13- Kayıp

51 6 2
                                    

   Minik gaz lambası, içinde bulunduğu odayı loş, sarı bir ışıkla aydınlatmıştı. Odanın küçük penceresinin dış tarafında durmaksızın yer değiştiren gölgeler, beyaz yatağın üzerinde yatan kızın yanık yüzünde şeritler oluşturuyordu. Tek kişilik, yatak ve gaz lambasının üzerine konulduğu küçük şifonİyerden oluşan sade oda, misafirlik ettiği gölgeler adına suspus olmuştu. Sessizlik yeni zaferini kutlaya dursun, çok geçmeden pencerenin tül perdesi hareketlenmeye başladı. Rüzgâr, gecenin ağırlığını odaya bırakıp kaçar gibi hızla geri çekilirken, yatağın üzerinde yatan Kız’ın yüzünde huzursuz ifadeler yer buldu. Kız’ın yüzüne düşen uzun kahve saçları, alnında biriken ter damlalarıyla ıslanmıştı. Giderek hızlanan nefesler, gölge şeritlerinin ters yönde hareket etmeye başlamasıyla kuvvetlendi. Kız acı çeker gibi mırıldandığında, bedeni de tepki vermeye başladı. Zamanın bir an için tedirgin edecek derecede hızlanışı, odanın tahta kapısının vurulmasıyla son buldu. Kız olduğu yerde haykırarak sıçradı. Kapı bir kez daha vurulurken terli yüzünü eliyle silip yutkundu, “Aras! Sen misin?” dedi tedirgin dolu bir ifadeyle. Cevap gelmeyip kapı daha da kuvvetli vurulduğunda, öfkeyle yatağından kalkıp kapıyı açtı. Kapıya yaslanmış küçük çocuk olduğu yere düşüverdi, “Neden cevap vermiyorsun!” diye çocuğa kızdı.
   Sekiz dokuz yaşlarında, kıvırcık altın saçlı, okyanus gözlü çocuk, suç işlemiş gibi Kız’dan gözlerini kaçırdı, “Özür dilerim.” dedi, “Duymadım sanırım.”
   “Bir dahaki sefere duyarsın umarım.” dedi Kız gerginliğinin son kırıntısıyla, ardından sert yüz hatları yumuşadı. Öfkesi yerini hızla sevgiye bıraktı, “Kızma olur mu Aras, gece olduğunda gergin olabiliyorum; özellikle Kâbus görüyorsam.”
   “Kabus mu gördün?” dedi Aras ilgiyle.
   “Alışıldık bir durum. Boşver şimdi onu, neden geldin, dedene bir şey mi oldu?”
   “Yok, hayır.” dedi Aras, “İçeride horulduyor. Seninle uyumak istemiştim.”
   “Hani tek yatabiliyordun?” dedi Kız muzipçe, “Ne oldu korkusuz kahramana?”
   “Şey, bu gece kahramanlığa ara verdim. Dışarıda tuhaf rüzgârlar esiyor.”
   “Öyle mi?” dedi Kız sakin bir sesle pencereden dışarı bakıp, “Ne zaman sıradan oldular ki...” Aras’ı elinden tutup yatağına götürdü. ardından yanına oturttu, “Sence gerçekten tuhaflar mı?” dedi gözünü yeniden dışarı verip.
   “Neden soruyorsun?” dedi Aras.
   “Bilmem, aylardır her şey normal, ondan belki...” diye mırıldandı Kız, “Söyle bakalım, bu ziyareti borçlu olduğumuz başka şeyler var mı?”
   “Aslında, masalın sonunu getirirsin diye umuyordum.” dedi Aras heyecanla.
   “Pekâlâ, prensesin dileği olası bir ölüme engel olmuştu. Çünkü prenses, prensle birlikte görkemli saraylarında yaptıkları balolardan birinde bir dilek dilemişti mumları üflerken: Olur da dünya tersine döner, yıldızlar yer değiştirir-”
   “Ecrin Abla!” diye susturdu Aras, “Bugüne kadar bozmak istememiştim ama artık sabrım tükendi.”
   “O da ne demek?” dedi Ecrin şaşırıp.
   “Sürekli aynı yerden başlıyorsun, masalın bu kısmında takılmış gibisin.”
   “Gerçekten mi?” dedi Ecrin anlamaz bir tavırla.
   “Evet, fark etmemiş olamazsın. Ben masalın sonunu merak ediyorum... Kahraman ve arkadaşları kötü kalpli adamın sarayına vardıklarında ne oldu?”
   Ecrin gözlerinin içinde peyda olan boşluğa meydan okur gibi gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı; oysa sonunu getirmek istememişti bu masalın, ama küçük prensi rahat durmayacaktı belli ki, “Masalın sonunda kahraman ve arkadaşları kötü kalpli adamın sarayına girmeyi başardılar.”
   “Mühre rağmen mi?” dedi Aras dikkat kesilip.
   “Evet.” dedi Ecrin, “Mühür onların temiz kalbine sıçrayamamıştı, hem biliyorsun prens çok güçlüydü... Saray’ın zirvesine çıkıp girilmesi yasak olan odalara girdiler ve kalbi buldular; tabii kalbi bulana kadar da esaret altındaki bir çok varlığı özgürlüğe kavuşturdular. Kalbi aralarında yardımlaşıp yakmayı başardılar ve bir baktılar ki Diyar özüne kavuşup genişleyivermiş.”
   “Peki ya sonra, yani her şey bittiğinde ne olmuş?”
   Ecrin, kalbinin derinlerindeki yaraya bir kez daha çomak sokup gözlerinin dolmasına sebep oldu, “Ne bekliyorsun ki?” dedi ardından durgun sesiyle, “İyiler kazandı, huzur yayıldı ve prensle prenses sonsuza dek mutlu yaşadılar...”
   “Eh, pek bilinesi değilmiş masalın sonu.” diyerek dudak kıvırdı Aras.
   “Neden öyle dedin?” diye kırıldı Ecrin.
   “Sevimsiz geliyor artık, anlarsın ya, mutlu sonlar...”
   Ecrin hafif bir ürpertiyle Aras’ın gözlerinin içine baktı, “Kaç yaşındasın sen?” dedi azarlar gibi, “Nasıl böyle düşünebilirsin?”
   “Dedem mutlu sonları pek sevmez. Sen gelmeden önce hep söylerdi bunu.”
   “Anlaşılan dedenle konuşmam gerekecek. Bunları düşünmemelisin.”
   “Neden Ecrin Abla? Doğru değil mi? Mutlu sonlar sahte değil mi?”
   “Doğru görecelidir Aras, ayrıca normal şartlar altında yaşayacak çok fazla yılın var; geleceği kendine zehir edemezsin. İyisi mi bu konu burada kapansın.”
   “Bana kızıyor musun?” diye sordu Aras, Ecrin’in yatağına yayılıp uykuya hazırlanırken; gözlerini ahşap zemine çevirmişti.
   “Hayır, sadece bilmeni istiyorum. Bu yüzden buradayım, sen bil diye.”
   “İyi ki geldin. Herkes benim kadar şanslı değil… Teşekkür ederim.”
   “Dedene et teşekkürünü, burada olmamı ona borçluyum mutluyum da...”
   Ecrin lafını bitirip Aras’a döndüğünde uyumuş olduğunu gördü. 'Ne de çabuk!' diye düşündü. Tül perdenin hafif esintili dansını izledi. Yanı başında duran gaz lambasındaki ateşi gözledi. Dakikalar geçti, beyninin içinde kaygısızca salınan anıları seyretti... Kapıya baktı, ardından Aras’a, sonra kendine döndü bakışları; çıplak boynunun az aşağısında duran damgaya baktı, sol göğsünün üzerindeki kutsal damgaya... Ağladı, ağladı, ağladı... İçin için, ses etmeden, acıyla ağladı; nefes olup düştü göğsüne her bir gözyaşı, o fark etmese de bir an için ışığa kavuştu Aşk'ın Damgası. Ardından bitkin gözleri kapandı, uyudu kaldı...
 
   Büyük bir kasabanın, küçük, mutlu ve aziz bir parçasıymış gibi duran Biyan Köy'de gün doğumu kızıl ışıklara eşlik ediyordu. Uzun, yapılı ağaçların; sarı, turuncu, kırmızı renkli parlak dokuları hareketlenmeye başlamıştı. Neredeyse Köy'ün dört yanını saran hafif dumanlı dağların Diyar Şairleri'nce ‘Aziz’ unvanına layık görülme nedeni ortadaydı. Her biri ağaç kovuğunu andırırcasına inşa edilmiş güzel evlerin içi güneşin yüzünü görür görmez, Köy Sakinleri'nin sesleri yükselmeye başladı. Köy'ün çocukları yeni günle birlikte heyecanlarına heyecan katıyordu; ne de olsa yarın Bacchus'un günüydü, Biyan Köy'de doğmuş olan hangi çocuk heyecanlanmazdı ki bu ismi duyduğunda, sayıca yüzü geçmeyen bu evlerin ortasında büyük bir meydanın üzerine kurulu bir çadırın ismiydi bu. İlkbahar gelip de şarkılarını fısıldadığında başlardı hazırlıklar, köylü huzur ve eğlence dolu zamanlar geçirilecek bir hafta belirlemişti kendine, her yıl o hafta geldiğinde Köy'ü bir coşku selidir alır götürürdü. Yaşlıların dahi heyecanla bekleyip, bir kez daha görebildiklerine şükrettikleri bu bir hafta, Bacchus Çadırı'nın etrafına kurulu şenliklerle anılırdı. Şenlikler dışarıda devam ederken, Çadır'ın içindeyse oyunlar, şarkılar, danslar boy gösterirdi. Köy'lü nüfuslarına oranla yeterince samimi ve iç içe geçirebildikleri bu bir hafta için, Diyar'ın başka topraklarına da haber salıp davet gönderirdi. Pek misafir gelmezdi, ne de olsa Diyar'ın kuzeydoğusunun en uç noktasında kuruluydu bu köy, serinliğinden ziyade aşılması gereken onlarca yol yüzünden üşenirdi bir çok kişi; gelenler ya şenlikler için gösteri hazırlayanlar olurdu, ya da Geçiş Kayaları'ndan biri olan, Köy'ün pek yakınındaki Pertras'ı kullanabilecek yücelikte olanlar… Sanı tüm Diyar'da bilinirdi aslında Bacchus Şenlikleri'nin, hatta en çok da diğer köylerde yaşayan çocuklar bilirdi, ne var ki varlıklı aileler dışında kimseye göre değildi onca yol, İlkbahar geldiğinde yolculuklar adına alınan tılsım adedi yükseliyor, ticari dengeler oynuyordu. Biyan Köy'ün eğlence sürekliliği vardı nasılsa, bir Bacchus Şenlikleri'ne katılmak gibi olmasa da, yaz geldiğinde istenilen tılsım adetleri düştüğünden, o vakit giderdi bir çok köylü. En azından Çadır'da ayda bir gösterim olurdu, o gösterimlerden birine de denk geldin mi tadından yenmezdi yolculuğun. Er geç Biyan'a yolu düşen misafirler için, kiralanabilecek bir çok ev de vardı. Ev sahipleri gözü pek İnsanlar değildi; uygun tılsım adedine gayet sağlıklı evler kiralanabiliyordu. Onca yıldır yapılan Bacchus Şenlikleri için heyecan azalmış olmasa da, bu yılki şenliğin heyecanı yanında biraz da kötü hisler vardı. Son birkaç yıldır tuhaf şeyler oluyordu Diyar'da; kulaktan dolma, dedikodudan yayılma çok fazla şey duyulmuştu. Çoğu Biyanlı'nın yalnızca duymaktan bile ürperebileceği karanlık kavramının işi olmazdı buralarda ancak geçen yılın sonbaharında Hanedanlık Festivali'nde yaşanan büyük kıyım düşüncelerden çıkmıyordu; belki uzaktı onlara bu kıyım ama var olmuştu, her yerde var olabilirdi...
      Birkaç saate kalmadan Köy'ün Meydanı türlü oyunlar oynayan çocuklarla doldu taştı. Gülüşmeler ve sohbetler başladığında, güneş bulutlara karışıp elini eteğini çekti bir süre; gölgeler kısaldı, dindi ortalık. Pertras'ın bulunduğu uzak yoldan Köy'e doğru yaklaşan bir kız gözüktü. Yeni kısalttığı belli kızıl saçlarının altında inci gibi duran yeşil gözleri oldukça durgundu. Uzun elbisesi, saç rengiyle neredeyse aynıydı. Boynundaki siyah zarif kolye ve küpeleri ise ayağındaki uzun topuklu ayakkabıyla uyumluydu; bir davete hazırlanmış gibiydi. Köy'e giden yolun üzerinde yürüyen birkaç kişi ona dönüp kılığını oldukça tuhaf karşıladı, öyleydi de; Biyan Köy şöyle dursun, koskoca Diyar'da bile buna benzer bir kılık görülmemişti. Elbise bir yana, Kız'ın ayağına geçirdiği enteresan şeye karşı bir çoğu anlam veremedi. Neyse ki bu kılığı en fazla birkaç kişi görüp unutmayacaktı çünkü Kız, Köy'ün içine girmeden hemen önce ona bakılmadığından emin olup gözlerinin parlamasını sağladı. Gözbebekleri şekil değiştirirken, bedenini hafif bir duman sardı. Duman kaybolduğundaysa Köy'ün İnsanları’ndan hiçbir farkı yoktu; bolca bir bluz, hafif dökümlü pileli bir etek ve süet ayakkabı. Bluzu huzursuzca çekiştirip üstünü düzeltti, saçını hafifçe dağıttı. Küpelerini çıkartıp, eteğin minik cebine koydu. Tam gidecekti ki tırnaklarındaki siyah ojeyi fark edip yeniden gözlerini kullandı. İşte hazırdı. Köy'ün içine doğru ilerledi. Kimseyle muhatap olmak zorunda kalmazsa yarım saate eve varırdı…
 
   Aras, gözlerini açıp hızla yataktan kalktı. Dışarıda dolanan sesleri ve kapısı açık odayı görünce şaşırdı, ne çok uyumuştu öyle. Odadan dışarı çıkıp, merdivenlerden aşağı indi. Dedesi sedirin üstüne oturmuş dışarıyı seyrediyor, Ecrin'se sofra kuruyordu. Yaşlı Adam elinde tuttuğu gözlükleri takıp hırıltılı bir sesle güldü, “Uyandın mı korkusuz kahraman.” dedi bastonundan destek alıp ayaklanırken. Ecrin kafasını sofradan kaldırıp Aras'ın şaşkın yüzünü görünce gülümsedi. “Çatı katı hoşuna gitti galiba.”
   “Hiç de bile, sadece uyumuşum. Nasıl oldu da bu kadar çok uyudum anlamadım ki, neden uyandırmadınız?”
   Yaşlı Adam yeni bir hırıltıyla hareketlendi, “Kerataya bak sen bir de azarlıyor utanmadan.” diye Aras'ı yakalayıp gıdıklamaya başladı. Aras kaçacak yer bulamayınca kahkahayı bastı. Dedesi bıraktığında yanağına öpücük kondurdu.
   “Nasılsın dede, daha iyisin ya?”
   “Eh, dünden daha iyiyim. Gidiciyim ben gidici, yormayın kendinizi.”
   “Turan Amca o nasıl söz öyle.” diye uyardı Ecrin Aras'a bakıp, “Biraz daha pozitif olsanız da kimse üzülmese?”
   “Ah kızım, anlıyorum seni. Anlıyorum da işte, dede nine psikozu bunlar. Sen de beni anlayacaksın. Gel hele bu yaşa, hayat bir çift çerçeveden ibaret.” diye gülümsedi Turan Amca.
   “O zaman gözlüğü çıkar sen de.” dedi Aras üzüntüyle, “Ben yol gösteririm.”
   Kapı çaldı. Turan Amca ve Aras sofraya kurulurken Ecrin kapıya yürüdü, kapı gözünden dışarı baktı. Kızıl saçlı kızı gördü, bir an için tanıyamasa da ardından hatırlayıp kapıyı açtı, “Merhaba.” dedi gülümseyerek, “Uzun zaman oldu.”
   “Ah, evet.” dedi Kız içeri dalıp, “Biliyorsun ailemle ufak bir yolculuğa çıkmıştık. Turan Amca, Aras! Siz nasılsınız?”
   “Hoşgeldin kızım. Ecrin'in arkadaşıydın değil mi?”
   “Evet, uzun zamandır beraberdik.”
   Kız, Aras'a döndü. Aras'ın yüzündeki ciddiyeti ve samimiyetsizliği görünce yüzü düştü, “Neden öyle bakıyorsun Küçük Adam?”
   “Çünkü seni sevmiyorum.” dedi Aras.
   Turan Amca kahkaha attı, Ecrin azarlar gibi baktı. “Kusura bakma kızım. Aras işte n’apacaksın.” diye omuz silkti Turan Amca.
   “Önemli değil.” diye tekrar gülümsedi Kız, ardından Ecrin'e döndü, “Ee, nasıl gidiyor Ecrin, heyecanlı mısın?”
   “Aslında çok değil.”
   “Gören beni sahneye çıkacak sanır. Biraz heyecan yap, sahneye çıkmadan önce heyecan yapmazsan sahnede yapmaya başlarsın diye duymuştum.”
   Ecrin gülümseyip kafasıyla onayladı, “Nereden duydun bunu, Bacchus dışında Diyar'ın hiçbir yerinde oyun sahnesi yok diye biliyorum?”
   “Eh, ben de bu köyde yaşıyorum unuttun mu?” diye karşılık verdi Kız, “Sana bir şey söylemeye geldim, sonra gideceğim. İşlerim var biraz, şey diyecektim, yarın oyun sonrası Pertras'ın yakınlarında buluşabilir miyiz? Sana anlatmam gereken önemli şeyler var… Şu masaldaki prens hakkında...” diye ima etti Kız.
   Ecrin'in yüzünde hafif bir sarsıntı belirdi, “Nasıl yani, Ba-”
   “Yarın.” diye susturdu Kız, “Oyundan sonra, Pertras'ın yakınlarında.”
   Kız kapıya gidip dışarı çıktı. Ecrin bir süre dondu, ardından kendine gelip arkasından gitti, “Bir dakika!” dedi Kız'a, Kız arkasını döndü, ikisi birden bir süre durdu, “Aklıma geldi de, bir aydır vakit geçiriyoruz ama adını bilmiyorum?”
   Kız'ın ifadesiz yüzü hafif bir kuşku dalgalanması geçirdi ancak o ifadeyi o kadar iyi saklamıştı ki Ecrin anlayamadı, bir şeyleri ölçüp tartar gibi bekledi, çok geçmedi, “Lilith.” dedi oldukça içten ve rahat bir tavırla, “İsmim bu.”
   “Peki ya sen benimkini biliyor musun?”
   “Tabii ki Ec-rin, ben bu tarz şeylere dikkat ederim. Unutma, yarın.”
   Kız arkasına dönüp giderken. Aras Ecrin'in yanına gelip sinir olmuş gibi Kız'ın arkasından baktı, “Seni kandırıyor Ecrin Abla, oraya gitmeyeceksin umarım?”
   Ecrin bir yola, bir de Aras'a baktı, şaşkınlığı yeni son buluyordu, “Yapma Aras, zavallı kız neden kandırsın beni. Yaptığı tek şey hasta anne babasına bakmak. Hem, bu seni ilgilendiren bir konu değil.” diye eğilip Aras'ın gözlerinin içine baktı, “Söz ver bana, yarın dedenin yanından ayrılmayacaksın.”
   “Ama ben prensi tanıyorum!” diye küstü Aras, dönüp içeri girdi.
   “Tanımıyorsun.” dedi Ecrin mırıldanarak, “Tanımıyorsun Aras...”
   Ecrin günü olabildiğine karışık duygularla geçirmişti o vakitten sonra. Turan Amca'nın Lilith diye bildiği kız hakkında ‘Bir ay öncesine kadar o kızı gördüğümü hatırlamıyorum’ söylemi anlık bir kuşku oluştursa da, birkaç saate bu kuşku uçup gitmişti bile. Düşünceleri uyuşmaya başlamıştı. Hisleri tüm bedeninde yankı buluyordu; belirli aralıklarla hızlanan kalbi, zamansız gelip midesine konan ağrılar, kaçınılmaz durgunluklar ve kayıp umutlar... Çadır'da yaptıkları son provada yönetmeninden azar yemiş, aylardır süregelen başarısına toz kondurmuştu. Başrolü her fırsatta elinden almaya çalışan kızın yönetmenine kur yapıp, yerine çıkabileceğini söylediğini duysa da umursamamıştı. Yönetmen hak ettiği gibi önce kıza ağzının payını verip, sonra ona dönerek tehditler savurmuştu; sesini çıkarmamıştı, yönetmenin haksızlık ettiğine ya da savurduğu tehdidin hiç de önemi olmadığına kafa yoracak değildi, canı istediğinde çekip gidebilirdi, daha önemli şeyler vardı… Çadır'dan çıktığında her zamanki gibi Köy'de ona büyük sevgi besleyen İnsanlar’la vakit geçirdi. Her biri yarınki gösteri için iyi şanslarda bulunup hediyeler vermişti. Köy'de en çok sevdiği şeylerden biri de buydu; İnsanlar birbirlerine hediye verebilmek için en ufak bir sebebi yeterli görürdü. Hediyeleri minik aşkı Aras'a verebilmek için can atıyordu. Vakit akşamı bulurken, büyük bir coşkuyla eve vardığında, kapıyı açan Aras değil, maviler giyinmiş Turan Amca oldu, anlaşılan inanç vakti gelmişti, “Aras nerede?” dedi heyecanla elinde tuttuğu yirmiye yakın hediye paketini gösterip.
   “Göstermene gerek yok.” dedi Turan Amca paketlerin bir kısmını alıp girerken, “Gözüm o kadar bozuk değil; köylünün sana olan sevgisinden haberdarız.”
   Ecrin de içeri girip Turan Amca gibi paketleri odanın ortasına bıraktı, gözü içerideki kapalı kapıya takılınca gülümsedi, “Küstü dimi, sabahtan beri orada?”
   “Sabahtan beri durur mu hiç, Aras'dan bahsediyoruz.” dedi Turan Amca sedirine büyük bir huzurla oturup, “Senin geldiğini görünce kaçtı içeri, zaten dışarıdan geleli yarım saat oluyor.”
   “Bugün provamı izlemeye gelecekti.”
   “Anlaşılan çok bozulmuş, ne söyledin ki?”
   “Hiç. Sadece konunun beni ilgilendirdiğini söyledim. Neyse, madem öyle çıkıyorum ben odama, yemek hazır acıkırsanız koyar yersiniz. Sahne öncesi uykumu iyice almam lazım, malum yarın güneşten önce ekibin uyanması gerekiyor. Geleceksin dimi Turan Amca?”
   “Yarın olsun da bakarız, kafam şenlik kaldırmayabilir. Şenliğin gerçekleştiğini bilmek bile yeter. Pencereden izlerim olanı biteni, bakalım yetmiş yedinci şenlik haftam nasıl geçecek.” diyerek gülümsedi Turan Amca, gözlüğünü çıkarıp gözlerini kapadı, huşu içinde bazı cümleler mırıldanıp kendinden geçerken
   Ecrin bir süre yerde duran hediye paketlerine daldı;  zaten şu sıra dalıp duruyordu, 'Pekâlâ' dedi içinden, 'Bir tanesini kendim için alabilirim.'  Paketleri saydı, irili ufaklı on sekiz paket vardı. Desenleri birbirini tutmuyordu, hediye vermeyi alışkanlık haline getiren köylüde alternatif paketler çoktu. Ardından görenin diğerlerinin içinde almaya pek de yanaşmayacağı siyah pakete gitti eli, tabii paketin üzerindeki minik kalp figürleri de seçiminde etkendi. Eli büyüklüğünde bir paketti bu, kimin verdiğini hatırlamıyordu. Alıp, odasına çıktı. Paketi gaz lambasının yanına koyup uzandı, uzun süre gözleri kapalı durdu. Uyuyamıyordu. Sağa, sola; döndü durdu durmaksızın, Kâbuslardan  korktuğundan mı yoksa rahatsızlığından mı bilmiyordu. Ama uyumalıydı...  Boşluğa düşüyordu, dört yanı merdiven karanlık boşlukta eli kolu bağlı kalmış düşüyordu... Sonsuzluğa gittiğinin kaybolmuşluğu, olası bir sona varışın korkusuyla düşüp duruyordu... O düştükçe karanlık koyulaşıyor, iki kardeşin apansız yükselen sürekli kavgası kulağında büyüyordu. Daha çok karanlık, daha çok ses; hızla atan bir kalp, sonu gelmez yutkunuşlar, dehşet hissi... ve kopuyor zincirler, sonrası yok... Ecrin acıyla gözlerini açtı. Sol göğsünün üzerindeki damga yanıyordu; görüntüde bir şey olmasa da, acısı vardı. Son günlerde sıkça gördüğü bu Kâbus aylar öncesinden kalan bir gerçeklikten başka bir şey değildi. Varlığını, yaşamının anlamını, birtanesini beklediği dikenli toprak üstünde yaşamıştı bu hissi. Beraber yaşayıp, beraber hissettiği o İnsan’ın, içinde kayboluşuydu o an; öyle bir kayboluştu ki içindeki, her seferinde yakıyordu benliğini... Kendini sakinleştirip gözlerini yeniden kapattı. Damga'nın verdiği acı az sonra geçip gidecekti ve rahata kavuşacaktı. Öyle oldu da, derin bir nefes verip uyumaya hazırlandı. Gaz lambasının ışığı titredi, titreyen ışık çok geçmeden tamamen söndüğünde karanlığa boğuldu oda. Tül perde yeniden hareketlendi. Siyah paketin kurdeleleri çözülmeye başladı. Kurdeleler kendi kendilerini çözüp iki yana düştüğünde paket kara bir kutuya dönüverdi. Kutunun kapağı aralandı, içinden sarmaşığı andırır hareketli siyah ışıklar fırladı. Dışarıdan yükselen tuhaf tiz sesle birlikte Ecrin korkuyla doğruldu. Pencerenin önüne atılıp, dışarıya baktı. Ağaçların arasında bir şeyler duruyordu. Bunu hissetse de ses etmeye cesaret edemedi. Pencereyi kapattı. Pencerenin kapanmasıyla birlikte gaz lambası yeniden alev aldığında olduğu yerde sıçradı. Arkasını döndü. Gözü hediye paketine kaydı, bıraktığı gibi duruyordu. Yatağına uzanıp çarşafı üzerine kapadı. Korkuyordu, belki de Kâbus yüzünden tuhaf şeyler hissetmişti. Yeniden uyumaya çabaladığında sabaha çok az kalmıştı... Olur da uyanamazsam endişesi boşunaydı anlaşılan, birkaç saat içinde daha o bile uyanmadan dışarıda 'Euhoe!' nidaları dolanmaya başladı; Bacchus Şenlikleri'ne özgü bir nidaydı bu. Çocuklar bu nidayla ortalığı gümletiyor, hiç kimse de sesini çıkarıp kızmıyordu. Keyifle eşyalarını alıp evden çıktı. Aras ve Turan Amca henüz uyanmamıştı. Onu gören birkaç küçük dostuna günaydın dileyip Çadır'ın yolunu tuttu. Çocuklar aralarında bir adam hakkında konuşuyorlardı, ‘Köyümüze kamp kurmuş, bir hafta boyunca kalacakmış!’ diye sevinç krizlerine giriyorlardı, doğrusu bu adamın kim olduğunu bilmiyordu ama her kimse varlığıyla büyük hisler uyandırdığı, çok sevildiği kesindi…
 
***

Lütfedilmiş ( GDS )Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin