8

96 4 0
                                    

Bak bir de şey var... Bu daha eski... Yarım yamalak hatırlıyorum , dört beş yaşlarmdayım. Annem hamile... Kardeşin olacak dediler bana, bir yandan m utluyum ama öte taraftan da içten içe ya onu benden çok severlerse diye kıskanıyorum. Arada gidip annem in karnını öpüyorum ama bazen de gidip ‘Gelme bizim eve,’ diye fısıldıyorum.” Derin bir iç çekti. “Annem yanlış ilaç kullandığı için düşüverdi bebek. Bir gün eve geldiler, annemin karnı boş.” Ellerini bir çocuk gibi iki yana açtı. “Nasıl ağlamış­tım ama...
“Anlayacağınız benim bu ağır salaklığım küçüklükten geliyor yani... Çok sevdiğimden yapsam da,  sıçıyorum her şeyin içine. Beceremiyorum...
“Ama... Hadi o zamanlar çocuktum diyelim. Merve’ye âşık olduğumda ergen... Şu an, gitgide eşek kadar bir herif olurken neden gram fark etmiyor? Em inim abi. Değişmezsem, Şenay Hoca gibi, Uğur gibi, Merve gibi... Kimi çok sevsem, kaçıraca­ğım etrafımdan. Belki bir gün sinirle size bir şey derim, sizi bile kaçırı-”
Oğuz, Gökhan’a sımsıkı sarıldı bir anda. “Sığırım benim ...”
dedi. “Ulan sen beni öldürmeye kalksan zahmet olmasın diye mezara girer, kanki üstümü örter misin derim. Kaçırırmış!”
Ya aptal!” diye sarıldım ben de. Gözüm den bir damla yaş düşüverdi. “O kadar çok seviyoruz ki seni! Nasıl düşünebilirsin bunu?”
“Elimizde market poşetleri, yaldır yaldır üç durak koştuk be!
Biz mi kaçacağız senden? Tüm dünya kaçsa senden, biz seni kovalarız.” Sinan da yerinden kalkıp Gökhan’ın ayakucuna ilişmişti. Sanki o an otobüsün arka beşlisinde değil de, odamızda oturup dertleşiyor gibiydik.
Oğuz, “Oğlum istersen saçımı bir ton açtırıp sarı yaptırı­ rım. Merve ben olurum ,” dedi. Sonra beni işaret etti. “Bu U ğur
olur.” Parmağı Sinan’a döndü. “Bu Şenay Hoca... Ali de ana
rahminde fetüs. Valla bak... Senin hayatından kim giderse, onlar
oluruz biz.Ali güldü. “O lurum anasını satayım. Ana rahminde fetüs de
olurum bu boyla, Şenay Hoca da...” Gökhan’ın ensesinden tutup hafifçe sarstı. “Sen iyi olacaksan, her şey olurum .”
“Oğlum harbi harbi... Bana mı yürüyorsunuz ulan grupça?
Vallahi hiçbiriniz gram tipim değilsiniz ha.”
“Nasıl ya...” dedi Oğuz abartılı bir şokla. Y em in ediyorum
ortaokuldan liseye, tüm sevgililerini yan yana getir, total güzellikleri benim güzelliğimin altında kalır. Nasıl tipin olmam ya?
Güneşte saçlarım sarıya dönüyor bak? Bir de böyle bak?” Kafasını eğip Gökhan’ın gözüne sokmaya kalkıştı.
Gökhan, O ğuz’un kafasını itip kocaman gülümsedi. “Oğlum
iyi ki varsınız lan... Valla yediremiyorum kendime ama...” dedi
sesi titrerken. “Valla...” O ğuz’u alıp yere çekti. “İyi ki!” Sinan
da üzerlerine atladı. Ali de koca cüssesine aldırmadan üstlerine
bıraktı kendini. Ben de ayağımla üzerine bastırdım.
“Lan Yaprak, götüme mi bastın lan?”
Y o k be oğlum... Gökhan ellemiştir.”
“Kız yalan söyleme, küçük yılan!”
“O ğlum bu elime gelen şey ne lan?!
“Bıraksana ulan beni!”
“Ha, Sinan’ın burnuym uş...”
“Nefes alamıyorum lan, anaaa çekilin!”
“Ayarsız sevgiden ölen ilk insan olacaktım az kalsın!”
Bu, biz olmaktı. Dünyanın en aptal ama en sıcak dostluğu.
Ayarsız sevgi, arsız birkaç genç irisi ve onlar yerde debelenirken kafalarını ezen, ruhunda memeleri olmayan bir kız.
Doktor yolunda, arkadaşımızın ilacı yine biz olmuştuk.
Çetenin aptallığından bir doz al, hem en ayaktasın!
O gün, saatlerce otobüste dolaştık. Birinden inip diğerine
bindik. Saçmaladık, güldük, eğlendik, ortalığı birbirine kattık.
Gökhan, psikolog yolunda iyileşen ilk hasta olarak tarihe geç­
m ek istediği için, en çok o kaptırdı kendini.
Randevu saati yaklaşınca Hale Teyze’nin aramasıyla, kendimizi otobüsten atmamız bir oldu. Sonuçta saati bilmem kaçliradan randevu alınmıştı. Gökhan niden arayıp, “Anne ben iyi
oldum ,” dese, Hale Teyze gelir, oracıkta öldürürdü bizi.
Hastaneden içeri girerlerken birkaç adım gerilerinde kaldım.
O an birbirlerine sataşarak açılır kapanır kapı önünde benim
yetişmemi bekleyen dört koca adama doğru koşarken, içimden
o günü kazasız belasız atlatabilmemiz için dua ettim.Gökhan seansa gireli beş dakika olmuştu. O danın önündeki gri koltuklara çökmüş, bekliyorduk. Şansımıza hastane pek
sakindi o gün. Yanımda oturan Sinan bana sokulup kulağıma,
“Kanka bu kadın neden bana bakıyor?” diye fısıldayınca karşı­
mızdaki yaşlı kadını fark ettim. Sinan’ın trajikomik çocukluk
travması yüzünden yaşlı kadınlardan bir hayli ürktüğü bir ger­
çekti. Ama gözlerimi onun bahsettiği yaşlı kadına çevirdiğimde
aslında korkmakta haksız olmadığını anladım. Bir hayli yaşlı,
beyaz bir elbise giymiş, soluk benizli kadın, donuk bir ifadeyle
gözlerini bile kırpmadan Sinan’a bakıyordu. Sinan, bana iyice
sokuldu. “Oğlum koskoca kadın ne yapsın sana ya? Sal biraz...”
dedim onu rahatlatabilmek için. Pek işe yaramadı.
Sinan’ı kolumdan savuşturup Ali’ye döndüm . “Ali ya...
Doktor, Hale Teyze’lerin aile dostuymuş. Acaba Gökkuş’un
anlattıklarını söyler mi Hale Teyze’ye?”
“Sanmam,” dedi Ali. “Ama yine de dikkatli olmak lazım tabii.”
“Bizimle de konuşacakmış kadın. Hale Teyze söylemiştir
kesin. Gökhan’ın psikolojisini bizim bozduğumuzdan şüpheleniyor olabilir,” dedim gülerek.Ali, Oğuz ve Sinan’ı işaret etti. Sinan, yaşlı kadını görmemek
için koltukta ters bir şekilde oturm uş, duvara bakıyor, Oğuz ise
nereden bulduğunu anlamadığımız bir tekerlekli sandalye ve
iki tane sopayla adına “koridor sörfü” dediği saçma oyunundan
oynuyordu. Ali de güldü. “Bence Hale Teyze haksız sayılmaz,”
dedi.
Ona baktığımızı fark edince yanımıza geldi. Oğuz tekerlekli
sandalyesini ayakucuma park ederken az kalsın ayak parmaklarımı eziyordu. Bacaklarımı panikle yukarı çektim. “Dikkat et!”
diye uyardım. Duymadı bile. Yüzünde saçma sapan bir heyecanla, “Sevgili arkadaşlarım. Aklıma bir fikir geldi benim ,” dedi.
Sinan da önüne döndü ve hepimiz biz de bundan korkuyorduk ifadesini takındık. Sandalyeden inip hem en dibimize çöktü. “Şimdi bizim bu sığır Gökhan’ı bu herif her hafta çağıracak buraya.
Bizimki de gelmek istemeyecek.”
“Eee, bunu konuşuyoruz sabahtan beri zaten,” diyerek hepimiz onayladık O ğuz’u.
“İşte benim aklıma bir fikir geldi. Birazdan içeri bizi aldıklarında olabildiğince anormal davranalım. Biz öyle davranırsak
bizim ruh hastası sığırımız aniden normal görünmeye başlar
adamın gözüne.”
“Bravo Einstein. Koskoca psikoloğu böyle kandırabileceğini
mi düşündün?”
“Ayrıca bizim ekstra bir şey yapmamıza da gerek yok. Kendimiz olarak gayet tehlike arz eden oluşumlarız.”
Yüzüne aşağılayan bir gülümseme yerleştirip, “Siz bilirsiniz,” dedi. Tek kaşını kaldırıp ellerini yere dayayarak kendini hafifçe geriye attı. ‘Yalnız... Bir Mese tek başına savaşması
gerekse dahi er meydanından kaçmaz.” Elini göğsüne vurdu.
“Ben davamda tek de savaşırım.”
Ayağımla O ğuz’u itip kendimi rahatsız dem ir koltuklarda
geriye çektim. “Şu günü atlatalım da bir şey istemiyorum.”
Birkaç dakika hastanenin sessizliğine ayak uydurmaya çalı­
şır gibi hiç kimsenin ağzından tek kelime çıkmadı. O ğuz’un,sessizliğe karşı bağışıklık sistemi oldukça zayıf olduğundan ortamda daha fazla duramayıp bir bahaneyle yanımızdan ayrıldı.
Sinan da karşısındaki teyzeden kaçmak için O ğuz’un peşine takıldı. Arkalarından başlarını belaya sokmamaları ve hem en dönmeleri için tem bih cümleleri savururken içimdeki Yaprak, boşa
enerji harcadığımdan duvardaki hemşire fotoğrafı gibi bana şşş
yapıyordu. Sustum.
Yarım saat Ali’yle öylece oturduk hiç sevmediğimiz o hastane kokusunu solurken. Havadan sudan konuştuk. Bir kere
gizlice elimi tutup cebine soktu kimse görmesin diye. Saçlarımı
okşadı. N e çok yakındı ne çok arkadaş... İnanılmaz güzel bir
araftı bu. O gün arkadaşlığımıza verdiğimiz değeri en iyi anladığımız günlerdendi. O yüzdendi. İkimizde de nahif bir sevgi,
tuhaf bir huzur vardı.
Ta ki ben saate bakana kadar...
Kafamı Ali’nin om zundan kaldırıp, “Ali ya...” dedim. “Bu
salaklar nerede kaldı? Başlarına bir iş açmış olmasınlar?”
“Güzelim, hastanedeyiz. Annelik yapmamıza gerek yok,”
dedi. “En fazla hemşirelere salça olurlar.”
Şapşal bir gülümsemeyle Ali’ye hak verdim. “Doğru aslında.
En fazla ne olabilir ki?” derken kafamı koridora çevirdim. Ve en
fazla ne olabileceğini gördüm.
Oğuz, üzerinde hemşire kıyafetiyle gülerek yanımıza koştu.
Laaaaaaan koşun! Yaşlı kadın, Sinan’a saldırdı!”
Asansöre koşarken sormaya korktuğum soruyu sordum.
“Abi neden ya? Sen niye bu kıyafetin içindesin? Kadın ne alaka?”
Bizi hiç şaşırtmayan bir hikâye girişi yapıp koşuştururken
nefes nefese, “Kanka biz Sinan’la saçma sapan bir iddiaya girdik,” diye anlatmaya başladı. “Morga girecektim ben tamamKoşarken çığlığı bastım!
Oğuz, “Kız bağırma dur!” dedi.
Ani bir refleksle olduğum yerde durdum . Ali benden iki
adım önde asansörün tuşlarına basıyordu. Oğuz ise gülerek bir
marifetmiş gibi yedikleri haltları anlatmaya devam ediyordu.
“İşte ben düşündüm ki, rahat hareket etmek için hemşire kıyafeti çalarsam-”
Ellerimi dizlerime koyup asansör gelene kadar soluklanırken
O ğuz’a ağlamaklı bir ses tonuyla, “Dinlem ek istemiyorum ya...
Ağlayacağım,” dedim.
“İşte ben bir şekilde hemşire kıyafetini arakladım. Neyse,
benim üstüm de hemşire kıyafeti, gidiyoruz Sinan’la... Teyzenin biri, ‘Hemşireeee kooooş!’ diye bağırdı bana. Etrafta da
kimse yok. Dedim ki, Sinan sen tut kadını, ben gerçek bir hem ­
şire çevireyim yoldan.”
Asansörün yanıp sönen numaralarına bakarken, ‘Ya yoldan
taksi mi çeviriyorsun ya? Bu nasıl bir hikâye?” diye yakındım.
Dünyanın en saçma şeyiydi anlattığı ve bu bana o kadar normal
geliyordu ki... Sorun da buydu. “Devam etme anlatmaya, on iki
yıllık bir pişmanlık gibi bir his var içimde!”
Elbette Oğuz beni sallamayıp devam etti. “Ben bir geldim,
fenalaşan kadın, Sinan’ın üstüne kusmasın mı? Biz yardır Allah
tuvalete. Dedim ki, kanka bekle sen, ben halledeceğim...”
Asansörün kapısı açıldı. O ğuz’u duymamak için kulaklarımı
kapatıp kendimi asansöre attım. Ama bu O ğuz’u duymama engel olmadı. Maalesef.
“Tabii bir şey bulamadım. Benim kıyafetleri zaten röntgen
odasında unutm uşum , kaldı orada...” derken, aklımda beliren
orada ne işin vardı Allah’ın cezası sorusunu yuttum.
Oğuz da bunu anlamış gibi, “Röntgen odası uzun hikâye...
Sonra anlatırım,” diye geçiştirdi. “Ben kusm uk olan kıyafetleri
hastanenin önündeki fıskiyede yıkayım dedim .”
Asansör aşağı inerken benim sinirlerim yukarı çıkıyordu.
“Fıskiye ne alaka ya...” dedim çocuk gibi. “O ne alaka ya...”Kanka lavaboda yıkamaya kalktım da tıkandı...” derken öksürüp bu iğrençliği bastırmaya çalıştı. “O arada tabii fıskiyenin
altında ben kıyafetleri yıkarken birtakım aksilikler falan... Sinan
tuvalette donla m ahsur kaldı...”
Asansörden inip hızlı adımlarla Sinan’ı aramaya başladık.
Oğuz bir yandan bize yolu tarif ediyor, diğer yandan dinlemek
istemediğimiz hikâyesini anlatmaya devam ediyordu.
“Sonra Sinan ben bu halde dışarı çıkamam deyince, ben de
dedim ki bari çamaşırhaneden bir hasta kıyafeti çalayım da efil
efil giysin çocuk... Ama bulamadım, bu yüzden de yatak çarşafı
çaldım. Gittim verdim buna. Dedim ki, sar kafana kanki, ben
halledeceğim...”
Hikâyenin reklam arasında, O ğuz’un gerçekleri söylediğini
anladığım bir görselle karşılaştım. Koridorun ortasında bembeyaz bir yatak çarşafına sarınmış Sinan ve ona saldıran yaşlı teyze
ve ona müdahale edenler...
Sinan’ı oradan kurtarıp, insanlara bizi deli sanmayacakları
bir açıklama yapıp kendimizi asansöre zor attık. Sinan zavallım
o kadar korkmuştu ki... Koluna girdim sakinleşmesi için.
Asansör yukarıya hareketlenince aynadaki yan yana görüntümüze baktık. Hemşire kıyafeti giymiş bir Oğuz, üstünde beyaz çarşaf olan ve dayak yemiş bir Sinan, koşmaktan kıpkırmızı
olmuş bir ben ve sinirden boynunun damarları atan bir Ali...
Birkaç saniye sessiz kaldıktan sonra aynı anda kahkaha attık.
“Çok salaksınız ya!” dedim önüm e dönerken. “Bir gün sizin
yüzünüzden büyük sıçacağız.”
Hepimiz rahatlamış gibi derin bir nefes aldık. Asansörün kapısı, kliniğin olduğu kata gelip açıldığı an kendimizi koridora
attık. Sinan, üstündeki çarşafı işaret edip, “Kanka ben ne zaman
bu sığırın aklına uysam kendimi ilginç yerlerde, ilginç şeyler
yaşarken buluyorum ,” dedi.
Usulca yürürken kolumu Sinan’ın omzuna attım. “Ben hâlâ
anlamadım, kadın neden saldırdı sana?”
Gözlerini titretir gibi yaptı. O an aslında yaşlı kadının nedensaldırdığı o kadar barizdi ki... Güldüm. “Kanka,” diye söze girdi
Sinan. “N e sandıysa artık, tuvaletten çıkarken beni gördüğü an
çığlığı basıp üstüm e atladı.”
Oğuz gevrek gevrek gülerek, “Teyze m uhtem elen ölüm
korkusu yaşıyor. E normal, sekiz yüz seksen yaşında kadın... Sinan’ı da öyle bembeyaz görünce ölüm meleği sandı herhalde.
Shinigami kafası...”
Sinan’ın O ğuz’a yükseleceği an mahrem yerlerinden bir sesler geldi. Telefonunu soktuğu yeri hayal etm emek için yüzümü
buruşturup kafamı çevirdim. Ali, anlamış gibi beni kapüşonum dan tutup çekti ve eliyle gözümü kapattı.
Sinan’ın, “Tamam kanka hem en geliyoruz,” dediğini duyduğum an Ali’nin parmaklarını gözümden kaydırdım. “Bizi
bekliyorlarmış, koşun!”
Hepim iz aynı anda koşmaya başladık. Sinan üzerindeki çar­
şaf yüzünden düşme tehlikesi geçirmesin diye, gelinin duvak
tutan yeğeni gibi ona yardım ederek koşuyorduk. Az önce ne
kadar saçma şeyler yaşamış olsak da, birden ana gündem tekrar
Gökkuş olmuştu. Koşarken bir yandan da O ğuz’u uyarıyordum. “Bak çocuğum, sakın az önce bahsettiğin o aptalca takti­
ği uygulayayım deme. Güzel güzel konuşalım, bitsin. Tamam
mı?”
“Bence de... Ciddi ol Oğuz.”
“Sinan şu tipte koşarken bunu demen ne kadar doğru kardeşim?”
“Kanka, kıyafetlerim bu hıyarın yüzünden kayboldu, ben
napayı-”
Sinan cümlesini bitiremeden kapı açıldı. Biz kendimizi zorla
durdurup suçüstü yakalanmış gibi kalakaldık. Gökhan önce Sinan’a, sonra hemşire kıyafeti içindeki O ğuz’a baktı. Sakinliğini
koruyarak, “Asla ne oldu diye sormayacağım,” dedi. “Geçin içeri. Sizi bekliyor Doktor Bey.”
İçeri girerken O ğuz’un poposunu çimdikleyip tekrar uyardım. “Bak sakın, tamam mı?” diye fısıldadım. Ve bu uyarımınüstünden saniyenin onda biri kadar bir süre geçmeden, Oğuz
doktorun masasının önünde durup şöyle dedi:
“Uçan mem eler görüyorum doktor.”
“Hale, yani Gökhan’ın annesi aile dostum uzun kızı... Oğlum
için sana randevu aldım deyince hem sevindim hem de biraz
şaşırdım.” Orta yaşlı, gözlüklü doktor hafifçe güldü. “Benden
Gökhan’ın arkadaşlarıyla tanışmamı özellikle isteyince Gökhan
açısından durum u kolaylaştırmak için seansın kalanına sizi de
dahil etmek istedim çocuklar. Korkmayın... Sıkıcı doktor-hasta
muhabbetlerine girmeyeceğiz.” Elindeki kalemi bana doğrulttu. “G rubun tek hanım üyesi sensin değil mi?” diye sordu.
Oğuz benden önce davranıp, “Hayır, tek hanım üyesi benim ,” dedi gülerek.
O ğuz’u dürtüp gözlerimi devirdim. “Şey... Evet. Çocukluk
arkadaşıyız hepimiz.”
“Biliyorum, Gökhan anlattı,” deyip parmağını tek tek üstüm üzde gezdirip isimlerimizi saydı. “Sen Ali olmalısın... Sen
O ğuz— Sen de Sinan.”
“Şey... Size tuhaf gelebilir neden bu kıyafetlerin içinde olduğum uz am a-”
Doktor Bey, Sinan’ın lafını kesti. “Gökhan’la biraz sizin
hakkınızda konuştuk dedim ya... O yüzden sizi ne halde görürsem göreyim şaşırmamam gerektiğini biliyorum.”
İçimden, “Yandık,” deyip bizimkilere çevirdim kafamı. H epimiz suçun çeteye kalacağını anlamış gibi buz kestik bir anlığı­
na. Gerim gerim gerilip birkaç santim uzamıştım ki, doktorun
kahkahası beni rahatlattı. Laf çarpmıyor, takılıyormuş bize. Yani
öyle olmasını um dum .
“Şimdi farklı bir oyun oynayacağız sizinle. Biliyorsunuz ki,
Gökhan’ı son günlerde en çok zorlayan mesele eski kız arkadaşı.
Ve onunla ilgili kıskançlığı, fazla kontrolcü tavrı. Sizden istedi­
ğim, sırayla, bu konseptteki aklınıza ilk gelen anıyı anlatmanız.”

2263 kelime

Yoruldum laan

Yeni bölüm de görüşmek üzere 🤗

4 N 1K 2 FİNAL OLDUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin