9

96 4 0
                                    

“Gökhan ve sığdıklarıyla ilgili anılar mı?” diye sordu Sinan.
‘Yani direkt özgeçmişini anlatacağız.” Sinan’ın ayağına sertçe
vurdum . “Şey... Şaka şaka... Kim beni ciddiye alır ki?” dedi zorlama ve korku dolu bir gülüşle. Üstündeki çarşafı işaret etti.
“D eğ l mi?”
D erin bir nefes alıp tekrar başımı doktora çevirdim. “Anladık biz Doktor Bey. Yani Gökhan’ın Merve temalı olarak yaptığı ‘abartılı’ şeyleri örneklendireceğz.”
“Ama bir kural var. Herkes, en son anlatılan anıdan daha eski
bir anı bulmak zorunda. Yani eskiye doğru gideceğiz. Örneğn , Oğuz iki ay önceki bir anıyı anlattı. Sıra Yaprak’a geldiğnde o daha da eski bir anı anlatacak. Yaprak’tan sonraki kişi, daha da eski... Anladınız mı?”
Sebebini sorgulayamasak da doktorun dediğni anladığınızı belirtmek için hafifçe onay sesleri çıkardık. Doktor, büyük ellerini birbirine vurarak çan gibi bir ses çıkardı.
“O halde kim başlamak ister?”
“Ben!” diye bağırdım . “Ben onuncu sınıftan bir anı anlatmak istiyorum!” Herkesin bakışları bana döndü. Nedensizce bu oyun eğlenceli görünmüştü birden gözüme. Geçmişi hatırlamayı her zaman sevmiştim!
YAPRAK
23 A R A L IK 2013
“Hedef mekâna yaklaşıyor. Yanında müttefiki Nehir de var.
Yerlerinizi alın!”
Elimi kulaklığından çekip mağaza grişindeki kolonların
arkasına yaslandım. Kafamdaki şapkayı biraz daha öne çekip
gözümde güneş gözlüğü olduğunu unutarak kıstığm ve havalı
olduğunu düşündüğüm bakışlarımla Ali’ye baktım. Ali saklanmayı umursamadan, sırtını duvara yaslamış, esneyerek bana bakıyordu. O sırada hayali telsizime -gerçekte aylık iki yüz elli da­kika bedava telefonum a- Sinan tarafından planla alakasız sorular
yağıyordu. Yüzümdeki çakma ajan ifadesini bozmadan Sinan’a
yükseldim. “Sana ne şimdi müttefik kız güzel mi d eğ l mi?! İşine baksana sen M other!”
Ali, boş bulunup güldü. “M other derken?” diye sordu alaycı
bir tavırla.
Panikle onu kolundan tutup yanıma çektim. “H edef içeri
ğriyor Bird!” dedim.
Bir daha güldü. “N e yapıyorsunuz siz ya?”
Gözlüğümü burnum un ucuna kadar indirip elimi belime
yerleştirdim. “Kod adlarımız,” dedim kısık sesle.
Ali gülmesini hâlâ durduramasa da eliyle tamam tamam der
ğ b i bir hareket yaptı. “Peki,” dedi güç bela. “Diğerleri ne?”
Başparmağımı çocuksu bir ifadeyle havaya kaldırıp, “İşte seninki Bird... Gökhan’ınki Pencil. Sinan M other. Oğuz da Fucker...” diye saydım.
Ali’nin iyice sinirleri bozulmuş olacak ki benden birkaç adım
öteye ğdip daha sağlam bir kahkaha attı.
“Ali...” derken elimi ağzıma bastırdım. Y ani Bird! Yakalanacağz, sussana ya!”
“Abi kim koydu bu isimleri?”
“Oğuz koydu.”
“Soruyorum bir de ya...” Gülmesini kontrol altına aldı. “Seninki ne?”
“Şey... Benimki... Washing M achine.” Kelimeler ağzımdan
öyle bir çıkmıştı ki, ağz içinde yuvarlanıp dişlerime çarpışının
sesi beynimde yankılandı. Sanki Ali anlamamış ğ b i, “Çamaşır
makinesi yani...” diye tercüme ettim. “O ğuz’a sebebini sordum,
okunuşu çok havalı dedi. Kabul ettim .”
Ali, gözlüğümü burnum da yukarıya d o ğ u kaydırıp beni kenara çekti. “Merve içeri ğriyor,” diye fısıldadı.
Kafamı abartılı bir şekilde sallayarak elimi yum ruk yapıp havaya kaldırdım. “Operasyon başlasın Alibird!” dedim. Bu iğ en ç
esprim karşısında dehşete düşen Ali’nin yüzünü, gözümdekgüneş gözlüğünü ona takarak kamufle ettim. “Şimdi içeri girebiliriz...”
“Şüpheli şu an başka koordinatlarda geziniyor. Biz hâlâ iz
üstündeyiz. Sığınaklarda kalın.” Bizimkilere havalı bir ajan gibi
haber uçurduktan sonra, saklanarak M erve’yi gözetlediğimiz iç
çamaşırı reyonundaki aynaya gözüm ilişti. Ben, tanınmamak
için kocaman bir şapka ve burnum a kadar çektiğim montum la
sutyenlerin altından M erve’yi izliyor, Ali ise korselerin hemen
yanında gözünde yüzüne küçük gelen bir güneş gözlüğüyle dikiliyordu. Biraz komik görünüyorduk ama her şey “kankalık el
kitabı”na uygun ilerliyordu.
Merve olay mahalline d o ğ u hareketlenince Ali’yi kolundan tutup çekiştirdim. Usulca, kendimize yeni bir köşe seçtik.
Reyondaki askıları karıştırır ğ b i yaparak arkamızdaki hedefleri
dinlemeye başladık.
M erve’nin arkadaşı N ehir’e, “E daha dün buradaydılar!
H em de her bedenden bir sürü vardı,” dediği an, kolumla Ali’yi
dürtüp güldüm. Sessiz bir şekilde dudaklarımı becermişler der
ğ b i kıpırdattım. O an Ali’yle karıştırdığınız askıların hamile
kıyafetleri olduğunu fark ettik. Ali, askıdan bir hamile kıyafetini
burnum a d o ğ u uzatıp, “Bana bayağ ğ d e r bu,” diye fısıldadı,
işaret parm ağm ı ağzımla burnum a doksan derece tutarak diş­
lerimi sıktım. Ses çıkarmadan “sus” demenin en çirkin hali olsa
gerekti bu. Ali gülümseyip elindeki askıyı yerine taktı.
M erve ve yanındaki arkadaşı o sırada hâlâ etekleri aramaya
devam ediyorlardı. Onlar yer değştirince hemen kendime yeni
bir alan yaratıp bir cansız m ankenin arkasına saklandım. Cansız mankenin üstünde kabarık, tütülü bir elbise vardı. Kafamı
m ankenin bacaklarının arasından sokup eteğnin altına baktım.
“Ayy, içine bir şey giydirseydiniz bari...” dedim kendi kendime.
Cansız m ankenin edepsiz taştan bölgelerine baktığm için aynı
anda kendimi hem komik hem de sapık ğ b i hissettim. Kafamı
hızla hedefin dolaştığı bölgeye çevirdim. Yüzlerinden okudu-
ğ m kadarıyla, aradıklarını bulamayıp pes etmişlerdi. Kapıyad o ğ u yöneldiklerinde onları izlediğm cansız m ankenin bacak
arasında pişkin pişkin sırıtmaya başladım.
Parm ağm ı kulağm a götürerek kulaklığ biraz içeri ittim. Bu
saçma refleks polisiye filmlerden kalma bir şeydi sanırım. Canım acıdı. Bunu yok sayıp bizimkilere haber uçurdum . “Washing M achine’den Pencil, M other ve Fucker’a... H edef aradığ
malı bulam adığ gerekçesiyle olay mahallinden ayrılıyor! Birkaç
dakika içinde buluşma yerine gelebilirsiniz!”
Ben görevimin gerektirdiği ğ b i M erve’nin gözden kaybolmasına rağmen onun çıktığ kapıyı izlerken Ali m ankenin karşı
tarafında durup görüş açımı kapattı. E ğlerek gözünde hâlâ o
komik gözlük olan yüzünü, m ankenin bacak arasındaki yüzüm ­
le aynı hizaya getirdi. “Az önce eteğ n altına mı baktın, bana mı
öyle geldi?”
“Ha... Şey, kamufle oluyordum ben...” Yutkundum . Y a
sence de sinir bozucu d eğ l mi? Baksana...” Kafamı hafifçe
yukarı kaldırıp elbisenin tülden eteklerine değdirdim. “Perde
ğbi... N e gereksiz şeyler bunlar.”
Ali, konuyu değştirm ek istediğm i anlamış ğ b i hem en doğ­
rulup yanıma geldi. Ben de kendimi çekip bir adım geri çıktım. Arkadaki reyondan kırmızı bir şapka alıp elime tutuşturdu.
Sonra hafifçe yere çöküp omuzlarını işaret etti. “Atla!” Ellerimi çırpıp hem en Ali’nin dediğni yaptım. O nun omuzlarında
yükselip cansız manken olan tütülü hanım ablayla göz teması
kurdum. O nun henüz belirğnleştirilmemiş seramik yüzüne
karşı dil çıkarıp kafasına kırmızı şapkayı ters taktım. “İşte şimdi
tam o l-” Telefonum çaldı. “Ayyy!” Güç bela Ali’nin saçlarından
tutup kontrolüm ü sağladım. “Pardon Ali ya! İndir beni aşağ
hemen!”
Ayaklarımın yerle buluştuğu an telefonum u açtım. “Lan
ğtm edi mi hâlâ Merve!” diye çemkirdi Pencil Gökhan. O an
anladım ki, ajan reflekslerimle kulaklığını hafifçe kulağm da itm ek gereksiz bir hamleydi. Part-time ajan, tam zamanlı öğ en ci
olduğumdan partnerlerime haber uçurm ak için her defasındaonları tekrar arıyor, sonra kapatıyordum. İşin şovunda olan ben,
gecikmeli de olsa M erve’nin çıktığını haber verdim ve onları
beklemek için Ali’yle kabinlerin olduğu yere gittik.
İlk olarak Gökhan, elinde bir sürü etekle birinci kabinden
çıktı. Ona şoklar içinde bakan kabin görevlisine sert bir bakış
atıp, “Zevklerimi mi yargılıyorsunuz?” diye sordu.
Kızcağız panikle kafasını salladı. Y o k canım ne yargı-” Yutkundu. “Sadece...”
Gökhan şaşkın görevlinin yanından hışımla ayrılıp yanımıza
geldi. Tam o anda ikinci kabin açıldı. İçinden elinde kırmızı
ekoseli eteklerle Sinan çıktı. İkinci bir şok geçiren kabin görevlisinin hem en yanında durup elini duvara dayadı. “Almayaca­
ğım ben bunları. Bedenleri tutm adı.” Kızı baştan ayağa süzerek,
“Bence size daha çok yakışır. Bir ara denemelisiniz,” dedi ve
etekleri kızın kucağına bırakıp bizim yanımıza geldi.
Ve son olarak üçüncü kabinden Oğuz çıktı. Ancak etek di­
ğerleri gibi elinde değl, üzerindeydi. Pantolonunun üzerine
geçirmişti eteğ... Oğuz, bu görüntüyle iyice dehşete düşen kabin görevlisine gözlerini kısarak baktı. “Bacaklarımı biraz kaim
gösterdi galiba... Sence?”
Parmaklarımı şıklatıp O ğuz’un dikkatini çektim. Bizi gö­
rünce el sallayıp, eteğni işaret etti. “Gel buraya be!” diye ba-
ğ rd ığ m an dramatik bir Hülya Koçyiğit koşuşuyla yanımıza
geldi. Hep birlikte çıkışa d o ğ u salına salına yürümeye başladık.
Ali elindeki komik gözlüğü O ğ z ’a takıp yürürken usulca bir
alkış tuttu. “Merve mini etek alamasın diye kız her alışverişe
çıktığnda şu oyunu oynamaya devam ediyorsun ya Gökhan...
Gerçekten istikrarın gözlerimi yaşartıyor.”
“İstikrarım değl, aşkım!” diye yükseldi bizim Demirli.
Sinan, Gökhan’ın ensesinden tutup hafifçe sarstı. “Kıskanç
sığrım benim... Benim görevim kankalık kitabına uymak ve denileni yapmak ama şunu bil, bu tavırlarını hiç ama hiç onaylamıyorum. Bir kadın, istediğni ğym eli.”
“Abi istediğni yine ğysin, bir şey demiyoruz da yani dolaptaki her şey üç santim... D ört parça kıyafeti uç uca eklediğinde
ancak standart ölçülere ulaşıyor. Ben ne yapayım...”
“Kız minimalist demek ki...” Sinan, ellerini cebine sokup
pişkin pişkin güldü. Kimseden tepki alamayınca yüzü düştü.
Y en i öğrendim de bu kelimeyi... Yeri gelmişken...” Kendini
düzeltmek için hafifçe öksürdü. “D o ğ u yerde kullanamadım
d eğl mi?”
Mağaza çıkış kapısının tam önüne geldiğm izde Sinan’ın iğ­
renç minimalist şakasına karşılık vermek için atağa kalktı Gökhan. “Ü ç yanlışla seni tenhaya götürür tek d o ğ u n u si-” derken
Gökhan’ın hayal gücünün nadide parçası küfrünü sansürleyen
şey mağazanın alarmı oldu. Gökhan şaşırıp etrafına baktı. “N e
oldu lan? Hayattan sansür m ü yedim az önce, bana mı öyle geldi?”
Yanımıza yaklaşan görevli sevimsiz bir suratla, “Pardon!”
diye bağrdı. “Üzerinizi aramamız gerekiyor.”
Hepimiz yay ğ b i gerilirken Oğuz pişkin pişkin Gökhan’ı
işaret edip, “Bu çalmıştır kesin,” dedi.
Sinan, O ğ z ’un kulağna eğlip gülerek, “Kanka üzerinde
ekose etek varken seni ciddiye alacaklarını sanmıyorum ,” diye
fısıldadı. Görevli bunu duymuş gibi, bakışlarını O ğ z ’un altındaki eteğe çevirdi. Dehşetle büyüyen gözlerini hem en kontrol
altına alıp eteğ n yanındaki alarmı işaret etti. Hafifçe öksürüp,
“Beyefendi...” dedi. “Almak istiyorsanız kasa şurada.”
O ğ z k u y ru ğ n u dik tutup gözlerini kısarak görevliye baktı. “Tamam. Ama kasadan beni komple geçirmeniz gerekiyor.”
Fermuarı işaret etti. “Sıkıştı da...”
Adam ne diyeceğni bilemedi. “Şey... Biz aynı modelden
başka bir eteğ okuturuz, size para-”
O ğ z , elini havaya kaldırıp ukala bir yüz ifadesiyle adamı
susturdu. “Hayır. Ben bu eteği alacağm ve bu eteğ okutmak
zorundasınız. H em ...” Etekteki alarmı işaret etti. “H er türlü
bunu çıkarmanız gerekecek. Beni kasadaki şeye oturtm ak zorundasınız.”Adam sinirden renkten renge girerken O ğ z kendine eğlence b u ld u ğ için keyifliydi. Adam mecburen O ğ z ’a kasaya kadar eşlik etti. O ğ z ’un arkasından ğ lm e k le ağlamak arasındaki
incecik çizgide gidip gelerek bakarken M erve’nin tiz sesiyle ger­
çek dünyaya geri döndük.
“Gökhan! N e arıyorsun burada? Hani evde olacaktın?”
Gökhan panikle bembeyaz kesilip, saçma sapan el hareketleriyle
ağzından çıkamayan sözcükleri usta bir pantom im sanatçısı gibi
anlatmaya çalışırken Merve kasaya d o ğ u ilerleyen O ğ z ’u fark
etti. “Aaa, o benim aradığm etek değl mi?” Olan biteni saniyeler içinde anlamış gibi öfkeyle, hâlâ cümle kuramadan kendi
kendine debelenen Gökhan’a döndü. “Gökhan... Aklımdan ge­
çen şeyin benim hayal ğ c ü m d e n ibaret o ld u ğ n u söyle!”
Ortalık birkaç saniye içinde tekrar karıştı. Merve, Gökhan’a,
“Bitti!” diye çemkirerek kısa ve net ayrılık dilekçesi verdi ve
dilekçenin imzası olan m ührü de sertçe Gökhan’ın omzuna
vurarak sona çaktı. Hızını alamayan Gökhan bana çarptı. Ben
ise, yaklaşık on dakika önce taciz ettiğm şapkalı, kokoş, cansız
mankene... M ankeni son saniyede m ağzadaki bir çocuk tuttu, Ali de beni düşmekten kurtardı. Gökhan, M erve’nin peşinden koşarak mağazadan çıktı. Sinan, M erve’nin yanındaki kızı
beğendiğ için krizi fırsata çevirmek amacıyla, “Merve Yenge,
Merve Yenge!” diye bağrarak peşlerinden ğ tti. Oğuz ekoseli
eteğyle kasadan geçmeye çalışırken iyiden iyiye bütün mağazaya malzeme olduk.
G ünün sonunda, M erve’yle Gökhan ayrıldı. Sinan, M erve’nin arkadaşını ayarttı. O ğ z , mağaza çalışanlarını delirtti.
Ben, ajanlık kariyerime son verdim. Ali, ğ n boyu bizim ajan
isimlerimize ğ lm e y e devam etti.
Kırmızı şapkalı, kokoş, cansız mankene ne oldu, bilmiyorum. U m arım onu tutan çocukla yasak aşk falan yaşamaya baş­
lamışlardırHepimiz o günü hatırlayıp bir yandan gülüyor, bir yandan
eskiden daha ayarsız olduğumuzu hatırlayıp ürperiyorduk.
“Gördünüz m ü Doktor Beyciğim! Bu Gökhan benim etek giymeme de karışıyor hep!”
Hepimiz yüzüm üzü ekşiterek O ğuz’a baktık.
Gökhan direkt ona çıkıştı. “N e etek meraklısı çıktın ulan!
Söyleyeceğim seni İrem ’e. Sevgilin İskoç asıllı mı bir araştır,
yoksa büyük bir problem var diyeceğim!”
Sinan bacak bacak üstüne atıp bir bilirkişi edasıyla konuştu.
Y alnız Yaprak, sondaki yasak aşk gereksiz bir eklemeydi bence.
Söylemek istedim.”
Elimle Sinan’ı geçiştirdim. Y orum um uzu katamayacak m ı­
yız?” diye mırıldandım.
Keyiflendiği yüzünden okunan doktor, “Eee... Sıra kimde?”
diye sordu.
Ali usulca elini kaldırdı. “Ben anlatabilirim,” dedi gülerek.
“Şimdi sen başla. Ama unutmayın... Herkes bir önceki arkadaşının hikâyesinden daha eski bir hikâye anlatmak zorunda.”
ALİ

2067 kelime

Bakalım Ali ne anlatıcak.

4 N 1K 2 FİNAL OLDUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin