Derin bir nefes çektim içime. Çatalıma tabağımdaki son patatesi batırdım. Ve sesimin normal çıkmasını umarak, Ali’ye,
“Aşkım tuzu uzatır mısın?” dedim.
Ali elindeki çatalı düşürdü.
Oğuz, “Aşkületam al,” diyerek tuzu bana uzattı. Ama gö
züm, O ğuz’u görmüyordu. Ali’nin heyecandan parlayan gözleriyle benim utançtan kırpıştırdığım gözlerim kenetlenmişti
çünkü. Güzel gamzelerini belli ede ede güldü. Sonra düşürdüğü çatalını alıp öncekinden daha hızlı bir şekilde yemeğini
yemeye başladı.
Tabağındakiler bitince Gökhan’a dönüp, “Harbi harbi m ü
dürü halledebilecek m isin... aşkım?” diye sordu. Ben hariç herkes, Ali’den bunu beklemediği için kahkaha attı. Ben ise bunu
neden yaptığını anlayıp heyecanlandım.
Kahkahasını kontrol altına alan Gökhan, “Kanka ayıpsın,”
dedi. “Gerekirse geçen seneki gibi hacker’lık yeteneklerimi kullanıp okulun bilgi sistemini hack’lerim. Gökhan Karademir var,
panik yok!”
“O zam an... Kaçıyor m uyuz?”
Ali, masada herkesle göz teması kurup, “Bence kaçıyoruz,”
dedi gülerek. En son bana dönüp, “Kaçıyor muyuz aşkım?” diye
sordu.
Aniden gelen kıkırdama isteğimi bastırabilmek için elimi
dudaklarıma götürdüm. Çok şükür, Oğuz benden önce davranıp benim yerime Ali’ye cevap verdi.
“Kusura bakmayın ama çetenin kurallarını unutmayın! Birisi kaçma fikrini ortaya atarsa, okulda üç dakikadan fazla durulmaz!”
Ve kafamızda o m eşhur müzik9 çaldı.
“Run!”
Hepimiz koşmaya başladık. Mucizelere, insanlar arasındaki dillendirilmeyen ve anlamlandırılm ayan o özel bağa inanan benim için, geçirdiğim en
garip ama en özel günlerden biriydi o gün. Alakasız konulardan,
saçma sapan geyikler yapar, gün boyu onunla dalga geçerdik
hep. Ama o gün, bu basit geyiği öyle bir konudan yaptı ki arkadaşlarım. .. Bilmeden bana dünyanın en büyük iyiliğini yaptılar.
Utandığım için kullanamadığım o kelimeyi, sayelerinde
Ali’ye söylemiştim. H em de hiç beklemediği bir anda...
O an yüzümüzdeki aptal gülümsemeyi kaydedebilmiş olsaydım, insanlara en saf m utluluğun resmini gösterebilirdim
herhalde.
Bu, Barış’m bana verdiği görevlerin ilki ve en basitiydi. Ama
anlamsız bir şekilde bütün problemlerime ışık olmuş gibi, pe
şinde getirdiği olaylar sayesinde kafamdaki kötü düşünceleri çil
yavrusu gibi dağıtabilmişti.
Tam olarak kimin mucizesiydi bu? Bilmiyordum. O günkü
m utluluğum u yaşamak için sorgulamayacaktım bunu.
Okuldan kaçtıktan sonra sıcak havaya kapılıp kendimizi açık
havaya attık. U zun süredir yapamadığımızı yapıp saatlerce ciddi tek bir konu konuşmadan güldük. Yerde yuvarlandık. Gelen
geçen insanların isimlerini tahm in etme oyunu oynadık. Birkaç
tane tutturduk bile...
O an Gökhan’ın Merve problemi yoktu. Benim kafamda Ali
yoktu. Sinan için aşk acısı problem değildi. Oğuz zaten... Öyle
işte.
Pırıl pırıl hava... Aptal arkadaşlarım.
Akşamüzeri hava kararmaya başlayınca evlere dağıldık. Bu
defa eve beni büyük ısrarlarla Gökhan bıraktı. Ali de pek üstelemedi. Tıpkı eskisi gibi... Gökhan ve Ali benim için hep eşitti
çünkü. Diğerleri gibi. Olması gerektiği gibi. Ali de bunu bilirdi.
Gece olunca uyumadan önce gün boyu bizimkilerin attıkları snap’leri izledim. Sinan’ın attığı bir snap’te Ali’ye aşkım
dediğim ve onun çatalı düşürdüğü an denk gelmiş. Bu, ikinci
bir mucizeymiş gibi o anın ekran görüntüsü aldım. Yüzü belliolmasa da, çatalı düşürm esinden belli değil miydi heyecanı ve
şoku?
Aldığım ekran görüntüsündeki el ve düşmekte olan çatalı,
yazıcıda çıkarıp Barış’ın yapıştırdığı yapışkanlı kağıdın hem en
yanma yapıştırdım.
Görev 1: BAŞARI İLE TAMAMLANDI.N a z’dan gelen ani telefonla arka bahçeye koçan Gökhan birkaç dakika etrafına bakınıp onu göremeyince kandırıldığım düşündü. Pes edip
gidecekken bahçenin en köşesindeki kocaman ağacın arkasında bir hareketlenme fark etti.
Koşarak seslerin geldiği yere gittiğinde gördüğü manzara karşısında
şaşırmadan edemedi. Bir köpek kulübesi, kocaman bir ağaç tarafından
saklanmıştı. Gökhan uzun zamandır o okulda olmasına rağmen, orayı
bilmiyordu bile. Şaşkınlığını yutup asıl meseleye döndü.
Ağzında sigarası, usulca köpeği seven kıza parladı. “Sen ne arıyorsun
burada ya?!” diye sordu hoşnutsuz bir ses tonuyla. “Bir de sigara içiyor!”
Güzel kız, sigarasını dudaklarının arasına sıkıştırıp yanındaki boş
luğu işaret etti. Avuç içlerini toprağa vurarak, “Otursana, ” dedi.
Gökhan, huzursuzlukla etrafına bakındı. Asıl derdi ne okul kurallar ne de müdürdü... Ne olursa olsun, Merve’nin onları görmesini
istemiyordu. Her ne kadar Merve yüzünden son zamanlarda canı epeyce
yansa da, aynı şeyi ona yapmak istemiyordu. Etrafta kimse olmadığından emin olduktan sonra isteksizce N a z’ın yanına oturdu.
Köpeğin başını okşamaya devam eden Naz, Gökhan’ın rahatsız
olduğunu hissedip açıklama yapmak zorunda hissetti. “Buradan geçiyordum da, liseyi özlediğimi fark ettim. Hem seni görmüş olurum hem
de özlem gideririm diye düşündüm. ”
“Negüzel yalan söylüyorsun ya,” dedi Gökhan alaycı bir tavırla.
“İçeri nasıl sızdın sen, en çok onu merak ediyorum. ”“Zor oldu,” dedi N az köpeği rahat bırakıp. Gökhan’a döndü. “Ön
kapıdan girmeye kalktım, kovuldum.” Gökhan, sonrasında gelecek
cümleden korksa da devam etmesi için başını salladı. Naz, sigarasını
sıkıştırdığı parmaklarıyla arka bahçenin kilitli demir kapısını işaret etti.
“Şu boşluğu görüyor musun?”
Gökhan, incecik iki demirin arasındaki küçük boşluğa bakarken devamında gelecek cümleyi tahmin edip irkildi. “Oradan geçtiğini söyleme
bana sakın... ” dedi şaşkınlıkla.
N az gülerek, “Biraz fazla zayıfım sanırım,” dedi.
“Oradan geçmek için zayıf değil, Casper olmak lazım. ”
“Casper’ımdır belki?” Güldü. Yerdeki sigara paketini işaret edip,
“İçmez misin?” diye sordu.
İyice afallayan Gökhan başta tereddüt etse de sonra pes ederek paketten bir sigara çekti. Sigarayı dudaklarının arasına sıkıştırıp, çakmak
nerede, der gibi N a z’a baktı. Ancak Naz, çakmağı vermek yerine dudaklarını ona doğru yaklaştırıp Gökhan’ın sigarasını kendi sigarasıyla
tutuşturdu.
N a z’ın bu havalı hareketi, Gökhan’ı rahatsız edecek kadar çok heyecanlandırdı. Refleks olarak kızdan biraz uzağa kaydı. Konuyu değiş
tirmek için, “Bırakmıştım, ” dedi. “Merve nefret ediyor diye... ”
Meraklı olmaktan uzak bir tavırla, “Ondan ayrıldıktan sonra tekrar
başlamadın yani?” diye sorguladı Naz. Gökhan evet der gibi küçük bir
ses çıkarınca, “O zaman hâlâ içinde ona geri dönebileceğine dair bir
umut vardı, ” diye yorumladı.
Gökhan sigarasından sağlam bir nefes çekti içine. Usulca üflerken,
“Belki... ” dedi. Elindeki sigarayı salladı. “Şu an öyle bir düşüncem yok
ama. ”
“Neden?”
“Çok âşıktım. Severken yoruldum. ”
“Dinlenmek mi istiyorsun... Yoksa?”
N a z’dan önce davranıp, “Bir başkası için yorulmak mı?” diye tamamladı Gökhan soruyu. Gülerek kafasını iki yana salladı. “Bir daha
öyle şeyler hissedebileceğimi sanmıyorum. ”
“Sana daha önce söylemiştim... Yorulduğun hiçbir şeyi yapma zaten.” Biraz kayıp tam Gökhan'ın yanında durdu. Gözlerini, onun
gözlerine kenetledi. İçine çektiği sigarasını Gökhan'a üfleyip dumanın
yüzünde dağılmasını izledi. “Karanlık dağılır. Duman dağılır, insan
dağılır. Her şey dağılır. Hiçbir şeyi elinde tutamazsın. Aşk biter. İnsanlar gider. Sadece... O an yapmak istediklerimizi yapmalıyız. Yarın ne
olacağını umursamadan... Anlatabiliyor muyum ne demek istediğimi?”
Gökhan'ın kemikli yüzü, dumanın tamamen dağılmasıyla tamamen görünür hale geldi. Yüzünde belli belirsiz bir gülümsemeyle yarım
sigarasını son bir nefes çekip bakmadan rasgele bir köşeye fırlattı. İçinde
tuttuğu dumanı Naz'ın aksine, kendi avuçlarına üfledi, iki elini tamamen kapatıp dumanı tutmaya çalıştı. Sımsıkı kapadığı ellerini işaret
ederek, ‘Açtığımda bomboş bir avuçla karşılaşacağımı bile bile, dumanı
tutmaya mı çalışmalıyım yani?” diye sordu. Ona boş avucunu göstermek
için kilitlediği parmaklarını gevşetmeye kalktığında, N az da sigarasından derin bir nefes içine çekip izmariti bir köşeye fırlattı. Ve içinde tuttu
ğu dumanı Gökhan’ın usulca açtığı boş avuca üfledi.
“Tutmaya çalışma. Düşünme. Sadece...” derken, yüzünü iyice
Gökhan’a doğru yaklaştırdı. “Boş avucu da sev.”
O an, dumanların arasında birbirlerine iyice sokulan N az ve Gökhan için fonda romantik bir şarkı çalıyordu sanki. Film setindelermiş
gibi, etraf dumanlıydı ve ağır çekimde hareket ediyorlardı.
Aralarındaki mesafe usulca kapandığında Gökhan, N a z’ı tam öpecekken durdu. “Yanık mı kokuyor ya?” diye sordu havayı koklayarak.
İkisi de aynı anda panikle yan tarafa döndüler ve yanan kâğıtları gördüler.
“Oha!” diyerek ayağa fırladı Gökhan. Naz, köpeği ateşlerin oldu
ğu yerden uzaklaştırırken Gökhan panikle üstündeki hırkayı çıkarıp
alevlere vurmaya başladı. “Müdür beni sikecek, vallahi sikecek!” diye
bağırırken, “su falan var mı?!” diye sordu N a z’a korkuyla.
Naz, hızla çantasından çıkardığı pet şişeyi Gökhan’a fırlattı. Gökhan şişeyi havada yakalayıp zar zor açtı ve içindeki suyu ateşe boşalttı.
Giderek zayıflaşa da tam olarak sönmemişti ateş. Ne yapacağım bilemeden etrafa bakınırken, Naz, “Kazma var şurada!” diye bağırdı.
Gökhan, onun direktifiyle koşup köşedeki kazmayı aldı. Giderek sönen
cılız ateşe son darbeyi kazmayla indirip ateşi söndürdü.Gökhan korku, heyecan ve gerilimle güçsüz düşen bedenini ateş tamamen sönünce yere bıraktı. Derin bir nefes alıp, “Okulu yaktık az
önce, farkında mısın?” diye sordu.
N az halinden memnun bir şekilde, “Çok korktum!” diye bağırdı.
Söylediği şeyin aksine o kadar eğleniyormuş gibi duruyordu ki, “Hiç
belli olmuyor buradan!” diye laf soktu Gökhan. “Bu defa okuldan atılmayı bırak, müdür beni şehirden sürdürecek ya!”
N az çantasını toparlayıp sırtına taktı. Hırkasının önünü ilikleyip
Gökhan’ın yanına gitti. Elini uzatıp, “H adi...” dedi gülerek. “Kaçalım!”
Gökhan birkaç saniye gerçekliğine inanmadığı için N a z’ın teklifini
düşündü. Sonra, az önce konuştukları aklına geldi.
Düşünme... Sadece yap.
N a z’ın elini tutup ayaklandı. Ve koşmaya başladılar.
Sinan, asistanı Simge’den gelen “anketleri tamamladım” mesajıyla
heyecanlanıp gizli buluşma yerine geldi. Simge’yi etrafta göremeyince
sabırsızlanıp telefonuna sarıldı. Rehberde A hafine gelip, ‘Asistan...
Asistan... ” diye mırıldanarak kızın numarasını bulmaya çalıştı. Rehberinde o kadar çok kişi kayıtlıydı ki, bunu yapmak biraz zamanını
aldı.
Bir sürü isim arasından, sonunda istediği numarayı bulup asistanını aradı. Simge, sanki bu telefonu bekliyormuş gibi neredeyse daha
çalmadan telefonu açtı.
Sinan şaşırarak, “Kızım telefon daha çalmadı, nasıl açtın sen onu
ya?” diye sordu.
Simge, “Ben de tam seni arıyordum ya, o yüzden açtım hemen,”
dedi. “Gördün mü bıraktığım kâğıtları?”
Anketleri buraya bırakıp gittin mi?” Sinan bakındı fakat kâğıtları
göremedi.
“Bizim kafeden pizza söylemiştim de... Bu yüzden kâğıtları bırakıp sınıfa çıkmak zoru-”Sinan, Simge’nin açıklamasını dinlemeden telefonu kapatıp kulü
benin etrafına bakmaya başladı. Ama hiçbir yerde anket kâğıtları yoktu.
Adını Don fuan koyduğu köpeğin başına gidip her zamanki gibi ilgisizce yerde yatan köpeğe, “Sen mi yedin oğlum kâğıtları?” diye sordu.
Köpek havlayınca korkup, !'‘Afiyet olsun evladım. A z önce aşk hayatımı
yedin, ” dedi.
Hayal kırıklığıyla geri dönmek üzereyken kulübenin hemen çaprazındaki külleri fark etti. Dizlerinin üstüne çöküp inceledi ve onların anket kâğıtları olduğunu anladı. “Nasıl ya?!” diye bağırdı öfkeyle. “Kim
yaktı bunları?!”
Direkt telefona sarılıp Simge’yi aradı. Kızın telefonun zil sesi kulağında çınlayınca, telefonu kapatıp arkasına baktı. Simge, elinde bir
pizza kutusuyla panikle ona doğru koşuyordu.
Sinan, yerdeki külleri işaret edip, “Ben evlilik programına falan
katılacağım ya, bu böyle olmayacak, ” dedi alay ve hüzünle karışık ses
tonuyla.
Simge hiçbir şey anlamayarak, “Efendim?” dedi ve elindeki kutuyu
yere fırlatıp Sinan’ın yanına çöktü. Yanmış kâğıtları fark edip, “Bu ne
ya? Nasıl yandı bunları?” diye sordu şoke olup.
“Bilmiyorum. Böyle buldum ben... ”
Simge derin bir nefes alıp kendini yere bıraktı. Haffçe ayaklarını
uzatıp yatar pozisyon aldı. Üzüntüsünü belli ederek, “O kadar da herkese anket yaptım... ” diye söylendi kendi kendine. “Nasıl olur da yanar? Aklım gerçekten almıyor. ”
Sinan, ona acıyıp kendi hayal kırıklığını yutmaya karar verdi. Simge’nin hemen yanına uzanıp olabildiğince rahat bir ses tonuyla, “Yapacak bir şey yok, ” dedi. “Üzülme. ”
Simge, kafasını yana çevirip gökyüzünü izleyen Sinan’a baktı.
“Sen üzülmüyor musun?” diye sordu.
Sinan’ın dudakları usulca yana kıvrıldı. ‘Ağzıma sıçıldı şu an, ” dedi
gülerek. Ama seni motive etmeye çalışıyorum. ”
Bu dürüst cevabı Simge’yi biraz rahatlattı. ‘Aslında çoğu cevabı hatırlıyorum,” dedi kafasını Sinan’ın manzarasına çevirip. “İnsanların
sevdiği hayvanlar pek yaratıcı ve farklı değiller maalesefSinan heyecanla, “Hadi ya!” dedi. “Ne cevaplar verdiler?”
“Vallahi herkes, kedi, kuş, köpek, at, tavşan falan dedi. En ilginç
cevap arıydı. O cevabı veren kızın adı da Balçiçek, ondan galiba... ”
Sinan, zihnindeki katalogdan Balçiçek’in resmini buldu. Balçiçek,
Sinan’ın hatırladığı kadarıyla epeyce güzeldi. Arı ha...” dedi kendi
kendine. “Kaçıncı sıradaydı arı?”
“ikinci sıradaydı,” dedi Simge şaşırarak. “Arı senin cevaplarından
biri miydi?”
Sinan kafasını iki yana salladı. “Yoo...” dedi neşeyle. Ama şimdi
Balçiçek de, bal gibi kız. E aradığı erkek de arıya benzemeliymiş... Bilirsin, kelebek kadar narin, arı gibi... ” derken sustu. “Yani, ben de bir
nevi arı gibiy imdir de. Biran, heyecanlandırdı Balçiçek beni.”
Simge rahatsız olduğu belli etmek için kafasını tekrar göğe çevirip cevap vermedi. Bir süre öylece susarak gökyüzünü seyrettiler. Ancak Simge sonunda dayanamayıp, ‘Aslında aklıma bir fikir daha geliyor, ” dedi
kendinden emin olmayarak. Ama bilemedim... ”
Sinan umutsuzca, “Söyle bakalım, neymiş?” diye mırıldandı.
“Kızlar gizemli şeylerden çok hoşlanırlar. Yani... Hayali bir karakter yaratsak diyorum. Sonra bu karaktere bir internet bloğu açsak...”
Sinan heyecanlandığını belli etmek için yattığı yerde yüzünü Simge’ye
çevirdi. Bu hareket, Simge’yi de heyecanlandırdı ve anlatmaya devam
ederken heyecanı yüzüne yansıdı. Gülümseyerek, “Sonra... Ben bir şekilde bunu okulda yayarım, ” dedi. Elini usulca sallayıp yüzüne minik
bir rüzgâr yaptı, “işte derim ki, kendinizle ilgili birkaç bilgi giriyorsunuz, adam anında size beş yıllık aşk falı gönderiyor.” Kıkırdadı. “Yemin
ederim herkes anında TC kimlik numarasına kadar yazar. ”
“Yapma ya... Harbi mi?”
Aynen. Ama sana da iş düşüyor burada. Bloğun gerçekten var olması ve senin ‘aşk adamı’ yeteneklerinle içini biraz doldurman lazım.
Gerisini bana bırak. Uyar mı sana?”
Fikir, Sinan’ı epeyce heyecanlandırdı. Hemen ayağa kalkıp, “Bana
uyar!” diye bağırdı. “Bu ‘aşk adamı’ kimliğimi hep bir roman karakteri
olarak kullanmak istemişimdir zaten!”
“Çok kaptırma da kendini... ” dedi Simge yalandan gülerek.Sinan, onu duymadı bile. Cebinden yapışkanlı kâğıt çıkarıp üstüne
“Mr. P ” yazdı. Simge’yegösterip, “Bak... İsmi de buldum!” dedi heyecanla. Kâğıda, “Sihirli kelimeyi söylersen, kapı açılır... ” diye minik bir
not düşüp eserine güzelce bakabilmek için Simge’nin yanında getirdiği
pizza kutusunun üstüne sert bir şekilde yapıştırdı. “Spot cümle de bu
olur! Nasıl ama?”
“Şahane!” Simge ayaklandı. “O zaman ben bloğu açayım. Sonra
sana şifreyle birlikte yollarım. Sen bir şeyler karalarsın bu gece. Sonra,
gelsin Mr. P efsanesi!” Tam arkasını dönüp gidecekken aklına bir şey
takılmış gibi durdu. “Bu arada... P ne?”
Oğuz, ona belli bir ücret karşılığı yardım eden temizlik görevlisi
Kamil’i aramak için her zamanki gizli buluşma yerleri olan köpek kulübesinin önüne geldi. Etrafta kimsenin olmadığını görünce kulübenin
önüne çöküp telefonuna sarıldı. Telefon ilk çalışında açıldı. “Kamil Abi,
neredesin?” diye sordu heyecanla. “Benim mala ihtiyacım var. ”
Kamil sinirle, “Ne diyorsun ulan, belaya bulaştırma beni?!” diye
bağırdı.
Oğuz yüzünü ekşiterek telefonu kulağından biraz uzaklaştırdı. “Ya
abi... Kriz geldi!”
“Torbacı mı sandın lan sen beni!” diye yeniden bağırdı Kamil.
Oğuz olayın yanlış anlaşıldığını fark edip, “H a... Öyle değil abi,
dur!” diye olaya açıklık getirmeye çalıştı. “Pizza diyorum ben ya... Pizza sokmamız lazım içeri gizli-” derken, yanındaki pizza kutusunu
fark etti. Gözlerini kırpıştırarak kutuya baktı, içini açtı ve birkaç dilim
pizza gördü. Yüzüne yayılan gülümsemeye engel olamadan, ‘Abi ben
kapatıyorum,” deyip “pis iş yapma” ücretinin artık değiştiğini anlatan
Kamil’in yüzüne telefonu kapattı. Pizza kutusunu karnının üstüne
koyup olayı anlamlandırmaya çalışırken, “Erdim mi lan ben... ” diye
sordu kendi kendine. “Ya da zihin gücüyle istediklerimi yapabilme gücü
geldi bana. ”
Gözlerini kapatıp içinden, “Kate Upton şu an burada olacak.Hayatımın aşkı Kate... Şimdi... Burada... ” diye mırıldandı. Gözü
nü açtığında karşısında Yeşim’i gördü ve resmen irkilip geri çekildi. “Kız
sen ne arıyorsun burada memesiz?!”
Yeşim sinirlenip, “Sana gelmedim!” diye bağırdı. Etrafına bakınıp,
“Bir arkadaşımla buluşacaktım da...” diye mırıldandı. Aradığı kişiyi
göremeyince kollarının arasında tuttuğu kitabı iyice sıkarak Oğuz’a çattı. “Sen burayı nereden biliyorsun ya? Hayatımda ne zaman iyi bir şey
olsa, neden orada bitiyorsun!”
Oğuz, Yeşim’in dediklerini yok sayarak olayları kendince anlamlandırmaya çalıştı. “Herhalde daha başlangıç seviyesindeyim...” diye
mırıldadı kendi kendine. Yeşim anlamayıp, “Ne?” diye sorunca, Oğuz
yerinde hafifçe dikleşip ciddiyetle olayı anlatmaya çalıştı.
“Şimdi ben zihin gücümle istediğim şeyleri yanıma getirebiliyorum.
Ama sanırım henüz başlangıç seviyesinde olduğumdan Kate’in memintoları ağırlık yaptı, getiremedim onu. ” Burnunu hafifçe kırıştırarak başı
nı dikleştirdi. “Herhalde hatlar karıştı, yanlışlıkla seni getirdim. Ağırlık
yapacak bir şeylerin de yok ya... Ondan herhalde. ”
Yeşim, saniyeler içinde sinirden kıpkırmızı oldu. “Oğuz!” diye bağı
rarak, elindeki kitabı fırlattı. “Senden nefret ediyorum ya!”
“Şükürler olsun!” diye bağırdı Oğuz. “Memesi olmayan biri
beni sevse ne yapardım inan bilmiyorum!”
Yere düşen kitabını alarak oradan hızla uzaklaşmaya başladı Yeşim.
Oğuz, onun ardından bakarken gözlerini, kafasında yanıp sönen hayali
ampule eşlik eder gibi senkronik olarak açıp kapadı. “Oha. .. ” dedi panikle. Kafasını eğip kutunun kapağındaki nota baktı.
Sihirli kelimeyi söylersen, kapı açılır.
M R .P
Kapaktaki notu söktü ve koşarak ilerleyen Yeşim’e baktı.
“Bayan Pizza ha...”
Sabahtan beri bir fırsatını bulup Barış’a defterimi göstermek
istiyordum. Öğle yemeğini hızlıca yedikten sonra, Ali’yi kantine oturtup hemen geleceğimi söyleyerek Barış’ın yanma koş
tum. Gizli buluşma yerimiz olan kulübenin önüne geldim ve
hırkamın içine sakladığım defteri gururla çıkarıp yere oturm uş
köpeği seven Banş’a fırlattım. “Al! Birinci görev, tamam!” diye
bağırdım.
Köpek, benim atağımla birlikte uysal tavrından çıkıp hırlamaya başlayınca korkup birkaç adım geri attım. “Sakin ol dostum y a...” dedim m anikbir tavırla. “İyi anlaşabiliriz.”
Barış gülerek köpeği yatıştırdı. Köpek dinginleşip benim
“aşk defteri”mi tutan Barış’m elini yalamaya başladı. O lduğum
yere çöküp huysuz bir ifadeyle “Defterimi mi yalıyor o ya?”
diye sordum.
O ana kadar ses çıkarmayan Barış, defteri diğer eline alıp ilk
sayfayı açtı. Kaşlarını çatarak yapıştırdığım resimden bir şey anlamadığı için, “Bu ne?” diye sordu.
“Ali’nin eli ve çatal...” dedim gülerek. “O na aşkım dediğimde heyecanlanıp elindeki çatalı düşürdü d e ...”
“Anladım,” deyip köpekten uzaklaştı Barış. Bana doğru biraz
yaklaşıp, “Pekâlâ, yıldızı hak ettin o zaman,” dedi. Cebinden
yıldız şeklinde kırmızı bir sticker çıkarıp alnıma yapıştırdı.
Yüzümü buruşturup geri çekildim. Elindeki defteri işaret
ederek, ‘Yeni görevim nedir?” diye sordum çocuksu bir heyecanla.
“Isınmaya başladın ha?” Gülerek cebinden klasik sarı renkli
yapışkanlı kâğıtlarından birini çıkardı. Ü zerine bir şeyler karalayıp defterin ikinci sayfasına yapıştırdı. O gün pek konuşkan
olmadığı için başka bir şey söylemeden usulca kafamı okşayıp
yanımdan ayrıldı.
Defteri açıp maddeye baktım. Şunlar yazılıydı:2810 kelime
Az merak edin