ALİ
30 A R A L IK 2012
“Ah, Romeo, Romeo! N eden Romeo’sun sen? İnkâr et babanı, adını yadsı! Yapamazsan, yemin et sevdiğine, vazgeçeyim
Capulet olmaktan ben.”
“Capulet olma... Gel Karademir ol be Sarışın...” Gökhan
stresten elindeki kâğıdı yemek üzereydi. Gökhan, platonik aşkı
M erve’nin okul gösterisini izlerken şekilden şekle ğriyor, oturduğu yerde duramıyordu.
Sahnedeki Juliet Merve, abartılı bir oyunculukla, “Kimsin
sen? Böyle geceye ğzlenerek sırrımı öğenm eye gelen kim?”
diye repliğni söylerken Gökhan elini ağzına kapatıp Rom eo’dan
önce davrandı.Veyselcan!” diye bağırdı. Salon güldü.
Yaprak’la diğerlerinden bir sıra arkada oturuyorduk. Yaprak, Gökhan’ın sığırlığına karşılık kafasını usulca öne eğip, “N e
yapıyorsun oğlum, kızı düşman edeceksin kendine valla!” diye
çıkıştı.
Sinan bize dönüp, “Kanka, bırak düşman olsunlar. Baksana,
Capulet Yenge’yi, düşman ailenin oğlu ayağına Veyselcan götü
rüyor,” dedi.
Gökhan elindeki kâğıdı buruşturup Sinan’ın ağzına tıkıştırdı. Sinan, tükürükler saçarak ağzından kâğıdı atıp, “Bu çocuk
son günlerde çok gergin. Platonik aşk yaramadı,” dedi gevşek
gevşek.
Gökhan ise asla durulm uyordu. Gerilmekten ikiye katlanır
pozisyona geçmişti oturduğu yerde. “O ğlum benim bir şey yapmam lazım,” dedi tedirgin bir ses tonuyla. “O öpüşme sahnesi
gerçek olursa, benim Veyselcan’m ağzını yakmam gerekebilir.”
“Vahşi adam! N e kadar saçma sapan şeyler bunlar!” dedi
O ğ z aniden o tu rd u ğ yerde titremeye başlayarak.
Kafamı hafifçe koltukların arasından uzatıp, “N e oluyor
oğlum?” diye sordum. O sırada birkaç öğetm enin bizimkileri
s ü z d ü ğ n ü fark edince dinlemeyeceklerini bile bile, “Herkes
bize bakıyor, uslu durun. Dikkat çekiyoruz!” diye uyardım.
Elleri ceplerinde, bedeni iyiden iyiye dalgalanan O ğ z oturd u ğ koltukta giderek aşağ kayıyordu. Yaprak her zamanki ted irğ n tavrıyla, kafasını ön tarafa uzatıp, “O ğ z , ne oluyor, iyi
misin? Panik atak mı geçiriyorsun yoksa?!” diye sordu.
Yaprak’ı kapüşonundan tutup geriye çektim. “Sığrların panik atak geçirdiğ nerede görülmüş? Titreşime almıştır telefonu,” dedim.
O ğ z , bizim görüş açımızdan tamamen çıkıp yere kayınca
Yaprak’la aynı anda başımızı öne uzatıp O ğ z ’a baktık. “Kankalar, fenalardayım...” dedi bedeni yerle otuz derecelik bir açıyla
dururken. “Cebimde Gökhan’la Yaprak var da... Durm uyorlar.”
İçimdeki sinir ibresi, yine aniden en yukarılara fırlamıştı. Erken yaşta sinir hastası olmamak için, kendimi kontrol etmeye
çalışsam da başaramayıp olabildiğince kısık sesle, “Ulan farelerin okulda işi ne?! Manyak mısın sen?!” diye desibeli az, agresyonu bol bir şekilde sordum. Cevap, kesinlikle beni daha çok
kızdıracaktı. Buna emindim.
Y alnız fare demesek... Almıyorlar,” diyerek, yine takılacak
en son yeri buldu gereksizlerin öncü lideri. Sonra, tahm in ettiğim ğ b i beni delirtecek açıklamayı yaptı. “Sabah kalktığm da
kafeste çok acayip bir şeye şahit oldum. Sinan, Yaprak’a kötü
şeyler yapmaya kalkmış.” Ayarsız organizma, göz kırpıp, “Anlarsınız ya,” dedi.
İşte o an dayanamayıp alttan tekmeyi savurdum. “N e diyorsun oğlum sen?!”
“Kanka yanlış anladın... Fare Sinan, Fare Yaprak’a... Sonra
Fare Gökhan da ismini aldığ babası ğ b i korumacı tavırla Fare
Sinan’a saldırınca-”
Yaprak, kısık sesli atışmalarımıza eklenip, “Abi sen de farelere koyacak başka isim bulamadın mı?” dedi. “Ortalığı alevlendirdin bak durduk yerde!”
Derdi sahnedeki yakınlaşmalar olan Gökhan bizimle ilğlenmiyordu bile. Kendi kendine, “Lan bir şey yapmam lazım, kızı
öpecek bu hıyar yoksa,” deyip aniden O ğ z ’a döndü. “O ğ z ,
versene şu fareleri ben tutayım.”
Yerde debelenen O ğ z , “Valla mı lan?” diyerek sevinçle cebindeki beyaz hamsterları çıkarıp Gökhan’a uzattı.
Ben pes edip kendimi geriye attım ve sırtımı koltuğa yasladım. “Fare Sinan ile Fare Yaprakmış...” diye mırıldanıp ne halleri varsa görmeleri için olay dışı kalmaya karar verdim.
Ve bu kararımın üstünden yaklaşık otuz saniye geçmemişti
ki, Romeo ve Juliet’in öpüşme sahnesi geldiğ an, Gökhan fareleri tiyatro sahnesine saldı.
Ortalık bir anda karıştı. O ğ z , farelerin peşinden, Y avrularım!” diye bağırarak sahneye fırladı. Juliet yattığ yerde dirilip
çığlık çığlığa kulise kaçtı. Salondakiler fareler yüzünden korkup ayaklandılar ve kaçışmaya başladılar. Kim kime dum dum a
kaotik ortamda, Gökhan fırsattan istifade sahneye çıkıp, “Adın
neden Romeo lan senin!” diyerek Veyselcan’a saldırdı. Kulisten
Veyselcan’m arkadaşları çıkıp kavgaya karışınca birden işler çı
ğırından çıktı. İşin içine biz de m ecburen dahil olunca, kendimizi topluca m üdürün odasında bulduk.
Lise hayatımızın ilk senesinin neredeyse ortasına gelmiştik.
O kısacık birkaç ayda defalarca uyarı almış, sık sık m üdürün
odasına misafir olm uştuk ama daha öne hiç o kadar kalabalık
bir ekiple bulunmamıştık o boğucu odada. İçeride biz de dahil neredeyse on beş kişi vardı. Herkesin başı önünde, bir tek
O ğ z ağlamaklı bir yüz ifadesiyle m üdüre derdini anlatmaya
çalışıyordu.
“Hocam, Gökhan’ın hiçbir suçu yok, bırakın onu lütfen...
Yavrum korkup ani bir panikle saldırdı sahneye!”
M üdür, fırtına öncesi sessizlik klişesinin bir örneği olarak
masanın ucunda otururken parmaklarını senkronik bir biçimde
masasına vurarak, “N eden korktu?” diye sordu.
O ğ z , kaşlarını çocuksu bir ifadeyle kaldırıp, “Kalabalıktan...” diye yanıtladı. Bir adım öne çıktı. “Hocam, küçücük şey
ya... Aniden onca insanı görünce panikledi.”
M üdür yapmacık bir şaşırma ifadesi takınıp sandalyesinde
geriye yaslandı. ‘Yapma yaa...” diye mırıldanıp bakışlarını Gökhan’a çevirdi. “Kalabalık fobin mi var senin Gökhan?”
Gökhan kafasını yerden kaldırıp şaşırmış ğ b i O ğ z ’a döndü.
O ğ z kaşlarını çatıp durum u düzeltmek için, “Ha... O değil
ya,” deyip m üdürün masasının üstünde ters çevrilmiş bir bard ağ n içinde duran evcil faresini işaret etti. “Ben Fare Gökhan’ı
diyorum .” Sonra yüzüne umursamaz bir ifade yerleştirip Gökhan’ı işaret etti. Dudaklarını büzerek, “Bu sığıra ne yaparsanız
yapın,” dedi. “H er şey bunun başının altından çıktı zaten. O nun
yüzünden Yaprak kayboldu!”
M üdür şaşırıp, “Ne? Yaprak mı kayboldu?” diye sordu.
“Evet hocam. Kaybettik o curcunada.”Benim hemen arkamda sakladığım Yaprak, elini bel boşlu
ğuma sokup kendisine yer açtı. Kafasını uzatıp, “Ben buradayım
ya,” dedi. “Boyu kısa diye bir insanın üstüne bu kadar gidilmez
ki!”
‘Y ok ya! Ben Fare Y ap-”
E haliyle m üdür biraz delirdi.
“Eeee yetti be!” diye gürledi. “Ailenizin verdiği paralara da
mı acımıyorsunuz oğlum? Ama ben acıyorum!” Ayağa kalkıp
yanımıza geldi. ‘Y e sırf o yüzden her defasında hafif cezalarla
affediyorum ama bıktım ben bu yeni dokuzuncu sınıflardan!
Geçenlerde biri de pisuarı çalmış! Yav pisuardan ne istediniz?”
M üdür, bir anne klişesini yaşatıyordu bize yine. Konuyla alakası olmayan ne varsa sıkıştırdı araya... Maksat gerginlik olsun.
Biz buna alışık olduğumuzdan sadece susup gazının bitmesini
bekliyorduk. Kendi kendine birkaç şey daha söyledikten sonra
gözü üzerleri yırtık pırtık perilere kaydı. Perilerin tam önünde
durup yüzünü buruşturdu. “Sinirlerim altüst oldu iyice! Şu tiplere bak... Siz niye bu haldesiniz ulan?”
Kırmızılı erkek peri, çekinerek olayı açıklamaya başladı.
“Hocam... Romeo ve Juliet’ten sonra Külkedisi oyunu vardı
ya... M ecburen iptal olan... Biz onda periydik. Bu arkadaşın
Veyselcan’a saldırdığını görünce...”
Sinan, kendisini her zamanki “m üdür odası sessizlik m odu”-
na almış olsa da bu görüntü karşısında dayanamayıp kulağıma
eğilerek, “Perilik müessesesine saygım kalmadı,” diye fısıldadı.
“Milletin hayatına ne periler giriyor... Bizim hayatımıza giren
periler de sihirli değneği bizim götümüze sokuyor. Anlamadım
ki ben bu işi-” derken kapı çaldı. Ve içeri kıvırcık saçlı, uzunca
bir kız girdi. Sinan kızı görür görmez, “Aha, gerçek peri geldi,”
dedi hayran hayran.
M üdür kıza dönüp öfkeyle, “Sen kimsin?!” diye bağırdı.
Kız ürkek bir halde içeri girip, “Şey... Ayşegül Erdinç ben...”
dedi. “Babamla dün konuştunuz telefonda. Yeni kayıt için-”
M üdürün yüzü aniden güldü. Gözlerinde dolar işareti, kafasında bozuk para sesleri yankılanmaya başladı sanki. Ellerini
ovuşturup, “Oooo Osm an Erdinç’in güzel kızı...” dedi kendi
kendine. Yüzündeki gülümseme odadaki bir avuç agresif ergene
kayınca tekrar soldu. Öfkeyle, “Çıkın lan dışarı hepiniz!” diye
bağırıp yüzünü düzeltmeyi ihmal etm eden tekrar kıza döndü.
“Norm alde böyle değildir okulumuz. Bugün azıcık karışık, kusurum uza bakma güzel kızım.”
Dışarı çıkarken Sinan kulağıma, “Kim bilir kimin kızı ha...”
diye fısıldadı. “H em güzel hem zengin... İyi valla.”
Hepimiz odadan çıkarken O ğ z yalvaran gözlerle Fare Gökhan’a bakıyordu. Fare Gökhan’ın ise, hayat um urunda d eğl gibiydi.
f V f
Gözüm üzün önünden film şeridi gibi akan o ğ n ü hatırladıkça hepimiz histerik bir şekilde ğ lü y o rd u k . Sinan ellerini
dizlerine vurarak ğ le rk e n , ‘Yalnız yalnız...” deyip Ali’nin lafını
kesti. “O yeni, zen ğ n öğ en ci hatun gelmeseydi, harcardı m ü
dür bizi. İyi yırtmışız ha...”
O anıya ğ lem ey en tek kişi, evlat acısı çeken O ğ z ’du. “Benim m inik bebeğm ... Alçak m üdür, fen laboratuvarına koydu
yavrumu o olaydan sonra,” dedi surat asarak.
“Ay hatırladım!” dedim O ğuz’un koluna dokunup. Sonra
ekibe dönüp, “Şeyi hatırladınız mı? Fare Gökhan’ı laboratuvardan çalmaya kalktığımız ğ n ü ? ” diye sordum.
“O ayrı ğ n ü n konusu ğ z e lim . U zun bir geceydi.”
Biz hâlâ ğ le rk e n O ğ z abartılı hüznünü, “Hey ğ d i!” efektiyle destekledi. “Fare Yaprak’ı da hademe Kamil’in kedisi Ziya
yemiş duyumlarıma göre. Yaprak döküm ü!”
“Abi o dayak yemiş, kabadayı periler gözümün önünden ğ tmiyor!”
“Merve aşırı kızmıştı bana. Beni affetsin diye tüm okul dersteyken megafonla şarkı söylemiştim... Hey ğ d i ğ n le r .”Oğuz, onunla birlikte hüzün denizine tüpsüz dalan Gökhan’ın kafasını çekip öptü. “Romantik agresifim benim ...” Daha
sonra planını hatırlamış olacak ki, doktorla göz göze gelince iğ
renç bir oyunculukla, şaşırmış gibi yaparak, “Şey... Işıkları kim
söndürdü?” diye sordu.
Eline vurup, “Aptal, o kör taklidi...” diye tısladım.
Parmağını bize gülerek bakan doktora doğrultup, “Aaa...
Şey... Göz doktoru değl miydiniz siz?” diye sordu.
Salak O ğ z .
Doktor sağlam bir kahkaha attı. Ben içimden bizi tımarhaneye atmamaları için dua ederken doktor, benim d ü şü n d ü ğ -
m ün aksine ğ derek bize daha da ısınıyor ğbiydi. “Sıradakine
geçelim mi? Epey keyifli oluyor bu seans,” dedi.
Sinan heyecanla parm ağnı kaldırdı. “Bu defa ben!”
K o ltu ğ n u hafifçe geriye iten doktor, “U nutm a...” diye hatırlattı.
Sinan cümleyi doktorun tamamlamasına izin vermeden,
“Daha eski,” dedi. “Tamamdır!”
SİN A N
7 K A SIM 2012
Elimdeki kahve fincanını havalı bir şekilde dudaklarıma gö
türürken karşı balkondan bana bakıp ğ lü m sey en kızla gözlerim buluştu. H em en dokuz numaralı bakışıma3 geçtim.
Çapkınlık el kitabımdaki formüllerle hızlıca kızın puanını
hesapladım. Gülümsemesinin sıcaklığna kanaat notu kullanarak yedi buçuktan sekiz verdim kıza. Bu da demek oluyordu ki,
ğ ç lü numaralarımdan birini yapmam gerekiyordu.Elimi cebime atıp kahve fincanını pencerenin kenarına bı
raktım. Kızın dikkatini çekebilmek için kabaca perdeyi araladım. Kız, elindeki kitabı bırakıp beni izlemeye başladı. Yüzünde
heyecanı görüyordum. Bu beni daha da gaza getirdi. G ülüm
seyip üç parm ağm ı havaya kaldırdım. Dudaklarımı üç kelime
der ğ b i kıpırdattım. Kız gülünce sessiz sinema oyununun işe
yarayacağnı anladım ve içten içe heyecanlandım. İşaret parma
ğ ın ı havaya kaldırıp, “Birincisi,” dedim. Kızı işaret ettim. Kızın
dudakları ben der ğ b i açılıp kapandı. Başımla onayladım. Parm ağını diğer kelimeye geçiyorum der ğ b i hareket ettirdim. Cebimden kim liğm i çıkarıp isim kısmını işaret ettim. Kız iyice
oyuna ısınmış gibi ayağa kalktı. Anlamaya çalışırken gözlerini
kısıp işaret ettiğ m yeri görmeye çalıştı. “İsim?”
Pencereyi açtım. Ü çüncü kelimeyi işaret etmek için üç parm ağını havaya kaldırıp kıpırdattım. İki elimi yana açıp yüzü
me çocuksu bir merak ifadesi yerleştirdim. Kız anlamadı. Daha
sonra gülümsedim. Parm ağm la havaya görünmez bir soru işareti çizdim. Kız, “Soru işareti?” diye bağrdı. Sesini duyar duymaz kalbim ağırlaştı. N aif ve güçlü... Bir puan daha kazandın.
D eğştirm esi için parm ağm ı parmaktan sonra diyen M ehm et Ali Erbil edasıyla oynatmaya başladım. Kaz birkaç tahminin
sonunda d o ğ u cevabı verdi. “N e?”
Kafamı salladım.
Kız, “Aaaa, buldum !” dedi heyecanla. “Benim ismim ne?”
ikimiz de güldük.
ikimiz gülünce bir puan daha kazandı.
Bu defa o anlatmaya başladı.
İncecik parm ağnı havaya kaldırdı.
Tam o an kızın güzel gülüşüyle beynimden vurulmuşa döndüm sandım. Ama öyle değldi. Kafama gelen bir plastik portakaldı beni vuran. Yüzümü buruşturup arkamı döndüm . Yaprak
hepimize bir şeyler fırlatıyordu. A ttığ plastik portakallardan
biri benden sekip pencerenin önündeki bardağa geldi. Bardak
olduğu ğ b i bilğsayarla uğaşan Gökhan’ın üstüne devrildi.Gökhan, Y andım yandım!” diye bağırarak ayağa fırladı.
“Kızım, manyak mısın?! Karşı evdeki kızla kesişiyordum,
rezil oldum!”
“Haşlandıııııııım!”
Gökhan’a dönüp, “Abartma lan, içinde soğuk su vardı fincanın. Kıza havalı ve gizemli görünm ek için aldım elime!” diye
açıklama yaptım.
“O d eğl be,” deyip kulağnı tuttu. “K ulağm yandı!” O ğ z ’un
elindeki çakm ağ fark edince, “Lan, beni mi yakıyorsun sen?!”
diye bağrdı.
“Kanka, bir şey deniyordum ...” diye mırıldandı O ğ z . Y ap
rak kafama o şeyi fırlatınca dengem şey oldu da... Kulağını yaktım...” Suçunu bastırmak için okları Yaprak’a çevirdi. “Sen niye
atıyorsun kız kafama o şeyi?!” derken, Yaprak’ın elindeki kafesi
ve içindeki hamsterları fark etti. Kendini ortaya atıp, “Anaaa,
onlar ne kız?” dedi sevinçle.
“Suçlu belli oldu işte! Sen koydun bunu odamın penceresine değil mi? Hasta herif!” diye adeta çemkirdi Yaprak.
Odadakilerin bağış çağrışları Ali’ye kadar ğtm iş olacak ki,
elinde bir spatulayla odaya ğrdi. “N e bağrıyorsunuz lan yine?
Apartmandakiler şikâyete gelirse, hepinizi çarşaf ğ b i d ü ğ m le r
sallandırırım balkondan ha!” Yaprak’a dönüp hafifçe ğ lü m s e -
di. “Sen hariç tabii ki ğ z e lim .”
Yavaşça kanepeye oturup bacak bacak üstüne attım. “O baş
lattı kanka bu defa,” dedim Yaprak’ı işaret edip. Gökhan, kula-
ğ m yakan O ğ z ’u atlayıp suçu Yaprak’a yöneltti. Sinirle, “Tam
bilğsayarda çok önemli bir iş üzerindeydim, içine etti...” dedi
dişlerini sıkarak. “Kızı bırak, sen ğ t Ali... Enğzisyon mahkemeleri kurulsun, bu cadıyı bu defa kesin infaz edeceğm .”
Ali, Yaprak’ın belinden tutup arkasına sakladı onu. Spatulayı bir kılıç ğ b i önüne tutup savurdu. “Hele bir dene!” derken,
savaşçıdan ziyade Bolulu Haşan Usta ğ b i görünüyordu. Biraz
daha havalısı belki... İçimden bunu düşünüp ğ le rk e n dikkatimi Yaprak’m tiz sesi dağttı.“Ama kim koydu bu şeyleri penceremin önüne ya?!” Parma
ğıyla halının ortasındaki kafes ve içindeki dört tane fareyi işaret
etti. “Annem gördü, kalp krizinden gidiyordu kadın!”
Oğuz, çoktan ısınmıştı bile hayvanlara. Kıkır kıkır gülerek
bir tanesini kafesten çıkarıp öptü.
Yaprak tabii delirdi. “Kesin senin işin bu Oğuz, itiraf et!”
Oğuz, “Lan manyak, dört hamstera para verip alsam sana
mı veririm?” diye sorunca Yaprak ona hak verip kısık gözleriyle
bize döndü. “Siz mi koydunuz?”
Gökhan, “Manyak mıyım lan ben?” dedi sinirle. Bilgisayarını fırlattığı yerden alıp tekrar açtı. O na hak verip kafamı salladım.
Yaprak, Oğuz ve farelerden oldukça uzak bir köşeye çöküp
kendi kendine mırıldandı. “Evet, manyaksınız. Yaparsınız siz...”
Ali de Yaprak’m yanında halıya çöküp hamsterlar hakkında
bir sohbete girdiğinde olay bizden çıktı. O sıralar öyle absürt
şeyler yapıyorduk ki, bu çok normal bir durum gibi geliyordu
o yaşlarda. Ortalık yatışınca karşı balkondaki kızı kontrol ettim.
Yoktu. Oflayarak yeniden Gökhan’ın yanına oturdum . Bilgisayarda saçma sapan şeyler yapıyordu. Endişeyle karışık bir m erakla, “N e yapıyorsun?” diye sordum.
“Kanka, M erve’nin hesabını hack’liyorum.”
“N e?”
“Basbayağı... Deli oldum abi, sevgilisi var mı, kimlerle konuşuyor falan diye... Öğrenm eden rahat edemeyeceğim.”
“Nasıl bir manyaksın lan sen? İnsan platoniğinin hesaplarını
hack’lemeye kalkar mı? Git güzelce açıl kıza, sor...”
‘Ya boş yapma... Kafamı karıştırıyorsun. Bir dur...” deyip
FBI’da çalışan bir siber suç avcısı gibi klavyeye rasgele basmaya başladı. Ancak W inx C lub’taki Tekna gibi göründüğünü ona
söylemedim. Hevesi kırılmasın sığırımın...
Bir süre kendi kendine uğraştıktan sonra ne yapıp ettiyse
M erve’nin hesabını ele geçirmeyi başardı. Bilgisayarı kanepenin üstüne bırakıp kendini yere attı. Tepinerek, “Ulaaaaaaaan! Girdim hesaba girdim!” diye bağırmaya başladı. “Bekle beni Sarışın! Karademir yuvasının ilk adımıdır bu!”
Yaprak, yerde tepinen Gökhan’a acıyarak baktı. “Merve
bunu duyduğunda Karademir ailesi kurulmadan mahkeme kararıyla gerisin geri dağılacak...” Kenardaki minderi Gökhan’a
doğru fırlattı. “Kız inşallah mahkemeye verir seni.”
Gökhan durup kaşlarını çatarak, “Sus kız sen!” diye bağırdı. “Senin yüzünden cehennem bölgem ıslak ıslak oturuyorum
zaten, gelecekteki çocuklarım tehlikede... Valla senin de kaderini hack’lerim, sen Johnny Depp beklerken Sezercik’teki Topal
N edim yazıveririm alnına!”
Ali derin bir nefes alıp, “Boş konuşuyorsun Demirli, bom
boş!” dedi. E haklıydı. Tam meraklanıp Gökhan’ın bilgisayarına
bakıyordum ki, Gökhan gelip beni ittirdi ve bilgisayarı tekrar
kucağına aldı.
“Neyse beni salın, şimdi sekiz bin tane mesajlaşma okuyacağım.”
Birkaç saat herkes kendi halinde takıldı. Ali’yle Yaprak oyun
oynadı. Oğuz evlat edindiği dört faresine bizim isimlerimizi
taktı ve onlarla ilgilendi. Ben ara sıra karşı balkona baktım ancak kızı bir daha göremedim. Hackerlık kariyerinin başındaki
Gökhan ise, deftere harıl harıl bir şeyler not ediyordu.
Kafamı bilgisayar ekranına uzattım. “Ana dal olarak hackerlık, yan dal olarak da Facebook çalma falan mı kazandın Tekna
reis?” diye dalga geçtim. “O ne iş defter falan?”
Gökhan, elindeki defteri adeta bir Death N ote’muşçasına
katilvari duygularla salladı. “Kıza yürüyenlerin listesi.” Sinsi bir
gülümseme yerleştirdi yüzüne. “Acayip bir kara liste oluyor.
Mesajlarda sona yaklaştım...”
Gülüp eğlenceli olacağını düşünerek mesajlara ben de göz
misafiri olmaya başladım. Ama eğlenceli olmadı. Ç ünkü bahtsızlık konusunda yüksek lisansım olduğu için çok acayip bir şey
oldu. Ve M erve’nin mesaj kutusunda ismimi gördüm.
Gökhan birkaç saniye donup kaldı. Sonra, bana dönüp buz
gibi bir ses tonuyla, “Bu ne... Sinan?” diye sordu.Salağa yatmak ve vakit kazanmak için, “Efendim?” dedim.
“O n e ? ”
“Lan sen M erve’ye mesaj mı attın?”
Şüpheyle gözlerimi yana çevirdim. “Atmış mıyım?” Yutkundum . Asla hatırlamadığım bir konu yüzünden öldürülebilirdim. Ö lü taklidi mi yapsam, hafıza kaybı mı?
“Kanka katili olmak istemiyorum. N e olur bu ben değilim,
aynı ismi paylaştığım ve öldürülmesinden rahatsız olmayaca
ğım biri de... Valla kanım çekildi, bir şeyler oluyor bana...”
Numarayı bırakıp oturduğum yerde doğruldum. “Kanka hiç
hatırlamıyorum ya...” dedim çaresiz bir ses tonuyla. “Bir yanlışlık var.”
Gökhan hızla mesaj kutusuna girdi. Ekranda şu saçma m esajlar yazıyordu:
Sinan: Selam, S ıZ bizi m okulAa m ıSm ıZ ?
ÎAerve: Evet?
Sirıân: Ben Ae bizim okulAayım. '
M erve: E fe n d im ?
Sinan: Saçlarım ı yavruağzm a boyatayım Aiyorum. N e AerS İn ?
M erve: Aptal mıfm ya ? Bern... Sen Şu okulAa sürekli bana
bakan agres'rfin arkaAaŞı değil m isin?
Sinan: Yavruağzı... Nasıl renk am a? Etkilend in bence.
tAersfe: Engelliyorum, hepiniz ruh h a sta sıSm ız !
Şoklar içinde benim yazmadığım mesajları okurken bacaklarım gerilmekten lastik gibi oldu. “Kanka vallahi haberim yok
bu mesajlardan... Hiç benim mesajlarıma benziyor mu? Baksana...” ?v:
Birkaç saniye birbirimize bakıp aynı şeyi düşünm üş gibi öfkeyle O ğuz’a döndük. Oğuz farelerden birini havaya kaldırıp,
‘Yem inle aynı Gökhan,” derken, Gökhan bilgisayarı sinirle kapatıp O ğuz’un üstüne atladı. Oğuz, ‘Yavrum u ezeceksin!” diye
fareyi koynuna soktu. Fare tişörtün altından kaçınca Yaprak
fareden korkup Ali’nin sırtına çıktı. Ben korkuyla telefonumuçıkarıp mesaj kutusuna girdim. Ve arşiv mesajlarda okuldan
rasgele kızlara atılan saçma sapan mesajları gördüm... Gökhan,
O ğuz’la boğuşurken diğer fareler de kafesinden kaçmış, ev birden karışmıştı.
Gözüm döndü ve ben de O ğuz’un üstüne atladım.
Gökhan’ı hacker sanırken, hackerın babası aslında
O ğuz’muş... Aşk hayatımı hack’lemiş de haberim yokmuş!
“Abi bence o haftanın olayı, hesap hack’lemeyi öğrenen
Gökhan’ın fizikçinin hesabını hacklemeye kalkmasıydı.”
“Güya sınav sorularını bulacaktı hack’leyip.”
“Beceremeyince de inattan gidip herifin laptopunu araklamıştı.”
“Abi herifin Google aramasında ‘imkânsız fizik soruları’ yazıyordu ya... Ruh hastası psikopat.”
Biz yine bir psikolog eşliğinde konuşmuyorm uş gibi kendi
aramızda konuşmaya dalmıştık ki doktoru fark ettim. Konuya
onu da dahil etmek için, “Sonra ne oldu biliyor m usunuz?” dedim gülerek. “Biz laptopu fizikçi anlamadan yerine koymaya
öğretmenler odasına sızdık. O arada kimyacı içeri girmesin mi...
Oğuz, görmesin diye hocanın yüzüne çanta fırlatmıştı panikle!”
“Kadının burnu estetikmiş, düştü!”
Oğuz yeniden mağrur yüz ifadesini takındı. “Abi daldaki
erik mi bu? Nasıl düşebilir bir burun, hâlâ aklım almıyor.”
D urum a hâkim olduğumdan açıklama yapmak zorunda hissettim kendimi. O ğuz’a dönüp sanki o an tek önemli mevzu
oymuş gibi burun düşmesini açıkladım. “Kanka öyle bir şey de
ğil o ya... Burun ucu içten düşüyor...” Parmağımla burnum u
kaldırıp yüzüm ü O ğuz’a yaklaştırdım. “Kaldırıyorlar ya böyle
estetikle. O düşüyor işte pıt diye. Teyzeminki de düşmüştü
oradan biliyordum. Eniştemle cilveleşirken burnunu ısırmıştı
eniştem...”Oğuz kafamı itip konuşan Gökhan’a döndü. “Bir de sığır
Oğuz, nerede düşürm üştünüz hocam, arayalım demişti!” deyip
elini ağzına kapatarak güldü Gökhan.
“Kanka nasıl bilebilirdim ben burun düşmesi ne demek...
Estetik cerrah mıyım? Aslında...” Sonra aklına ne geldiyse güldü. “Fena fikir değil ha. Estetik cerrah olup bütün silikon m emeleri yok edebilirim. Yaşasın tam bağımsız gerçek memeler!”
Kimse saçma oyununa tepki vermeyince kendi kendine sakinleşti. “Ben anlatabilir miyim sıradakini?
O Ğ U Z
23 EK İM 2012
“Bugün m üdür yok, kafam rahat resmen. Gördüğü yerde
kaşındaki demiri çıkar diye arızaya bağlıyor herif. Hocam yeni
yaptırdığım için çıkardığımda delik kapanıyor diyorum, ben yenisini delerim Demirli diyor kıs kıs gülüp.”
“Bir ayda okuldaki tüm hocaları, m üdürü kendine düşman
ettin ya helal olsun kardeşim.”
“Abi hep birlikte ortalığı karıştırıyoruz, akılda ben kalıyorum anlamadım ki...”
“Göze batıyorsun Demirli... O ndan.”
Bizimkileri tuvaletten dinliyordum. Tuvalete gitmeden önce
Gökhan’ın telefonundan kendimi arayıp masaya bırakmıştım.
H em tuvalette sıkılmamış oluyor hem de ani çıkışlarımla onları
korkutma fırsatı yakalıyordum. Bence süper zeki bir insan olduğum dan böyle harika fikirler bulmam normaldi ama kendimi
bu vesileyle tekrar kutlamak istiyorum.
Yanlışlıkla osurdum.
“Ulan Sinan, sen mi osurdun sığır? Yemekhanedeyiz be!”
“Valla ben yapmadım. Ali yapmıştır.”
“Sokarım tuzluğu soluk boruna, iftira atma.”
Dışarıdan sesler gelince panikle telefonu sessize al m oduna
ayarladım.Bu arada Melis, öğleden sonraki tarih sınavında telefonları
toplayacakmış yine M uhittin Hoca. Ben sutyenime saklayaca
ğım, verm em telefonumu!”
“Ben de mi öyle yapsam?”
Sinirlendim. U yduruk bir şiveyle, “Tuvaletler bozuk yeğenim tamir ediyoruz. H er yerden dışkılar saçılıyor, çıkın gidin
yav!” diye bağırdım dışarıdakilere. Kızlardan biri, “Aynaya bakıyoruz ya!” dedi yayık ağızla. ‘Yav yeğenim kapıya boşuna mı
yazdık girmeyin arızalı diye! Valla üstünüz dışkı kokar!” deyince ben, hom urdanıp çıktılar.
Görev başarılı.
Tuvalet benim özel alanımdı ve orada yalnız olmaktan hoş-
lanırdım.
Telefonla bizimkileri dinlemeye geri döndüm . Kütürt diye
bir ses geldi. Gökhan birini kütürdetiyor olabilir. Şap şap diye sesler geldi. İş çirkinleşiyor olabilir. Lımbırtokotur gibi kafamda
harflere dökemediğim acayip sesler gelmeye başladı. Zihnim de
oluşan resimde Gökhan’la Sinan içinde su olan bardakları ağızlarına sokup birbirine tokuşturuyordu. “U ff insanın aklına yüz
tane şey geliyor... Konuşsanıza be!” dediğim an Sinan konuştu.
“Kanka, Cadılar Bayramı’na daha var. N ereden çıktı bu?”
derken kıkırdadı. “Ayrıca okulda ne işi var bunun?”
Yaprak okula cadı mı getirmiş?
Cadılar Bayramı’nda ortaklaşa cadıya giriliyor teorim doğru olabilir.
Cadılar Bayramı’nda okul tatil oluyor muydu ya?
Yaprak cadı olabilir mi?
Gökhan da cadı olabilir, şaşırtmak soru...
Gökhan’ı yaksam yanmaz o zaman, bir ara denemeliyim.
Beynim hızlı soru turuna geçip kendi kendini eğlendirmeye başladığında anladım ki, köpekler gibi sıkılmıştım. Telefonu
çorabıma sıkıştırıp kalkış için son hazırlıklarımı yaptım. Elimi
tuvalet kâğıdına attığımda bir boş kartonla karşılaştım. Bu durum başkaları için büyük bir problem olabilirdi. Ama benim
için değildi. Büyük bir serinkanlılıkla çorabımdaki telefonualdım. Sessiz m odundan alıp hafifçe öksürdüm. Ve sonra son
gücümle bağırdım.
“Imdaaaaaaaaat! Tuvalet kâğıdı bitmiş, biri bana getirsiiiiiiiiiiiin! M ahsur kaldım! Interpol, Amber alarmı, FBI! Lütfen
bağlantıya geçebileceğiniz herkesi arayın!”
Ahizeden, hepsinin korktuğunu belli eden sesler gelince bir
rahatlama geldi bana. Gökhan, ne olduğunu anlayıp telefonu
eline almış olacak ki, ses giderek yaklaştı. “Benim telefondan
kendisini aramış bırakmış buraya yine!” diye bağırdı. Sonra
kulağına dayayıp bağırmaya devam etti. “Abi! Babam seninle
aramda bir şeyler olduğunu düşünüyor her ay faturayı görünce!
Ruh hastası herif!” Ve telefonu yüzüme kapattı. Büyük bir serinkanlılıkla bir daha aradım.
“Senin lacivert hırkanı giydim. Popom u ona silmemi istemiyorsan bana tuvalet kâğıdı getir.”
Telefondaki agresif sığır sesi, “Oğuz seni sarsarım,” diye
yükseldi.
“Çabuk!” deyip telefonu kapattım ve beklemeye başladım.
U m duğum gibi, Gökhan dayanamayıp birkaç dakika sonra aradı. Gayet gergin bir şekilde, alo bile demeden, “Neredesin ses
ver!” dedi.
“Kızlar tuvaletindeyim ben. Oraya gel,” deyince ben, varlı
ğıyla yokluğu arasında pek fark olmayan minik ve narin kulaklarımı kanatan bir desibelle bağırdı. “NE?!”
Telefonu kulağımdan uzaklaştırıp, “Heyecan olsun diye...
Hadi oyalanma,” diye geçiştirdim. H em en sonra, tuvaletin dış
kapısının aralandığını işittim. “Sen misin Gökkuşağıııım?” diye
bağırdım onu sinirlendirmek için. Kırmızı görmüş boğa gibi
hom ur hom ur sesler işitince benim sığırımın geldiğine emin
oldum. Gökhan bütün kapılara tıklatıp içeride kimse var mı
diye kontrol etti.
“Kapıya arızalı yazdık o kadar, kimse yok işte!” Yan tarafımdaki tuvalette bir hareketlenme hissettim. Kafamı kaldırıp
baktığımda Gökhan’ın ellerini gördüm. Kafasını üstten çıkarıp
öfkeyle bana baktı.Bebeğim kapının arasından alırdım ben...” dedim onu sinir
edecek bir sakinlikle. Tahm in ettiğim oldu ve sinirle kafama bir
rulo tuvalet kâğıdı fırlattı. Ardından bir tane daha...
Ü zerim e rulo rulo tuvalet kâğıdı yağarken kafamdaki keyif
ibresi iyice yukarı çıkıyordu.
“N e gülüyorsun ulan ne?!” Gökhan iyice delirdi. ‘Yem in
ederim bıktım senden lan! Şurada yakalansak adımız çıkar ilk
günden! D ört sene uğraş dur sonra!”
Tuvalet kâğıtlarından birini elime alıp Gökhan’a doğru
salladım. “Kafanı çekecek misin yoksa detayları merak ediyor
m usun?” Dişlerini sıkarak bir elini yum ruk yaptı. Elinde atacak
tuvalet kâğıdı kalmadığından fırlatmak için bir şeyler aradı ama
buladı. Sanırım üzerine bastığı peçetelik bu debelenmeye dayanamayarak kırıldı ve Gökhan düştü.
“Klozete düştüm laaaan!”
İşimi hızlıca halledip Gökhan’ın o halini görmek için dışarı
çıktım. Ve tam o an içeri biri girdi. İçeri giren kız, beni görünce
aniden panikledi.
Gökhan’ın kestiği sarışın, çirkin kız değil mi o?
Sıska bayağı.
Memesi yok.
Götü yere yakın.
Sinsidir bu.
Sarı. Sıska. Sinsi. 3S.
Gökhan’a çok bile.
Aaa Gökhan...
Gökhan’ın içinde olduğu tuvaletin kapısını sonuna kadar aç
tım. Gökhan klozetten kalkmak için debeleniyordu. Gökhan’ın
platoniği, beni görmenin şokunu atlatamadan tuvaletin içine
düşmüş ve orada debelenen Gökhan’ı görünce kıza kal geldi.
Sarıyı görünce Gökhan’a ise, her zamanki gibi ani bir kriz...
Kendini kontrol edemediği için yanlışlıkla bedeni klozetin içine
iyice girdi.Sarı, kafasını çevirip gözlerini kapadı. “Pardon ben yanlış
geldim galiba...” diye m ırın m ırın konuştu.
“Aynen,” dedim gözlerimi kısıp. “Erkekler tuvaleti yan tarafta.”
Gökhan debelendiği yerde, “Şey pardon, ufak bir problem
için gelmiştik de... Arıza varm ış-” diye sarıya açıklama yapmaya çalışıyordu. Sarı, Gökhan’ın çırpınışlarını görünce kendini
tutamayıp güldü. “Anlıyorum,” dedi elini ağzına kapatıp. “Ben
gideyim en iyisi.”
“Dur, gitme!” diye bağırdı Gökhan. Kız olduğu yerde durdu. O an saçma bir sessizlik oluştu. Klozete poposu girmiş bir
sığır, kızlar tuvaleti ve ben... Bir de balkabağı... Bir tuhaflık vardı
ama... Ama ne?
“O ğlum sizi arıyor Sinan’la Ali erkekler tuvaletinde. N e arı
yorsunuz burada?”
Aaaa, balkabağını Yaprak tutuyormuş.
Yaprak da kabaktan kısa, göremedim.
Sonradan atacak boyu herhalde.
Enlemesine daha uzun.
Yorganı enlemesine örtmesi daha mantıklı.
“Yaprak sen yorganı enlemesine mi örtüyorsun, boylaması
na mı?”
Yaprak anlamayıp gözünü kırpıştırarak baktı bana. Kafasını
iki yana sallayıp, “Saçmalamayı bırak da söyle, sen mi koydun
bunu dolabıma?” İçeri doğru bir adım attı.
Elimle dur işareti yapıp, “Kız! Nim etle içeri girme,” dedim.
Gökhan’ı işaret ettim. “Böyle çarpılırsın bak.”
Gökhan, âşık şeytanını içinden egzorsizm yöntemiyle çıkardıktan sonra güç bela kendini dışarı attı. “Şey... Tam am en yanlış anladın. Açıklaması güç bir durum aslında... Ama...”
Yaprak elindeki kabağı, kızla mantıksız kelimeleri yan yana
dizerek diyalog kurmaya çalışan Gökhan’ın kucağına bıraktı.
Kabağı işaret edip, “Ayrıca fare yılan falan bulsan tamam da...
Kabak pek benim mizahıma uym uyor,” diye konuya bir açıklık
getirdimBayağı evlere şenliksiniz siz ya...” deyip bir kahkaha patlattı
sıska sinsi.
Sıska sinsi... Slim Shady4gibi oldu.
“Şey... Bir şey soracağım sana. Rap yapıyor m usun?” diye
sordum kıza.
Teneffüste bahçede oturm uş, M erve’yi izleyerek Gökhan’ın
ağlamaklı delirmelerini çekiyorduk. Bir yandan, “Oğlum ne
saçmaladın lan rap falan? Kaçırdın kızı!” diye bana yükleniyor,
diğer yandan “Abi çok güzel kız ya... N e güzel güldü bana tuvalette,” diye kendi kendine m utlu oluyordu.
“Ha evet, kesin O ğuz’un saçma soruları yüzünden kaçmış
tır. Yoksa kızlar tuvaletinde iki sap bir kabağa rastladığı için de
ğil yani,” deyip güldü Sinan.
Yaprak’m saçını çekip, ‘Yaprak sana kabak diyor bu,” dedim.
Yaprak elimi savuşturup benden uzaklaştı.
Elimdeki top kekin jöleli kısmını sıyırıp attım. Güzel kısmı
nı sonra yemek gibi bir alışkanlığım vardı ve bunu iyice abartıp
güzel kısmı hiç yememe noktasına getirmiştim son günlerde.
Ben kekimin geri kalanını komple ağzıma sokarken Gökhan’ın
yine aşkı depreşti. Saçlarını savuran kıza bakarak, “Bak şuna ne
kadar da güzel...” dedi iç çekerek. “Abi ne yapıp edip bu kızdan
telefonunu isteyecek cesareti toplamam lazım. Ama bugünkü
rezaletten sonra çok zor...”
“Abi git iste ne olacak?” dedi yılların çapkını Sinan.
Gökhan panikle gözlerini kocaman açtı. Ani bir kriz geliyordu, hissettim. Gökhan’ın beline sarıldım. ‘Yapamam! Kızla
konuşurken acayip saçmaladım bugün. Konuşamıyorum ben o
güzel gözler beni izlerken! İsteyemem ben!” derken belindeki
beni fark etti. “N e yapıyorsun ulan sen?”
“Kanka istersen ben alırım kızın telefonunu.”Nasıl olacak o iş?”
“Bir dahaki teneffüs bu iş bitmiştir, bil.”
‘Yapar mısın lan harbi? Hı?”
“Tabii kanka. Ayıpsın...”
Bir sonraki derste bir bahaneyle hocadan izin alıp, dışarı
çıkıp G ökhan’a verdiğim sözü tutm ak için planımı yürürlüğe
soktum. Hazırlıklarımı hızla tamamladıktan sonra Mervelerin
sınıfının önüne gittim. Tuvalette duyduklarımdan sonra beynim planı otomatik olarak hazırlamıştı. Sıska Sarışın’m sınıfı o
an tarih dersinden sınav oluyordu. Bu, planımı kusursuz hale
getirecek bir detaydı. Kapıyı çalıp içeri girdim. Tarihçi asık suratlı ve kompleksli, kırmızı suratlı bir adamdı. Hiç sevmezdim.
Yalandan gülümseyip, “Hocaaaam,” dedim. Takvimin arkasında bile ismi yazmayan sevimsiz hoca, parmağını dudağına gö
türüp sessiz olmamı işaret etti. Ardından aynı parmağını yanma
gelmem için kıpırdattı. H em en yanma koştum.
Kulağına eğilip, “Hocam size kargo geldi de... İmzalamanız
lazımmış. Yukarıdan çağırıyorlar.”
‘Yapma ya... N e kargosuymuş ki?”
“Bilmiyorum ki hocam ya... Kargoyu getiren adam biraz agresifti, sorgulayamadım. İlla diyor alıcı imza atsın...”
Saatine bakıp, “Hay Allah,” dedi. “Sınav yapıyordum çocuklara...”
“Hocam, iki dakikanızı almaz. Siz gidin ben bakarım buralara...” dedim.
Hoca sınıftan çıkınca birkaç saniye içinde sınıfta bir uğultu
oldu. “Şşş, kopya çekeni yakarım, anında ispiklerim ha!” deyip
cebimden telefonumu çıkardım. “Video çekiyorum. Güvenlik
kamerası...”
Herkes anında önüne dönüp başını kâğıtlarına eğdi. Ortam
müsaitti. Birkaç adım sağa yanaşıp öğretmen masasının önünde durdum . Ve bingo! Tuvaletteki kızların dediği doğruydu.
M uhlis Hoca telefonları toplamıştı.
Halis miydi lan bu adamın adı yoksa? Halis Muhlis...
Çocuğum olursa adını Halis Muhlis mi koysam? Büyünce onunla
dalga geçer gülerim.
Düşünsene... Bir büyüyorsun, adının Halis Muhlis olduğunu kavrıyorsun...
Offf çocuğumun o yüz ifadesini görmem lazım.
Neyse... Sıskanın telefonu... diye kafamı toparlayıp işime
odaklandım. Tek gözümle biri bana bakıyor m u diye kontrol
edip hedefime ulaştım. Saniyelik bir farkla içeri organik domates hoca girdi. H em en yanma koşup durum u kontrol ettim.
“Kargocu yoktu?” diye sorguladı beni. Şüphelenmesin diye,
“Hocam bekleyip gitti demek ki...” dedim. “Kargoyu bırakmış
mı bari?”
“O nu bırakmış, evet...” Burnunu kaşıdı, “isimsiz kargo...
Ama ben kimin yolladığını anladım.” Kulağıma eğilip fısıldadı.
“Dalga geçer gibi balkabağı yollamış bana! Kesin eski karım!”
Gülm em ek için kendimi güç bela kontrol edip, “Hadi ya...”
dedim. Resmen krizi fırsata çevirip kendime eğlence çıkarmış
tım. Adamın şok ve bozulmasını birkaç dakika izleyip tatmin
olduktan sonra izin isteyip sınıftan koşarak kendi sınıfıma çıktım.
İçeri girip heyecanla Gökhan’ın yanına oturdum . “Kanka...
Aldım kızın telefonunu!” dedim sevinçle.
Gökhan’ın birden eli ayağı titredi. Şaşkınlık ve sevinçle,
“Ne?! Valla mı diyorsun lan?” diye sarstı beni.
Cebimden kazın telefonunu çıkarıp masaya koydum. “Al...
Kızın telefonu.”
Gökhan birkaç saniye önce telefona, sonra bana baktı. “Bu
ne lan?” diye sordu.
“Kızın telefonunu çaldım.”
“Lan Oğuz... Lan ayarsız organizma... Hıyar! Ben num arasını istiyordum lan! Telefonunu komple çal getir diye kim dedi
sana?”
“Sana da iyilik yaramıyor. Ver, geri götürürüm .” Elimi telefona uzattığım an, elime şaplağı yedim.“D ur lan dur... Yakalanırsak hırsızlıktan atılırız okuldan.
Dikkatli olmamız lazım. Bir de...” Sağa sola baktı. “Bir bakayım
şuna kimlerle konuşuyor.”
Rehbere girdi.
Arda
Berk
O rçun
Veyselcan
Görkem
Kemal
“Bu ne ya... Yeni doğan erkek bebekler için isim önerisi kataloğu mu? Niye burada hiç kız ismi yok lan?”
“Kanka, Halis M uhlis diye kayıtlı bir isim var mı baksana?”
“Lan dalga geçme bir dur...” dedi tansiyonu düşen Gökhan.
Sanırım Türkiye’nin ilk Halis Muhlis bebeği benimki olacak.
Kızın rehberi yüzünden ağır sarsılan Gökhan kollarını kontrol edemiyormuş gibi iki yana saldı. “Kıskançlıktan kalbimi
hissetmiyorum şu an. Ö ldüm m ü acaba?” O sırada bize kulak
misafiri olan Sinan arkasına döndü. “Oğuz seninle gurur duyuyorum kardeşim,” dedi. Ona gururla göz kırpıp kızın telefonunda bir şeyler yapan Gökhan’a döndüm.
Önce kızın telefonuna kendi numarasını kaydetti. Sonra
kendi numarası hariç rehberdeki bütün numaraları sildi. Sonra
telefonu bana uzatıp, “Al, bir bahaneyle aldığın yere geri bırak.
Tam am mı? Hadi koş...” dedi.
“Az önce kızın rehberindeki herkesi sildin ve sadece kendi
numaranı mı bıraktın, yoksa gözlerim bana bir oyun m u oynuyor?” Gökhan’a şoklar içinde baktı Sinan. Ben telefonun ucundaki kuş pelüşünü sallayarak güldüm. ‘Yaptı kanka valla... N eyse... Yakalanırsam hırsız Gökhan’mış gibi görünür. Ben yırttım.
Hadi ben kaçar,” deyip koşa koşa teneffüse birkaç dakika kala
tarih sınavının olduğu sınıfa döndüm . Hoca kâğıtları topluyor,
sınıftakiler telefonlarını alıyordu. Sinsice öğretmen masasının
önünde durup telefonu kutuya geri atmak için fırsat kollamaya
çalıştım.Derken kutuda sadece bir telefon kaldı. K utunun başında
ise sinsi sıska ve bir tane erkek kaldı. Sinsi sıska, ucunda sarı bir
pelüş asılı telefonu alıp yanındaki çocuğa döndü. “Kerem, senin
telefonun nerede?”
Çocuk şaşırarak kutuya elini daldırdı. “Anlamadım ki? Ben
de koymuştum kutunun içine... Başkası mı aldı yanlışlıkla?”
“Nasıl bir şeydi?”
“Ucunda Pokemon pelüşü asılıydı.”
“Kahretsin!” dedim. Cebimdeki telefonu hafifçe çıkarıp
baktım. Pokem on’du.
Pokemon’la kuşu hep karıştırmışımdır.
O karmaşada telefonu sınıf defterinin arasına sıkıştırıp sı
vıştım.
Ve Kerem bir süre Gökhan’ı kendisine âşık sandı.
‘Ya var ya, Kerem’den ucuz yırttım ha... Elimi çabuk tutup
M erve’yi yarım dönemde ayarlamasaydım bitmiştim. Hayır bir
insan serçeyle Pokem on’u nasıl karıştırır!”
“Kanka benziyorlar ya...”
“Bu arada tarihçi o kabak olayından sonra karısının evine bir
koli hıyar yollamış duyduğuma göre. Kadın delirip bunu tartaklamaya evine gelmiş. Balkabağının intikamı...”
Ali, O ğuz’un koluna vurup, “Hayır, bir insanın nereden aklına gelir böyle şeyler, anlamıyorum ki,” diye güldü.
“Kanka ben de anlamıyorum inanır mısın? Beynimde aşırı
hızlı bir şekilde bir sürü şey akıyor, ben saçma bir yerde duruyorum gibi hissediyorum bazen.” Güldü. “Şaka şaka. Aşırı zekiyim ben. H er şey ondan oluyor.”
Hepimiz gülerek doktora baktık. Bitmiş olması gereken seans bitmemişti.
“Gökhan... Son anıyı sen anlat,” dedi doktor.
Gökhan şaşırıp, “Ama şey...” dedi. “En eskilere kadar gittiler.
Ben daha-”Daha eski bir anı vardır.”
Gökhan anlamış gibi gülümsedi. “Sanınm evet.”5652 kelime