7.Bölüm: Eskitilmiş Lise

36 13 1
                                    

Bugün büyük gün gelmişti, iddia günümüzdü. Çekimlerden sonra maçı izlemeye koyulacaktık. Sete fenerbahçe formasıyla gelen Kerem ve Emre önümüze dikildiler. Bu soğuk havada Emre karizmasından ödün vermeyip formasının görünmesi için kısa kollu tişörtle oturuyordu karşımızda. Kısa kollu giyişiyle dalga geçtiğimizde inatla sıcak bastı diyor, ısınmak için ellerini ovuşturuyordu. Asıl şok olduğumuz nokta Suzan (ablanın) gelişiydi. Üzerine tam gelmiş, oldukça dikkat çeken forması ve boynuna taktığı atkıyla, elindeki iki poşeti sallaya sallaya yürüyerek yanımıza yaklaştı. Ardından Emre'ye bakınca aralarındaki düşmancıl bakışmalara gülmemek elde değildi.

Tam o sırada yüzüme bir poşet yemiştim. Suzan abla, Anıl ve bana forma getirmişti. Yeniden kısa kollu forma giymiş Emre'ye döndü. "Üşüdüysen Anıl'ınkini veririm kuzum. Ya da al atkımı."

"Suzan abla sen varya, neyse şimdilik laf etmiyorum." deyip hafifçe hırkasına yeltendi Emre.

"Abla deme yırtarım o ağzını vallahi." Suzan abla elindeki poşeti tekrar Anıl'a uzatınca "Setten sonra üzerinizde göreceğim." deyip içeri yöneldi. Kadro tamamlanınca çekimleri tamalayacak, maç izlemeye başlayacaktık. Çekilen sahnenin üzerinden geçilmesi için önümüzdeki ekranda düzenlenmiş halini yayınlamışlardı.

"İzleyelim bakalım."

Eskitilmiş Lise-7.Bölüm

Bir adım atıyorum, bir adım daha... Sonraki adımımda suyun içine gömüleceğim. Bir sonraki adım hayallerimin sonu. Bir sonraki adımda maviliğe karışacak bedenim, bedenimle beraber ruhum. Masmavi suyun içerisinde gittikçe dibe gömüleceğim. Hiç tereddüt etmeden atıyorum o adımı. Ufak bir çığlık işitiyorum ama umrumda bile değil. Yalnızca mavi ve ben varız. Mavi ve Eda. Su hızlı bir şekilde bedenimi ele geçiriyor. İlk başta ılık olsa da artık o kadar dibe batıyorum ki üşümeye başlıyorum. Gözlerimi kapıyorum, birazdan su ciğerlerime dolacak. Suyun, mavinin her yanımı ele geçirmesine izin veriyorum. Ellerim yukarıda kalıyor, nefesim tükenmiş... Çok az kaldı, maviye karışmama çok az kaldı, birkaç dakikaya ihtiyacım var sadece.

Gülümsedim, ben Edaydım. Gülümseyerek ölecektim. Belki kaçmayı tercih ettiğimi düşünürdü insanlar, neyseki onların düşündüklerinin önemi yoktu. Ne yaşadığımı bilmiyorlardı, bu bedenin ardında ne saklı olduğunu bilmiyorlardı, anlamıyorlardı, yargılıyorlardı. Ama şimdi belki de ilk defa yaşadıklarımın ağırlığını hissedeceklerdi, ne olduğunu bilmelerine gerek yoktu. Sadece ağırlığını bilseler, bedenimden geriye mavilik kalsa yeterdi. İçime su doluyor gibi hissediyordum. İlk defa bu kadar huzurluydum, o kadar huzurluydum ki...

Bir anda bedenimde bir baskı hissettim. Ölmek demek ki böyle bir şeydi. Ölmüş müydüm? Ölmek bu muydu? Gözlerimi açtım. Yukarı çıkıyordum. Panikle kendimi aşağı çekmeye çalıştım, ama olmuyordu. Su yüzeyine çıkmaya başlayınca şaşkınlıkla etrafıma baktım, ve onu gördüm, Murat'ı. "Senin ne işin var burada, bırak beni!" Öyle bir bağırdım ki belimde olan elinin gevşediğini hissettim ve kıyıya doğru sürüklenmeye başladık. Söylediğim şeye cevap vermiyordu, nasıl bana bunu yapabilirdi? Tam kurtulacakken nasıl bu dünyaya hapsolmama göz yumardı?

Kıyaya ulaştığımızda koşarak geri çekildim. Islanmış okul kıyafetlerim üzerime ağırlık yapıyordu. "Bir daha o köprüye çıkıp atlayacağım ve sen, sen orada olmayacaksın, soranlara bilmiyorum der geçersin!" Bastıra bastıra söylediklerimden sonra koşmaya başladım. Ancak bu sefer ilerlememe engel olan önümdeki taştı. Taşa takılıp yere düştükten sonra paramparça olan dizime baktım. Acısı karşısında yüzüm buruşsada, bir önemi yoktu. Ölecektim zaten. Yanıma yaklaşan Murat çaresiz görünüyordu. "Neden Eda, neden yapıyorsun bunu?"

Açıklama yapmazsam gitmeme izin vermeyecek gibiydi, ya şimdi ya da hiçti. "Çünkü," dedim yutkunarak. "Çünkü hayat bana başka seçenek sunmadı. Bazen kurtuluş yolu yoktur. Her gidişimin sonu ölüm, gittikçe batıyorum. Bırak kurtulayım, ne olur. Batacağım kadar battım, bunları kaldıramam Murat. Bir ölüm haberini daha kaldıramam. Zaten ölecek kimse kamadı." dedim burukça gülümseyerek. Cevap vermek için konuşacaktı ki onu durdurdum. "Dedim sana işte, evren benim ölmem için birçok sebep verdi bana, benden bunu istiyor. Şu ana kadar yaptığım her işte önümde engeller vardı ama şu an bana engel olamayacak! Olamıyor! İşte bu kadar adaletsiz her şey, ne olur bırak gideyim."

"Önce dinle." dedi dizime bakarken. Görünüşü o kadar çaresizdi ki ilk başta cevap veremedim, sadece öylece yüzüne bakakaldım. Belki de son konuştuğum insanın o olması güzeldi, çünkü onu sevmiştim. Bu dünyadan ayrılırken geriye sevdiğim insanı bırakacaktım, sevgiyle ölecektim, severek ölecektim. Sonra gözlerinin içine baktım, öylesine bir sıcaklık vardı ki daha fazla ona bakamazdım. Gözlerimi kaçırdıktan sonra kararımı verdim. Onu dinlemeyecektim.

Çünkü fark ettim ki dinleseydim, vazgeçerdim.

Onu bir saniye bile dinleseydim vazgeçerdim. Bakışının bile etkisi bu kadar fazlayken, sözleri düşünemiyordum. İşte bu yüzden o bir saniyeden kaçmalıydım. İlerlerken arkamdan bağırmaya başladı. "Sence evren sadece sana mı engel koyuyor!!?" Koşmaya devam ettim.

"Hiç sanmıyorum. Kaybediyorlar Eda, her geçen gün insanlar hayatlarını kaybediyor! Sevdiklerini kaybediyor! Kimisi sevdikleriyle beraber kendini kaybediyor. Herkesin önünde engel var, her durumda var. Asıl cesaret bunları aşabilmek değil midir?"

"Sevim teyze bunu ister miydi?!!!" Dedikleri karşısında duraksadım. Bundan cesaret alır gibi konuşmaya devam etti.

"Çabalamadan gidemezsin anlıyor musun? Hani diyorsun ya, öleceğim ve önümde engel yok diye. O takılıp düşmene neden olan taş bile senin için bir engeldi, bu kadar kör olma Eda, burada bitmesin. Gitme." Karşımda ağlamak üzereydi. Bense çoktan ağlamaya başlamıştım. Rüzgarın kıpırtısını ıslak kıyafetlerim sayesinde o kadar derinden hissediyordum ki, yığılıp düşmekten korkuyordum.

Buz kesilmiştim, adım atamıyordum. Adım atmaya çalıştım, başaramadım.

Olduğum yerde dizlerimin üstüne çöktüğüm sırada parçalanmış dizim yanıyordu. Taşlarla kaplı yer dizimin acısını arttırıyordu. Acı içinde hissediyordum, söylediklerindeki haklılık payı acımı arttırıyordu.

"Korkuyorum." dedim zorla, fısıldayarak çıkan sesimle.

"Korkuyorum Murat. Yarından korkuyorum artık, iyi gelmiyor. Zaman geçirmiyor ki, yeni üzüntüler ekleniyor."

"Gerçekten mi Eda, gerçekten Sevim teyzeyi, ölmeden sana son söylediği sözlerin hakkını vermeden mi gideceksin? Korkma, çünkü bunu sen dedin. Batacağın kadar battın, dahası yok. Şimdi, tam şu an kaçma değil yüzleşme zamanı."

Gözlerim net göremeyecek kadar ağlamaktan buğuluydu. Annem, annemin söylediklerini gerçekleştirmeden mi gidecektim? Ölmek buna değer miydi? Tüm duygularımdan eminim sanmıştım, yaptığım şey doğru sanmıştım ama şu an içimdeki şüphe cesaretimi kırıyordu. Doğruluğundan şüphe ettiğimiz hisler gerçekliğini korur muydu?

Gözlerimi silip derin nefesler aldım. Dizimi yavaşça kaldırdıktan sonra ayağa kalkmaya başladım. Bu esnada ona bakıyordum. Yanıma daha da yaklaştı, kalkmam için kolumdan tuttuğunu hissettim. Hareketleri korkarcasınaydı. Vereceğim cevaptan korkuyordu... Biri bile olsa beni umursuyordu, ölmemden korkuyordu.

İşte şimdi son kararımı vermiştim. Ölmeyecektim, ölemezdim... Çünkü onu bir saniyeden fazla dinlemiştim.

Kolunu sımsıkı tuttuktan sonra en başta yapmam gereken şeyi yaptım, ona sarıldım. Öyle sarıldım ki, tüm kırıklılarım uçup toz oldu. Evimde gibi hissettim, her şey bulanık burası netti, burası..Burası çok güzeldi.

Kafamı kaldırdıktan sonra gülümsemekten gamzelerini belli eden yüzüne baktım. "Gidelim buradan."

🌊🌊🌊🌊🌊🌊🌊🌊🌊

O zaman, 'KESTİK.' dostlarım.

🎬

Bölüm sonu.

Anılarda SaklanmışızHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin