8.Bölüm: İddia Günü

23 11 0
                                    

Medya: Suzan abla(!) Ndndmsmwmsmmama

🌠🌠🌠🌠🌠🌠🌠🌠🌠

"Hadi aslan parçası hadi!" Hepimizin bakışı Suzan ablaya dönünce yavaşça yerine oturdu. "Pardon, biraz fazla gaza geldim sanırım." Her pozisyonda istemsizce ayağa kalkıyor, sanki kendi oynuyormuş gibi önündeki koltuğa top niyetine tekme atıyordu. Emre kumandaya yöneldi. Bu sırada Aslı uyardı. "Önümüzden çekilsen de izlesek Emre." Emre kaşlarını çattı ve kumandayı eline aldı. "Suzan ablanın bağırışından maç atmosferine giremiyorum." Sesi sonuna kadar açtıktan sonra yerine geçti.

Aslı dikkatle topu takip ediyor, Kerem ve Emre de kazanmak için beraber totem yapıyorlardı. Anıl ve benim çok oralı olduğumuz söylenemezdi. Daha çok telefondaydık. Suzan -abla- ise... O maçı izlemiyordu, yaşıyordu. Bizim grubu tek temsil etse bile o takımını koskocaman bir trübüne yetecek kadar destek verip savunuyordu. En son telefonumun şarjı azalınca maçı izlemeye karar verdim, daha ilk yarı bile bitmemişti.

Doğru saydıysam bir topun arkasında yaklaşık yirmi kişi koşuyordu. Baştan saymaya başladım. 1,2,3,4,5,6,7,8,9... Dikkatimi arada fosforlu dolaşan kişiye verince sayıları kaçırmıştım. Sahi o kimdi? Hakem miydi? Galiba hakemdi. Zaman bir türlü geçmiyordu, ekrana boş boş bakmaya devam ettim. Nerede kalmıştık?.. 9,10,11,12,13..1- "Bakıyorum çok eğleniyorsun, bal kabağı?"

"Sorma ya, baya eğleniyorum." dedim dalgayla karışık ve kahve almak için ayaklandım. "Nereye gidiyorsun?" dedi arkamdan seslenen Emre. "Kahve alacağım, hemen çıkıp gelirim." Cevabımın ardından o da ayaklandı. "O zaman ben de geliyorum, maç araya girdi hem." O da kahve almaya gelince içeridekilere de sorma kararı aldım. "Dur içeridekilere soralım, belki gelmek isterler." Ama bunu yapmamı engelledi. "Salla gitsin, zaten maç tartışmakla meşguller." İçeri son kez göz attığımda Kerem, Aslı ve Suzan-abla-nın hararetlice konuştuğunu gördüm.

Anıl neredeydi?

"Hadi çıkmıyor muyuz?" dedi Emre. Yavaşça kafamı salladım. Kapıya geldikten sonra açmak için Emre'yi de kenara ittikten sonra düşmemek için duraksadım. Kapı kendiliğinden açılmıştı. Arkaya düşmemem için Emre omzumdan tuttu, "İyi misin?" dedi telaşla. Kalkmak için koluna tutunduktan sonra "Az daha ölüyordum, teşekkürler." dedim. "Burada kahramanın duruyor, ne ölmesi?" Gülmeye başladım. "Teşekkürler kahramanım." dedim dalga geçerek. Çıkmak için öne atılınca duraksadım çünkü tam karşımızda Anıl duruyordu. Kapı kendiliğinden açılmamıştı ki, Anıl açmıştı. Tabii ya...

Önce bana, sonra Emre'ye, en son da Emre'nin omzumdaki koluna baktı ve bir şey demeden içeri geçti. Neydi bu samimiyetsizlik? Sanki konuşmamak için tutmuş gibiydi kendini, tuhaftı bakışları. Emre kaşlarını kaldırdı. "Sinirli sanırım." diye fısıldadı. O ne zamandan beridir bizi izliyordu ki? Nedenini bilmediğim bir rahatsızlık duydum bakışlarında. Neden diye düşünürken çıkmadan aynadaki görüntüye baktım. Tanrım, Emre ile gereksiz yakın duruyorduk. Ondan ayrıldıktan sonra çıkmadan Anıl'ı çağırmaya karar verdim. "Emre sen çık, geliyorum ben." İçeri girdikten sonra Anıl'ın yanına gittim. "Kahve alacağız, gel istersen." Söylediğime karşılık kafasını kaldırıp yüzüme bile bakmadı. "Yok, maç izleyeceğim." dedi soğuk bir ses tonuyla. "Bir sorun mu var?" Başını telefondan kaldırmaya tenezzül bile etmeden konuşmaya devam etti.

Sözde maç izliyor.

"Sorun filan yok, neden olsun ki?"

Neydi şimdi bu gerginlik?

"Soğuk davranıyorsun." dedim açık sözlülükle. Yaptığı tek şey cevabını tekrarlamak oldu. "Sorun yok." Cevabından sonra "Peki." diyerek çıkışa yöneldim.

"Hadi gidelim." Kafam karışmıştı, acaba Anıl yanlış mı anlamıştı? Yanlış anlasa sorar mıydı? Acaba umrunda mıydı? Umrunda değilse neden öyle davranmıştı ki?

Ne diyordum ki ben? Olmayan bir şey uğruna neden kendi kendimi strese sokuyordum? Sonuçta başka bir sıkıntısı olabilirdi.

Bu kadar soru kafamı bulandırınca en iyi kararın düşünmemek olduğuna karar verdim. Ama düşünmeden de yapamıyordum işte. Aklımın bir kısmı yine o olaydaydı. Yolun tamamı bunu düşünecektim sanırım. Bu görüntüden bunu çıkarması biraz saçma olurdu. Kendimi kandırmak ne kadar doğruydu?

"Aylin, sen beni dinliyor musun?" Kafamı kaldırıp Emre'ye baktım. "Sen konuşuyor musun?"

"Sen gerçek misin? Yaklaşık üç dakikadır konuşuyordum." Şimdi ne diyecektim ki? Konuştuğunu bile dinlememiştim. Dinlemeyi geçin konuştuğunu anlamamıştım bile. "Ya çok özür dilerim, kafam biraz karışık da son birkaç gündür." Söylediklerime karşılık yüzüne hafif bir tebessüm yerleştirdi. "Sorun değil, olur böyle şeyler. Bir problem mi var? İstersen beraber çözebiliriz." Ona Anıl'ı anlatamazdım ki?

"Yok, anlayışın için teşekkürler. Halletim ben." dedim çaktırmamaya çalışarak. "Biliyor musun Aylin? Sen, sen çok iyi birisin. Kimsenin beni anlamadığı zamanlarda sen anlıyorsun. Teşekkür ederim." dedi durduk yere. Büyük ihtimal eski sevgilisiyle olan olay hakkında konuştuğumuz gün için bunu söylüyordu. "Önemli değil."

Kahvelerimizi alacağımız yerin önüne geldikten sonra içeri girdik ve sırayı beklemeye başladık. "Yarın Bodrum için hazır mısın?" Kafamı salladım. Yarına çekilecek yeni bölümler için Bodrum'a gidecektik. Bu tür yolculuklar hem çok eğlenceli oluyordu, hem de deniz kenarına gidiyorduk. Hatırlayıp mutlu oldum. "Oldukça eğlenceli olacak gibi duruyor."

Sıra bize geldikten sonra kahveleri aldık ve geri dönüş yolunu yürümeye başladık. "Aylin."

"Efendim?"

"Biraz yavaş yürüsek olur mu?" Sorduğu soru tuhaf olsa da bir şey demedim. "Peki." Hava hafif soğuk olsa da yavaş adımlarla ilerlemeye devam ediyorduk. Aklım hala evdeydi, keşke bir an önce gitseydik de Anıl'ın davranışlarını ölçebilseydim. Derin bakıyordu, aslında sadece bugüne özel değildi. O hep derinden bakıyordu.

Ya da ben iyice kafayı sıyırmıştım sanırım.

"Hayırdır sıkıldın mı?" Emre'nin sorusuyla hayal dünyamdan uzaklaştım. "Ne alaka şimdi?" dedim kaşlarımı kaldırarak. "Hızlandın da biraz."

Güldüm ve "Bugün tuhaf sorular soruyorsun." dedim. "Eh Aylin hanım, ben meraklı bir insanım. Hele konu bal kabaklarıysa merakım artıyor demek ki."

"Kes şunu." dedim yeniden gülerek. "Bal kabağı değilim ben."

Bu sırada sete gelmiştik, direkt içeri geçtik. Sorduğumuz ilk soru günün popüler sorusu gibi bir şeydi. "Maç kaç kaç?"

"Berabere." dedi Suzan ve Kerem aynı anda. İkisi de bezmiş görünüyorlardı. "Böyle de sona erecek büyük ihtimal." Koltuklara geçtik. Ancak aradığım kişi ortalarda yoktu. Ortalığa iyice bakındıktan sonra sormaya karar verdim. "Anıl nerede?"

"Az önce çıktı. Önemli bir işi varmış sanırım." dedi Kerem. Cidden gitmiş miydi? Belki de sadece ben kafamda kuruyordum. İçeri normalce girip önemli bir işi olduğu için gitmek zorunda kalmıştı. Evet, kesinlikle böyleydi.

Maçın son uzatmalarına gelmiştik. Hala berabereydi, değişen bir şey yoktu, büyük ihtimal olmayacaktı. Artık sıkıntıdan patlayacak noktadaydım. İçimi sıkıntı basmıştı. "GOOOOOOOL!" Duyduğum sesle yerimden sıçradım. "Pardon!" dedi Emre daha yüksek bir ses tonuyla. Sıçramam on katına çıktıktan sonra maçı da kaybetmiştik.

Bugünün benimle sorunu neydi ki?

Suzan abla savunmaya geçti. "Resmen kafasına bastı çocuğun! Geçerli olmamalı!" diye isyan etti, çok geçti. Maç çoktan sona ermişti ve çoktan kaybetmiştik. Bu tatsız günün ardından tek isteğim eve gidip yemek yiyip uyumaktı. Emre yanıma geldi. "Çıkışta yemek yiyelim mi?" Kabul edecek enerji üstümde yoktu. "Ya aslında pek aç değilim. Yorucu bir gündü ve gidip uyumak istiyorum. Başka zamana." diyebildim. "Yok, sıkıntı değil."

Herkesle vedalaştıktan sonra dışarı çıktım. Temiz havayı içime çekip yürümeye başladım. Yarın büyük gündü, hem Anıl olayını anlayacaktım hem de Bodrum'a gidecektik.

🌠🌠🌠🌠🌠🌠🌠

Bölüm sonu.

Anılarda SaklanmışızHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin