Düşünceleri iştahla kemiren bir anlamsızlık... Karanlık, yalnızlık ve tükenmek bilmeyen hazımsızlık. Belki yüce bir şanssızlık belki de çok büyük bir haksızlık. Neden bazı zaman anlam göçüp gider de zehir oluverirdi umudu getiren ışık?.. Niyeydi yaşama sövmek, niyeydi bu kıskançlık; Bu topraklarda her şey ama her şey, anlık... Alp, dört gün önce gerçekleşen kayıplardan sonra günlerinin her anını böyle düşünmekle geçirse de bastığı topraktan zümrüt göğe kadar tüm ayrıntılar tersini haykırıyordu yüzüne; etrafında dönüp duran tüm yaşananlar, sanki derinlemesine bir planlamayla deşifre edilmişti... Bu planlamanın ardındaki ilahi düşünce değil, bu düşünceye zehir gibi yayıldığını düşündüğü dünyevi düzendi onu çileden çıkartan; her seferinde oyunbozanlık yapmaktan men eden, haysiyetsiz bir oyundu... İçi acıyordu, ölüm kalbi çok yoruyordu... En güçlü, en itibarlı müfreze grubu olmak için çıktıkları bu yolculuktan geriye yalnızca dört kişi kalmışlardı... Dönüp hemen uzağında yol gözleyen Evrim'e baktığında, "Beş..." dedi kendini düzeltip, gerçekten de öyleydi... Birkaç gündür sürekli söylediği gibi, Kız'ın gitmesi gerekti; tüm bunlar karnında taşıdığı bebeğe ne çok eziyetti! Evrim'in sakladığı ikinci şeyin onun arsız sıkıntısına destek vereceğini hiç tahmin etmezdi... Kafasını kaldırıp gökteki bulutları izlemek istedi, ardından her şeyin suçlusu onlarmış gibi hışımla bundan vazgeçti. Bakmayacaktı işte! Dahası, artık bakacak olduğu şeylerin canını fena yakacaktı! "Geliyorlar!" dedi Evrim en az sıkıntısı kadar arsız bir umutla, "Bana öyle bakma!" diye de payladı, "Işıkkıran olabilirsin ama umut kıran olmana ne ben müsaade ederim ne de Elduin'le Rostina!"
"İyi bir haberle geliyorlarsa vedalaşma vaktidir!" dedi Alp, "Köprüden geçtikten sonra bizden ayrılacaksın!"
"Ayrılmayacağım!"
"Ayrılacaksın!"
"Sana soran olmadı!"
"Benim ekibimde her şey bana sorulur!"
"Ekibin mi?! Hangi ekipten bahsediyorsun!" dedi Evrim en sonunda. Der demez de pişman oldu, Alp'in gözlerinden geçip giden gölgeleri epey net bir şekilde görebilmişti. Amacı bu değildi, gerçekten onu üzmek istememişti ancak Alp onu uzaklaştırmak istiyordu, üstelik bunun iyilik etmek olduğunu sanıyordu!
"Biz savaşıyoruz anlamıyor musun?!" diye doğruldu Alp, "Ölümü göze aldık."
"Ya ben de ölümü göze almışsam?" diye ses tonunu düşürdü Evrim.
"Bebeğinin yaşama hakkına müdahale edemezsin." diyerek yalvarır bir ifade takındı Alp, onun ses tonu düşmüştü ve artık dip dibeydiler. Evrim hiçbir şey söylemeden gözlerine odaklanmış vaziyette uzun süre baktı, "Neden öyle bakıyorsun?" dedi bunun üzerine.
"Kör müsün?" dedi Evrim cevaben, Alp gerçekten anlayamayan bakışlar atınca ekledi, "İkilem içindeyim ve bu canımı gerçekten yakıyor..."
"İkilemde olacak bir durumun yok, asıl körlük burada." diye ilerleyip Evrim'in biraz önce baktığı taşlığa döndü Alp. Rostina ve Elduin çoktan varmışlardı, yüzlerinde kolayca sezinlenebilecek bir sevinç vardı.
"Gittiler!" diye bağırdı Elduin dayanamadan, Alp hafif bir tebessüm eşliğinde telaşlanıp etrafına baktı, "Etrafta kimseler yok Işıkkıran meraklanmayın."
"Gerçekten mi?!" diye Rostina'ya döndü Evrim, sanki onun onaylaması doğruyu daha doğru kılıyordu, dört gündür yapıyordu bunu.
"Gece boyunca gözledik." diye kafa salladı Rostina, "Anlık bir şey değil, yine büyük bir toplantı olmalı, gruplar halinde uzaklaştılar."
"Bu melun Krallık'ta kalakaldığımız yetmişti!" dedi Alp hırslanarak, "Gitmek vaktidir, zamanı geldiğinde öyle geri döneceğim ki Diyar'ın kaç bucak olduğunu görecekler!" Üçü birden imayla yüzüne bakınca ekledi, "Döneceğiz o halde!"
"Gidelim." dedi Evrim Alp'in dışlamasına fırsat vermeden, "Yolculuk nereye?"
"Malikânemize elbette." diye gülümsedi Alp.
"Stoklarımız tükenmişti Işıkkıran." dedi Elduin, "İstiflediklerimiz de ancak geri dönüş yolculuğuna yeter, oraya dönmemizin bir anlamı olmayacak şu an için."
"Başka ne yapacağız ki? Gitmek zorundayız, bulunur." dedi Alp emir verir gibi.
"Ungan Köy'e gidiyoruz." diyerek reddetti Rostina, Alp ağzını açacaktı ki ekledi, "Biz aramızda konuştuk, sen de uygun görürsen bir süre senden emir almıyoruz, vakti geldiğinde konumlarımızın değişebileceğini sen de söylemiştin, daha nasıl vakti gelebilir ki iyi değilsin. Biliyoruz, hiçbir zaman Köylüler'e yük olmak istemedin ama bu şekilde idare edemeyiz, hem açız hem susuz. Kar yağışı yeniden başladı ve artık düşünmemiz gereken bir miniğimiz var."
"Ne-?" dedi Alp nutku tutulur gibi, "Bizle mi gelecek?!"
"Bu durumdayken onu tek başına nereye gönderebiliriz ki?" dedi Elduin.
Alp sanki bunu o planlamış gibi Evrim'e baktı, Evrim göz kaçırdı, "Ungan'da kalır o halde!" diyebildi sadece.
O öyle söylese de üçü de lafını pek önemsemeden yürümeye başladılar, önden giderlerken Evrim'in, "Teşekkür ederim, sağ olun." dediğini duydu.
Yolculuğun devamında Alp ani bir moral düşüklüğü yaşadı, sanki uygunsuz bir biçimde alıkonulmuştu. Alıngan bir tavrı vardı, yüksek ihtimal ters bir bakışa maruz kalacakları için ne Evrim ne Rostina ne de Elduin yüzüne baktı. Ekipçe girdikleri köprü girişinden dört arkadaş olarak boyunları bükük çıkarlarken kar hızlandı da hızlandı; lapa lapa yağıyordu, sanki son kez yağacakmış da içini döküyormuş gibi... Yetmedi, sis de geldi, çevreleri bir yerlerden çıkıp onlara savaş açacak her türlü şeye karşı puslanırken huzursuzlanmadan edemediler. Alp haftalar önce köprü üstünde kurban verilen Barbar'ın kurumuş kan lekesi kapanırken histerik bir biçimde gülümsedi... Kardı işte, yeni ve daha güçlü izler almak için geçmişin izlerini kapatırdı... Köprü sonuna vardıklarında karşılarına iki Barbar çıktı, Elduin, Rostina ve Evrim karşı koymak için hazırlanmışlardı ki tepelerinden şiddetle fırlayan iki ışık topu ikisini de indirdi, Alp'in en ufak bir zorluk yaşamadan fırlatmış olduğu ışık topları etraflarındaki sisi bile delip geçmişti. Kar taneleri inerken, tozlar yükseldi; Krallık sağ olsun, ölüm artık yoldan geçip giderken bile musallat olabilirdi... Sis ve kar, gecenin de çökmesiyle birlikte iyiden iyiye engellemiş olacak ki etraftaki hareketlilik tamamıyla kesildi; artık yanlarından Phabos ve Deimos bile geçebilirdi ancak yüksek ihtimal zarar verecek kadar göremezlerdi; onların da göremedikleri gibi. Alp, Ölüm Perileri'ni düşünürken kendi içine doğru yolculuk etti; bu yolculuğu, uzun süre devam edecek bir geri planda durma eylemini de beraberinde getirecekti... Kopya görüler üzerinden saldırı yapıyorlardı Korku ve Dehşet kaynakları; asılları kuyu başındaydı, başka bir açıklaması olamazdı. Bu durumu çok daha anlaşılır ve katlanılamaz kılıyordu, açıkçası geri dönebilecek güçle cesareti yine ve yeniden nerede bulabileceğini bilmiyordu... Bir yandan da nefret edilesi anlamsızlık hissi vuku buluyordu... Uzun süre sonra yabancıyı andırır bir edayla ağzından çıkan tek şey, "Likör var mı?" oldu, yoktu... Sabaha doğru sis geri çekilip Korinna'nın çıplak ağaçları netleşirken yakınlaşan evleri de beraberinde gördüler. Alp, ondan izin almaksızın geride bıraktıkları uzun yol için şikâyetçi değildi, gerçekten de hal ve tavırları bir değişikti. Alp'in bu apansız değişimine karşı üçlü bir araya gelip fısıldaşmıştı; Alp bunun da farkındaydı ama yüzlerine hiç mi hiç bakmadı... Onlar Ungan Köy'ün kâgir evlerine yakınlaştıkça kar da gitti soğuk da. Köy sınırından içeri girmeden durdular sonunda, dinlenseler iyi olacaktı. Köy'e girdiklerinde nasıl ilişkiler kurmaları gerektiği konusunda uzun uzadıya tartıştıkları sırada Alp bir köşede bembeyaz kar kütlesinin üzerine oturmuş kardan adam yapıyordu. Epey özenliydi ve tüm ilgisini ona vermişti; sanki kardan adam yapmak o anda en mühim şeymiş gibi. Uzun denemeyecek kadar bir süre sonra Evrim'in yanına oturduğunu fark etti, kardan adamına bakıyor ve onun kardan adamın hatlarında gezinen ellerini izliyordu. Elini elleri üzerine koyup, "Ellerine iyi bakıyor olmalısın?" dedi.
"Olması gerektiği gibi," diye cevap verdi Alp, "Onlarla tutuyor, onlarla büyü yapıyor, onlarla yazıyorum."
"Yazıyor musun?" diye tebessüm etti Evrim, "Neyi?.."
"Varlığı başkaları tarafından da okunabilir olmasını istediğim şeyleri. Şiir gibi."
"Şiir demek, merak ettim şimdi. Bir ara okur musun bana?"
"Olur." dedi Alp yüzüne bakmadan, "Böylesi şeylerin aklımda kalması koca bir küstahlık olurdu..." diye de ekledi.
Evrim bunu neden söylediğini pek anlamamıştı, "Senden sakladığım için kızdın mı?" dedi konu değiştirip.
"Neyi?" dedi Alp kayıtsızca.
"Aylardır karnımda bir bebek taşıdığımı." Alp cevap vermedi, bir süre sonra Evrim onun ellerini ellerine aldı, kalp atışları hızlanırken yüzü hafif kızardı, "Özür dilerim... Kendim hakkında hiçbir şey saklamak istemediğim İnsanlar'dansın, belki de tek İnsan'ın Alp Işıkel..." Alp o anda irkildiğini hissetti, ikisinin de elleri soğuktu ancak tuhaf biçimde sıcak bir akış vardı. Evrim'in elleri bu sefer de yüzüne doğru çıkıp yanağında kaldı, "Ben galiba..."
"Gidelim." dedi Rostina'nın sesi, uzaktan geliyordu, onları görmeden seslenmişti ancak Evrim bu bozma işinin bilerek yapıldığını düşünüp sinirlendi. Hızla ellerini geri çekti. Alp'in kayıtsız bakışlarına daha fazla dayanamadan dönüp gitti. "Evrim-?" dedi Alp durdurmak ister gibi, az önce neler olduğunu tam çözememişti ama eğer sandığı şeyse kırmak, üzmek istemezdi. Evrim duymadı ya da duymazlıktan geldi... Bir süre sonra dördü de yan yana dizilmiş, Ungan Köy'ün sınırlarından içeri girmişlerdi. Kayıtsızlık sırası Evrim'deydi, Alp sürekli ona kaçamak bakışlar atıyor, konuşmaya yeltenip vazgeçiyordu. Hepsinin ilgisi Ungan Köyü üzerinde toplandığında evlerin arasında gezen geyikleri gördüler, gariplerine gitmişti çünkü başka bir yerde hiç onlara denk gelmemişlerdi. Biraz kelam edip kalacak bir yer bulabilmek için İnsan aransalar da göremediler, herkes evindeydi anlaşılan, diğer köylere nazaran sanki burası etrafla fazla ilgisizdi. Yakınlarda kısa bir ıslık çalındı, geyikler toparlanıp sesin geldiği yöne yürüdüklerinde takibe koyuldular, ıslığı çalan bir çoban olmalıydı. Dedikleri gibi de çıktı, çakır keyif, balıketli, esmer bir oğlan onları görür görmez kahkaha attı,
"O kadar mı kötü mallar var elinizde." dedi, anlamadan baktıklarında ekledi, "Burası tacirlerin son adresidir ya hani?"
"Tacir değiliz." dedi Rostina, "Kalabilecek bir yer arıyoruz."
"Kalacak yer mi?" diye şaşırdı Oğlan, sanki ilk kez böyle bir şey duymuştu.
"Var mıdır tanıdığın?" diyerek onayladı Elduin.
"Yani," dedi sustu Oğlan, biraz düşündü, "Burada çok saygın bir aile var, yabancılarla içli dışlı olanlar genelde onlardır."
"Ama?" diye sordu Evrim sabredemeyecekmiş gibi.
"Ama herkese de kapı açmazlar."
"Biz herkes değiliz, iyi bir hikâyemiz var." diyerek emin konuştu Alp.
"Öyle mi?" dedi Oğlan saflıkla, "Şu sıra hikâyeler pek bir sisliymiş diyorlar..."
"Kim dedi bunu sana?" dedi Alp bu sefer, nedense ilgisini epey çekmişti.
"Bu köyde bir şeyler diyenler de yabancıları ağırlayanlardan başkası değildir."
"Öyleyse çok doğru bir yerdeyiz, hadi durma, götür bizi." dedi Alp.
"Uğraşamam." dedi Oğlan, bir güzel arkasını dönüp gidiverdi. Oldukları yerde şaşkın vaziyette kalakaldılar, 'uğraşamam' da ne demekti?!
"Ne olacak şimdi?" dedi Rostina, Alp'e bakmamak için diretiyor gibiydi.
"Bir şey olacağı yok arkadaşlar." dedi Alp, bir yöneticiden oldukça uzak jestlerle, "Uğraşmak istememeleri bazı şeyleri mantıklı kılıyor, güzelim Korinna'nın neden kurak olduğu belli... Saray Orman'ın bakımını onlara vermişti ve onlar da uğraşamadılar..."
"Birinin bir şeyle uğraşmama lüksünün olabilmesi," dedi Evrim.
"Başka bir şey tarafından güvencesi olduğunu anlamına gelir." diye tamamladı Alp, "Gerekirse kapıları çalıp soralım şu misafirperver aileyi, öğreniriz her şeyi."
Rostina ve Elduin aşağı yukarı kafa salladı. Her ne kadar bu süreçte yönetici istemiyor olsalar da birinin mantıklı bir şeyler söylemiş olması iç rahatlatıyordu. Köy'ün etrafını epey dolandılar, illaki onları birileri görmüştü ancak ne kapı açan vardı ne de kafasını çıkarıp kim olduklarını soran. Bir saate yakın bir süre boyunca kapı çalmaksızın keşfi sürdürdüler, bu süre zarfında kar büyük bir hızla erimiş, hava tersine seyir göstermişti. Köy'ün Yaşam Denizi'ne en yakın olan köşesine vardıklarında küçük bir oğlan çocuğu çıktı karşılarına. En fazla beş yaşlarındaydı ve esenlikle son karlarla küçüklü büyüklü kartopları yapmaktaydı. Alp, başka şeylerden bağımsız olarak ve tuhaf biçimde irkildiğini hissetti. Etrafına bakıp bir şeyler aranır gibi hareketlenince diğerleri bunu fark edip sorgu dolu bakışlarla yüzüne baktı, "Nereye gittiler?" dedi, hem şaşkın hem de kendi sorusundan korkar vaziyette.
"Kim nereye gitti?" dedi Evrim gözlerini patlatarak, korku dolu bakışlarını sürdürürken göğsüne kartopu fırlayınca inledi, birden tepki vermişti ancak kartopunu fırlatanın az önce izledikleri küçük oğlan olduğunu anlayınca keyifle gülümsedi, "Sonunda bizi samimiyetle karşılayan bir kahramanımız var." dedi.
Diğerleri de Oğlan'a döndü. Onlar korkutmadan Oğlan'ın yanına gitmeyi planlarken Oğlan'ın hemen arkasındaki ağacın ardından başka bir oğlan daha çıktı, onun yaşı minikten iki kat fazlaydı, on bir ya da on iki yaşlarında olabilirdi, "Andonios." dedi onları henüz görmemiş vaziyette, "Hadi eve gel artık."
İsminin Andonios olduğunu öğrendikleri oğlan gülerek baktı, "Baksana onlar gelmiş ağabey, sonra da gelmiş!" diye çocukluğuna yaraşır bir laf etti. Küçücük eliyle de onları gösterince, diğer oğlan şaşkınlık içinde o tarafa baktı, karşısında beş olgun İnsan'ı görünce daha da şaşırdı, daha çok Geyik bekliyor olmalıydı.
"Merhaba." dedi Alp dost canlısı bir sesle, az önceki tuhaflığından sıyrılmıştı, "Kulağınıza geldi mi bilmiyorum, bizler Orman'ın diğer ucunda, Kıran Malikânesi adı altında toplanmış Işıkçılar'ız. Birkaç gün önce Zümrüt Krallık'ta hışma uğradık ve arkadaşlarımızı kaybettik. Zor durumdayız ve ihtiyaçlarımız var."
"Anlamıyorum?" dedi büyük oğlan pek de gerçekçi olamadan.
"Neyi anlamıyorsun?" diye kızar gibi devam etti Evrim, "Sebep?"
"Belki de yaşım buna uygun değildir."
"Bence yeterince uygun." dedi Alp.
"Bunu nereden çıkartıyorsun Işıkkıran?" diye sordu Rostina.
"Bilmem, nerede denk geldim hatırlamıyorum ancak nedense aklımda bu yaştaki çocukların yeterince olgun olabileceklerine dair bir şeyler kalmış."
"Işıkıran mı?" dedi Andonios ince sesiyle, "Ağabey babaannem demişti ya hani-"
"Pekâlâ." diye kardeşini susturdu Oğlan, "Ben Dordie Hagios, bu da benim kardeşim Andonios Andra. Büyükannemiz Sigun Awilda sizlerden bahsetmişti. Babamız Tomris Gelasius ise bir gün yanınıza gelmeye pek niyetliydi. Başınıza gelen şey için epey üzüleceklerdir, bu köyün en eski ailelerindeniz, kendi halimizde yaşar gideriz, evimize sürekli birileri gelir ve birileri gider ama en azından kendi adıma birçoğunu tanımıyorum. Takip edin, sizi geri çevirmezler."
"Dememiş miydim?" diye Rostina'ya baktı Alp, ardından keyifle oğlanların peşine takıldı. Attıkları her adımda iklim değiştirir gibiydiler. Değişmeyen tek şey Orman'ın Köy'de tekli tüklü kalmış kurak ağaçlarıydı. İki dakika bile yürümeden diğer evlere nazaran daha irice duran bir eve geldiler. Evin kapısı hizmetli olduğu belli bir adam ve bir kadın tarafından onlar tıklatmadan açılıvermişti.
"Hoş geldiniz efendim." dedi Adam tebessümle, bu karşılamasına hem hedef aldığı Alp hem de kendisine söylenildiğini sanan Dordie şaşırmıştı.
"Hoş bulduk." diye karşıladı Alp dakikalardır takındığı samimiyetle.
"Sağ olun efendim." dedi Kadın, "Yorulmuş ve kararmışsınızdır, içeri gelin."
Sonrasında onlar tek sıra halinde içeri girerken Adam ve Kadın durmaksızın her birini yerlere kadar yatarak selamladı. Karşılamanın şaşkınlığından sıyrılıp girdikleri eve bakabildiklerinde gördükleri ortam içlerini ferahlattı. Genişçe bir odanın solunda kitap rafları, rafların karşısında uzunca bir kanepe, sağ tarafta iki büyük pencere, sağ tarafın sonunda yukarıya çıkan ahşap bir merdiven vardı. Sol tarafın sonundaysa küçük ama görkemli bir şömine duruyordu. Şöminenin çehresindeki renkli ışıklar merdivenlerle bitişikti. Merdivenlerden biri inmeye başladığında hepsi birden o tarafa döndü, merdivenli, iki katlı eve pek az rastlanırdı buralarda. Dışarıdan daha darmış gibi gözüken bu evin içi hem daha geniş hem de sadeliğinden kaynaklı daha ferahtı, içeride tatlıdan tatlıya esen biraz sıcak biraz serin bir rüzgâr dolanıyordu. Merdivenlerin sonunu getirip her birini içtenlikle süzen adam durduğunda, rüzgârdaki serinlik yerini ılık bir esintiye bırakmıştı. Alp, adamın bakışlarını sanki unutmuş olduğu eski bir dosta bakıyormuş gibi karşılamıştı, kahverengi derin gözler... Adam'ın kırlaşmış saçları kısa ve dolgundu, yüzünde ona itibar katan büyüklü küçüklü çizgiler vardı. Giyimi kuşamıyla bir zamanlar buralarda gördüğü ya da gördüğünü sandığı Hanedanlık Temsilcileri'ni andırıyordu, "Merhaba yiğitler." dedi Adam onun bakışlarını ciddiyetle karşılarken, "Ben Tomris Gelasius, Dordie bahsetmiştir. Hakkımızda bahsetmeden kimseleri getirmez buralara."
"Öyle oldu." dedi Dordie en az babası kadar asil bir olgunlukla, "Ama bu sefer getiren ben değil, babaannem sanki." Dordie böyle söyleyince hizmetliler endişeyle dönüp suratına baktı. "Bu arada," dedi Dordie bu bakışları yakalayınca, Alpler'e dönüp hizmetlileri takdim etti, "Onlarla da tanışın, Cansel ve Hansel. Gerekli gereksiz, mutlaka süreksiz endişe duyarlar."
"Dordie!" diye kaşlarını çattı Tomris, "Kardeşini de alıp odanıza çıkar mısınız, hem yukarıda hem dışarıda hem de burada önemli misafirlerimiz var ve bugün aksi olacağın tutmuş olmalı."
"Gördünüz mü? Buna aksilik diyorlar..." diyerek çoktan şömine çehresindeki ışıkları izleyerek oyun oynamaya başlamış Andonios'un yanına gitti, Andonios başta ağlayacak gibi olduysa da babasının tatlı dili üzerine abisiyle yukarı çıkmaya başladı. Çocuk haklıydı... Alp böyle düşünüyordu. Buna aksilik diyorlarsa tüm o çetin mücadeleler nasıl yorumlanacaktı kim bilir. Cansel ve Hansel'in abartılı selamları bundan olsa gerekti.
"Hafif badireler atlattığınızı düşünüyorsunuz..." deyiverdi Tomris müneccim gibi, "Ancak, sizi bu konuda temin ederim, sanmadığınız kadar çok kararmış olabilirsiniz... Üstelik henüz gençsiniz.
"Çocuk değiliz." dedi Elduin nasihat dinlerlermiş gibi olunca.
"Üstelik kararmadık da." diye destekledi Rostina.
"Öyle mi?" diye kanepeye gidip oturdu Tomris, "Buna kendiniz karar verirsiniz, annemin misafirleri gittiğinde yanına çıkıp tanışın derim." Hepsi birden kanepeyle raflar arasına yere dizilmiş olan minderlere çömeldiğinde ekledi, "Kararmamış olsaydınız buraya yolunuz düşmezdi çocuklar, yani bu eve..."
Birbirlerine bakıp omuz silktiler. Cansel ve Hansel Tomris'in ufak bir el hareketiyle büyük ihtimal bir şeyler hazırlamak üzere ayrıldıklarında, "Sizi bir yerden benzetiyorum." dedi Alp Tomris'le ilk kez iletişim kurarak.
"Ne gibi bir yerden?" diye sordu Tomris, ses tınısındaki ince uyarıya bakılırsa Alp'in yanlış cümle kurduğunu düşünüyordu.
"Savaşın olduğu bir yerden..." dedi Alp. Tomris önce saygı duyup çok geçmeden irkildi, Alp'in gözlerinin içine öyle baktı ki Alp kendini konuşmanın devamını getirmek zorundaymış gibi hissetti, "Ama zihnimdeki yansıma hatalı belli ki daha önce bu çeşit bir mücadele verip sizinle karşılaştığımı sanmam."
"Size uğramayı çok istedim ancak misafirlere yeterli güveni duyamadığımdan annemin yanından hiç ayrılmıyorum... Yani dediğin gibi Işıkkıran, zihnindeki yansıma hatalı..." Gülümsedi. "Bir şeyler yazıyor musun?"
"Nereden anladınız?" dedi Alp tebessüm edip.
"Cümlelerini doğru ve alışılagelmedik seçiyorsun." diyerek ayaklandı Tomris, "Hansel birazdan size bisküvi getirecek."
"Gerçekten mi?!" diye abartılı bir sevinç yaşadı Alp, merdivenden inenler ve kendi arkadaşları garipseyerek yüzüne bakınca, "Şey, çok severim." dedi.
Merdivenden inenler onlar inmeden önce ayaklanmış olan Tomris'i selamlayıp onunla birlikte kapıya doğru yürürken, "Bisküviyle mi karın doyuracağız yani?" dedi Rostina kısık sesle.
"Kaç defa daha bisküviye denk gelebiliriz ki?" diye kızar gibi söylendi Alp.
"Sandığınız gibi gelip geçici değiller." dedi Tomris çiftlerin arkasından dışarı çıkıp kapıyı ardından çekmek üzereyken, "Mideniz bayram edecek." Rostina utançla karışık bir tebessümle Tomris'e bakıp kafasını eğdi. "Geç gelebilirim." diye devamını getirdi Tomris yan yana oturan Alp ve Evrim'e bakıp, "Cansel yataklarınızı hazır ediyordur, uzun süredir yatılı misafirlerimiz var, Oceanos'a ufak bir gezintiye çıktılar ama gelecekler. O yüzden size ayrılan yer için affedin. Gerçi, Halia ve uşağı epey ağırbaşlı, bu gece onların yerine kayabilirsiniz."
"İyi ama yeterli güveni duymadığınızı söylüyordunuz, annenizi bırakıp nereye gidiyorsunuz ki?" dedi Alp kalmasını istiyormuş gibi.
"Siz varsınız ya..." dedi Tomris göz kırpıp, "Sahip olduklarınıza sahip çıkın..." Kapıyı ardından çekip gitti. Konuşurken Alp ve Evrim'in yüzleri arasında gelip gittiğinden olacak, bu güveni o ikisine armağan etmişti sanki.
"Yukarıda neler olduğunu çok merak ediyorum," diyerek karnını okşamaya başladı Evrim, "ve neler döndüğünü..."
![](https://img.wattpad.com/cover/248058218-288-k827859.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lütfedilmiş ( GDS )
FantasyWattpad'de "Gizem Diyarı Serisi (GDS)" adı altında, 4 Kitap (Uyanış, Yoldaşlık, Direniş, Özdüşünsel) olarak yayınlanmış, sonrasında "Lütfedilmiş" ismiyle 2 Cilt olarak basılmış olan hikâyenin tam versiyonudur... /* "...şüphesiz ki yaşananlar, bu mas...