7

131 3 0
                                    

Gökhan, depresyonda olduğu için pek sık gelmiyordu
Ali’nin evine. Biz bir yandan onu yalnız bırakmamaya çalışıyor,
diğer yandan da boğmamak için pek rahatsız etmiyorduk. Ama
o hafta sonu, Oğuz ile Sinan’ın girdiği iddia yüzünden Ali’ye
geçmek yerine önce Gökhan’ın evine gittik. Benim niyetim
Gökhan’ı o iki ruh hastasından koruyup Alilere davet etmekti.
Ama Yaprak’m canı ne ki? Eve girdiğimiz andan itibaren sağ­
lı sollu ataklarla Gökhan’ı çileden çıkarmaya başladılar ve beni
oyun dışı bıraktılar. İddialarının konusu, kendini meditasyon
sürecine alıp küfretmeyen ve sinirlenmeyen, daha d o ğ u su bunun için insanüstü bir çaba sarf eden Gökhan’ı delirtmek ve
küfrettirmekti. O ğ z ’un bunun için sağlam bir para yatırdığm
bildiğimden ve onun ayarsızlığndan adım kadar emin oldu­
ğum dan bir süre sonra pes edip O ğ z ’u izlemeye başladım.
O gün, umursamaz bir Gökhan vardı aslında. Biz peşinde
dolaşıyor, o ise normalde yapmayacağ şeyler yaparak dikkatini
başka yerde toplamaya çalışıyordu. Elini ev eşine asla değdirmeyen üşengeç çocuk, O ğuz’dan kaçmak için aniden bulaşık
yıkamaya başladı mesela.
Oğuz ise mutfak lavabosuna çıkıp semt ç o c u ğ oturuşu yaparak Gökhan’la uğaşm aya başladı. “Gökkuş bir şey diyebilir
miyim?” diye sordu yaramaz bir surat ifadesiyle.
“Diyemezsin sevğli arkadaşım. Lütfen o lavabodan aşağ
in...” Bulaşık eldiveni taktığı elleriyle köpük dolu plastik leğeni
işaret etti. ‘Yoksa tabaklardan sonra seni alırım bir tur.”
“O h...” diye bir ses çıkardı Sinan. Kulağm a eğlip, “Bu işin
sonu leğen fantezisi... Kesin kaybettim,” dedi.
Kolunu dürtüp susmasını işaret ettim çünkü hakem olarak,
Sinan’ın olaya müdahale etmesini engellemem gerekiyordu.
Oğuz, ilk defa Gökhan’ı delirtmek için bu kadar uğaşıyor- du. Bu yüzden gaza gelip lavabonun üzerinde ilerleyip iyice sokuldu Gökhan’a. Leğendeki köpüğü alıp onun yüzüne sürdü.
“N oel Baba...” dedi gülerek.
Gökhan birkaç saniye durdu. H afif bir tıslama sesi duydum.
“Aha geliyor...” diye fısıldadım Sinan’a. Sinan beni onaylayan
bir bakış atıp tekrar Gökhan’a kenetledi gözünü. Gökhan bizi
şaşırttı. Koluyla yüzündeki köpüğü silip yalancı bir kahkaha attı.
“Seni gidi şakacı seni...” derken dişlerini sıktığı o kadar belliydi ki... Bir an üzülüp O ğuz’u durdurm ak istedim ama iş işten
çoktan geçmişti. Çünkü Oğuz ayaklarını lavabodan aşağ sarkı­
tıp yeni hareketi için hazırlanıyordu. Solundaki çekmeceyi açıp
içinden spatulayı aldı. Ve Gökhan’ın poposuna vurdu. “Slap my
ass like a pancake!2” diye bağrdı.
“Lan!” diye sıçradı Gökhan. Nefes alıp verişi o kadar hızlandı ki, ben bu defa kesin O ğuz’u öldürecek dedim. Köpüklü
elleriyle tuttuğu bardağ öfkeyle sıktı, sinirden büyüyen gözleriyle O ğuz’a yaklaştı. O ğuz’un yüzünde m üthiş bir keyif ifadesi
vardı. “Bak benimle uğaşm a oğlum...” dedi Gökhan gülerek.
“Şiştim ulan!”
“Kanka...” dedi Oğuz.
Gökhan, kankana sokayım, der ğ b i ağzını oynattı.
Oğuz fark etmiş olacak ki, amacına ne kadar yaklaştığm
hissedip biraz daha sokuldu Gökhan’a. “K üfredem ediğn için
şişiyorsun. Eski Gökhan olsa, şu an elinde yıkadığ bardaktan,
bardağn ithal edildiğ M ozambik’in coğafi iklimine kadar her
şeye küfrederdi.”
“Eski Gökhan yok diyorum sana. Artık küfür falan etm iyorum diyorum!” Eliyle kapıyı işaret etti. “Defol şuradan valla
bulaşık suyunu akıtırım soluk boruna, Fairy Platinium’fo iki kat
hızlı ğdersin öteki tarafa!”
“Bir kere küfret, ğ d eceğ m , söz...” dedi Oğuz yapmacık bir
sevimlilikle. “Lütfen bebeğm , bir kere küfret...”
“Lan sen ne biçim arkadaşsın? Anlamıyor m usun halden lan?Etm iyorum küfür lan, etm iyorum ...” Gökhan elindeki bardağı
bırakıp köpüklü ve bulaşık eldivenli eliyle O ğuz’un boğazına
yapıştı. “U lan ben artık sakin bir adamım!” derken iş iyice çığı­
rından çıktı ve O ğuz’u boğmaya başladı. Sadist manyak Oğuz
ise iddiayı kazanmaya yaklaştığı için keyiften dört köşeydi. Gökhan, O ğuz’un o haline daha da delirdi ve ona köpüklü elleriyle
vurmaya başladı. “Sinirlenmiyorum ulan, sinirlenmiyorum!”
Dayak yerken, “Em in misin abi sinirlenmediğine?” dedi
Oğuz pişkin pişkin.
Gökhan, O ğuz’u yakasından tutup yere indirirken, “Eminim
ulan...” dedi usulca. Sonra yere bırakıp leğenden aldığı bir avuç
köpükle O ğuz’un yüzünü avuçladı. “Çok eminim ...” Oğuz, iç­
ten içe o kadar eğleniyordu ki bu, Gökhan’ı daha da kızdırdı.
“Sinirlenmiyorum... Küfür de etmiyorum. Pam uk gibiyim!”
Yüzü gözü köpük içinde kalan Oğuz son dokunuşu yaptı sanat eserine. O haliyle, ağzından köpük çıkara çıkara, ‘Yani şimdi sen harbi harbi sinirli değişin öyle mi?” diye sordu.
İşte, altın vuruş.
Gökhan, O ğuz’a yanağndaki köpüklere d o ğ u bir tane ge­
çirdi. “Sinirli değlim ulan yavşak!” Sonra iyice O ğuz’un üzerine çıkıp bir tane daha vurdu. “Sinirli değlim ulan pezevenk!
İnat d eğ l mi?!” Sonra çocuğun b o ğ zın a yapıştı tekrar. “Ö ldü­
reyim mi lan seni şimdi? H ı?”
Kıpkırmızı olan Oğuz, “Sinan, kazandım lan! Pezevenk dedirttim !” dedi.
Bunun üzerine Gökhan parmaklarını gevşetti. “Dem ek iddiaya ğrdiniz ha?” Bir Sinan’a baktı, bir O ğuz’a... Tamam, ben
de kendime üst oynuyorum. Bire, elli... Şu nasıl?” deyip biraz
geri çekildi. O kadar sinirliydi ki, boynundaki damarlar belli
oluyordu. Sinan’ı işaret edip, “Senin ağzına oda spreyi sıkar,
içinde açan lavantaları sikerim ulan,” dedi.
Bu küfrü duyunca o an ağzıma atacağm krakeri yere dü­
şürdüm . Sinan hafifçe alkış tuttu. Gökhan kendini biraz daha
geri atıp O ğuz’a döndü. “Seni var ya...” dedi gözlerini kısarak.Elektrikli süpürgeyle vakumlar, büzüşen bedenini filin götüne
sokar sokar çıkarırım!” Hızını alamadı. İki elini birbirine vurdu
sinirle. “Lan oğlum senin o çok konuşan ağzına yedi mahallede,
yedi kere, yedi farklı renkte sıçar, tezekle dolan içini havalandırmak için sekiz yerinde delik açarım lan!”
Tam o anda İsrafil meleği suru üflemiş ğ b i bir ses duyuldu.
Kıyamet...
“Oğlum ...” dedi Hale Teyze ağlamaklı bir sesle. Y avrum ...”
“Anne...” Gökhan ayağa kalktı panikle. “Biz de boğuşuyorduk O ğuz’la. Şakasına...” Ayağyla yer yatan O ğuz’u dürttü.
Dişlerini sıkarak, “D eğ l mi Oğuzcuğum ?” dedi.
Ama Hale Teyze, oğlunun küfür sanatının birçoğuna tanık
olduğunu belli eden bir yüz ifadesiyle Gökhan’a bakmaya devam ediyordu. Kadın ağladı ağlayacaktı. H em en oturduğum
sandalyeden kalkıp sandalyeyi ona d o ğ u ittirdim. “O tur istersen Hale Teyzeciğm .”
Hale Teyze, sandalyeyi çekip ucuna ilişti. “Oğlum sana kim
ne yaptı da bu hale geldin yavrum sen?” dedi ağlamaklı. “Ay
hep o kızın yüzünden değil mi? İki aydır evde kırm adığn ayna,
yumruklamadığın duvar kalmadı... Odadan çıkmıyorsun. Eski
neşen yok...” Yerdeki O ğ z ’u işaret etti. “Bak şimdi de... Hiç
küfretmeyen evladım korkunç şeyler söylüyor ve arkadaşını
dövüyor?!” Elleriyle kendine rüzgâr yaptı. “Ay bana bir şeyler
oluyor...” Bana döndü. “Kızım bana bir kolonya falan bir şeyler
getir!” dediği an fırlayıp salondaki limon kolonyasını kaptım.
G eldiğm de Oğuz köpüklü yüzüyle masanın üzerine oturmuştu, Sinan ayaktaydı. Gökhan ise sırtını duvara yaslamış, boş
boş annesine bakıyordu.
Hale Teyze elimden kolonyayı çekip aldı ve bileklerine sürdü. “Vallahi kayınbabam ğ b i olacak bu da...” dediği an, söylenmesinin asla bitm eyeceğni anladım. “Sinir hastası olacak!
Genetik olarak kodunda var bu sinir zaten, bir de o kuru götlü
yüzünden iyice delirecek oğlan!”
“Anne ne alaka şimdi ya?” dedi Gökhan sıkıntılı bir sesleKonunun M erve’ye gelmesi sinirlendirmişti onu yine. “Abartıyorsun her şeyi!”
“Neyi abartıyorum evladım? Geçen gün odana bir girdim,
duvarı yumruklarken buldum seni!”
“O şey ya...” dedi Gökhan yalan söylerken takındığı aptal
yüz ifadesini takınıp. “Sinek vardı... O nu öldürüyordum .”
“Sinekler, Gökhan’ın sol kroşesine dayanamaz, doğru söylü­
yor olabilir...” dedi Oğuz gevşek bir sesle.
“Sus lan sen!” dedi Gökhan dişini sıkarak. Sessizce, “Seni
engizisyon mahkemesine çıkarıp ağzını yaktırma kararı aldıracağım günü bekle,” dedi.
Hale Teyze kendi kendine söyleniyordu hâlâ. Asla başkasını
duymuyordu. En son delirip birden ayağa kalktı. “Yarından tezi
yok, psikoloğa gidiyorsun. İtiraz istemiyorum Gökhan!”
O ğuz’la Sinan’ın Gökhan’ı delirttiği günün ertesi sabahında uykum u O ğuz’un mesajları böldü. Uyku sersemi bir halde
ekrana baktığımda yeni bir konuşma grubu kurduğunu görüp
şaşırdım. Yatakta doğrulup yazdıklarının başına ulaşmaya çalış­
tım.
Oğuz, herkes duysun Gökhan Karadem ir'e âşığım V grubunu oluşturdu.
Oğuz, sizi ekledi.
Oğuz, Ali ki^ijini ekledi.
Oğuz, Sinan kişisini ekledi.
Oğuz: A rkad aşlar herkes kıçını kaldırsın ve bir saat içinde
benimle m arkette buluşsun.
Sınan: Ulan ben hala uyanamadım mı a ca b a ? Yoksa 3u
Oğuz Sığırının kafayı hack'led iler mi?
Yaprak: hayırdır kargalarla bir partiye mi d avetliyiz? N e ­
den bu saatte seninle m arkete geliyorum ?
A\i: G ökhanın bu durumla alakası n e? A/eden onsuz grup
a ç tın ?Oğuz: A cil durum oğlum! Gökhan ciddili depresyona girmiş. Ben yine heyheyleri geldi, giderler sandım, h er zamanki
gibi takıldım kendi kendime... A m a dün onun evindeki alaydan
Sonra fa rk ettim . Gökhan gerçekten iyi değil. Dünden beri uyuyam ıyorum vicdan azabından.
Yaprak; OguZ;un bilgi sistemini h a ck ’lemişler gerçekten.
OguZ? B u sen misin?
Sinan: A l benden de o kadar ha... Köpek gibi pişman oldum.
Ben de yine her zamanki Gökhan delirmesidir, geçer diye dü­
şünüp tam bir Sığır gibi davrandım .
Oğuz: 0 yüzden bugün ne yapıp edip Gökhan ı iyi ediyoruz
beyler. fyayağı bir düşündüm Ve iki şey buldum, ilk alarak m arkete gidip, partilik bir şeyler alıp Gökkuş1 un evini basıyoruz. O
gelmez çünkü.
Yaprak: E e e ? İkincisi n e?
Oğuz: Düşündüm, aranızda en sarıcın benim. Güneşte açık
kahverengi oluyor saçım. Yazın den ize girersem sarıya yakın...
Ali : N e demek istiyorsun oğlum sen yin e ?
Oğuz: Gökhan’a aşkımı itira f edeyim diyorum. N\erve’nin
yokluğunda benimle idare etsin. Ben kendimi fed a ederim.
Yaprak: Salak bu çocuk...
Sinan: Ben beş dakikaya çıkıyorum , m arkette buluşalım!
Ali : Tam am , ben de çıkarım birazdan.
Yaprak: 0 zaman bugün ne yapıp edip 6ökkuş;u kendine getiriyoruz!
O ğuz’un böyle davranması aslında tuhaf değildi. Hepimiz,
O ğuz’un Gökhan’a ayrı düşkün olduğunu bilirdik. O nunla uğ­
raşmayı, onu kızdırmayı, onunla gülmeyi ya da onunla delirmeyi hepimizden çok severdi. Aralarındaki tuhaf bağı hiçbirimiz
kıskanmazdık çünkü kıskanılacak bir şey değildi bu.
Gökhan’ın son dönemlerde kötü oluşunu, eski zamanlar­daki delirmeleriyle karıştırıp yanında olamadığı için kendine
çok kızmış olmalıydı Oğuz. O yüzden birden hepimizi birlik
olmaya çağırmıştı. Çünkü yine Gökhan’ı en iyi tanıyanlardan
biri olarak, ona iyi gelecek şeyin bizim aptallığımız olduğunu
iyi bilirdi.
Zaten bizim en iyi yaptığımız şey değil miydi bu?
Hızlıca yatağımdan çıkıp giyindim ve kahvaltı bile etmeden
çocuklarla buluşmak için markete gittim. Karşımda üzgün bir
Oğuz beklerken tam tersi canavar gibi bir Oğuz buldum. Enerjik, deli dolu, sürekli saçma sapan konuşan... Alışveriş boyunca
onun o hallerine bakıp ne kadar sevimli olduğunu düşündüm .
Ç ünkü o, duygularını öyle ifade ediyordu.
Alışveriş bölüşmesini, yine her zamanki gibi abur cuburlar
ve içecekler olarak ikiye ayırmıştık. Abur cuburdan sorum lu
bakan Oğuz, Sinan’ın ittiği alışveriş sepetinin içinde aldıklarını
sayarken, elimde iki tane bir litrelik kolayla yanlarına gittim. Ali
de peşimden geldi.
“Pacman gibi ağzını aça aça marketi yemişsin O ğuz,” dedim
önündeki kırıntıları işaret edip. “Eve kadar dayan bari, pisboğaz
herif.”
Oğuz beni sallamadan listesine sadık kalmak için sayım iş­
lemlerine devam ediyordu. Cips paketlerinin arkasına sakladığı
kadın pedi paketini görünce küçük bir çığlık attım. “Oğuz o
ne?!”
Oğuz önce salağa yatıp, “Ay ben onları pötibör bisküvi sanıp
almışım tüh tüh,” dese de, Ali bağırınca geri vitese çekti kendini. Aynı gevşek tavırla, “Ya, muayyen günüm yakın... Ağır ge­
çiyor benimki, çift kullanıyorum hem en b iti-” diyecekken Ali
daha da sinirlendi.
“O ğuz... O nu çabuk götürüp yerine bırak!” diye tıslar gibi
konuştu.
Bu, O ğuz’u en ufak korkutmadı. Çocuk gibi, “Ya alsam ne olur ki
ya?” dedi. “Kuzlara ‘paket taşıyorum ben’ esprisi yapacağım..Sinan, “Paket taşıyorum?” dedi sadece diyalogun o kısmına
takılarak.
Sinan’a dönüp leş kurgusunu anlatmaya başladı. “Kanka,
hani bunlar okuldayken kadın pedini sanki dünyanın yedi gizeminden biriymiş gibi kulaktan kulağa istiyorlar ya birbirlerinden. .. Sonra biri kitap arasına sıkıştırıp veriyor, mal değişimi
gibi... Tam o esnada ben paket taşıyorum, yeni kullanmaya baş­
ladım, son dalımı sana veriyorum diyeceğim. Nasıl ama? Kızlar
şok.”
“Oğuz, üçe kadar sayıyorum, yerine bırak şunu!”
Ali sinirlenince Oğuz pes etti. İleriyi işaret ederek, “Sinan,
bebeğim sürer misin beni şöyle ufuklara doğru...” dedi.
Sinan, O ğuz’un içinde oturduğu alışveriş arabasına tekmeyi
bastı. Oğuz, Çiğhk çığlığa bağırırken araba kontrolsüzce karşı
reyona çarpıp durdu. Arabanın içindekilerle birlikte yere düşen
Oğuz, karşısındaki manzara karşısında şok ifadesiyle ona bakan
kadına önüne düşen ped paketini gösterip, “O kadar da iyi koruyamıyormuş demek k i...” dedi.
O ğuz’u kontrol altına aldıktan sonra, aldıklarımızın ödemesini yaptık ve dünyanın abur cuburunu alıp poşetleri sırtlanarak
Gökhanların evinin yolunu tuttuk. Ellerimizde poşetler, yolu
yarılamıştık ki bir otobüs durağının yanından geçerken bir çığ­
lık koptu. “Oha!” diye bağırdı Sinan. “Lan bu Gökhan değil
mi?”
Hepimiz otobüsün içine baktık. Gerçekten Gökhan’dı. Kulağına kulaklığını takmış, başını cama yaslamıştı. Birden hepimizi bir panik sardı. Hepimiz Gökhan’a kendimizi belli etmek
için saçma sapan hareketler yapmaya başladık. Ama Gökhan
bizi görmedi. O sırada tekrar hareketlenen otobüsün peşinden
bakakaldık. Ali, “Aradım görmüyor...” diye mırıldandı kendi
kendine. O sırada hepimizden önde olan Oğuz, “Koşun ulan!”
diye bağırdı.
Ve birden ellerimizde market poşetleriyle otobüsün peşinden koşmaya başladık.En önde Oğuz, onun arkasında Sinan... Onların arkasında
Ali ile ben... Öndeki O ğuz’un poşetinden birkaç paket abur cubur dökülüyordu. O nun düşürdüklerine basmamak için seksek
oynar gibi peşinden gidiyorduk. Başta ciddi ciddi koşarken be­
şinci dakikada sinirden gülmeye başladım. Sinan, “Ulan götüm
çıktı!” diye bağırınca iyice kahkaha atmaya başladım sinirden.
Ö nde Oğuz, o kadar komik koşuyordu ki... “D urduruuuun!” diye bağırıyordu. “Biri otobüsü durdursun, sevgilimi ka­
çırıyorlar!”
Artık gülmekle koşmaktan nefes alamama aşamasına gelmiş­
tim ki, otobüsün durduğu durağa son anda yetiştik. Ve tekrar
kaçırmamak için elimizdeki poşetlerle otobüsün içine daldık.
W *
Kalabalık olan otobüse biner binmez bütün gözler üzerimize çevrildi. Ben elimdeki poşeti Ali’ye verip siz geçin işareti yaptım. “Ben hallederim...”
Bizimkiler kapının önünü işgal etmesinler diye onları yolladıktan sonra, cebimdeki cüzdanımdan otobüs kartımı çıkardım
ve hepimizin yerine bastım. H er dit sesiyle, şoför bana tip tip
baksa da sallamadım ve hem en arkaya kaçtım.
O tobüsün ön kısımları yaşlılarla doluydu. Gökhan’ın da olduğu arka kısım ise daha çok gençlerle... Gözleri kapalı olduğu
için Gökhan bizi hâlâ görmüyordu. Ali eliyle boş olan üç koltuğu işaret etti. “Geçelim şimdilik, biraz boşalsın otobüs, uyandırırız...”
Ben cam kenarına oturdum , Ali yanıma geçti. Karşımızdaki
tek koltuğa ise Sinan attı kendini. Oğuz sinirle yanımıza geldi.
“Sinsi Sinan... Bundan sonra sana böyle söyleyeceğim,” dedi.
“SinSin...” dedi gözlerini kısarak.
“Sinüs alan form ülü m üyüm lan ben?” dedi Sinan. Ayağıyla,
O ğuz’un dizine vurdu. Oğuz elindeki poşeti Sinan’a geçirecekken araya Ali girdi. “İki dakika dur ayakta, ölmedin ya...”Neyse ki ben sizden farklıyım,” dedi Oğuz. “Oturm am için
boş yere gerek yok. Ben oturacak bir yer bulurum .” H em en arkasına dönüp tam yanımızdaki koltukta oturan kıza, “Yer vermeyecek misin bana?” diye sordu. Yüzü tanıdık gelen kız, aşağı
yukarı yaşıtımızdı. Ve büyük ihtimalle bizim okuldaydı.
Kız tek kaşını kaldırıp, “Sebep? Yaşlı mısın, gazi mi?” diye
sordu.
“Hamileyim.”
Kız gözlerini devirip, “Tıp ilerlemiş, görüyor m usun Arzu?”
dedi yanındaki kıza. “Artık erkekler de hamile kalabiliyormuş.”
Gözlerini kocaman açıp, “N e erkeği ya...” dedi Oğuz. “Kadınım ben.”
“Uff, git başımdan! İki dakika oturm ak için amma tatava
yaptın!”
“Lan valla kadınım ben. Bak, kanıtlayacağım şimdi,” derken
bir hareketlilik oldu. Ben tam, “Sıçtık...” diyecektim ki, Oğuz
yaptığı ayarsızlıkla şoklar içinde bıraktı bizi. Çünkü Oğuz beklenen sapıkça hareketin aksine, bizden gizli aldığı kadın pedi
paketini çıkardı. “Bak... Paket taşıyorum yanımda. G ördün mü?
N e demek kadın değilim?”
Kızcağızın sinirleri bozulmuş olacak ki, birkaç saniye önce
sinirden kızarmış olmasına rağmen O ğuz’un ayarsızlığıyla sağ­
lam bir kahkaha attı. Y alnız...” dedi. “Akıl hastası da olsan, hayal ürünü karakterinde çelişkiler olmamalı. Hamileler regl görmez canım.”
Oğuz birkaç saniyeliğine kalakalsa da, en arsız yüz ifadesini
takındı geri. “Garanticiyim ben,” dedi. “H er ay zamanı gelince
koyarım bir tane... N e olur, ne olmaz.”
Sinan, işin çığırından çıkışına engel olmak için O ğuz’un yanına gidip onu bizden tarafa çekti. “Kusura bakmayın, havale
geçiriyor. Sıcaktan aklı bulandı da...”
Oğuz bir Sinan’a baktı, bir kıza. “Evet, havale geçiriyorum,”
dedi. ‘Y e sen havale geçiren birine yer vermiyorsun!” Kendini hafifçe Sinan’a yasladı. Gözlerini devirdi. “Ö lüyorum ben...H em havale geçiriyorum hem hamileyim... Vallahi çocuğumu
bırakacağım şuraya...” Eliyle arka kapının önünü işaret etti. “Bı­
rakıveririm yola doğru...”
“O ğlum valla dayak yiyeceğiz,” diye fısıldadı Sinan. “Kalk!”
“Ayrıca yaşlıyım ben! N üfus cüzdanımı bir çıkarsam T C
kimlik num aram 1 benim! O kadar yaşlıyım yani.”
Kızın sabrı taşmak üzereyken otobüsün ön taraflarında da
bir hareketlilik oldu. Sinan durum u fark edip O ğuz’u ağzını kapatarak bizden tarafa çekti ve kendi yerine onu oturttu. “Allah
aşkına al sus ya!” dedi. “Al tamam, otur... Linç edileceğiz!”
Oğuz bacak bacak üstüne attı. “Nasıl oturdum ama?” dedi
gülerek. “G ördünüz mü? Bir Mese oturacağım derse, oturur.”
Yanımızdaki kız, ağzının içinde bir şeyler geveledi Oğuz
hakkında. Oğuz yüzüne sinirli bir ifade kondurdu. Kızı işaret
ederek, “Taktım kızım sana kafayı!” dedi. “Sen gör. Kara listeye
aldım seni. Okulda çıkma karşıma.” Sinan’a döndü. “Neydi lan
bu kızın adı?”
Kız, O ğuz’un arkasından bağırdı. “Berfın canım!” Sonra
gövde gösterisi yapar gibi ekledi. “Ve senden korkan senin gibi
olsun!”
Hepimizin o an içinden zavallı kızcağız diye geçirdiğine
emindim. Kadersizliği Sinan’dan beter olan kızcağız, bulaşabileceği en büyük pisliğe bulaşmış, O ğuz’a kafa tutm uştu. O
sırada, hepimizin kafası Oğuz ve takıştığı kızla meşgulken beklemediğimiz bir anda Gökhan belirdi yanımızda.
“U lan ruh hastaları!” dedi yanımızdaki demire tutunup.
“N ereden buldunuz oğlum beni yine siz?”
Otobüs bir durakta daha durdu o an. Biz yapmacık bir sırıtmayla Gökhan’a bakarken, o otobüsün arkasını işaret etti. “Şöyle geçin de rahatsız etmeyin insanları bari...”
Arka beşli koltuğa -sanki bizim için boşaltılmıştı- ortayaGökhan’ı oturtm ak suretiyle dizildik. Bir süre otobüsün peşinden nasıl koştuğumuzdan, onu nasıl bulduğum uzdan bahsedip
güldürmeye çalıştık Gökhan’ı. Arada bir güldü, arada bir sinirlendi. Sonra O ğuz’a döndü. “H er şey tamam da,” dedi. “Sen
hasta mısın oğlum? N e o hamileyim falan...”
Oğuz, Gökhan’a sırnaşarak, “Aşkımızın meyvesi bebeğim...”
dedi. “Seninle benim yavrumuz.”
Köşede kalan Sinan, benim üzerimden elini uzatıp Gökhan’ı
dürttü. “Oğlum zamanında küfrü nasıl abarttıysan, herifi dü­
şünce gücüyle hamile bırakmışsın.”
Gökhan, Sinan’a sert sert bakmakla yetindi. Oğuz, kendince B planını uygulamaya çalışır gibi, Gökhan’a asılmaya devam
etti. “Şu güzelliği bakar mısınız ya... Yemin ediyorum âşığım
sana Gökhan.”
“Biri duyacak, gerçek sanacak.”
“Sırtıma kocaman kalp dövmesi yaptırıp içine demirlim yazdıracağım.”
“Oğuz rahat bırak oğlum beni... Valla kıl kaptım ha!”
“Gökkuş, homofobik olduğunu bilm iyordum ,” dedim gü­
lerek.
“Hom ofobik değilim, Oğuzfobiğim!” diye cevap verdi Gökhan.
O ğuz’un elinin ayarı yoktu ki... Birinin duymasından çekinmeden, inatla oyuna devam etti. “Doktor demir eksikliğin var
dedi. Azıcık yalayabilir miyim suratını, bal porsuğum?”
“Oğuz... Vallahi sinir geliyor bana. Bak ararım İrem ’i, sevgilin bana yavşıyor, sahip çık derim .”
“Benim m inik asabi tırtılım ya... İrem benim um urum da mı
sen varken?”
Ali, O ğuz’u hafifçe kendine doğru çekti Gökhan’ı rahat bı­
rakması için. Sonra, Gökhan’a döndü. “Nereye gidiyorsun?”
“Psikoloğa...” dedi Gökhan. “D ün bu katıksız sığır beni delirttiğinde anneme yakalandım ya. O da tutturdu psikoloğa git
diye. Ben de belki cidden bir faydası olur diye...”Bir anda hepimiz ciddileştik. Kimseden çıt çıkmadı birkaç
durak boyunca. Otobüsteki kişi sayısı sanki biz baş başa kalalım
diye bir bir azalıyordu. Oğuz dayanamayıp, “D ün için özür dilerim ,” dedi birden. “Öyle olsun istememiştim...”
Y o k be oğlum!” dedi Gökhan gülerek. “Seninle alakası yok.
Evde iki aydır öyleyim ben. O yüzden epeydir beni göndermek
istiyordu psikoloğa. Ben senin davarlığına alışığım yoksa. İşlemezdi bana, bilirsin.” Elini O ğuz’un omzuna doladı ve hafifçe
sıktı. “H em belki harbi harbi yardımcı olur psikolog.”
Ali, “Neye?” diye sordu. “Tam olarak neye yardımcı olacak?”
Gökhan, O ğuz’dan çekti kollarını. “Değişmeme...” dedi.
“Gökkuşum...” dedim yanına sokulup. “N eden değişesin ki?
Biz seni böyle seviyoruz.”
Birkaç saniye sustu Gökhan. Sonra derin bir nefes aldı. Ve
iki aydır içinde tuttuklarını tek solukta anlatmak istiyormuş gibi
konuşmaya başladı.
“En iyi siz biliyorsunuz beni. Küçüklüğümden beri böyle
bir heriftim. Küçücük şeyleri büyüten, sevdiği şeyleri paylaşamayan, kıskanç, asabi, kavgacı... Norm alde kimsenin yanında
tutm ak istemeyeceği bir arkadaş ya da sevgili...
“Ama yine de, hep çok sevildim. Siz sevdiniz. Ailem sevdi.
Kız arkadaşlarım oldu, onlar sevdi. Çok düşündüm... Ben olsam, beni sever miyim diye. Yani birilerini üzüyorsun, daraltıyorsun, bunaltıyorsun, delirtiyorsun ama onlar seni sevmeye
devam ediyor. Tuhaf...
“Ayarsızım. Abartılı yaşıyorum bazı şeyleri. Abartarak kıskanıyorum. Abartarak öfkeleniyorum. Abartarak heyecanlanı­
yorum. Ama... Aynı zamanda abartarak seviyorum. Sevince,
köpek gibi seviyorum. Sadece aşk anlamında değil. Mesela şu
Oğuz ayısını bile köpek gibi seviyorum.
“U lan çok tuhaf... Yanımdakilere sevginin de, değerin de insanüstü karşılığını verirken aynı zamanda onlara zarar vermek...
Delirdim abi ben. Bildiğiniz delirdim...
“Hep ergenlik diyordum. Sonuçta on yedi yaşındayım. Ta­bii abartacağım. Tabii duyguları coşkulu yaşayacağım. Ama
durulurum nasılsa... Yani böyle düşünüyordum . Ama on yedi
yaşımdan, yüz on yedi yaşıma kadar saklamak istediğim kızı üzdüm. Çok üzdüm.
“Biliyorum, eskiden olduğu gibi biraz uğraşsam tekrar birlikte olurduk. Ama neyi fark ettim biliyor m usunuz? Eğer böyle
devam etseydi, bu kız yirmi iki yaşında gerçekten terk edecekti
beni. Çünkü ben değişmeyecektim. O n dört yaşında en ağır ergenken nasıl abartılı kıskanıyorsam, şu an, on yedi yaşımda da
öyle kıskanıyorum.” Yutkundu. Başını geriye attı. “U lan birkaç
ay sonra on sekiz oluyorum. Büyüyorum... Böyle gitmemeli.
Değişmem lazım.” Eliyle şakaklarına vurdu. “Burasının değiş­
mesi lazım. Olm uyor abi...”
Biz, cevap vermeden onu dinlerken, birkaç dakika sessizlik
oldu. Aklına ne geldiyse önce hafifçe gülümsedi. Sonra anlatmaya devam etti.
“Hatırlıyor m usunuz, ilkokulda öğretmenimize âşık olmuş­
tum. Şenay Öğretmen... Teneffüslerde bile rahat bırakmazdım
kadını. Sürekli dibindeydim. En önde otururdum . Öğretm en
masasının önünde... Biri dersle ilgili bir şey sormaya bile gelse, birine aferin dese kıskanırdım. Hatta bazılarını teneffüslerde
döverdim.” Güldü. “Sonra ne oldu? Bir yıl sonra tayini çıktı
gitti.
“Dokuz yaşına kadar bizim alt katta oturuyordu küçük am ­
cam. Hatırlarsınız... O nun bir oğlu vardı bizden bir yaş küçük...
Uğur. Kardeşim derdim herkese. Hatırlarsınız... Bayramlarda
falan diğer kuzenler gelince onlarla oynuyor diye kıskanır, delirirdim. Onlar gittikten sonra küserdim, birkaç gün konuşmazdım. Bir gün, yine ben ona küsken, annesi O rhan Amca’mı terk
ediyor. Aniden... U ğur’u da yanında götürüyor tabii... O günden sonra U ğur’u bize hiç göstermedi kadın.
“Aylar sonra odasına girdiğimde resim defterine bizi çizdi­
ğini görmüştüm biliyor musunuz? Üzerine yeni yeni öğrendiği
harflerle özür dilerim yazmıştı. İçimden hiç çıkmaz.

3572 kelime

Yerim yaaa Gökhan 🥺

4 N 1K 2 FİNAL OLDUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin