6

186 3 0
                                    

Saçmalama! Kime sorarsan sor, iki akıllı gencin yapacağı şeyin bu olduğunu söyler. Diğer türlü kendini sürekli huzursuz hissedeceksin. Aynı çevrelerdeyiz... Beni her gördüğünde rahatsız olmak yerine, hafifçe tebessüm edip selam vermek daha
kolay değil mi?"
"Beni yine oyuna getiriyorsan çok kötü olur sarı kafa. Yeminle kâbusun olurum bu defa!"
"Rüyalarım olduğun gibi mi?"
"Allahım... Allahım ..." Bir buton arar gibi parmaklarımı vü­
cudumda gezdirdim. "Yavşaksavar butonum neredeydi benim !"
Sırık sağlam bir kahkaha attı. "Geç oldu," dedi gülerek. "Eve
bırakayım seni..."
Panikle telefonum un saatine baktım. "Ana kraliçeden dört
cevapsız çağrı mı... IM D B'si 3,5 bir korku filmi... İzlemeye gelirsin artık sarı."
Arkama bakmadan koşmaya başladım. Islak toprak, her bastığımda ayaklarımın altından kayacak gibi oluyordu. Üzerim e
başıma sıçrayan çamur da cabası... Annem in aramaları bahaneydi aslında. Barış'm kafamı karıştırmasına engel olabilmek ve o
konuşmayı sonlandırabilmek için kaçıyordum. Ama arkamdan
gelen ayak sesleri beceremeyeceğimi söylüyor gibiydi.
Bizim mahalleye girdiğim an, arkamdaki ayak seslerini kontrol etm ek için döndüm . Ayağım hafifçe yerdeki taşla tökezledi.
Görüş alanıma Barış girince toparlanıp tekrar hızlandım. "Ulan
gitsene be!"diye bağırdım.
Y aprak bir dur!"
"Manyak mısın oğlum sen?!" Geçtiğimiz karanlık sokak
beni ürküttüğü için sesimi biraz kıstım ve daha hızlı koşmaya
başladım. Kendi kendime, "Sırık kafayı yedi..." dedim. Y aktı
balataları..." Nefes nefese kalmıştım. "Şu an bu ıssız sokakta ba­
şıma her şey gelebi-" derken ne olduğunu anlamadan ilahi bir
güç tarafından sağdaki çimenlere yuvarlandım. Yere düşüşü­
m ün verdiği sersemliğe, yağmurun şıkırtısı ve güçlü bir m otor
sesi karıştı. Çam ur içinde kalan bedenimi güç bela kontrol al­tına alıp sırtüstü döndüğüm de Barış'ın da yanımda düştüğünü
gördüm. O da benim gibi nefes nefese ve çamurlar içindeydi.
Şokun etkisiyle öyle hızlı atıyordu ki kalbim, beynim, "Çamura saplanmışken yerçekimi biraz abartsa da, mezar da hazır
olsa," diye bir fikir attı ortaya. Beyin ölüm ü böyle bir şey miydi
ki?
Elimle çamurdan destek alıp sürünerek kendimi Barış'tan
biraz uzaklaştırdım. "Manyaksın sen..." dedim korkuyla. "Ruhunu soğukta bıraktın da, soğuk m u aldın sen Sırıkların efendisi? Yeminle ruh hastası oldun sen!"
"Aptal aptal konuşma," dedi kendini çamura iyice bırakarak.
"Arkasından gelen motosikleti görmeyip az kalsın ölecek olan
birine göre fazla konuşuyorsun şu an."
Deterjan reklamındaymışçasına çamur olan üstüm başıma
aldırmadan, ellerimi çamura saplayıp usulca doğruldum. "N e
diyorsun be? Şizofrene bağladın bak şimdi de. Olmayan şeyler
uyduruyorsun. Bak vallahi korkarım ben öyle şeylerden Sırık.
Alırım seni de üçün beşin hesabını yapmadan korkulacaklar listesine, sittin sene yaklaşamazsın yanıma!"
Doğrulunca birkaç metre ilerimizdeki sarı şemsiyeyi gördüm. Barış'ın kapıma bıraktığı ve benim biraz önce parkta bı­
raktığım şemsiye... Paramparça olmuştu.
"Sadece şemsiyeyi sana vermek istemiştim," dedi usulca.
"Ama tarih tekerrürden ibaretmiş cidden. Sana verdiğim ayakkabı da parçalanmıştı. Değil mi?"
Kafamı Barış'tan yana çevirdim. Üzerine yağmur damlaları­
nın düştüğü koca adam, küçük bir çocuk gibi göründü gözüme.
Birkaç saniye daha bakarsam yelkenleri suya indireceğm i ve
ona karşı tekrar savunmasız hale geleceğimi bildiğimden başımı
yola çevirdim.
Üzerimize yağmur deli gibi yağarken hiçbir şey söylemeden, yarın deliler gibi hasta olacağmızı bile bile çam urun içinde
oturduk. İkimiz için de zor birkaç dakikaydı, eminim. İkimizin
arasında geçenler hep bir tuhaftı ama, o an için belki de en tuhaf
dakikalarımızı yaşıyordukHiç beklemediğim bir anda, "Bir duygusal..." dedi Barış. Benimle konuşmaktan ziyade, kendi kendine konuşuyor gibiydi
ses tonu. O na doğru baktığımda yattığı yerden doğrulduğunu
gördüm. Üzerindeki m ontu çıkarırken, "Bir ciddi..." dedi. Çı­
kardığı m ontu, dış yüzü çamura gelecek şekilde koyup içindeki
kapüşonlu hırkasını çıkardı. "Bir inatçı..." derken hırkayı benim
kafama örttü.
Hızlıca ayağa kalkıp yerdeki kirli ve ıslak m ontu üzerine
geçirdi. "Bir bakıyorum balkonunu gözetliyorum, bir bakıyorum parkta seni ikna etmek için dil döküyorum. Sonra aniden
kendimi gecenin bir vakti yağmurda peşinden koşarken buluyorum. Sonra hoop!" Üzerindeki çamuru gösterdi. "Sen bana
ne yapıyorsun ya? Beni bu hale getirmeyi nasıl başardın? Ger­
çekten artık aşkı falan geçtim. Şunu açıkla bana, yemin ederim
siktir olup gideceğim hayatından!"
Barış'ı ilk defa küfrederken duyuyordum. O şokla ben de
hem en ayağa kalktım. Kalbim anlamsız bir şekilde yeniden hızlı
atmaya başladı. Öyle berbat bir histi ki bu... İçinizi gıcıklayacak
türden bir kalp atışı değildi. Ü stüm başım gibi, kirliydi sanki.
Kalbim kan değil, çamur pompalıyormuş gibi rahatsız ediciydi.
Kirli ellerimle, berbat ettiğim hırkasını Barış'a uzattım. Eliyle hafifçe ittirdi hırkayı. "Lütfen..." dedim usulca. "Al da gideyim ."
"Sende ufacık bir anım bile kalmasın istiyorsun, değil mi?"
"Alakası yok... Sadece bu doğru değil. Hiç olmadı zaten..."
"Bu haksızlık. Oyuna hükm en yenik girip son terine kadar
mücadele etmiş biriyim demektir bu." Hafifçe gülümsedi. "Bari
fair-play ayağı... Formalarımızı değiştirmiş sayalım." Elimdeki
hırkayı alıp tekrar başıma örttü. "Hadi git. Gerçekten hasta olacaksın. Ve o herif yine, sana verdiğim tek şeyin zarar olduğunu
iddia edecek." Eliyle hafifçe itti beni. "Hadi gitsene."
Dayanamayarak, "Asıl bu haksızlık!" diye bağırdım. "Aklım
çok ermiyor bu aşk işlerine diye, benimle her fırsat bulduğunda
eğlenmen, kafamı karıştırman... Haksızlık olan bunlar. Ben se­nin için üzülüyorum. O yüzden geldim peşinden. Sadece oyunun kesin olarak bittiğini söylemek istedim. Beklemeni, daha
da üzülmeni istemedim. Ben artık seni gerçekten m utlu görmek istedim!"
"Bana bir sebep göstersene! Lütfen, tek bir sebep göster..."
Bir adım attı bana doğru. "Hayatımın en karanlık günlerinde
tesadüfen gördüm seni. Ve birden her şey düzelmeye başladı.
Sonra tekrar çıktın hayatımdan. Son iki aydır, nedensizce sarpa sardı her şey. Ailemde, okulumda, sınavlarda... Tesadüf de...
Denk gelmiştir de... U m urum da değil! Senden uzak kaldığımda kötü şeyler oluyor. Bencilce geliyor sana şu an. Ama... bunun
bir işaret olduğuna inanıyorum ben. Sen benim kaderimdeki
kişisin. Aradan kaç yıl geçerse geçsin, kaç kişi geçerse geçsin...
Bir gün senin bana geleceğine inancım tam."
"İyi geceler Barış."
"İyi geceler, rüyalar kızı." Hafifçe güldü. "Amazon kızı, iki
ay önce öldü. O parkta... Ben de kaderimdeki kıza yeni bir isim
taktım. Güzel, ha?"
Eve geldiğimde annemden ciddi bir azar işittim. U zun sü­
redir öyle büyük kavga etmemiştik hatta. Beni yine sorum suzlukla suçlamaktan girdi, odamdaki dağınıklıktan çıktı. Sonra üç
ay önceki kavgadan girip doğarken ona verdiğim acıdan çıktı ki
bunun için kendisini birkaç dakika ayakta alkışladım.
Kendimi, annem in gazabından kurtarır kurtarmaz üzerim ­
deki çamurdan kurtulabilmek için banyoya attım. Elimdeki şeyin Barış'ın hırkası olduğunu fark ettiğm de kendim den önce
onun üzerindeki çamurları temizledim. Daha sonra üzerimdekileri çıkarıp kirli sepetine fırlattım. "Vicdan kaç kiloydu be..."
diye mırıldandım kendi kendime. Sanki her hareketim üç ton
olup hareketlerimi ağrlaştırıyor gibiydi.
Pantolonum u çıkarmadan evvel telefonum u çıkardım. La­vabonun ıslak olmasını umursamadan, bırakıverdim oraya. Tam am en iç çamaşırlarımla kalınca su doldurm ak için küvetin kenarına iliştim. Sol elimi musluğa uzatırken sağ elimle kulağıma
giren çamuru çıkardım.
"Şu ân iğrencim," dedim kendime. "Lağım karışmış belediye
fıskiyesi gibi her yanımdan çamur çıkıyor."
Suyun ayarına bakmadan bedenimi güç bela küvetin taşından çekip aynanın önünde durdum . Annem in kızdığı kadar
vardı elim yüzüm. Kapkara olmuşlardı. Birden aynadaki görüntüm kötü kalpli bir kadına dönüştü. Ellerimi yüzüm ün kenarı­
na koyup her zamanki abartı sever tavrımla, "Ben günahkâr bir
kadınım..." dedim. Saçma Yeşilçam oyunum u devam ettirecek
neşem olmadığından saniyesinde tekrar düştü yüzüm.
H er şeyi şakayı vurup kendini iyi etmesini bilen aptal bir
kızdım halbuki. Ama o an ne yaparsam yapayım, olmuyordu.
Yanlış bir şey yapmasam da, yapmak istediğim iyi şeyi elime yü­
züme bulaştırmıştım. H em de ağır bir şekilde. Aynadaki yansı­
m am olan, kötü Yeşilçam karakteri kadına bakarak, "Ee ben ne
dedim ki?" diye sordum. "Kalbim Ali'ye ait dedim mi? Dedim.
U n u t beni dedim mi? Dedim. Sen manyaksın dedim mi? Eee...
Dedim !" D erin bir nefes aldım. Sanki aynadaki yansımam bana
kıkır kıkır gülüyordu o an. "N eden böyle hissediyorum ki ben?
Vallahi beynimi çıkarıp avuçlarımda sıkacağım şu an. Gerçekten..." Aynaya doğru bir adım yaklaştım. "Keşke çay kaşığı olarak doğsaydım. D ert yok, tasa yok..." Birden annemi çay kaşığı
doğururken hayal edip güldüm. "Doktor bey, şok..."
Birkaç dakika daha aynadaki görüntüm le konuşsaydım, çıldıracaktım. Aptal kafam, duygusal anları kaldıramıyordu çünkü.
Üzülmekle dalga geçmek arasında saçma bir arafta kalıp bir ruh
hastası gibi davranıyordum. Kendimi ani bir hareketle buz gibi
fayansa bıraktım. Lavabonun kenarındaki telefonuma uzandım.
Annem ile kavga ederken fark etmemiştim ama Ali tam altı defa
aramıştı. Birkaç tane de beni merak ettiğyle ilgili mesaj vardı.
Ali'nin mesajlarını hızlıca okurken, "Sanırım annem bana ula­şamayınca onu aradı..." diye mırıldandım kendi kendime. M esajlardan çıkıp arama kaydına girdim. Son arayanlardan, Ali'nin
kırmızı renkteki isminin üzerine basıp çekinerek aradım onu.
Telefon daha bir kere çaldı çalmadı ki, hem en açtı. Paniklemiş
gibi bir hal vardı sesinde. Dayanamayıp çat diye suratına kapatıverdim.
Ali'nin paniklemiş sesi, içimdeki vicdanın kalbini ağzına getirmişti. Birden kalbim hızla atmaya başladı. Sanki Ali'ye cevap versem sesimden az önce Barış ile olduğum u anlayacakmış
gibi... Ali'ye hızlıca, "Ben iyiyim, merak etme..." diye mesaj atıp
telefonu tamamen kapattım. Sanki bütün vücudum alev almış
gibiydi.
İç çamaşırlarımı da hızla çıkarıp kendimi dolup taşmak üzere olan küvetin içine bıraktım. "Allahım gerçekten bu aşk meşk
işleri bana göre değil. Hatalı mal mıyım, güncellemem mi tam
değil anlamadım ki..." Suyun içinde bacaklarımı çırpmaya baş­
ladım. "Diğerleri on yedi yaşa sekiz aşk sığdırıyor, ben iki tanesinde balataları sıyırdım."
Gitgide ısınan bedenim, artık haşlanma kıvamına gelmişti.
Elimle kendime yelpaze yaptım ve ensemi küvetin taşma yasladım. Sudan çıkan yoğun buharı görmemle sıcaklığın içimden
değil de içine cup diye atladığım kaynar sudan olduğunu anlamam bir oldu. Kendimi sudan dışarı atıp bir su kaplumbağası
gibi fayansa yüzüstü uzandım. "Allaaaaahım yanıyorum!" So­
ğuk fayansta ağlayarak yılan gibi ilerlemeye başladım. "Ö lüyorum , vallahi ölüyorum!" Güç bela doğrulup lavabonun suyunu
açıp elimle üzerime soğuk su sıçratmaya başladım.
"Ulan Sırık! Hayatıma girmenle, her şeyin altüst olması bir
oluyor. Bir de demez mi sen hayatıma girince her şey düzeliyor diye... N eden acaba?!" Suyu iyice açıp üzerime avuç avuç
su atmaya başladım. "Bütün kötü enerjini bana geçiriyorsun.
Topraklama seansı anasını satayım... Gel bana, belanı bulaştır
git. Pam uk gibi yaşa, oh!"
Bedenimdeki kızarıklıklar, aptallığımın vücudum a yayılışharitası gibi değişik desenlerle peyda olurken lavabo m usluğunu kapatıp kendimi tekrar banyonun orta yerine bıraktım. Sinirden gülmeye başladım. Son iki saatimi düşününce olanlar
trajikomikti çünkü. Trajik kısmı ben, komik kısmı diğer olaylardı. Sinirlerim o kadar bozuktu ki, gülmem birden ağlamaya
dönüştü. Yüzümü yıkayamadığım için hâlâ kulaklarıma kadar
çamur içindeydim. Vücudum kaynar su yüzünden haşlanmış
ve kıpkırmızıydı. Çıplak bir halde fayansta oturm uş, bir yerde
sürünüyor, bir gülüyor, bir ağlıyordum.
'Y ok kızım..." dedim ağlamamı kontrol altına alınca. Elimi
solumdaki lavaboya atıp usulca ayağa kalktım. "Bir daha bulaş­
mak yok böyle liseli aşk dramalarına... Senin neyi-" Tam o an
aynada kendimi gördüm. Ağlayan korkunç yüzüm. Çamurlar
da cabası... "Ulan şu tipe âşık olup gerilim yaratıyorsunuz bir
de! Vallahi sorun sizde, bende değil!"
Önce lavaboda elimi yüzüm ü yıkadım. Sonra suyun ısısını
ayarlayıp hızlıca duş aldım ve savaş meydanına dönen lanetli
banyodan kendimi kurtardım. Bornozuma sıkı sıkı sarılı bir
halde odama geldim. Dışarıda üşü, banyoda yan... Sonra tekrar üşü. Bedenimin ısı ayarı iyice geçiş mevsimindeki bir açık
bir kapalı havalara döndüğü için, direkt üzerime kaim yünlü bir
şeyler geçirdim. Saçlarımdaki havluyu çıkarmak yerine, Kleopatra gibi dolanmayı tercih edip saç kurutm a faslını pas geçtim.
Bir süre odamda oyalandıktan sonra aklıma üzerindeki çamurları temizlerken ıslattığım Barış'ın hırkası geldi. Kirli sepetinin üzerine koym uştum ve onu orada annemin görmesi risk
arz ettiği için ayaklarımı popoma vura vura banyoya gidip hırkayı aldım. Kirli sepetine attığım m ontum un cebinden Barış'm
notunu alıp hırkanın cebine tıkıştırdım ve sonra odama geri
döndüm . Ana kraliçe ve dedektif ruhu yüzünden, arkasından
çevirdiğim işlerde temiz çalışmam gerekiyordu.
Hırkayı odamdaki cılız bir ısı yayan kalorifer peteğine astım.
"Dışarısı evden sıcaktır ha," diye hom urdanıp yağmurun durup
durmadığını kontrol etm ek için perdeyi araladım. Yağmur bira-kın durmayı, iyice delirmiş gibi yağmaya başlamıştı. "Amanın,
bu ne... İzm ir'e en fazla çay bardağından boşanırcasına yağmur
yağardı. Bu nasıl yağ-" Cüm lem i tamamlayamadan gözüm kaldırımda bekleyen kişiye kaydı.
Ali?
Ali beni pencerede fark ettiği an, oturduğu yerden kalkıp
bana eliyle alt kapıyı açmamı işaret etti. Öyle büyük bir şokla kalakalmıştım ki, ne saatten haberim vardı ne de evdekilerin
uyuyup uyumadığından. Bunların hiçbirini düşünm eden kafamda kocaman havluyla aşağı kata indim. Annem ler uyum uş­
tu, kat kapkaranlıktı. Onları uyandırmamak için sessizce hareket ediyordum ama kalbim o kadar hızla çarpıyordu ki, onun
sesi uyandıracaktı annemle babamı.
Otomata basıp Ali'nin yukarı çıkışını beklemek ölüm gibi
bir şeydi. Bir gözüm babamla annemin odasında, diğeri m erdivendeydi. Ali evin kapısının önüne geldiğ an bütün vücudum
titremeye başladı. İşaret parm ağm ı dudağm a bastırıp, "Sessiz
ol, tamam mı?" diye tem bih ettim.
O nu, olabildiğnce sessiz ve hızlı bir şekilde odama çıkarıp
kapıyı iki defa kilitledim.
Ali'ye karşı hissettiğim mahcubiyet, annemle babam uyanır
korkusu ve merdivenleri üç adımda çıkmak kalbimin dengesini
iyice bozmuş, dizlerimde güç kalmamıştı. Kapıyı kilitler kilitlemez, sırtımı kapıya dayayıp kendimi yere bıraktım. Nefesim
düzene girince Ali'ye bakıp, "Bir gün gerçekten babam seni
bu saatte benim odamda basacak ve sağlam sıçacağz," dedim.
"Oğuz tipi sıçmaktan bahsediyorum. U zun uzun, sağlam..."
Konuyu başka yere çekmek adındaki üstün çalışmam, Ali'nin
bir bakışıyla yerle yeksan oldu. Ali ıslanmıştı. Kaygılıydı. Belki
biraz kızgın... Birkaç saniye bana bakıp derin bir nefes aldı ve
kendini pencerenin önüne bıraktı. "N eden açmadın telefonum u Yaprak?"
"Şey... Annemle kavga ediyorduk da..." diye yalan söyledim.
O kadar utanmıştım ki, başımı önüm e eğdim. "Duym amışım ."İki saat boyunca mı?"
"Ö zür dilerim seni merakta bıraktığım için." Sürünerek
yanına gittim. "Markete kadar gittim sadece. O sırada çamura düştüm... Annemle de kavga ettik bu saatte gizlice markete
gittim diye..." Kafamdaki havluyu çıkarıp Ali'nin saçlarına dokundurdum çekinerek. Yalan söylemek zorunda kaldığım için
kendimi o kadar kötü hissediyordum ki, yanaklarım müthiş bir
sıcaklıkla yanıyor, kalbim kocaman elleri olan bir adam tarafından sıkılıyordu. "Ö zür dilerim, gerçekten..."
Ali, elimdeki havluyu alıp usulca yan tarafına koydu. Yü­
züm ü avuçlarının arasına aldı. "Canın acıdı mı?" diye sordu.
"D üştüğünde..."
H em en kızgınlığını unutup beni düşünen birine yalan söylediğim için iyice panikledim. Kafamı hızlıca iki yana salladım.
Yanaklarımın al al olduğundan emindim ama yüzüme düşen
ıslak saçlarıma güvenerek aldırış etmedim. T uhaf davrandığımı
fark etmiş olacak ki, "Sen iyiysen, sorun yok," dedi.
"Affettin mi beni?"
"Affedilecek bir şey değl. Sadece..." derken beni rahatlatmak
için tebessüm etti. "Sadece biraz abarttım sanırım. Bilirsin...
Bazen abartıyorum." Küçük bir hareketle dibime kadar sokuldu. "Aslında ben değl de..." dedi. Elimi tutup işaret parm ağm ı
kavradı usulca. Gözlerimin içine bakarak parm ağm ı göğüskafesinin soluna götürdü. "O abartıyor..." Kalp atışlarını hissettiğm
küçük dokunuş, kısa sürdü. H em en parmağımı yerinden kaldı­
rıp şakaklarına götürdü. "O abartıyor..." Kocaman gülümsedi,
"içinde sen olduğun her yer, her zaman abartıyor... Ama son
zamanlarda en çok..." derken, aynı parm ağm ı gamzelerine gö­
türdü. "Burası abartıyor. Sen yokken bile, daima orada."
M üthiş bir utanç, heyecanıma karıştı. Panikle parm ağ­
ını çektim. "Ama..." diye fısıldadım başımı yere eğp. Bu, onu
güldürdü. Kocaman kemikli elleriyle, avuçlarına tam oturan
yanaklarımı tuttu ve gözlerimiz tekrar buluştu. "D urum böyleyken zaten sana birkaç saniyeden fazla kızgın kalamam benO yüzden şu suratı yapma. Tamam mı? Seni pencerede gördü­
ğüm an affetmiştim zaten."
"Üşüteceksin..."
Ali, üzerindeki ıslak sweatshirt'ü çıkarıp dikkatlice sandalyenin üzerine bıraktı. Masaya bıraktığım havluyu alıp kurulanm aya başladı. O an fark ettim de...
A li'nin vücudu bir liseliye göre fazla mı gelişmişti?
Gökhan ve Ali geçen yazdan beri pek meraklıydı spora. İkisi,
Sinan ve O ğuz'a göre bir hayli yapılıydı. Bunu hep bilirdim.
Ama o ana kadar bu olaya hiç "o" gözle bakmamıştım. Bu durum onu yarı çıplak görünce içimdeki sivrisineklerin vızıldamasına sebep oldu. Arkasına dönüp bana bakınca o kadar utandım ki hemen kafamı çevirip onunla ilgilenmiyormuşum gibi
yapmaya çalıştım. Bunu fark etmiş gibi, gelip yanıma oturdu.
Kafamı kaldırıp gözlerinin içine baktım. Çünkü gözlerim birkaç santim aşağı kayşa utançtan kendimi oracıkta imha ederdim.
Gözlerine o kadar uzun baktım ki, Ali güldü. "N e geldi aklı­
na?" diye sordu. "Komik bir şey mi?"
"Şey..." dedim çekinerek. Cevabımı merak eder gibi başını
salladı. "Bir liseli için fazla kaslı d eğ l misin sen?" Ağzımdan
bir anda çıkıveren utanç verici cümleyi, Yapraklaştırmak için,
"H ulk ğ b i," dedim. 'Yeşil dev Hulk..."
Söylediklerim Ali'yi güldürdü.
Elimle ağzını kapatıp, "Sessiz ol!" dedim. "Babamlar uyanırsa H ulk olman işe yaramaz! Babalar, kızlarını yeşil devlerden
korurlar!"
Dudaklarının üzerindeki m inik ellerimi avuçlarının içine
aldı. "Bir liseli için fazla olabilir ama..." dedi. Elimi birkaç ay
önce atılan dikişlerinin üzerine götürdü. "Burada bu olduğu
sürece, seni koruyabilmek için güçlü olmam gerektiğni hatırlı­
yorum. Hatırladıkça da..."
"Buz ğ b i olmuşsun..." dedim anaç bir ses tonuyla. "Gerçekten üşüteceksin."
"Isınırım," deyip avuçlarındaki elimi sıktı usulca.O an, içim titredi. Ve içimden gelen ilk şeyi yapıp Ali'ye sımsıkı sarıldım. Azıcık ısınsın diye... Ama o, saniyesinde geri itti
beni. "Buz ğ b i bir adama sarılıp soğuk kapmak istiyorsun ama
ben seni hasta etmek istemiyorum."
H er ne kadar beni düşündüğü için sarılmama karşılık vermeyip geri çekilse de, çok utandırmıştı bu beni. Yüzüm istemsizce düştü ve kendimi biraz geriye attım. Ağzımı açıp utancımı
bastıracak bir şeyler söylemek ve dalga geçmek istedim. Ama
o anda Ali yataktaki ince m or pikeyi alıp üzerime fırlattı. Ona
ne yapmak istediğini sorarcasına bakarken bana yaklaşıp pikeye
beni iyice doladı. İyice şaşırarak, "Ali, ne yapıyorsun?" diye sordum . Cevap vermedi.
Beni pikeye tamamen sardığ an, omuzlarımdan tutup kendine çekti ve sımsıkı sarıldı.
O an nasıl hissettiğini yalnızca şöyle açıklayabilirim: D ünyadaki tüm gerçek aşklar, bir şekerin içine karamel olarak dolmuş da benim dilime konmuş gibiydi. Ve Ali'nin beni ısıtmasıyla o karamel, eriyip kalbime akmış...
Ali'nin bir eli enseme kaydı ve yüzüm ü iyice omzuna gömdü. Kokusu, baharda açan çiçekten daha tazeydi o an. Bir yandan daha önce hiç sarılmamışız gibi sıkı sarıyor, diğer yandan
incitmekten korkar ğ b i birkaç saniyelik aralıklarla kollarını
gevşetiyordu.
Hâlâ arkadaşlıkla sevğlilik arasındaki o tatlı yerde dolaşsak
da... Hâlâ aramızda bir türlü aşamadığınız şekerden bir duvar
olsa da... Son birkaç aydır bana içindeki aşkı her hissettirdiğnde, aşkının m ükem m elliğne inanamayarak türlü türlü sorular
soruyordum ona içimden.
Nasıl olur da bir adam âşık olduğu küçük kadına, kendi bedeni
soğuk diye sarılmaz? Nasıl olur da bir adam, âşık olduğu küçük kadına
sarılmak için onun üzerini sımsıkı örter? Nasıl olur da bir adam... bu
kadar güzel sever?
Ağlamamak için alt dudağm ı ısırdım usulca. Yutkundum.
"Biliyor m usun Ali?" dedim o hâlâ beni sımsıkı tutarken. "Birgün gözlerinin içine bakıp utanmadan ve kendimi sorgulamadan seni sevdiğimi söyleyeceğim günün gelmesi için gün sayı­
yorum ."
"Utangaç seni, seviyorum."
"Bu tuhaf şey..." dedim aramızdaki şeye isim bulamayıp. Sesim çok az titredi. "Beni olduğumdan daha aptal biri yaptı."
"Aptal seni, seviyorum."
"Bilirsin, anlamam ben aşktan meşkten... Başıma geldiğinden beri daha da sakarlaştım mesela."
"Sakar seni, seviyorum."
Aklıma ona yalan söylediğim geldi. Gözlerimi kapatıp, "Ama
ben kendimi sevmiyorum," dedim.
"Senin sevmediğin seni, seviyorum."
"Ben dünyadaki en şanslı kızım sanırım..." diye fısıldadım.
"N e olursa olsun, yanımda kal hep, tamam mı?"
Beni om zundan yavaşça kaldırdı. Dolu dolu gözlerime bakınca ellerimle yüzüm ü kapatmak istedim. Ama pikeye sımsıkı
sarılı olduğum için yapamadım. "Gözlerimi kapatır mısın?" dedim çocuk ğbi. "Hâlâ geçmedi şu aptal şey..."
Güldü. "N e?"
"Kalp şeysi..."
"Ağrısı mı?"
"Öyle bir şey... Utanmakla heyecanlanmak arasında bir şey.
Böyle kalbime bir kavanoz sıcak reçel boşalıyormuş ğbi. H em
böyle sıcak... H em yoğun... H em de usulca acıtıyor ğ b i. Ama
çok acıtmıyor. Böyle ılık bir his..."
"O n iki yıldır, her göz göze gelişimizde hissettiğim şeyi senin kelimelerinle duymak..." Başını geriye atıp güldü. "H ulk
dediğin adamı getirdiğn hale bak... H ulk'un kalbi de sıcak re­
çelle doldu şu an."
Üzerimdeki pikeden aptalca hareketlerle kurtulup ayağa
kalktım. O rom antik şapşal oyunum uz biraz daha devam etseydi çok garip şeyler olabilirdi çünkü. Pikeyi Ali'nin üzerine serip
kendimi elbise dolabımın önüne attım. "Vallahi hasta olacaksın.
Benim kazaklarımdan birini vereyim sana..." Dolabın kapağı­m açıp kıyafetlerimi karıştırmaya başladım. Ali kahkaha atmaya
başlayınca duraksadım, karışmış saçlarımla ona döndüm .
"Sen bir baksana benim cüsseme?" dedi. "Senin herhangi bir
şeyinin bana olma ihtimali var mı? Ya da olsa dahi benim onu
giyme ihtimalim?"
Ali'yi dinlemeden kom odinin çekmecesini karıştırmaya baş­
ladım. "Saç kurutm a makinesi neredeydi..." diye söylendim.
Bulduğumda hızla üçlü prizi Ali'nin yanına çekip saç kurutm a
makinesini prize taktım. O rta dereceye ayarlayıp Ali'nin vücuduna ve saçlarına tutmaya başladım. "Azıcık ısın..."
Ali, ıslak saçları önüne düşerken dünyanın en tatlı bakışını
attı bana. Eliyle kalbini gösterip, "Burayı yaktı..." dedi. "Saç kurutm a makinesi..."
Yalnızca gülümsemekle yetinip işime devam ettim.
Ama o an, kalbimdeki şekerden vidalar eriyip boğazıma doldu. A llahım, nasıl tuhaftı aşkın bendeki karşılığı?
Birkaç dakika sonra, amaçsızca Ali'nin vücudunda gezdirdiğim makineyi Ali benden devraldı. En düşük dereceye alıp
yüzüm e tuttu. Saçlarım sağa sola uçuşurken fazlaca komik gö­
ründüğüm e emindim. O halimle birkaç saniye eğlenip beni
kendine yaklaştırdı ve büyük bir ciddiyetle yarı ıslak saçlarımı
kuruttu.
Küçücük odada, üstsüz bir şekilde Yunan tanrıları ğ b i yanımda dururken yerimde birkaç dakika sabit duram adığm dan
saçma sapan bir şeyi bahane ederek mutfağa indim. Odam mı
çok sıcaktı, Ali'nin olm adığ yer mi çok soğuktu bilmiyorum
ama mutfağa ğ re r ğrm ez serinlik bedenime bir tokat ğ b i çarptı. Sandalyeye oturup birkaç saniye kendime gelmeyi bekledim.
Odadan çıkarken neyi bahane ettiğm i dahi hatırlamıyordum
ama yapabildiğm tek şey bir bardak su alıp odaya geri dönm ekti.
Yukarı kata çıktığm da, kapının önünde soluklanmam gerekti. Kendime, ona eskisi ğ b i davranacağma dair bir söz verdim. Sonuçta hâlâ en yakın arkadaşımdı. Ve eğer üzerine birşeyler geçirmesini sağlarsam, eskisi ğ b i aptallaşabilirdim. Kendi
kendimi onaylayıp elimdeki su dolu bardakla içeri ğrdim . Kapıyı hızlıca örtüp tekrar arkadan kilitledim.
Arkamı dönerken gülerek, "Su içer misin?" diye sordum.
Ama gözlerim Ali'yle buluşunca gülümsemem hızla soldu.
Çünkü Ali'nin üzerinde Barış'm gri hırkası vardı.
Benim aksime o gülüyordu. "Bunu kim unuttu burada?"
diye sordu. "Gökhan'ın ğbi... Zaten diğer çocukların kıyafetlerinin bana olma ihtimali yok."
Cevap veremedim. Elimdeki bardağ düşürm em ek için yanımdaki çalışma masasına bırakıverdim. "O da ıslaktı..." dedim
içimdeki müthiş panikle. "İstersen çıkar, daha k u ru -"
Cüm lem i tamamlayamadım çünkü Ali ellerini cebine atarak, "Gayet kuru bu, sorun yok," dedi. "Söylesene, ne zamandan beri burada bu?"
"Şey..." dedim ne diyeceğm i bilemeden. Artık yalan söylem ek istemiyordum ama gerçek nasıl söylenirdi ki o an? O, durum u yanlış anlamadan ve incinmeden... "Geçen..." Nefes alıp
verişim tuhaflaştı. "Islanmıştı da... Kurusun diye..." Söylediklerim asla bir cümle olmuyordu. Ali'yi de şaşırtmıştı bu.
"İyi misin Yaprak?" diye sordu. Kendimi gülümsemeye zorlayarak başımı salladım sorun yok der ğbi. Ama Ali'nin ellerinin
ceplerinde hareketlenmesiyle tekrar kasıldı yüzüm. Ali'nin kaş­
larını usulca çatarak cebindeki kâğdı çıkardığ an ise başımdan
aşağı kaynar sular döküldü. Vücudum ısınırken ensemden aşağ
bir soğuk indi aynı anda. Bacaklarımın karıncalandığm hissettim.
Ali, üzerinde Barış'm hırkasıyla, Barış'm bana yazdığ notu
okudu...
Bir şeyler söylemek, açıklama yapmak için ağzımı açtığm da
Ali gülümsedi. Elindeki notu hızlıca hırkanın cebine tıkıştırıp
hırkayı çıkardı. Sanki hiçbir şey olmamış ğ b i, "Çok geç oldu,"
dedi. 'Yakalanırsam kötü olacak." Ben ne yapacağmı bilemez
bir halde odanın ortasında dururken ıslak kıyafetlerini geri ğ y -di. Sonra yanıma gelip başımı okşadı usulca. "Sessizce çıkaca­
ğım, korkma. Taner Amca tarafından öldürülm ek için kendimi
çok genç hissediyorum."
"Ali..." dedim, o kapıya doğru birkaç adım atınca. Arkamı
dönüp ona baktım. O n dakika önce aşk ile ısınan yanaklarım,
o an utancın gerçek manasını öğrenmiş ğ b i canımı acıtarak yanıyorlardı.
Birkaç saniye sırtı bana dönük kaldı. D öndüğünde ise, kendini gülmek için ne kadar zorladığ belli oluyordu. "Söyle güzelim ," dedi. "Bir şey mi oldu?"
O nun sakin tavrı, o kadar yaktı ki canımı, ona d o ğ u attığm
adımın bedenimdeki karşılığ, göğsümün üstünde hissettiğm
bir devin ayağydı sanki. Bir adım ancak böyle bir sebep yü­
zünden göğsümü acıtabilirdi çünkü. Bir şey diyemedim de...
Sadece ıslak kazağnın uçlarından tuttum .
Elini, kazağnı tutan elimin üzerine kaydırdı. Önce hafifçe
sıkıp sonra aşağ kaydırdı. Ve boşluğa bıraktı...
Pişmanlık bu kadar acıtıyor muydu cidden?
"İyi geceler küçük titan."
Arkasını dönüp odadan çıktı. Ali'nin görüntüsü odamdan
kaybolunca bacaklarım bedenimi daha fazla taşıyamadı. Kendimi halının ortasına bıraktım. "Sen gerçekten aptalsın," dedim
kendime. Ağlamakla öfkeden delirmek arasında bir yerdeydim.
N e gözümden yaş düşüyor ne de göğsümün üzerindeki yük
hafifliyordu. "İşler güç bela ilerlerken bir de bu çıktı..." Başımı
ellerimin arasına alıp saçlarımı karıştırdım. "Ben üşümeyeyim
diye bana sarılmayan çocuğu düşürdüğüm hallere bak..." Elimi yum ruk yapıp göğüskafesime vurdum usulca. Uyuşm uştu
sanki.
Birkaç dakika sonra kendime geldiğm de yaptığm aptallığ,
şok geçirip tek kelime edemeyerek perçinlediğm için daha da
kızdım kendime. Hızlıca ayağa kalkıp Ali'ye yetişebilmek için
odamdan dışarı fırladım.
M erdivenlere doğru koşarken bir el kolumdan tuttu. Çığlıkatmamam için elini dudaklarıma bastırdı ve beni kendine doğ­
ru çekti. Bu defa canımı acıtmaktan çekinmeden sımsıkı sarıldı
bana Ali... Sırtını duvara yaslayıp başımı göğsüne gömdü. "Sana
geç saatlerde ve hava kötüyken bana gelmemeni söylememiş
miydim ben?" diye fısıldadı kulağıma.
Annemlerin yakalamasını umursamadan, odamın kapısının
önünde titreyen kollarımla ben de Ali'yi sardım. "Ö zür dilerim ..." diye fısıldadım. "Gerçekten özür dilerim. Sadece onunla
aramızda bir şeyler olma ihtimalinin olmadığını ve seni sevdiğimi söylemek için gitmiştim yanına. Yemin ederim..."
"İnanıyorum."
"Gerçekten..."
"Biliyorum."
"Ali... Gerçekten özür dilerim."
"Seni kıskanmaktan korkuyorum ," dedi kulağımın hemen
yanındaki elmacık kemiğimden öperken. "H enüz o kadar başındayız ki her şeyin... Sen kendinden emin olana dek... Bizimkilere söyleyene dek... Tam olarak biz olana dek seni zorlamayaca­
ğıma söz verdim kendime. O yüzden bu gece seni kıskanamam.
Öfkelenemem. Kendime hâkim olmam lazım... N e olur, özür
dileyerek bunu güçleştirme. O lur m u?"
Kalbi o kadar hızlı atıyordu ki... Bunu hissettiğimde başı­
mı iyice yasladım oraya. Çünkü o kendini ne kadar frenlemeye
çalışsa da, kalbinin atışındaki öfke beni kendime daha da getiriyordu. O kızıyordu bana. O kıskanıyordu. O seviyordu...
Birkaç dakika birbirimizin nefes sesini duyarak öylece bekledik. Aşağ kattan ses gelince Ali'yi kolundan tutup odama çektim. Işığı kapatıp kapıyı kilitledim ve kapının ucuna oturdum .
O da yanıma oturdu. Sırtımızı kapıya yaslayıp sesin kesilmesini
bekledik. O an aşağdan gelen sesler, annemlerin bizi yakalayıp
yakalamayacağ o kadar um urum da değldi ki...
Sesler kesildiğnde, "Annem m uhtem elen tuvalete kalkmış­
tır," dedim. Kafamı çevirip konuyu başka bir yere çeken cümleme karşılık Ali'nin vereceğ cevabı kolladım. Odam ın pencere­sindeki yarım açık perdeden sızan sokak lambasının ışığı, onun
yüzüne vuruyordu. Cevap vermedi. Hafifçe alt dudağını ısırdı.
D erin bir nefes alıp, "N e zaman buluştunuz?" diye sordu çekinerek.
"Bu gece..." dedim. "Buluşma d eğl de... Tesadüfen oldu."
Ali'yi uzun zamandır tanıdığm için o an içindekilerin ğ t-
ğ d e büyüdüğünü çok net hissedebiliyordum. "Sorun değl..."
dedim sessizce. "Kıskanman..."
"Şimdi d eğl Yaprak..." dedi. Güldü. Beni rahatlatmak için
güldüğü belliydi. "Zamanı gelince Gökhan'dan beter bir hale
gelmemem için dua etsen iyi olur. Çünkü... Tahm in ettiğ in ­
den daha kötüymüşüm bu konuda."
O na bakmadan elimi elinin üzerine koydum. "Sorun d eğ l,"
dedim. "Ben de pek farklı sayılmam. Bade'yle seni gördüğümde
içimden nasıl bir canavar çıktı hatırlamıyor m usun?"
Bu onu güldürdü. Ama gerçek anlamda güldürdü. Kısık
kahkahası içimdeki acıyı dağttı birden. Elinin üzerindeki elimi tuttu. "G ünün sonunda biz kalacaksak, buna katlanabilirim
sanırım."
"Sonsuza kadar..." dedim büyük bir cesaretle. "Sonsuza kadar günün sonunda kalan biz olacağz."
Bunu duyduğu an, güzel gamzesi bir çizğ şeklinde boydan boya kapladı yüzünü. "Biliyor m usun..." dedi gülümseyip.
"Küçükken düşünüp düşünüp içinden çıkam adığm iki şeyden
biriydi bu sonsuzluk olayı. Bir türlü aklım almıyordu. Bitmeyen bir zaman... Nasıl m üm kün olabilirdi ki? Sonra..." dedi.
Söyleyeceğ şey onu çok heyecanlandırmış ğ b i hafifçe kıpırdandı. "O gece... Bana geldiğn gece..." Elimi sıktı. "Ayakların
ayaklarımın üzerindeyken usulca yükselip öptün ya beni... H er
şey o zaman yerli yerine oturdu, içimden dedim ki, demek ki
böyle bir şey sonsuzluk dedikleri... Dünyevi zaman kavramıyla
birkaç saniyeydi, ama benim için içinden çıkılmaz bir zaman
kapsülü ğ b i." Başını bana d o ğ u çevirdi. "Öyle bir şeyler işte."
"içinden çıkam adığn diğer şey neydi Ali?"Sıra arkadaşım olan kıza her baktığımda hissettiğim kalp
ağısı..." Elini yanağm a koydu gülerek. "O zamanlar ne zaman
geçeceğni düşünürdüm . Bir baktım, eşek kadar herif olm u­
şum, hâlâ geçmiyor."
"O zaman... Sonsuza kadar sürecek mi o a ğ ı? "
"Bilmem..." dedi. "G öreceğz-"
Tam o an, dudağna en yakın yere, çenesiyle elmacık kemi-
ğ n in arasına acemice bir öpücük kondurdum . Şaşkın yüzü o
kadar komik görünüyordu ki, bu defa ben güldüm. "Görebildin
mi?" dedim kıkırdayarak.
Bir süre bir şey demeden şaşkın şaşkın bana baktı. "Beni zorlama demedim mi sana?"
"Karanlık ya... O ndan göremedin d eğ l mi?" deyip aynı koordinatın diğer tarafına minik bir buse daha kondurdum .
Yine aynı derecede bocaladı. 'Yaprak..." dedi gülmekle şaşırmak arasında bir yüz ifadesiyle. "Beni sınama..."
O anki utangaçlık ile şaşkınlık arasındaki yüz ifadesi, o gece
bana iyi gelen tek şeydi. Norm alde utançtan öleceğim şeyleri,
karanlığa ve onun şapşallaşmış haline güvenerek yapıyordum.
"N e yaptım ki?" diye sordum çocuksu bir yüzle. "Görüş alanını
genişlettim sadece." Parmak uçlarımı öpüp onun dudaklarına
dokundum . "Sonsuzu görebildin m i-"
Cüm lem i bitiremedim.
Cüm lem i bitiremedim çünkü Ali'nin dudakları dudaklarımla buluştu.
Çok ileri ğtm eden, birkaç saniye içinde geri çekti kendini.
"Şimdi gördüm ," dedi.
Ve o an sonsuzluk, ışık olup ikimizin içine aktı.
O gece, hava aydınlanana kadar birlikte penceremdeki yarım
manzarayı izledik. O, dünyanın en güzel manzarasından daha
güzeldi bizim için.
Gelecek bana daha ne gösterebilirdi bilmiyorum ama... O
gece bir söz verdim kendime. N e olursa olsun, Ali'yi hep gü-
lümsetecektim.Çünkü... gülünce çıkan gamzeleri çok güzeldi be!

4922 kelime

4 N 1K 2 FİNAL OLDUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin