14

66 5 0
                                    

Kafamın içindekileri okuyormuş gibi, “Sen büyük bir oyundun,” dedi. “Özeldi.”
“O yunun bittiğini de kabul edersen, sportmence bir hareket
olacak.”
“Oyun bitti mi?” dediğinde sinirlenip hışımla perdeyi yü­
züm den çektim. Kendimi ona kızmaya hazırlamıştım ama birden yüzünü tam yüzüm ün önünde görünce korkup geri çekildim. “Hayalet misin sen ya? Hangi ara geldin buraya sen?”
“O yun ne zaman bitti?” diye sordu beni köşeye sıkıştırmaya
çalışır gibi.
Elimi om zuna koyup onu kendimden uzaklaştırdım. “İki ay
önce sen oyundan çekildin. Oyun, o parkta bitti. Hatırlamıyor
m usun?”
“Hayır. Oyun, sen o elbiseyi gfyip benim kucağımda benim ­
le dans ettiğinde bitti. O an, ben kazanmıştım. Ve eğer seni o
parka götürmeseydim, her şey farklı olacaktı.”
“Pişman mısın?”
“Hiç değilim.”
“Şişirdin beni Sırık. Yemin ederim şi-şir-din!”
“Bir gün, kayıp puzzle parçası önüne düşecek ve bu söylediklerine üzüleceksin.”
“Puzzle sevmem ben.” Dem ek istediği şeyi anlamama rağ­
m en ortamdaki gereksiz “film” havasını kırmak için boş yapmaya başladım. “Küçük küçük parçalar. Uğraş didin tak... Sonuç
ne? Kapağında zaten gördüğüm bir resim. Çok gereksiz.” Bu
benzetmem Barış’ı sinirlendirdi mi, eğlendirdi mi anlamadım
çünkü her zamanki gibi gülüyordu.
Barış beni rahat bırakıp masanın üstüne oturduğunda yanımdaki perdenin ucundan okuldaki herkesin gidip gitmediğini
anlamaya çalıştım. Zilin çalmasının ardından yarım saatten fazla
zaman geçtiği için görünürde pek kimse yoktu. Perdeyi kapatıp
masanın üzerinde oturan Barış’a, “Eve kadar yürüyebilecek halde misin?” diye sordum.
Usulca başını salladı. “Hâlâ biraz dönüyor dünya... Ama bir
taksiyle geçerim eve, sorun olmaz,” dedi.Telefonu çıkarıp Alilerden mesaj var mı diye kontrol edecektim ki şarjımın yüzde bir kaldığını gördüm. Bir de okunm amış mesajım vardı. Şarjım bitm eden okuyabilmek için hızlıca
mesajı açtım.
Mesaj, O ğuz’dandı.
Elim ayağım titreyerek okuduğum mesaja, telefon tamamen
kapanmadan panikle, “Lan gel çıkar beni şuradan salak!” diye
cevap verdim. Kelimeleri ellerim titrediğinden tamamen yanlış
yazmıştım. Panikle koşarak kapı gerçekten kilitli mi anlamaya
çalıştım. Ama doğruydu. Kapı kilitliydi ve anahtarı olması gereken yerde değildi. Rehberde O ğuz’u bulup arama tuşuna bastı­
ğımda ise telefon çoktan kapanmıştı bile.
Birkaç saniye hayal kırıklığıyla telefona bakıp tekrar kapıyı
açmayı denedim. Olmadı. “Şimdi sıçtık işte,” dedim sırtımı kapıya yaslayıp. “Şimdi büyük sıçtık Sırık...”
“N e oldu?”
“Oğuz salağı bizi buraya kilitlemiş. Arasana arkadaşlarından
birini... Çıkarsınlar bizi bir şekilde buradan. Yedek anahtar Kamil Abi’nin odasında falan vardır herhalde.”
Barış eliyle ceplerine vurdu hafifçe. “Telefon yok ki yanımda. Evde unuttum sarhoş kafayla herhalde.”
“Kendini de unutsaydın ya Sırık! Kendini de unutsaydın da
başıma bunları açmasaydın ya!” Sinirle kapıyı yumruklamaya
başladım. “Kimse yok mu?!” diye son gücümle bağırırken bir
yandan da umarım Ali yoktur etrafta diye dua ediyordum.
Barış yanıma gelip, “Bağırma ne olur... Beynim patlayacak
şim di...” deyince yum ruk yaptığım elimi omzuna geçirdim.
“Sırık sus, yemin ederim küçük enişte gücü geldi şu an bana!
Deviririm boyunu da bosunu da şu an şu dakika ha!”
Barış eliyle sakin olmamı işaret edip iki adım geriye çekildi.
Sırtını raflara dayayıp kollarını göğsünde birleştirdi. Sakinliği o
kadar sinirime dokundu ki, arkamı dönüp az öncekinden daha
güçlü bir şekilde bağırmaya başladım. “Kimse yok m u ya?!”
“Beni bu halde bulurlarsa sıçtım!” dediği an, susup arkamı
döndüm .O ne demek ya? Kalalım mı burada böyle?”
“E sonuçta birazdan gelip açar senin arkadaşın. Kilitleyip
gece boyu bizi burada bırakacak değil ya... G örür mesajını birazdan. Endişelenme.” Başımı öne eğdim. Çenem, gerginlikten
yukarı kıvıldı. M ecburen dediğini yapıp pes ettim. Haklı sayı­
lırdı. Oğuz gelene kadar sabretmek en iyisiydi. Mesajımı görüp
gelirdi zaten.
Kafamı kaldırmadan kütüphanenin arkasına doğru yürüm eye başladım. Raflardan birinin dibine çöktüm. H em en ardından
Barış da gelip yanıma oturdu. Hiç konuşmadan, öylece beklemeye başladık.
Uncookies, okulun hemen yakınlarına yeni açılmış sevimli bir küfeydi. Girişinde gülümseyen kocaman bir kurabiye duruyordu. Neredeyse
içerideki her şey kurabiye üzerine kuruluydu, her yerde küçük kurabiye
logoları vardı. İnsan aç olmasa dahi içeri girdiğinde mutlaka bir şeyler
yemek istiyordu. Tabii doğal olarak açıldığından beri çetenin de favori
mekânıydı burası. Kafenin okula yakınlığı, kurabiye şeklindeki rahat
pufları ve tabii ki ucuz olması, sanki bir mucizeydi.
O gün Yaprak’tn yokluğunda onlara eşlik eden İrem, hemen hemen
onların yaşıtı bir garson kız elinde kocaman bir pizzayla masanın hemen ucunda durunca gözlerini devirdi.
Sinan, 'Abi benim ne yapıp edip ruh eşimi bulacağım bir araştırmaya girişmem lazım, ” dedi. "Ece’den sonra herhangi biri olmaz. Tam
olarak on puanlık birine ihtiyacım var!”
O sırada garson kız, İrem’in delici bakışlarını görmezden gelerek
pizzayı ortaya bırakıyordu. Pizzanın, masayla buluştuğu anda Oğuz
elleri titriyormuşgibi yaptı. Bu onun sabırsızlandığını belli etme şekliydi. Pizzayı hemen kendi önüne çekip burnunu içine sokarak kokusunu
içine çekti.
Garson kız incecik sesiyle, “Diğerleri birazdan geliyor!” deyip yanlarından ayrılınca saatlerdir konuşmamış olan İrem, Oğuz’a döndü.
“Ya... Diyetteyken beni niye buraya çağırıyorsun Oğuz?”Oğuz, pizzanın en büyük dilimini koparıp usulca salladı. ‘Aşkım
ben senin için çok özel bir diyet buldum. Hem de listede pizza var!”
Havaya kaldırdığı pizzasını ağzına doğru götürüp yarısına kadar iş­
tahla ısırdı.
İrem heyecanla Oğuz’a sokuldu. “Oha, ciddi misin sen?” Meraklı
gözlerle, “Nasıl?” diye sordu.
Oğuz ağzındaki lokmasını yutup sabırsızlıkla ikinci lokmasını ısırdı. Gereksiz bir gizem, havası yaratmak için İrem’in kulağına eğilip,
“Şimdi sabah öğle ve akşam orta boy bir pizza alıyorsun ama yemiyorsun. Öyle zayıflanıyormuş,” dedi büyük bir ciddiyetle.
Sinirlenen genç kız, sevgilisinin kafasını ittirdi. “Oğuz, dalga mı
geçiyorsun sen benimle?” Şapırtıdan rahatsız olduğunu belli etmek için
parmağıyla hafifçe kulağına dokundu.
Oğuz gülerek, “Şaka şaka, ” diyerek kızı rahatlattı. “Söylüyorum
şimdi...” derken p u f mindere iyice çöktü. Elindeki son parçayı İrem’in
ağlamaklı gözlerle onu izlemesini umursamadan iştahla ağzına attı.
‘Aşkım şimdi sabah öğle akşam pizza alıyorsun ama sadece yalıyorsun
üstten üstten. ”
“Oğuz!”
“Tamam tamam, sabah öğle akşam pizza alıyorsun ve bana getiriyorsun. Ben yiyorum senin yerine ve ben kilo alıyorum!”
İrem aniden sinirle masadan kalktı. “Hepinize afiyet olsun çocuklar.
Ama senin boğazında kalsın Oğuz!" deyip koşar adım pizzacıdan çıktı.
Masadaki herkes Oğuz’a bakarken pizzasından aldığı lokma boğazına takılan Oğuz sarsılarak öksürmeye başladı. Kaşlarını çatıp boğazını tuttu. “Oha, harbi boğazımda kaldı!” Kapıya dönüp, “Kızım nasıl
bir göz var sende? Saniyesine boğazıma dizildi! İnsan insana yapar mı
bunu ya?” diye bağırdı İrem’in peşinden.
Sinan, önündeki suyu Oğuz’a uzattı. Başıyla kapıyı işaret edip,
“Oğlum gitsene peşinden, kızı sinirlendirdin, ” dedi.
‘Abi bir Mese First Lady’si olarak pizzayı bedduaya nasıl alet eder
ya? Affı yok ha...” Suyu yudumlayıp kendini pufa geri bıraktı. “Pizza
boğazında kalsın ne demek ya? Ben pizza yiyince tuvalete gitmek iste­miyorum. Kutsalımı sindirip lağım çukuruna göndermek bile ayıp ve
günah geliyor bana. Anlıyor musunuz?”
Ali elini masadaki pizzadan bir dilim almak için uzatmıştı ki,
Oğuz’un söyledikleri yüzünden vazgeçti. Yüzünü ekşitip, ‘Ahi neden
sizinle her yemekte konu buna geliyor ya?” diye yakındı. “Pislikten mi
hoşlanıyorsunuz, anlamadım ki? Türünüz ne oğlum sizin?”
Sinan aniden garip bir yere takılıp, “Kendi dışkısını yiyen hayvan
kimdi lan?” diye sorguladı.
Ali, başıyla pizzası ile aşk yaşayan Oğuz’u işaret etti. “Oğuz kanka. Net Oğuz. ”
Oğuz, A li’nin söylediklerini üzerine alınmadı. Bir şeyler düşünür
gibi aniden durup, “Balıklar mı yiyordu lan?” diye sordu.
“Ne alaka abi... ”
“Kanka, bizim balık kendi sıçtığım yiyordu, ondan öldü diye hatırlıyorum ya ...”
“Salak... Hayvan senin psikolojik baskıların yüzünden ölmüştü.
- Balığa kedi ismi konur mu?”
“Ne koymuştu ki? Tekirfalan mı?”
“Yok lan. Direkt kedi koymuştu ismini. ”
Ali sorgulamaması gerektiğini bilse de ani bir refleksle, “Mal mısın
oğlum?” diye sordu.
“Kanka, balığın mizah anlayışı benimki gibi olsaydı ölmezdi. Çünkü bence komik... Düşünsene Superman doğuyorsun ama annen sana
Lux Luthor6 ismini veriyor. ”
“Salak... O zaman Superman değil, direkt Luthor olmaz mı?”
diye muhabbeti saçma bir yere park etti Sinan.
Ali gülerek, Abi biri şu muhabbeti dinlese kesinlikle zır deli oldu­
ğumuzu düşünür, ” dedi. Tam o anda bir öksürük sesi duydukları için
hepsi gözlerini kırpıştırarak kafasını kaldırıp sesin geldiği yere baktı.
Garson kız güzel bir gülümsemeyle ortaya bir pizza daha bıraktı.
“Bence komikti, ” deyip geriye çekildi. “İçecekler neydi?”
Gökhan kendinden emin bir şekilde, “Kolaydı, ” dedi. Sinan gülümseyerek Gökhan’a dönüp, “Unutmuş işte kız be, ne şey
yapıyorsun?” dedi.
Gökhan, Sinan’a aşağıdan bir tekme savurdu. Daha sonra yineledi.
“Dört tane kola. ”
Sinan, bacağına dokunup yüzünü acıyla buruştururken, “Türkçe
enteresan bir lisan... ” diye mırıldandı kendi kendine.
K ız gülümseyip yanlarından ayrılır ayrılmaz Gökhan, “Espri miydi yani şimdi bu?” diyerek Sinan’a çemkirdi.
Sinan geriye yaslanıp yüzüne gururlu bir ifade kondurarak, “Oğ­
lum cidden yanlış anladım, ” diye savundu kendini.
“Hadi be... Ben de inandım.” Ortaya dönüp diğerlerine konuşur
gibi yaptı. “En ufak bir dişi gelince adama bir şey oluyor. Saçma sapan
espriler, dikkat çekme çabası... ”
Sinan, bacak bacak üstüne attı. Kendini hafifçe geriye itip, “K ız tipim değil bir kere ulan!” dedi. Alma günahımı.” Aniden yüzünü düşü­
rüp ciddileşti. “Yalnız şaka maka... Nasıl bulacağım ruh eşimi? Evlilik
programına mı katılayım ya?” derken, bir kol uzanıp masaya bir kola
bıraktı. Sinan çekinerek kafasını kaldırdığı an garson kızı gördü. A z
önce söylediklerini duyup duymadığından emin olamadığı için gerildi.
Ancak kız gülünce rahatladı.
Anket yap, ” dedi kız diğer kolaları bırakırken.
Sinan kaşlarını merakla çatıp, Anket mi?” diye sordu.
Aynen. Bir bahaneyle okulda anket yapabilirsin. Aradığın kriterleri
gizemli sorularla sor... Aralarından ideal eşlerini seç. Sonra da adımlarını ona göre atarsın.” Elindeki tepsiyi göbeğine bastırıp son kez gülümsedi ve masadan ayrıldı.
Sinan kızın arkasından etkilenmiş gibi yaparak, “Mantıklı ha!”
dedi. “Harbi mantıklı. ”
Gökhan kolasını açıp çıkan asidi hissetmek için burnunu iyice kutuya yaklaştırdı. Her zaman bunu yapmaktan hoşlanırdı. Ogün hissettiği anlamsız sıkıntıyı atmak için oyalanacak bir şeyler arıyordu. Açma
halkasını koparıp parmaklarının arasına sıkıştırarak önünde uzattı. Tek
gözünü kapatıp açma halkasının deliğinden dışarıya baktı. Etraftaki
binaları ve insanları o küçük deliğe sığdırmaya çalışıp kendini eğlendirirken o minik kadraja büyük iç sıkıntısının görüntüsü düştü.Merve ve yeni erkek arkadaşı...
Onların olduğu kafeye doğru yürüyorlardı. Gökhan gözleriyle onları
takip ederken masadakiler de durumu fark etti. Ali, Gökhan’ın omzuna
dokunup, “iyi misin dostum? Kalkabiliriz istiyorsan, ” derken, Merve
ve erkek arkadaşı el ele kafeye girdiler. Gökhan, bakışlarını onlardan
güçlükle çekip A li’ye döndü. “Neden kötü olacakmışım?” diye bir yalan
uydurdu.
Sinan endişeyle, “Kanka... Kolan?” derken, herkes Gökhan’ın istemsizce sıkıp pestilini çıkardığı teneke kutuya baktı. Sinan, kolayı kendi önüne çekip peçeteyle dökülenleri temizledi. Ali de Oğuz’a masanın
altından bir işaret gönderdi. Dudaklarını kıpırdatarak sessizce, “Götür
bunu, ” dedi Oğuz’a.
Gökhan, Merve’yi görmemek için boynunu kırarcasına dışarı bakarken Oğuz, A li’yi onaylayıp elindeki son dilim pizzasını ağzına
tıkıştırdı. “Kanka!” diye bağırdı aniden. “Kanka koş!” Oğuz aniden
ayağa kalkıp paniklemiş numarası yapmaya başladı. “Kanka koş, bir
haber aldım, İrem’e şey olmuş!”
A li’yle Sinan, bu görevi ona verdikleri için Oğuz’a bin pişman bir
ifadeyle bakarken, Gökhan merakla önüne döndü. Oğuz, çaktırmamak
için, “Biriniz benimle gelin ya, tek başıma gitmeyeyim, ” dedi. Ve hiç
düşünmeden, “Gökhan?” diye sordu.
Gökhan isteksiz bir halde, ‘Abi benim hiç keyfim yok, anlamadım
da ne oldu... Sinan gitsin, ” diye reddetti.
Sinan, “Kanka ben gidemem ya... Sen gitsen?” diyerek yapmacık
bir çaresizlik ifadesi takındı. “Gidebilsem giderim ama gidemiyorum
ben.”
Gökhan gözlerini kısıp iğneli iğneli, “Niye lan? Ani felç mi geldi?”
diye sordu.
Sinan cevap vermeyip parmağıyla A li’yi işaret etti. Ali, iki elini havaya kaldırıp, “Ben olmaz,” dedi. “Ben... Yaprak’ı bekliyorum. Kız
şimdi şey olur... Hani... ”
Merve ve sevgilisinin sesli bir şekilde muhabbet etmeye başladığı an
Oğuz olaya müdahale edebilmek için hızlıca ayağa kalkıp Gökhan’ı
kolundan tutarak ayağa kaldırdı. “Hadi Gökkuşağım ne olur, koşalım
yakalayalım İrem’i... ilişkimiz ellerinde!”Gökhan’ı çekiştirerek zorla kafeden çıkarmaya çalışırken, Aramızdaki ilişkiyi öğrenmiş olabilir, gidip her şeyi açıklayalım İrem’e!” dedi.
Bunun üzerine Gökhan onun dalga geçtiğini düşünüp masaya geri
oturdu. Oğuz ise tekrar kaldırdı Gökhan’ı. Bir süre aralarında saçma
ve komik bir mücadele yaşanınca Oğuz’dan kurtulmanın tek yolunun
onunla gitmek olduğunu anlayan Gökhan pes edip homurdanarak masadan kalktı ve Oğuz’la birlikte kafeden ayrıldı.
İkili kapıdan çıkar çıkmaz Sinan sesli bir nefes alıp oh çekti. Abi
bir daha böyle durumlarda Oğuz’a verme görevi ya. Sen alıp götür şu
çocuğu. ”
“Oğlum, Yaprak gelirse diye... ” Öksürdü. Konuyu değiştirmek için
Sinan’ı suçladı. “Sengitseydin o zaman. ”
“Kanka ben panik anında yalan uy duramıyorum.”
“Oğuz’un uydurduğu yalandan daha vahim ne olabilir oğlum? İrem
ilişkimizi öğrenmiş, koş gerçeği açıkla... ” Güldü. “Oğuz’a bazen gülü­
yorum, o ayrı... ” Başıyla gizlice Mervelerin masasını işaret etti. “Neyse,
şunlar gidene kadar oyalar Oğuz onu. ”
“Bunlar da niye geldiyse... Resmen Merve inattan ne yapacağını
şaşırdı. Abarttıkça abartıyor. ”
“E ilk defa terk eden Gökhan oldu ya... Bir de bilmiyor kız tabii
bizim hıyarın iç dünyasında neler yaşadığını. Kıskanıp sürünsün istiyor
muhtemelen. ”
“Neyse ne... Gökhan iyi olsun da...” derken ani bir arkadaş romantizmi rüzgârı Sinan’ın sırtından aşağı ürperti şeklinde indi. “Lan
biz harbi âşık mıyız komple birbirimize? Ben bazen şüpheleniyorum, ”
deyip güldü.
Ali, gönderme ona olmasa da bu yorum karşısında kendini huzursuz
hissetti. Bir süre hiçbir şey konuşmayıp öylece oturdular. Kısa bir süre
sonra ise Sinan, annesinden gelen bir telefon üzerine A li’nin yanından
ayrıldı.
Ali yalnız kalınca huzursuzlukla beklemeye başladı. Yaprak’ı bunaltmak istemediğinden aramıyor, ancak deli gibi de merak ediyordu.
Camın hemen karşısında oturduğu için öylece dışarıyı izlemeye başladı.
Gelip geçen insanlar, kafası başka yerde olan Ali için sadece flu bir görüntüden ibaret olduğundan, bir dakikadır camın önünde dikilen kişiyi
sonradan fark etti. Kendine gelip çocuğa baktığında karşısında kendisinden yaşça büyük kuzenini gördü.
Gülerek ona bakan kuzeni, Ali onu fark edince onun yüzündeki
şoka güldü ve ardından hızlı adımlarla içeriye girdi. Ali pek modunda
olmasa da, mecburi aile görevini hakkıyla yapabilmek adına yüzüne
ortalama bir gülümseme yerleştirip kuzenini ayakta karşıladı. Merhabalaştıktan sonra kibarlıktan masaya buyur etti.
“Eee Erhan Abi, nasılsın? Nasıl gidiyor?”
Erhan önce gülerek, “E iyi ne olsun Aliciğim, iş güç... ” derken masadaki pizzaları görünce şaşırarak cümlesini yarıda kesti. “Oğlum senin
iştahın mı açıldı? Bu pizzalar ne böyle?”
“Öyle değil abi ya... ” dedi Ali gülerek. “Bizim çete buradaydı. Aniden kalktılar, öyle kaldı. ”
Kuzeni midesinden gelen açlığı belli etmek için içini çekerek pizzalara baktığında Ali, “İstersen sen ye, ” dedi. Buna dünden hazır olan
Erhan, çoktan Gökhan’ın pizzasını önüne çekmişti bile.
Ali, kendini zorlayarak gülümsedi ve kolasından bir yudum aldı,
içinden bir ses kuzeninden o gün kolay kolay kurtulamayacağını söylediği için kafasında yalanlar kurmaya başlamıştı bile.
Kütüphanedeki eski saat, zil çalalı yaklaşık iki saat oluğunu
gösteriyordu. Ben, Oğuz için kırk farklı cinayet planı yapıp kafamda cesedi saklayacak yeri bile bulmuştum. O ğuz’u kurumuş
biberlerle birlikte fazlalığından balkona asacak, İzm ir’in en sı­
cak gününde önce onu kurutacaktım. Daha sonra kuruttuğum
bedeni alıp arsenikle sosladığım fare zehri ile doldurarak fırına
verecektim. Ardından onu kendi kendisine servis edecektim.
O ayağından başlayıp kendisini ekmeksiz kıtır kıtır yerken kafa
kısmına geldiği anda tepside tek başına kalan kafasını alıp sokakta top oynayan çocuklara atacaktım. Çocuklar, o kafa ile akşam
ezanına kadar tek kale maç yaparken, boş olduğu için yere çarpmaktan teneke kutu gibi büzüşen kafatasından kendime kolye
yapacak, ele güne karşı ibret-i âlem olsun diye boynuma takacaktım.
Kafamdan geçen canice planlar yüzünden m uhtem elen simsiyah bir toz bulutunun içindeydim. Bunu hissetmiş olacak ki,
saatlerdir bir şey söylemeden öylece yanımda duran Barış çekinerek, “Gerçekten özür dilerim,” dedi. ‘Yani Oğuz gelir açar
sandım, hocalara yakalanmamak için yardım çağırmana da engel oldum. A m a... ”
“Sus Sırık. Bak şu an O ğuz’a sekizinci tur işkenceye geçtim
kafamda. Sıraya seni almayayım...”
“Tamam, sustum .”
Bir yandan O ğuz’un gelmesi için içimden dua ediyor, diğer
yandan olası bir terslikte oradan nasıl çıkacağımızı bulmaya çalışıyordum.
“Pencereden o kadar bağırdım, nasıl kimse duymaz ya?”
“Arka bahçeye bakıyor ya burası... Okul bitince hocalar falan anında uzuyor zaten. Pek kimse yoktur.”
“Kamil Abi?” dedim ağlamaklı. “O nasıl duymaz ya?”
“Aşağı kattaki sınıfları temizliyordur. O ndan duym uyordur
belki.”
“Tabii kütüphane dördüncü katta ve en köşede ...” Kafamı
kaldırıp yukarı baktığım an birden aydınlanma geldi. “Bana bak
Sırık, ne hatırladım!” dedim heyecanla. “Sanki edebiyatçı, yedek anahtarı şurada saklıyordu.”
“Emin misin?”
“Em in değilim tabii! Ama sanki öyle bir şey hatırlıyorum hayal m eyal...”
“Oraya insan boyu yetişmez. Nasıl koysunlar ki anahtarı?”
H em en ayaklanıp, ‘Y a... Anlamıyorsun!” diye bağırdım.
“İşte merdivenle çıkılıyor!” derken kütüphanenin ortasına gelip gözümle etrafı taradım ama görünürde merdiven yoktu.
Arkamdan sinsice yaklaşan Barış gülerek, “M erdiven nerede?”
diye sordu.“Sen buradan çıkmak istiyor m usun, istemiyor musun?!”
“Ben kalırım daha... Fark etm ez,” deyince, arandığım yerde
durup öfkeyle Barış’a baktım. “Sen mi sakladın anahtarı yoksa,
doğru söyle?!”
Tezimi çürütmeye alaycı gülüşünden başlamıştı. Elini cebine atıp, “Oğuz dedin ya...” dedi.
“Dedim d e ...” deyip saracak başka bahane aradım. Şüpheyle
ona doğru bir adım atıp, “Bak telefonunun olmadığına eminsin
değil mi?” diye sordum.
Ellerini kaldırıp yüzüne pişkin bir gülümseme yerleştirdi.
“Ü zerim i arayabilirsin,” dedi.
Yüzüme, dilimizdeki karşılığı açık ve net olarak çok m u komikti şimdi bu olan boş bir ifade yerleştirdim. “İşgüzarlığı bırak
da, o boyunu kullanıp kitaplığın üstüne bakabileceğin bir yol
bul!”
D üşünür gibi yaptı. Kafasını yukarı kaldırıp uzunluğu ölçtü.
Ayağını kaldırıp ulaşmayı dener gibi yaptı. Ama bu ciddi bir arayıştan ziyade benimle dalga geçme yöntemiydi onun için. Saç­
ma sapan hareketlerini durdurm ak için, “Stop!” diye bağırdım.
“N e yapıyorsun ya?”
“Boyum üç metre değilmiş Yaprak,” dedi sahte bir hayal kı­
rıklığıyla. ‘Yetişemedim oraya.” Cevap vermeyip gözlerimi kı­
sarak ona doğru bakınca, “İstersen omzuma çık. İkimiz güçlerimizi birleştirirsek üç m etrelik bir canavara dönüşebiliriz,” dedi.
“M üm künse bulduğun çözümlerde seninle benim aramda
temas olmasın.”
“H m m ...” dedi düşünür gibi. “Aklıma başka bir fikir gelm iyor.”
Küçük bir çığlık atıp, “Eğil!” diye bağrdım . “Bunu sadece
bir an önce senden kurtulmak için yapıyorum bilmiş ol!”
Barış yere çömelince onun om zuna çıkıp kafasından sımsıkı
tuttum . Beni düşürm em ek için usulca ayağa kalktı. Ben giderek
arşa yükselirken korkup Barış’m kafasını fazlaca sıkmış olaca­
ğ ın ki ondan m inik bir inilti duydum. ‘Ya Sırık, sen bu boylanasıl yaşıyorsun ya? Kuleden kalkış izni falan alman gerekmiyor
m u senin? Vallahi yükseklik korkum yok sanıyordum, altıma
yapacağım şim di...”
“Lütfen şu an yapm a...” dedi gülerek. “Ayrıca boyumla dalga geçeceğine bir an önce bak şu anahtara... Hâlâ dengede durmakta zorluk çekiyorum.”
Barış’ın dediğini yapmak için ellerimi gevşetip tek elimle en
üstteki raftan destek aldım. Diğer elim hâlâ Barış’ın alnını kavrıyordu. Rafın üstündeki kâğıtları karıştırmaya başladım. Ama o
kadar tozluydu ki, bir süre sonra öksürdüm.
Barış, “İyi misin?” diye sorunca, ona cevap verm ek yerine
usulca kafasına vurdum. Barış’ın alnındaki elimi çekip ağzımı
kapadım. Dengede durabilmek için dirseğimi rafa dayayıp kâ­
ğıtları sağa sola ittirdim. Ama ortada anahtar yoktu. Sinirlenip
üstteki bütün kâğıtları aşağı ittim. Barış hafiften dengesini kaybedip, “Yavaş,” diye beni uyarınca sinirlenip kafasına bu defa
sertçe vurdum. “Sen yavaş! Bir düzgün dur!” derken, Sırık iyice
kontrolünü kaybetti. Boğanın üstünde savaşan bir rodeo gibi
onun dengesini kaybedişini düşmeden atlatmaya çalışmak için
kollarımı Barış’ın kafasına sardım. Birkaç adım geriye sendeleyip, “Gözüm!” diye bağırdı. Yanlışlıkla gözünü kapattığımı anlayınca ellerimi gözünden çektim. Ve düşeceğim diye panikle
boşta kalan kollarımla elime ilk geçen şeye sarıldım.
Avizeye.
Eski dostum avize bana sarılmayıp benimle birlikte yere
düşmeyi tercih etti.
‘Ya iki dakika düz duramadın mı?!” Kendimi Barış’ın üstünden çekip yere attım. O ndan olabildiğince uzaklaşabilmek adı­
na biraz yuvarlandım. Düşerken acıyan popom, bu hareketimle
iyice şiddetli bir şekilde sızlamaya başladı. Barış kırılan avizeyi
ayağıyla itip, “İyi misin sen?” diye sordu endişeyle. “Kesildi mi
bir yerin?”“Kesik mesik yok ama paraşütlerim açılmadı düşerken. Ö lebilirdim!” dedim abartı kraliçeliği yaparak. “Sırık her zaman
Sırık işte!” diye bağırıp acıyan popom u tuttum . “Bana yine yü­
zükoyun yatışlar! İki dakika ya... İki dakika düm düz duracaksın
alt tarafı! Gerçi normalde de Pisa Kulesi gibi duruyorsun. Dik
durm ak çok zor bu boyda.”
Barış, gözlerini ovuşturarak bana baktı. “Hem en beni suçla
zaten... Tozları döktün üstüme, yavaş dedim sana!” diye çemkirdi. “Gözüm yanıyor...”
Bu defa ben onun için endişelendim. Dizlerimin üstünde
ilerleyip yanma gittim. “Bir bakayım gözüne,” deyip parmaklarımı onun yüzüne uzattım.
Kendini geriye çekip, “Gerek yok,” dedi.
Sinirlendim. “Aman be, Köroğlu gibi gözüne kızgın şişler
soksalar daha bakmam zaten.”
“Ya ne alakası var şimdi?!” diye delirdi. “Sen abartmadan konuşamaz mısın hiç?”
“Gerginken a-bar-tı-yo-rum! Anlıyor musun? Germe sen
de beni o zaman!” Elimi belime koyup kavgaya hazır, orta yaşlı
mahalleli biri gibi bir tavır takındım. “Bakıyorum da ayıldın sen
iyice... Benimle kavga edecek kadar açıldıysa beynin, oh!”
Bana cevap vermeyip ayaklandı. Eline aldığı iki kitapla avizenin kırıklarını köşeye ittirdi. Birkaç dakikaya sinirim geçince
ona yardım etmek için hareketlendim, bana bağırıp yerimde
durm am gerektiğini söyledi. Bir yerime cam falan batarmış da,
bilmem neymiş de... Bunu dedikten otuz saniye sonra kendi
elini kesti.
Aptal Sırık.
Ayağa kalkıp cebimdeki mendili çıkardım. Sırığın kolunu
tutup kendime çektim ve emdiği parmağını kavradım. “Bu
muydu kesik?” diye küçümsedim. “Kedi neresini görüp yara
sanıyordu? İşte tam o durum ,” deyip mendili parmağına bastırdım. ‘Yine de dursun böyle. M ikrop kapmasın,” deyip parma­
ğını bıraktım. O an mendil çözülüverdi. Düşmesin diye hemengeri tuttum . “Oğlum dik dik neden bakıyorsun, tutsana şunu,”
desem de, fayda etmedi. Kafamdaki lastik tokayı çıkarıp parma­
ğına sardığım mendilin etrafına dolarken, “Babama benziyorsun,” dedi.
Anlamayıp kaşlarımı çattım. “N e babası b e ...” diye söylendim.
“Babama benziyorsun,” diye yineledi. Parm ağna tokayı fazla doladığm ı fark edip kangren olmasın diye lastiği çözüp tekrar
dolarken bir daha söyledi. “Babama...”
“Anladık be, yeter!” diye kızdım. Parmağını bırakıp Barış’a
baktım. “Şu erkek gibisin olayını biraz abartmıyor musun? Babama benziyorsun nasıl bir şey ya? Nasıl bir benzetmedir?”
Kendi kendimi iyice yükseltip, “Ayı!” diye bağrdım .
Güldü.
N eden o kadar kızdığını anlamadan arkamı dönüp yürüm eye başladım. O da peşimden geldi. Masanın yanındaki sandalyeye oturdum . O da masanın üstüne hafifçe yaslandı.
“Babam sevğsini gösteremez pek. Kızarak, söverek...” Ba­
şını yere eğ p güldü. “O anlamda dedim babama benziyorsun
diye.”
“Seni sevdiğimi nereden çıkardın? Sana kızıyorum çünk ü ...” dedim. Başını kaldırıp merakla yüzüme baktı. “Ç ü n ­
k ü ...” Panikledim. “Çünkü sığrsın. Ve saniyenin üçte biri kadar bir süre, senin beni delirtm en için yeterli oluyor genelde.”
N e diyeceğni bilemeden, söylediğm a ğ r şeylere vereceğ
tepkiyi ölçmeye çalıştım.
“Nasıl çıkacağz şimdi buradan?” dedi.
Gerçek dünyaya geri geldim o an. D önen sandalyede kendi
etrafımda dönmeye başladım. “Harbi,” dedim kendi kendime.
“Nasıl?”
Kuzeniyle sayamadığı kadar ilgisi dqı muhabbete maruz kalan Ali,muhabbetin ikinci saatinde beyin ölümü gerçekleşmiş gibi hissediyordu. Kibarlıktan sesini çıkarmayıp sadece kuzeninin pes etmesini ya da
Oğuzların gelip onu artık kurtarmasını bekliyor ama bu bir türlü olmuyordu.
Erhan’ın “Işyer indekiler çok salak,” diye muhabbeti sekizinci defa
iş arkadaşlarına getirdiği an Ali dayanamayıp telefonuna sarıldı. ‘Abi
benim iki dakika bir görüşme yapmam lazım,” deyip kafenin en köşesine kaçtı.
Önce Yaprak’ı aradı. Onu çok bunaltmak istemediğinden iki saat
beklemişti ancak aklı onda olduğu için orada oturduğu iki saat ona iki
gün gibi gelmişti.
Fakat Yaprak’ın telefonu kapalıydı. Telefondaki otomatik sesi taklit
ederek, Aradığım numara beni bir gün öldürecek,” deyip telefonu kapattı. Ardından Oğuz’u aradı. Birkaç saniye sonra az önce oturduğu
masadan saçma sapan bir telefon melodisi yükselince yüzünü buruşturarak oraya döndü. Erhan, abartılı bir gülümsemeyle Oğuz’un çantasını
işaret ediyordu.
Ali zorla gülümseyip, “Burada unutmuş, hay Allah... ” deyip arkasını döndü. “Genç yaşta sinir hastası olacağım, ” diye söylendi kendi
kendine.
Son kez şansım denemek için korkarak Gökhan’ın numarasını tuş-
ladı. Çaresizlikle, “Ne olur açın şu telefonu, ” diyerek telefonu kulağına
götürdü, ikinci çalışta Oğuz’un tiz sesiyle açıldı telefon. Ali, sevinmek
ile üzülmek arasında bir yerde, “Şükürler olsun, ” diye yanıtladı. “Neredesiniz oğlum siz? İki saat oldu?!”
Telefonun karşısındaki ses, “Kanka ben biraz abartmışım Gökhan’ı
uzaklaştırma işini... Manisa’dayız biz,” dedi.
“NE?!” Ali, ses tonunu hemen kontrol altına aldı. “Ne arıyorsunuz
oğlum orada siz?!”
“Kanka bir saatlik yol nasılsa, garanti olsun dedim. Bir bahaneyle
bindirdim bunu Manisa otobüsüne. Ama merak etme, dönüş yolundayız. On on beş dakikaya orada oluruz. ”
Ali, “Yorum yapmayacağım,” deyip telefonu Oğuz’un suratına kapattı. Derin bir iç çekip kendi kendine, “Ne zaman büyüyeceksiniz
siz?” diyerek masaya geçti.

3913 kelime

4 N 1K 2 FİNAL OLDUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin