırdı. “Hey! Tuna! Ben bizim
üniversitenin parti grubuna burasının konum unu attım bu arada. Konsept parti var diye...”
“1950’lerden kalma babaanne evinde gizli gizli yapılan parti
konsepti! Çok yaratıcı buldular!”
Tuna balkonun demirlerini tutup dehşetle, “NE?!” diye ba­
ğırdı.
“İçki falan var mı? Gelirken alsınlar mı?” M udo’ya yanıtı arkadaşı verdi. “N ane likörü m ü içecekler ya... En fazla ne bekliyorsun bu evden? Alsın gelsinler işte.”
“Haklısın Taylan,” deyip içeri girdi M udo. Taylan da onu
takip etti.
Saatlerdir bilinçsizce yerde yatan Oğuz, “Taylan ülke değil
miydi ya?” diye sordu.
Ayağımla usulca poposuna vurup, “Tayland o, salak,” dedim. “H em yeter, açılsın uykunuz artık!”
Gökçe kendi kendine onlara katılmamızı falan söylerken Ali, “D urum un ciddiyetini ben kavradım,” dedi gülerek. “Kırmızı
alarm ile tehlike çanları aynı anda yanıp sönüyor şu an.”
“Ben o itfaiye işini şakasına söylemiştim ama bence az bile
söylemişim. Direkt tazyikli suyla püskürtm ek lazım bunları...”
Oğuz, beklenenin aksine bir tepki vererek, “Kanka bana çok
anormal gelmediler ya...” dedi. “Bırakalım takılsınlar işte, ne
olacak.”
“Sana tabii anormal gelmez, sığır. Senin kodunda normal bir
şey yok ki.”
“Valla ne yalan söyleyeyim, ben O ğuz’a güvenmiştim. Bunları kaçırsa kaçırsa O ğuz’un psikopatlığı kaçırır diye. Ama herif
dünyanın en hasta üç insanını sempatik buldu.”
Sinan kelimeleri yayarak, “Kanka, uykum varken Albert Fish
gelse yanaklarını öperim ben ya...” diye O ğuz’a hak verdi.
‘Ya sen bir sus Sinan!”
Olayı anlamayan Gökhan, “O kim ya?” diye sordu.
Tuna, “Azılı bir seri katil,” diye yanıtladı.
Gökhan, Sinan’ı takdir etm ek ile laf sokmak arasında bir
yerde durup öyle konuştu. “Bu çocuk da espri yaparken kültür
mantarına dönüşüyor resmen, anlamadım gitti. Kızları etkileyeceğim diye stok olarak ‘bilgi’ içeren espri biriktirdi herhalde.”
Sinan kapalı gözlerle mırıldanarak, ‘Yapıyoruz işte bir şeyler,” dedi.
O an şöyle bir manzaraya baktım d a... Birkaç dakika önce ne
dedikleri anlaşılmayan, alakasız konulara birkaç saniyede geçiş
yapan üç tipten farkımız neydi ki? Bir kom şunun balkonunda tıklım tıkış altı kişi oturm , birilerini evden kaçırma planı
yapmaya çalışıyorduk. Konu, Tayland’tan seri katillere uzanan
saçma bir yelpazede gidip geliyordu.
Bizimkiler kendi aralarında saçma sapan ama asıl konum uzdan yarım dünya uzakta bir şeyi tartışırlarken aşağıdan bir kadın
sesi yükseldi.
“Aaaa, ne yapıyorsunuz orada hepiniz ya?”
Hepimiz aynı anda aşağıdan gelen sese baktık. Bade, yanında yaşlıca bir adamla yürüyordu. Bizi görünce durup yanındaki
adama, “Hepsi okuldan arkadaşlarım baba,” diye açıklama yaptı.
“Bir bakıp gelsem olur mu? Beş dakikayı geçmez,” dedi.
Ben içimden sakın gelme naraları atarken, hafif sarhoş olduğu
belli olan adam onay verip yürümeye başladı. Bade ise bize el
sallayıp kapıya koştu.
T una’ya baktığımda balkondan aşağıya bakıyordu.
Hayır hayır, Bade’ye bakmıyordu...
M uhtem elen atlasam ölür m üyüm diye düşünüyordu.
Zavallı Tuna...
Ali, Bade’nin Tuna’dan hoşlandığını bana söylediğinden
beri bu durum un gerçekliğini bir türlü kavrayamamıştım. Bade
ile T u n a ... isimleri bile yan yana tuhaf duran bu ikilinin arasında bir şeyler geçme ihtimali nasıl olabilirdi ki?
Bade, kendinden emin bir şekilde bacak bacak üstüne atmış,
tekli koltukta oturuyordu. M udo, radarına giren Badeyi baştan
ayağa süzüyor, bir şeylerden rahatsız olduğu belli olan Taylan
gevşemek için şakaklarını ovuyordu. Gökçe ise gözlerinden çı­
kan lazer ışınlarla çoktan Bade’yi moleküllerine kadar ayırıp yok
etmişti bile.
O rtam fazlasıyla gergindi. Bizimkilerin yarısının uykusu var,
diğer yarısı olayı pek umursamıyordu. Tuna da şoka girmişti ya
da beden kilitlemenin şifresini bulmuş, kendisini dış dünyaya
kilitlemişti. Öylece karşı duvara bakarak sabit duruyordu. Öyle
ki, nefes bile aldığından şüphe duyuyordum.
Bade, özgüvenden birazdan tavana değecek olan başını hafifçe iki yana sallayıp, “E ee...” diyerek odadaki gereksiz sükû­
neti bozdu. Gökçe’nin olası rakipleri listesinde Bade ilk sıraya
yükselip ben aşağılara düştüğüm için normalde benimle tek bir
diyaloga dahi girmeyen Gökçe bana döndü. “Kim bu?” diye
sordu.Bade, yanı başında birinin kendisine “bu” diye hitap etm esinden rahatsız olmuş olacak ki, oturduğu yerde huzursuzlukla
kıpırdandı.
Ayakucuma kıvrılan Oğuz, pijamamın paçasını çekiştirip
sadece benim duyabileceğim bir şekilde, “Kavga var bu gece,”
dedi. O ğuz’un en sevdiği şeylerden biri kız kavgası olduğu için
bu durum onu keyiflendirmişti. Ayağıma iyice asılıp destek alarak bedenini hafifçe dikleştirdi.
Gökçe, soruyu bana sormasına rağmen gözlerini Bade’den
çekmiyordu. Hafifçe öksürüp Gökçe’yi oyalayacak politik bir
cevap verecektim ki Oğuz lafa atladı.
“Bu Bade ve Tuna’dan hoşlanıyor.”
Bade ve Tuna da dahil olmak üzere herkes şokla O ğuz’a
döndü. O ğuz’un boynunu tutup hafifçe sıktım. “N e diyorsun
sen ya?” dedim sahte bir kahkaha atarak. “Şaka yapıyor...”
Bade öfkeyle Ali’ye baktı. Ali ise bana... Ben ise O ğuz’u
atardamarını bulup çimdikleyerek öldürme peşindeydim.
İhale, bu dedikoduyu O ğuz’a veren kişi olarak benim başı­
ma kalacaktı. Konuyu değiştirmek için ağzımı açtığım an Gök-
çe’nin tiz sesi beni susturdu.
“Tuna, bu kız sana mı asılıyor?!” Tuna cevap vermeyince,
Bade’ye döndü. “Tuna’ya mı asılıyorsun?!”
Bade, sahte bir şaşırma ifadesiyle, “Bu nasıl bu soru ya?!”
dedi.
Sesini olabildiğince alçaltıp sahte bir üzülme efektiyle, “Aaa
tüh,” dedi Gökçe. “Önceden bilseydim geleceğini, YYGS çoktan seçmeli soru bankasından daha uygun bir soru bulurdum
senin için.”
Hepim izin aklındaki soruyu soran Taylan oldu. “YYGS ne
ya? YGS olmasın o?”
Gökçe saçlarını hafifçe geriye atıp tek kaşını kaldırarak, “H ayır canım,” dedi. Tehlike anında düşmanına saldırmaya hazır
durum a geçerek bedenini oturduğu koltukta hafif ileri attı.
‘YYGS, Yolluları Yolma ve Geçirme Sınavı’dır. Ve bu sınavda
bölge birincisiyim.”Taylan sağlam bir kahkaha atarken, sinirlenen Bade oturdu­
ğu yerde dikleşti.
Oğuz, benim yanımda uyuyan Sinan’ı dürtüp uyandırdı.
“Kanka uyan, birazdan iki dişi kavga edecek!” diye fısıldadı heyecanla. Sinan güçlükle açtığı gözlerini usulca ovuşturdu.
Oğuz, “Ben siyah saçlı hatuna elli lira yatırıyorum,” dedi
coşkuyla.
Sinan, “Bence Bade y a...” dedi uykulu sesiyle. “Tırnaklarını
sivri törpületmiş, baksana. Pençelerini rakibinin yüzüne bir ge­
çirse, karşıdaki anında nakavt...”
Bizimkiler iddiaya tutuşurken, iddianın ana konusu Bade
gözlerini T una’ya dikti. Bir şeyler söylemesini ve daha önce olduğu gibi onu korumasını bekliyordu ama T una cansız manken
gibi öylece durmaya devam ediyordu.
Ayağımın altında sabırsızlıkla kıpırdayan Oğuz, “Akıl veriyor gibi olmak istemem ama yerinde olsam yolarım,” dedi.
O ğuz’a bakmadan, parmaklarımı dalgalı saçlarının arası­
na geçirip kilitledim. Ve vites topuzu ile yapılabilecek klas bir
hareketle O ğuz’un kafasını geriye çektim. Acıyla buruşturdu­
ğu yüzü, öfkeden her bir hücresi alevler içinde yanan yüzümle
karşı karşıya gelince birkaç saniye bakıştık. Asla bırakmadığım
saçlarını zorla benden kurtarıp birbirini öldürecekmiş gibi bakan Bade ve Gökçe’ye doğru yaklaştı.
Olayları tepkisizce izleyen Ali, O ğuz’un tehlike sınırlarına
yaklaştığını görünce ayağıyla O ğuz’u dürtüp, ‘Yanıma gel sen,”
dedi.
Tabii ki Oğuz onu dinlemeyip iki öfkeli kızın tam yanında
durdu. Gökçe’yi işaret edip, “Şimdi sen T una’yı seviyorsun,”
dedi sakin bir tavırla. Parmağını ondan çekip Bade’ye doğrulttu.
“S e n d e ...”
İkisi de sinirle O ğuz’a döndüler. Yüzüne pişkin bir ifade
yerleştiren Oğuz gülerek, “Bayağı ortak yönünüz var ha,” dedi.
“Bence arkadaş olabilirsiniz.”
Kızları tahrik edip birbirlerine saldırmalarını sağlamak içinelinden geleni yapacaktı ki bu, ayakları bir adım geride, saldırıya
hazır olan Gökçe ve tırnaklarını havaya kaldırmış Bade için hiç
de zor değildi.
Olayların nasıl geliştiğini ve nereye gittiğini anlamadığından emin olduğum M udo, Bade’ye çapkın bir bakışla, tcYüzün
yırtıcı hayvanlarınkine benziyor, biliyor m usun?” diye sordu.
‘Y ırtıcı... ve çekici.”
Gökçe ve T aylan bu durum dan rahatsız olduklarını belli etmek için M udo’ya sinirle baktılar. Bade ise aldığı iltifat karşısında ne tepki vereceğini bilemeden kalakaldı. D urum u kendi lehine çevirip Bade’ye karşı koz olarak kullanmak isteyen Gökçe,
“Estetik bunun her yeri,” diye ortaya bir şey attı. “Ben anlarım.
Çok net.”
Taylan ona hak vermek için küçük bir ses çıkarıp, “Estetiğe
karşı değilim ama bu arkadaşta berbat durm ,” dedi. Yüzündeki sinir bozucu ifadeyi takınıp, “Çekiciden ziyade, çekilmez bir
suratı var,” diye ekledi.
Ali dayanamayıp, “Söylediklerinize biraz dikkat etseniz iyi
olur. Zorla misafir olduğunuz evde bir de insanlara hakaret
edemezsiniz,” dedi.
Taylan, dünyanın en absürt şaşırma ifadesini yüzüne kondururken Bade iki elini havaya kaldırıp dikkati üzerine çekti.
“Bir dakika y a...” dedi gözlerini kırpıştırarak. “T una’nm hatnna susayım diyorum ama sizce de bu saçmalık yetmedi mi?”
Tuna’ya döndü. “Tuna! Seninle içeride özel olarak biraz konuşmam m üm kün mü? Ben sadece seni görmeye geldim de...”
Gökçe sinirden ses tonunu olabildiğince alçalttı. “Şeytan diyor sok tırnaklarını gözüne... Bak bakalım görebiliyor m u bir
daha T una’yı.” Ellerini göğsünde birleştirip kendini sertçe geriye attı. “Dua et, tırnak cilam doksan lira. Yoksa şimdi kararmıştı
dünyan!”
“Kes sesini be! Sana benimle muhatap olma hakkını kim
verdi, anlamadım! Seninle konuşan mı var?”
Aaaaa! Bir ses var ama nereden geliyor görmüyorum! Göre­niniz var mı? Ha?” Koltuğun üstüne çıktı. “Gaipten sesler duyuyorum arkadaşlar, birisi vızır vızır konuşuyor! Kim o? Kimsiniz? Ses verin lütfen!” diye bağırmaya başladı Gökçe. Bade’nin
havalı olduğunu itiraf etmem gereken ani çıkışma verilebilecek
en çirkef ve çocukça karşılıktı.
Herkes Gökçe’ye acıyan gözlerle bakarken içeriye tuvaletten
dönen Gökhan girdi. “Bu arada aşağıda bir grup insan var, buraya geliyorlar sanır-” Çalan zil Gökhan’ı susturdu. “Hah, işte
bunu diyordum .”
M udo ve Taylan heyecanla ayaklanıp ilk gelen misafirlerini
karşılamaya gittiler.
Hayal kırıklığı yaşayan Oğuz ayağa kalkıp, ‘Ya kavga etsenize! Parti başlayacak, siz hâlâ söz dalaşındasınız!” diye bağırdı.
O kadar daraldım ki üzülerek m uhtem elen içi şişmekten
Kapadokya’daki turistik balonlara dönen T una’ya döndüm . Ancak yerinde yoktu.
Hangi ara yanımdan kalktı ki?
T una’nın odadan çıktığını benim gibi o an fark etmiş olan
Bade ayağa kalkıp hiçbir şey söylemeden odadan çıkmaya yeltendi. Ancak, Tuna’nın yanına gitmesini engellemek isteyen
Gökçe ayağının altındaki minderi kapıya doğru fırlattı. M inder
Bade’ye değil, tam o anda kapıyı açan Taylan’a geldi.
M inderi eline alıp iyice sıkan Taylan birkaç saniyede toparlanıp gelen misafirleri içeri buyur etti.
Daha beşinci dakikada yaklaşık sekiz kişilik bir grup eve gelmişti bile.
İçkiler ve m üzikle...
Kavgaya hazır Gökçe ve Bade’yi, sinirli Gökhan’ı, düştüğü
yerde uyuyan Sinan’ı ve kız kavgası izlemek için saçma sapan
spekülasyonlara bulaşan O ğuz’u, sinirden kalbine inme inen
Tuna’yı, hatta ve hatta ruh hastası ikili M udo ve Taylan’ı bir
kenara bırakırsak birazdan daha büyük bir problem peyda olacaktı:
Aile apartmanımızda parti...Apartman sakinleri isimlerinin hakkını verip hu olayı sakin kar­
şılarlar umarım. Yoksa zavallı Tuna onca şeyden sonra bir de komşu
gerginliğini kaldıramaz, apartmanı ateşe verir.
Ev, iyiden iyiye kalabalık olmaya başladığında iyice parti
moduna girmişti herkes, içkiler havada uçuşuyor, Fransızca bir
şarkının rembd çalıyor ve herkes bir avuç evde dip dibe dans
ediyordu. M uhtem elen yan dal olarak “partileme” eğitimi falan
alıyordu gelen arkadaşlar. Aksi durum da bu kadar kısa sürede
partiye adapte olmak m üm kün değildi.
Parti sürerken, ellerinde iki kadeh içki olan Oğuz ve Gökhan’ı mutfakta basıp köşeye sıkıştırdım. M utfak tezgâhına çıkıp
yüzüm ü onlarla aynı hizaya getirerek suratlarına çemkirdim.
“N e yapıyorsunuz siz oğlum?! Buraya neden geldiniz siz, hatırlıyor m usunuz?”
Oğuz, elindeki viskiyi tek dikişti içip keyifle, “Valla ben hatırlamıyorum,” dedi.
Bir saat önceki sinirli halinden eser kalmadığı belli olan
Gökhan, elindeki bardağı burnum un ucuna sokup, “Valla benim de azıcık stres atmam lazım Yaprak,” dedi. “Hazır parti bulduk, takılalım biraz. Zaten herkes halinden m em nun, Tuna bile
ortalıkta görünmüyor. Bize ne ki?”
“E öyle de,” deyip, karşılığında verecek bir cevap bulamadı­
ğımdan omuz silktim. “Gerçi en fazla bir saatlik oksijen var bu
evde. Sonra kendi kendilerine giderler herhalde...”
Oğuz ve Gökhan bana cevap dahi vermeden koşar adım
mutfaktan kaçtılar. Tuna için üç zorlu yaşam parazitini evden
atmaya çalışmaktansa, o bile pes etmişken partinin tadını çıkarmak bizim çocuklara daha cazip gelmişti sanırım. Ve haklılardı
da...
Ben de pes edip akışına bırakmaya karar verdim. Komşular delirene
kadar artık, ne olursa olsun...

4094 kelime

Parmaklarımı hissetmiyorum...😥

Ama değdi.

Lütfen oy veriniz.

4 N 1K 2 FİNAL OLDUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin