39- Anados

17 2 2
                                    

Derinlere indikleri, sürüklendikçe sürüklendikleri, kıyıya vurdukları tüm o süre zarfında aygındılar ancak baygın duruyorlardı... Soğuk, iliklerine kadar işlemişti. Yalnızca tenleri değil, düşünceleri de donmuştu... Düşünceler... Tüm bu azgın yolculuklar tarafından kaç kez bellenmiş, kaç dönüm yer geçmişti? Ruhu olan kaç şey tarafından işgal edilmişti? Zamanın ve uzamın bu kadar sarsıntıya uğradığı başka yaşantı var mıydı? Ne hissetmeleri gerektiği konusunda fikir sahibi bile değillerdi. Sezdikleri, tahmin ettikleri, dahası bildikleri şey, son limanlarına varmış olduklarıydı... Yaşam Denizi Dura'nın, Uzun Göl'ü beslediği, Elysion Bahçeleri'ne doğru giden en haşin kıyısındalardı... Buraya varmak için de haşin başlangıçlar, haşin sonlar geçirmişlerdi... Her şeylerini, buraya varmak için tüketmişlerdi... Olup biten Ecrin'den geçmişti, Alp'ten geçmişti... Barlas uzun süre sonra tekrar kahramanın kendisi olduğunu hissetti... Yalnızca onun, devrildiği yerden kalkabilmesi, buna kanıt niteliğindeydi. Kalkmıştı işte! Düştüğü yerden yükselişe, indiği yerden çıkışa geçiyordu... Şimdi bir fırsat daha vermiş olsalar, bir çare aptal gibi dolanır mıydı hiç Diyar'ı? Direkt buraya gelirdi... Her şeyin kilitlendiği, her şeyin evirildiği, her şeyin gerçek sonra ereceği yere... Ama yazgısı mani olamazdı gidişlerine, amaç da onu bucak bucak gezdirmekti... Gezmişti, bir yolgezerden, bir gezginden, bir yazardan çok daha fazla, çok daha başka gezmişti... Ve varmıştı, dibe vurduğu yerden kalkınacaktı... Gözlerini saniyenin dörtte biri kadar parlatarak, aşkına ve dostuna güç eyledi... Ecrin ve Alp bitik vaziyette yattıkları yerde, hareketlendi...
"Neredeyiz?" diye sordu Alp doğrulduğunda, mahmur ve yitik duruyordu.
"Harikalar Durağı..." dedi Ecrin göğe bakıp, döndüler, gökte uçmakta olan Ejderha'yı gördüler; ilk kez bu kadar yakından, hiç mi hiç puslu olmadan...
Alp, Ejderha'yı görür görmez uykudan uyanırmış gibi gözlerini patlattı, keskin hareketler ve tuhaf tavırlarla etrafına baktı, eğik yamaçlı bir kayalık dibiydi burası, tepeye giden yol büsbütün açıktı, "Nasıl olur?" dedi, "Ne kadar fazla sürüklenmiş olabiliriz ki? Ada'yla burası arasında kilometreler var!"
"Eh, pek bir işimiz kalmamıştı." dedi Barlas tok ve güçlü bir sesle, "Diyar bizi son limanımıza bırakıp çekildi, şimdi herkes olacakları bekliyor."
"Aetos havada uçuyordu." dedi Ecrin, "Bizi kaybetmiş olabilir mi?"
"Buraya geleceğimizi biliyor." dedi Alp şüpheyle Barlas'ın etrafı tarayan yakıcı bakışlarına bakıp, "Bakalım ne kadar süre sonra gelecek..."
"Haydi, durmayalım." dedi Barlas öncü olup, "Takip edin."
Barlas'ın bu kadar kararlı ve korkusuz olması garipsenecek şeydi, buralar Diyar'da çekinmeleri gereken yegâne yer olarak kalmış olabilirdi ancak Barlas buralar onunmuş gibi bir edayla bakıyor, üstüne caka satıyordu. Elinde Almis'in Kolye'si vardı, buraya dek yanında getirebilmek için pek sıkı tutmuş olmalıydı...
Büyülenmemiş olsalar, kıyıda saatlerce kalabilir, yorgunlukları geçene kadar beklerken açlıktan ölebilirlerdi! Barlas onlara iyi bir büyü sallamış olmalıydı ki fiziken oldukça dinçlerdi. Ruhen çöküntüler içindeydiler o ayrı... Neyse ki ruhsal çöküntülerin tedavisi yine ruhsal düşünceler oluyordu; biraz rahata erebilirlerse eser kalmazdı... İlginç bir biçimde güneşe karşı kapalı duran envai çeşit çiçek, kayalıkların etrafında onları selamlamaktaydı. Az daha çıkıp düzlüğe varınca Ejderler ortaya çıktı, oynaşmaktan hayli yorulmuş olacaklar ki muziplikleri birinin bir diğerine kuyruk şaplatmasından öteye geçmiyordu. Alp ve Ecrin biraz çekinir gibi olup endişe içinde geri adım atarken, Barlas, gözü hiçbir şey görmüyormuş gibi yürümeyi sürdürdü. Ejderler kafalarını kaldırıp gelen yabancılar karşısında donuk vaziyette durdu; az sonra hırlayıp havlayacak, akabinde de saldıracak birer köpek gibi... "Barlas?" diye sesini fazla yükseltemeden seslendi Alp, Barlas dönüp baktı, "Şey... Ejderler bize bakıyor da..." Barlas, yeni fark edermiş gibi etrafına baktı, beklenmedik bir biçimde tebessümler yağdırdı, ne oldu bilinmez, Ejderler aniden yeniden hareketlendi ve oyunlarına devam etti; hatta birkaçı Barlas'ı da oyuna dâhil etmeye yeltenmişti. Ecrin ve Alp şaşırıp birbirine baktı. Öncekinden çok daha az eğilimli, çok daha kısa bir yokuş çıktılar, Ejderler peşlerine takılmıştı, her ne kadar saldırmaya niyetli olmadan yapıyorlarsa da bunu, pek tekin bir yolculuk değildi bu. Büyük bir açıklıktı burası, her yerde kayalıkları saran o çiçekler vardı. İki yanda, Uzun Göl'ün iki farklı çatalı görünüyor, akan suyun sesleri kulaklarına geliyordu. Önlerinde, biraz ötede parlak sayvanlı çardaklar vardı. Çardakların ardında kenar taşı olmayan geniş bir köprü ve köprünün ötesinde yükselen Saray... "Elysion..." dedi Alp, toprak üzerine bırakılmış dev bir kavuğu andıran büyük sarayın, kadınsı hatlarına hayran kalıp. Derken, çardakların birinde oturan iki kadın ayaklanarak önlerine geçti, biri siyah gerdanlıklı, beyaz tenli, uzun saçlı, siyah cübbeliydi, öteki soluk sarı bir entari giymişti, kafasında hasır şapka vardı. İkisinde de aynı olan şey, yaşadıkları şaşkınlığın, yüzlerine yansıyan tarafıydı. Barlas, aralarında birkaç metre kalana kadar yavaşlayarak önlerine yürüyene, Ecrin ve Alp, Barlas'ın arkasına kadar gelene değin istiflerini bozmadan aynı ifadelerle baktılar.
"Si-sir-Siria..." dedi entarili olan kadın soluğu kesik kesik çıkar gibi.
"Hoş geldin." diye önünde eğildi daha genç olan cübbeli, o eğilince entarili de eğildi hemen, Ecrin, Barlas'ın genç olanına neye yorulacağı bilinemeyen bir tebessüm ettiğini yakaladı.
"Hoş bulduk." dedi Barlas, uzun zaman sonra ilk kez Ecrin ve Alp'e bakış atmadan lafa girmişti, "Tanıdınız anlaşılan, biz tanımıyoruz ama?"
"Sinyora." dedi enratili az önceki kekelemesini telafi eder net bir ses tonuyla, yanındakini gösterdi, "Bu da kardeşim Delia." diye ekledi, sahiplenir bir tavırla, "Doğrusu burada her şey çok öncesinden bilinir ama bu gelişiniz... Hiç mi hiç böyle bir şey beklemezdik... Değil mi Delia?" Delia kafa salladı, Sinyora ona bu suali bildiği bir şey var mı diye sormuştu, besbelli ki Delia da habersizdi.
"Nasıl beklemezsiniz?" diye şaştı Barlas, "Elbet gelecektik..."
"Çok farklı bir yolculukla geldik." diye devralmak istedi Alp, Barlas'ın anında tavır koymasını doğru bulmamıştı, "Yani, bilememeniz nor-"
"İki kişi misiniz?" diye kesti Barlas Alp'i, Alp önce sinirle baktı, ardından alınmış bir tavırla içine çekildi, "Neden burada başka kimse yok?"
"Ablam Sinyora'yı ben getiririm buralara." dedi Delia, "Ejderler'in kulağı yoktur, oyunları vardır, gözlerden, kulaklardan uzak, sohbet etmek için geliriz."
"Tabii ki iki kişi değiliz." dedi Sinyora savunmaya geçer gibi, "Öbür yakada, Oyuklu Köy'ümüz vardır, ağalarımız ve hanımlarımız orada yaşar."
"Ağa ya da hanım gibi durmuyorsunuz." dedi Barlas, Delia'ya bakıp.
"Biz senin akrabanız." dedi Delia, Sinyora ona endişeli bir bakış attı, "Leydi deriz birbirimize, Elysion Sarayı'nın sahipleriyiz, görmek istediklerin de orada..."
"Centilmenleriniz yoktu değil mi sizin?" diye acıyla tebessüm etti Barlas, "Ağalarınız da eminim iğdiştir." Delia ve Sinyora birbirine doğru kaçamak bir bakış attı. "Elysion'a misafir gelirsek, ben ve arkadaşımı iğdiş etmezsiniz ya?" Alp, Barlas'ın ancak Cayna Ahimsa'yla yarışabilecek bir hebele hübelelikle konuşmasını tasvip etmese de az önceki laf tepme üstüne sessiz kalmıştı.
"Elbette Siria." dedi Sinyora, 'hâşâ' der gibi.
"Görmek istediğim Elysion'da öyle mi?" diye sordu Barlas ardından, "Prens?"
Prens'in lafı geçince Delia başta aşağı titremişti, gözle görülebilir bir durum olmuştu hem de bu, Sinyora hemen cevapladı, "Ejder Piri burada değiller." dedi, "Bir iş için yakın zaman önce gittiler... Kendilerinin gelişi gidişi hesapsızdır."
"Üstelik Prens'imiz iğdiş değiller." dedi Delia, Sinyora ne diye böyle bir bilgi verme gereği duyduğunu anlamamış gibi baktı yüzüne.
"Elbette..." dedi Barlas ses tonu değişirken, "Tahmin edilebilir bir durum." Öfkelenmişti ancak içinde yaşıyordu bu öfkeyi, Ecrin de Alp de bunu anladı. "Öyleyse gidelim, gidelim de merhaba diyelim..." dedi Barlas, "Önden buyurun leydiler..." Delia ve Sinyora onları ilk gördüklerinde baş gösteren orantısız şaşkınlıkta en ufak bir değişim olmadan arkalarını dönüp, Elysion Bahçeleri'ne çıkan köprüye doğru yürüdü. Barlas bir süre yürümeden durup aralarının açılmasını bekledi, ardından arkasına dönüp Ecrin ve Alp'e baktı, "Şeytanları yok ya artık, tabii ki kaybolur!" diye köpürdü.
"Bizim de burada olduğumuzu kavraman iyi oldu." dedi Alp dik bakışlarla.
"Biraz başına buyruktun." diye hak verdi Ecrin. Barlas bir an afallayıp bir şey diyemez durumda kaldı, bocaladı.
"Er geç dönecektir." diye laf değiştirdi Alp, "Şeytanlar'a gerçekten de ihtiyacı olduğunu sanmıyorum, doğrusu bizimle pek ilgilenmiyor bana kalırsa."
"İlgileniyor." dedi Barlas emin bir şekilde, bu eminliğinin altında, gökte yanına varan not yatıyordu, "Kendine saygısı varsa bir an önce dönüp yüzleşir..."
Köprüden geçip, Elysion Bahçeleri'ne adım attıklarında, Saray'ın içindeki şahmerdanlar birbirine vurdu, çanlar çalmaya başladı... Gece çökmek üzereydi, her bir zerresi kutsanmış gibi duran bahçelerde ne Ejderler ne Ejderhalar ne de dev çiçekler onlara yabancıymış gibi baktı, yabancı olduklarını hissettiren tek şey Sinyora'yla Delia'nın ara sıra ardına dönüp gerçekten de peşlerinden geliyor olduklarına inanamaz bakışlarıydı. Bahçeler kat kat yükseldi, Oceanos taraçalarını andıran taraçalar tılsım tozlarıyla dolup taştı. Elysion Sarayı'nın giriş kapıları ardına kadar açıldı... İçeriden, görmeyi bekledikleri herkes çıktı... Kız Kardeşler; Ayızıt, Kübay, Sanaga. Catharina, Yisun, Helio... Saray ağaları ve saray hanımları... İki büyük Ejderha gökten süzülerek, kapılara inip, Odana Soyu'nun saflarına katıldı... Güneşe kapanan çiçekler geceye açarak etrafı renkli ışıklarla donattı... Şimdiye dek gördükleri en haşmetli karşılamaydı bu...
Onları karşılayanlar, bir zamanlar kalabalık mı kalabalık olan Odana Soyu'ndan geriye kalanlardı. Uzun yaşamaya dair bir şey söylenecekse de söz sahipleri onlardı... Uzunca yaşayan, her yaşta doğurulan ve her yaşta doğuran soydu Odana; içlerinde erkek yoktu... Zamanında pürüz olarak gördükleri Migan Dysis'i saf dışı bırakmışlardı ve uzun zaman sonra Maral Damae, iki erkek doğurduğunda işler sarpa sarmıştı... Agenos Sanberk ve bizatihi Hiero Barlas, zincirlerin kırıldığı yerdi... Ve şimdi o oğlanlardan biri, üzerine nice güçlü kimlikleri geçirmiş vaziyette, onları ziyarete gelmişti... Üstelik sevgilisi Kareena Ecrine ve dostu Alp Işıkel'le... Ayızıt, Kübay ve Sanaga yüz kırk yılında doğan üçüzlerdi. Barlas'ın, Alp'in ve Ecrin'in onları ilk kez gördükleri söylenemezdi; geçen yolculuklar boyunca bir şekilde karşılarına çıkmışlardı... Ayızıt'ın siyah, aklar düşmüş kısa saçları vardı, yeşil efsunlu bir kolye taşıyordu, kolyenin minik ucu alnının tam ortasına düşüyordu, koyu yeşil uzun elbisesi tıpkı diğerlerinin de olduğu gibi çiçeklerin ışığıyla meneviş etmekteydi... Kübay'ın uzun saçları tamamıyla beyazdı, siyah gerdanlığı boynuna ve göğüslerine kadar uzanmış, oldukça geniş bir bölgeye yayılmıştı, beyaz tenini örten dökümlü siyah elbisesi hayli şıktı... Sanaga, üçüzlerin uyumsuz olanıydı, turuncu kıvırcık saçlarının altında, kırmızı, oldukça sade bir şal ve aynı sadelikte mor bir elbise taşıyordu... Catharina, Ayızıt'ın torunun torunu oluyordu; Ayızıt'ın ölen dört kızının ilk doğanının, tek nesliydi... Bakışları soğuktu, saçları Ayızıt'tan kat be kat fazla akla kaplıydı, tıpkı siyahlı beyazlı saçı gibi, siyahlı beyazlı, tek parça bir elbisesi vardı, onun dışında hiçbir şey geçirmemişti üstüne, ayakları bile çıplaktı. Yine sonradan öğrenecekleri gibi, Sinyora ve Delia da Ayızıt'ın nesliydi; Sinyora, ikinci kızının torununun kızı, Delia, üçüncü kızının torunuydu, onlar da teklerdi. Her bir şeyi oturtmaya çalışmak delilik işiydi burada, kısacası Odana'nın on altı Ayızıt tohumundan geriye kalan, Ayızıt'ın kendisiyle birlikte Catharina, Sinyora ve Delia'ydı. Yisun, Kız Kardeşler'den sonra soyun yaşayan en yaşlı kadınıydı çünkü kendisi direkt Kübay'ın ikinci kızı oluyordu. Bu kadar yaşlı olmasına rağmen kızıl elbisesinin içinde ay parçası gibi durması ve sarı saçlarında en ufak bir beyaz olmaması garipti. Kübay'ın üç kızı olmuştu; Yasun, Yisun ve Yaşru, nitekim üçü de Odana Soyu için şaşılacak biçimde kısırlardı. Sanaga, ketumdu... Helio da Sanaga'nın ikinci ve son kızıydı ancak Yisun'dan iki yüz yıl kadar gençti, kâğıt üzerinde elbet, yoksa Barlas'ın gerçek anneannesi olarak tıpkı Barlas'ın dünyadaki anneannesi Fatma Gemici'ye benziyordu... Bu durumda Sanaga da Barlas'ın büyük büyük anneannesiydi... Ne kötü! Kısa sürede, Sanaga'nın erkek çocuk düşmanlığını başlatan öncülerden olduğunu öğreneceklerdi... Onları karşılayan bu İnsanlar'ın bu denli çarpık yaşlara, çarpık görüntülere sahip olması, arka planda dönen çarpık durumların habercisiydi... Kapının iki yanında duran Ejderhalar'dan biri bundan birkaç yıl önce Merkez Köy vasıtasıyla bu tarafa iliştiklerinde Barlas'a selam veren Ejderha, ötekisiyse lanetli zamanlarda Karaul'a gelip de iki kişi kaçıran Ejderha'ydı... Ateş ve Toprak, sahi onlar neredeydi? Belirsiz seyahatinde Prens'e refakat mi ediyorlardı?.. Sorular boldu, karmaşa çoktu, Barlas, Prens adına hesap sormak, Ecrin annesi adına hesap sormak için tavır takınmaya başlarken, arkalarında onları üç gün kadar oyalayacak olan sesler duydular, Akel ve Dora geliyordu... Anlaşılan Kız Kardeşler iyimserliklerini konuşturarak, son kozlarını oynuyordu...
O gece, Elysion Sarayı'nın parıl parıl parıldayan yemek takımlarının içinde, en kaliteli yiyecekleri ve içecekleri tükettikleri bir sofra kuruldu... Konuşmalar Kız Kardeşler'in suskunluğu ve diğerlerinin çabasıyla gelişti; Odana Soyu'na ve Diyar'ın bu bölümüne ait bilgiler edindiler... Diyar hakkında gerek duyarak, gerek görerek, gerek yaşayarak deneyimledikleri bilgilerden geriye kalan son kırıntılardı bunlar, bunlarla birlikte, tıpkı burayla birlikte son bulacak hikâyeleri gibi, bilgileri de son bulacaktı... Ejderhalar ve Ejderler Uzun Göl'e atılan özel yemlerle beslenen bol etli dev balıklar ve bahçelerde yetişen pek doyurucu meyvelerle besleniyordu; aralarında gözü doymayanlar olursa, yardıma Odana Köyü'nde yemlik koyunlar yetiştiren ağalar ve tavuk büyüten hanımlar yetişiyordu. Bu şekilde Ejderhalar doyuyordu, üstelik nereden bakılırsa bakılsın Diyar'ın başka hiçbir yerinde burası kadar uygun bir yer yoktu yaşamaları için. Böylece ne Diyar'ın farklı yerlerine gidip tehlike saçıyor ne de geçmişte epey ızdırap çektikleri av davasıyla uğraşıyorlardı... Geçmişte, hem sıkça açlıktan deliye dönen avcılar hem de pek muhterem büyücüler tarafından aranan avlar olurlardı... Burada yaptıkları tek şey, Odana Soyu'nu gözlerden ırak tutmaktı... Sebebi açıklanmadı ama üçlü için tahmin etmesi güç değildi; kirli işler, temiz yüreklerden ırak olurdu... Bir gün bir temiz yürek çıkar da her şeyi tehlike atar diye, sınırlarını Ejderhalar'ın insafıyla örmüşlerdi... Dora'nın daha önce buraya geldiği, buraları deneyimlediği o kadar belliydi ki onun rahatlığı, diğerlerini de rahatlığa sürüklüyordu, sofradan hemen önce hasret gidermişti Akel ve Dora, ikisi de Ecrin'e olması gerekenin çok daha üstünde bir sevgiyle yaklaşıyor, onun olası intikam planlarına gölge düşürmeye çalışıyordu. "Karnavalımı bırakıp buraya geleceğimi söyleseler güler geçerdim, konu siz olunca akan sular duruldu tabii." diye gülümsedi Dora, gerçekten de çok mutlu olduğu zeminde açtırdığı çiçeklerden belliydi, "Buradan sonra muhakkak oraya gelmelisiniz, bir sürü katılımcı var, öyle güzel günler geçiriyoruz ki!" Doğrusu Ecrin, Şeytan avından sonra dolu dolu gülmeyi unutmuştu ancak Dora kırılmasın diye elinden geleni yapıp güldü.
"Bir sahne de kurmayı düşünüyoruz oraya." diye sürdürdü Akel, "Güzel oyunlarım var ve güzel mi güzel bir oyuncum." Ecrin'e baktı, Ecrin şaşırdı, "Ne dersin? Her ay yeni bir oyun! Diyar'dan akın akın ziyaret alacağız! Bacchus Çadırı şansına küssün!"
"Gerçekten de... Harikasınız." dedi Ecrin, "Öyle güzel bir enerjiniz var ki! Sizin gibi bir aileye sahip olduğum için çok şanslıyım! Keşke annem de burada olsa." Sofra aniden buz kesti, Kız Kardeşler duymazlıktan geldi...
"Elimizden onun için bir şey gelmiyor kızım..." dedi Akel buruk bir tebessümle.
"Bilmediğiniz şeyler var tabii." dedi Ecrin, Kız Kardeşler duymazlıktan gelemesin diye de sesini diyafram nefesiyle destekledi, "Annemi buldum..." Ayızıt, Kübay ve Sanaga, Ecrin'in yüzüne öyle döndü ki sofra titredi. Akel ve Dora şaşkınlıkla devamını bekliyordu. "Diyar'da değil ama." dedi Ecrin.
"Dünya'da mı?" diye meraklandı Akel.
"Hayır, Arafların Piri diye bir yerde..." dedi Ecrin, Kız Kardeşler en ufak bir fikre sahip olmadıkları mevzu bahis yeri duyunca iyice kalakaldı, bakışlarını Ecrin'in üzerinde sabit kılmışlardı. "Konuşuruz bunları." diye devamını getirmedi Ecrin, "Nasılsa her şey konuşulacak..."
"Öyle mi?" dedi Ayızıt haşmetli sesiyle, konuşmuş olması herkesi tedirgin etmişti, "Konuşulması gerekenleri konuşmak için güzel bir sofra..."
"Özel bir sofra." diye ekledi Kübay.
"Sadece bir sofra." diye muhalefet oldu Sanagay, "Son zamanlarda Diyar'ı gezindiğiniz kulağımıza çalınmıştı, buraya olan seyahatinizi de buna yorduk..."
"Aslında, alakası yok." dedi Barlas bir anda, Ecrin ve Alp hariç sofrada kimse şeytan avından çıkıp Prens avına geldiklerini bilmediğinden meraklı bakışlar sessizliği kırdı geçirdi, "Buraya gelmekteki tek amacımız Prens'le görüşmek... Ne yazık ki kendisi kısa süre önce ayrılmış, bu da o gelene kadar burada kalmak durumunda olduğumuzu gösteriyor. Tabii ağırlamak zorunda değilsiniz, gerekirse bahçelerde uyuruz; görüyoruz ki kış vakti tez gelmiş ama içimizde bizi her daim ısıtmış bir ateş var..."
"Kış tez gelmedi..." dedi Ayızıt, "Aheste aheste geldi, neredeyse dört aya yayılarak, yeniden gelişiniz üzerinden epey geçti, bunu fark etmemiş miydiniz?"
"Çok geçmiş sayılmaz." dedi Alp, Kız Kardeşler'in üçü de dönüp yüzüne bakınca ekledi, "Yani, bizim için."
"Direniş'te neredeydiniz?" diye sordu Barlas.
"Senin olmadığın yerlerde." dedi Sanagay hiç düşünmeden, "Almis'in de."
"Çünkü Odana Soyu, tarafsızlıklarını her daim korumuştur." dedi Akel giderek gerginleşen atmosferi yumuşatmak isteyerek, "Bu böyleydi, böyle olacak."
"Fazlaca odamız var." dedi Helio, "Ayrıca kimse torununu dışarıda bırakmaz."
Barlas, Helio'nun geldiklerinden beri ilk kez sıcak bir eda takındığını görünce duygulandı ama tabii bu 'Erkek olsa bile mi?' diye sorma isteğini geçirmedi, ağzını açıyordu ki Yisun konuştu, "Hangi taraça tarafında isterseniz..." dedi.
"Fazla yüksekte olmasın." dedi Dora işin eriymiş gibi, "Fazla alçakta da Elysion'un en güzel katları, orta katlardır." Sanki yıllar evvel Kız Kardeşler'den kaçıp Layn'a sığınan o değilmiş gibi konuşuyordu, neydi bu Odana mutluluğu!
"Dört." dedi Alp, "Dört her zaman işimizi görür." Diğerleri bunun ne demek olduğunu anlamadı ama itiraz da etmedi.
"Sizi götüreyim." dedi Delia, "Saray'ın en küçük leydisi olarak ayak işleri bana düşüyor." Tebessüm etti, "Her katta altı oda var, dördüncü kat tamamıyla boş uzundur, taraçası da pek huzurludur. Buyurun." Ayaklandılar.
"Bu gece iyi uyu Siria..." dedi Ayızıt, "Toprak Ana'nın bağrında say kendini."
"Hissetmedin diye soğuk bulma bizleri." dedi Kübay.
"Takip etmekten de vazgeç izleri." diye öğütledi Sanaga. Kapanış konuşması yapılmıştı, daha başka bir şey konuşulmadan herkes dağıldı. Etrafı sarmaşık sarılı ahşap merdivenlerden dördüncü kata inerken, etrafı gözlediler, her yerde olduğu gibi ardına kadar açık, kesinlikle kapalı; esirgenen ve bağışlanan odalar vardı... Onlara ayrılan basit odalara göz ucuyla bakıp, uyumadan evvel, katın geniş, ıssız taraçasına çıktılar. Barlas bu taraçayı çok beğenmişti, Delia'nın fırsat buldukça yalnız kalmak için tercih ettiği yer olmalıydı. Korkulukları yer yer açık, yer yer uzun sarmaşıklar tarafından sarılı vaziyetteydi, diğer taraçalara nazaran daha az ışık alıyordu ama etrafı daha çok görüyordu... Prens'in burada olduğu zamanlar mesken tuttuğu yere bakıyordu: Dev Oyuk... Akel'le Dora'ya hiçbir şeyden bahsetmediler, Ecrin yeterince şeyden bahsetmişti zaten; annesi nerede, nasıl en ince ayrıntısıyla anlatmıştı, aile meselesiydi tabii.
"Oraya bir kez daha gitmeyi göze alamazsınız ya?" diye sordu Dora, "Nasıl gittiğiniz, nasıl çıktığınız bile belli değilken?"
"Alırım." dedi Akel tarifsiz duygular yaşarken, "Carmin için alırım... O kadar uzun zaman geçti ki..." Gözleri yaşlandı, Ecrin duygulanıp sarıldı, "Hem belki beni gördüğünde daha iyi olur, kendini yeniden bulur..."
"Kesinlikle öyle olacaktır..." dedi Ecrin.
Ertesi gün, uykularını almış vaziyette, bakmaya kıyamadıkları kahvaltılıkları midelerine indirip midelerine bayram ettirerek, sohbet ve dedikodu ederek, dışarı çıkıp ciğerlerini temiz havayla buluşturup etrafı inceleyerek geçirdiler... Barlas burada, her şeyin güllük gülistanlık olduğu bu Saray'da ve nicelerine gebe kalmış bu görkemli bahçelerde, sevgilisiyle Diyar'a geri döndüğünde hissettiği o yapay huzurun özünü duyumsuyordu... Tüm sevinçler suyun içine girercesine boğulup tıkanıyor, tüm sevinçlendirmeler havaya karışarak arşa dağılıyordu... Gözleri, Prens'ten gelecek en ufak bir işaret bekliyor, bedeni en ufak sataşmaya şiddetle karşılık vermek için sabırsızlanıyordu... En kötü hislerdendi bu... Her şey yolunda giderken, tebessümler boy gösterirken, hiçbir sorun yokken sizin içinizde bir rahatsızlık tohumlanırdı; öylesine erken, öylesine kemirgen... Doğrusu, şimdiye dek kendi içinde tohumlanan rahatsızlıklar çoktan yaşlı birer ağaç oluvermişti. En garibi de onu ezeli ve ebedi bir huzursuzluğa yem edecek olan bu ağaçlara kötü davranmak, onları kurutmak, kesip budamak gibi bir derdi, düşüncesi yoktu... Aksine onları her gün, her anında suluyordu... Yeşermelerine ses etmiyor, bazı bazı meyvelerini topluyordu... Gösterişli ancak çürük olurdu bu meyveler, öyle sağa sola dağıtamaz, sallayıp atamazdınız da... O ağaçların mimarı olarak, bir bir yemek zorundaydınız onları... Siniriniz harbe dönerdi, mideniz bulanırdı ama yine de yerdiniz... Belki beyninizin topraklarına düşüp başka bir filiz olarak yeşermesinden, belki de kalbinizin topraklarına düşüp en güzel duygularınızı da zehirlemesinden korku duyduğunuz için... "Barlas! Yer misin?" diye durdurdu Alp, Prens'in oyuğuna gitmeyi kafaya koyup harekete geçtiği sırada, dönüp varlığını yeni fark edermiş gibi baktı Alp'e, bu bakış uzun sürünce Alp omuz silkip elindeki büyük meyveyi uzattı, meyve kalbe benziyordu, kırmızı ve damarlıydı, şekli de kalp çiz denildiğinde çizilen şekille aynıydı, "Yanlış anlama da." diye muzipçe ekleyip yanından uzaklaştı Alp. Bir yandan boş boş Alp'in, çardaklara doğru gidişini izleyip, bir yandan da ot yermiş gibi yedi meyveyi. Ecrin'in Dora'yla ve Akel'le Odana Köy'ünden bu yanı gelişini gördü, o niye yanlarında değildi? Ona köye gitme teklifi sunmuşlar mıydı? Alp'le burada mı kalmıştı, Alp nereye gidiyordu? Baktı, Alp, Ejder'in birinin yanına varmıştı, eliyle etraftaki meyveleri gösteriyor, Ejder kafasını iki yana sallarsa bırakıyor, aşağı yukarı sallarsa koparıp tadıyordu. Kendini garip hissetti, ne ara Saray'dan çıktıklarına bile emin olamıyordu. Alp'e yaklaştı. "N'oldu?" dedi Alp.
"Bir şey soracağım ama garipseme, sadece yanıtla olur mu?" dedi Barlas.
"Her zaman." diye güldü Alp.
"Burada tam olarak ne dönüyor?"
Alp kahkaha attı, "Sonunda, ne zaman gerçekten uyanacaksın diye merak ediyorduk, sabahtan beri kafan başka yerlerde, Köy'e gidelim dedik, Saray'ın yakınından ayrılmadan öylece durdun, seni de yalnız bırakmak istemeyince ben kalırım, gidin siz dedim. Yerinde olsam Ecrin'e biraz ilgi gösterirdim."
"Bu nereden çıktı?" diye şaşırdı Barlas.
"Kızın gücüne gidiyor bence, söylemiyor ama anlıyorum ben, benim bile gücüme gitti bu tavırların, bize gereksizmişiz muamelesi yapıyor gibisin," Barlas ağzını açtı, "biliyorum," diye konuşturmadı Alp, "öyle yapmak istemiyorsun ama bazen yapmak istemediklerini yapabiliyor İnsan, yaptığını kabul etmese de her şey kendi gerçekliğinden ibaret değil öyle değil mi? Psikolojik değil, sosyolojik yaklaşmak durumundasın bazen. Bak, gece de oluyor, bu gece Dolunay var." Alp, Ecrin'i gösterdi. Barlas dönüp baktı, epey yaklaşmışlardı, derisinin üzeri efsunlanmaya başlamıştı.
"Barlas!" diye seslendi Akel, "Uyandın mı sonunda?"
Barlas, kendisiyle dalga geçiliyor olsa da Akel'in bu seslenişine minnet duyarak tebessüm etti ve yanlarına gitti, Ecrin'in koluna sarılmış olan Dora'ya, "Müsaadenizle hanımefendi." dedi.
"Müsaade sizin beyefendi." dedi Dora hemen, Barlas, Ecrin'in koluna girince Ecrin gülümsedi, kızarır gibi oldu, "İki Morel'e daha denk gelmişsiniz?" diye sordu Dora, "Hiç de anlatmıyorsun, birisi dev, birisi okyanus halkındanmış doğru mu? Nasıl denk geldiğiniz kısmını sormadım bile, siz, sizsiniz çünkü."
Güldüler, "Ecrin'i çekiyor böyle şeyler." dedi Barlas muzipçe, "Ben de ışık saçsam, ben de çekici olurdum."
"Bak sen." dedi Ecrin gülüp, "Barb'a soralım bakalım çekici gelen ışığım mıymış iletişim kurabilme yeteneğim mi?"
Barlas, Ecrin'in ona laf soktuğunu anladı, "Tam bir oyuncu zekâsı!" diye keyiflendi Akel, "Kızımı kaçırma Othena, yoksa bırak benim derlemelerimi, hiçbir yazar derleyemez gayrı seni!"
"Tam bir yazar zekâsı!" diye katıldı Alp, "İleride ben de kitap çıkaracak olursam adını ne koysam ki?"
"Sanatla ilgili olsun." dedi Ecrin hemen.
"Tabii yaşamla da." diye ekledi Dora.
"Yaşama Sanatı'na ne dersiniz?" diye güldü Alp.
"Tam bir şair zekâsı!" diye atıldı Barlas. Hepsi güldü. Minik ejderler, Elysion Bahçeleri'nde ilk kez bu kadar samimi muhabbet döndüğünü düşünüyor olsa gerek ki şaşkınlıkla onları izledi. Güneş kayboluyordu, çiçekler açıyor, Dolunay parlıyordu... Ecrin yine baş döndürücü bir güzellikle doldu, Barlas kulağına eğildi, "Bu gece odama gelin prenses..." dedi fısıldayıp, "Prens sizi arzuluyor." Ecrin şaşırdı, kızardı, bozardı, cevap verecekti ki Saray'dan Delia çıktı.
"Sofra hazır." dedi Delia, "Girin içeri, çok kalmayın."
Barlas, Delia'nın Odana'dan gelen saygın duruşu ve gençliğinden gelen yaşam doluluğunu nasıl böyle dengeleyebildiğini merak ederek takdirle baktı, "Hayır." dedi birden Ecrin, Barlas döndü, ciddi gibiydi, "Prens'in arzularını biraz daha kontrol altına alması gerekecek, Prenses ona er geç gelecek."
"N'oldu ki şimdi?" diye tepki gösterdi Barlas, bu redden hiç hoşlanmamış gibiydi, "Sanki daha önce yapmadığın şey." Ecrin, Barlas'ın aşırı tepkisine karşın hiçbir şey diyemeden dondu kaldı, ardından kaşları çatıldı, hepsinden daha hızlı yürüyerek Saray'a girdi, diğerleri de garip bir şey döndüğünü anlamıştı, yüzüne baktıklarında, "Bazen beni gerçekten yoruyor." dedi sinirle.
"Barlas, bence sen iyi değilsin." diye tepki koydu Dora.
Barlas haksızlığa uğramış gibi hissedip, Akel'e baktı, Akel de ciddileşmişti ve kafasını sallayarak hak veriyordu. Akel ve Dora önlerine geçip yürüdüler... Barlas, Alp'e baktı, "Hiç bana bakma şimdi." dedi Alp uğraşmak istemez gibi.
Öncekinden farksız, hafif atışmalı, hafif rahatsız bir akşam yemeği daha sona erdiğinde, Barlas, Alp'in tavırlı olduğu zamanlarda sıkça yaptığı gibi kendi kafasına göre takılmalarını, Akel ve Dora'nın babalı halalı Ecrin'in dibinde durup, onu teselli etmeye çalışmalarını daha fazla kaldıramadan ayrılmış ve geç vakte kadar Elysion Sarayı'nın dördüncü kat taraçasında etrafı taramıştı... Ejderhalar'ın kayıtsızca kanat çırptığı yıldızlı göğe baktı... Gökte yer değiştiren tılsım tozlarına ve tozları kovalayan yarasalara... Bir anda kendinin bir başına bulduğu bu görkemli taraçada, dert yakınmak istiyordu soğuk betona. Burada henüz gidemediği Oyuklu Köy'ü uzaktan izlemek, Uzun Göl'ün nemini hissetmek, Dev Oyuk'la bakışmak keyifliydi aslında, ileride bir yere yerleşecek olursa muhakkak bir saray olması gerektiğini düşünüyordu; burası gibi onu ve yakınlarını ağırlayabilecek birkaç küçük odası olması kâfiydi. Büyükçe bir salonu olmalıydı ama istediği kadar misafir ağırlayabilecek durumda, ne de olsa o Diyar Hükümdarı'ydı... Tüm bu düşünceleri sürerken asil ve görkemli bir bilgeymiş gibi korkulukları kavramış, gözleriyle tüm cihanı ablukaya almıştı. Kız Kardeşler'in onu izlediğini de o vakit fark etti, en üst katın taraçasında, gecenin içinde soluk yıldızlar gibi durmakta, ona oldukça keskin bakışlar atmaktaydılar... Bu bakışlar Barlas'ın istifine dokunmamıştı; ne tenini, ne düşüncelerini kesmişti. "Siria..." dedi bir ses arkasında, döndü, bu Delia'ydı, Barlas birkaç adım yaklaştı, "Haminnen Helio görmüş, açıkta çok kalmaman konusunda uyardı, gece olduğunda Ejderhalar körleşebiliyor; özellikle açsalar..."
Barlas iyice yaklaştı, Dora'nın geçen gece Delia için söylediklerini anımsadı, Ejderha Prens'in mahremine girip akıllı kalabilen tek Odanalı'ydı, Yisun etrafa belli etmese de çoktan tırlatmıştı; geceleri kendinden geçiyordu... Sahi, geceler esas mesele için altın değerindeydiler, kafasını toplayabilirse Alp'i uyumamaya ikna edebilirdi. Delia ondan altı yaş büyüktü ancak teni öyle çocuksu duruyordu ki kendisi yanında ağabeyi gibi kalırdı... "En büyük ejderhayı bekliyorum..." dedi Prens'i kastederek, "Diğerlerinden çekinmem için bir neden yok..." Delia'nın bakışları adeta harladı, siyah gözleri parıldadı, Barlas hissetmişti, Prens'ten bahsedildiğini anladığı an saklamayı iyi becerdiği bir arzuyla dolup taşıyordu... Bu apaçıktı. Bu taşkınlık serin taraçayı nefes kesici bir edayla ısıttığında Barlas âdemelmasının boğazına kadar tırmanıp geri indiğini hissetti... Delia'ya karşı tarifi mümkün olmayan bir hisse kapılmıştı; Ecrin'le yaşadığı deneyimlere teğet geçen, kimyasal bir çekim... Ecrin demişken, az önce buraya kadar gelip gerisin geri giden beyaz ışık o muydu yoksa! Hiddete kapıldı. Delia'nın dudaklarına ne kadar da yakın olduğunu fark edip, "Kahretsin!" diye tısladı. Delia hali hazırda kilitli kalmış olan bedenini uzaklaştırır, aklını Barlas'ın tuhaf hareketlerinde bırakırken, Barlas korkuluklara dönüp ateş saçan gözlerini yukarı kaldırdı. Kız Kardeşler çoktan içeri girmişti. Neden bir başınaydı ki?! Alp neredeydi, Aetos, Dora, Akel? Hepsi mi ona tavır almıştı? Ne saçmalıyordu! Aetos burada bile değildi ki! Umuyordu ki yaptıklarını beğenirlerdi! Bir başınalığı, bir başkasının taşkınlığıyla bir olup, her şeyi yeniden berbat etmişti!.. Duracaktı işte! Gerekirse bir Ejderha gelip onu yutuverseydi!..
Ecrin, ayakları olan bir ışık gibi Elysion koridorlarını arşınlarken, nefesinin titrediğini, kalbinin teklediğini, beyninin kaskatı kesildiğini hissetti... "N'aptığını sanıyorsun Barlas Morel!" diye tükürük saçarak söylendi, "Bu ne cüret!" Sesi ancak kendisinin duyabileceği oktavda gidip geldi. O, özür bile duymadan pişman olduğunu söylemeye gelmişken, aşkını bir kez daha yüceltirken, Barlas nasıl olur da onun geldiğini göremeyecek kadar odaklanmış, yaklaşmıştı bir kadına? Üstelik ışık saçıyorken! Biraz daha kalsa daha da ileri gittiğini görecek miydi? Açık pencerelerden içeri serin rüzgârlar ilişse de hayli sıcakladığını hissetti; öfkesinden, delirmişliğindendi bu sıcaklık! "Keşke kabul etseydim!" diye sürdürdü, "Seni ısıtacağım, sana güzel bir gece yaşatacağım deyip de tüm şeytanlığımın ateşiyle kavursaydım, görseydi gününü!" Parlaklığı, kötü hisler tarafından kuşatılmayı daha fazla kaldıramamış olacak ki azalarak söndü... Ecrin bunu fark edince daha da çöktü... Yürümeye bile katlanamadan, üzerinde durduğu koridorun zeminine çömdü, sessiz sessiz, içli içli ağlamaya başladı... Barlas'ı artık tanıyamıyordu!.. Vahşi Çöl'de baş gösteren dışsal etkileri buraya geldi geleli içselleştirmiş gibiydi... Geldiklerini ikinci gününde, daha nasıl bir şeyin içine girdiklerini bile çözemeden sevişmek istemek! Hem ne zamandan beri sevişmeyi o teklif ediyordu ki? Hadi o istedi, kendisi niye "Hayır!" demişti sanki? "Saçmalama." dedi kendi kendini teselli edip, "Senin bir suçun yok, Barlas adamlığını bilecekti!.." Ardından ağlamayı kesti, gözleri boşluğa bakarken başparmağıyla gözyaşlarını ağır ağır kuruladı... Mesele sadece Barlas mıydı? Ortada doğru düzgün bir şey yoktu ki kendini neden harap etsin? Hayır, mesele sadece Barlas değildi... Hiçbir zaman da öyle olmamıştı... Bu canilerin katıksız misafirperverliği canına tak etmişti! Sahte bir şey görmek istemiyordu artık! Önce intikamını almak, sonra annesini kurtarmak istiyordu! Son oyunu, o bozacaktı...
Alp, iç sıkıntısını kendinden uzaklaştırmak, kalemle kâğıda katmak için verdiği uğraşın boşa kürek çekmek olduğunu görüp oflayarak pencereden dışarı baktı, bir kalemle bir kâğıt yetmiyordu işte... Akel'e nasıl da heyecanla Charon Badur ve Columbus Celayır hikâyesini anlatmıştı, Akel onu nasıl güzel övmüştü... Sarsılmaları günlük imtihanlara, birileri tarafından övülmek gün kurtarmalara kadar ne ara düştü bilmiyordu... Belki de biliyor ama kendine itiraf edemiyordu... Ejderha Prens'in, Kız Kardeşler'in, çirkinliklerin çıkış noktasının dibinde olmalarına rağmen pencereden gördüğü sakil manzara, ona Lütfedilmiş Diyar olan, gizemin diyarı Anusia'nın, farklı türden, kapsamlı bir hastalık olduğunu düşündürdü... Kesinlikle, Diyar 'hastalık'tı; hastaydı, hastaydılar... Hastalığın İnsan'ın kanında, fıtratında olduğunu da düşünürse, bu Diyar, İnsan odaklı denge sistemiyle hastalığın fiyakalısıydı ona göre... Bunu da şimdiye dek tavırlarıyla belli ettiğini düşünüyordu. Bir vakit diliyle de muhalefetini gözler önüne sermesi gerekecekti... Ne de olsa İnsan'a his, sezgi, sevgi ya da saygı kâr etmezdi; İnsan, lisan isterdi... Söyleyecekleri lisanı bellemeye değermiş gibi! Neydi değer?.. Düşünmeye değmezdi! Bazı zaman mutluluğu kurutan bir tarafı varmış gibi hissediyordu... Kendi mutluluğunu, başkalarının mutluluğunu, mutluluk kavramının ta kendisini... Neyse neydi işte... Yakında bitecekti, şimdi hiç finale gelinmemiş gibi algılanmasın, yakında tüm bu yolculuk bozuma uğrayacak kadar sarsıntıya maruz kalacaktı... Aklına birkaç çift cümle dadandı; kalemle kâğıda katılmak için ilahi bir şekilde dadanmış yüz binlerce cümle gibi... Önündeki büyük kâğıda küçük bir karalama yaptı... "Sen hastalıklarınla çirkin değil, iyileşmelerinle güzelsin... Sen, erdemsin."
Kara Kartal, sonunda anlatıla anlatıla bitirilemeyen Elysion Bahçeleri'ne yaklaştığını görüp huzura erdi, Othena'sı ona hilal korumasında bir görev vermiş olmasa belki bu kadar kanat çırpmak zor gelirdi ancak bu yalnızca bir görev değil, ilahi bir görevdi artık; Othe Ataları tarafından da bilinen... İnişe geçmeden evvel, bir ejderha onu havada kapıp iki lokmalık etmesin diye keskin gözleriyle doğru zamanı kolladı; neyse ki Dolunay'dı, karanlık aydındı...

Lütfedilmiş ( GDS )Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin