19- Kabileler Arası

42 4 2
                                    

   Yanı başında, uyku lanetinin tesiri altında, soluksuz uyuyan aşkının saçlarını okşuyordu Barlas, dün geceden bu yana öyle yorgun düşmüşlerdi ki Karanlık Ormanlar'dan çıkmadan önce, genişçe bir kayalıkta dinlenmeye koyulmuşlardı. Kalabalık bir grup vardı; bir köşede Kıvanç ve Evrim, Alp'le duruyorlardı, Alp hareket ediyordu ancak epey bitkindi. Başka bir köşede Beyaz Saray'ın eski Aka'sı Dalay ve yeni Aka'sı Peter vardı, birbirlerine anlatacakları Hikâyeleri olacak ki hararetle muhabbet ediyorlardı. Sofia, bir önceki halinden çok daha fazla değişmişti, saçları kısalmış, rengi kızıla çalmıştı, gözüne sürdüğü abartılı sürmeler artık yoktu, tek başına, donuk vaziyette, Ormanlar'ın içinden gelen kıpırtıları izliyordu. Sildu ve Elduin ona yakın bir açıklıkta, Aetos Keramun'un gücü yettiğince onunla konuşmaya çabalıyorlardı, onların yanı başında da diğerlerinden bağımsız konuşan Arya ve Sanberk vardı; Arya'nın yüzündeki bıkkın ve öfkeli ifadeye bakılırsa, Sanberk'in, Barlas'ın güçlü büyüsünün etkisiyle yitirdiği hafızası hâlâ daha yerine gelmemişti, Arya yüzünü çevirip gözlerinden ateş saçarak ona baktığında hızla gözlerini kaçırıp Ecrin'e döndü, Ecrin’in soluksuz uykusunu dinlemeye devam ederken, yanına almayı ihmal etmediği pembe kundağı örttü üstüne... Henüz birkaç saat önce gerçekleşen konuşmalar yankılandı kulaklarında; Ecrin'in kısa bir süreliğine Penthea, Kihirus, Othena gibi olduğu, Sanberk'in başta annesi sandıkları Suna adında bir kadınla yaşadığı, Akel'in büyücü olduğu, Ecrin'in geçmişinden kopup gelen pembe kundağı, Galena'nın da onayladığı gibi Octavian'ın yaşıyor olduğu... Hepsi birbiri ardınca yeniden ve tam haliyle, eksiksiz olarak anlatılmışlardı... Anlatan Alp'ti; bitkinliğine, perişanlığına rağmen, kan çanağına dönmüş gözlerinde dahi hissedilen pişmanlıkla anlatmıştı olanı biteni. Barlas her ne kadar bazı şeylerin yeni anlatılmış olmasına karşı öfkeye kapılıp affetmez bir tavır takınsa da, Alp'in içinde bulunduğu durum yüzünden bağırıp çağırmaya kıyamamıştı. Birçok şey olup bitmişti ancak elbette Barlas'ın tüm algısı ikizine yönelikti... Adının Sanberk olduğunu öğrendiğinde kabaran nefret bir yana, ona her bakışında önlenemez bir bağ, bir sevgi hissediyordu… Hafızasını yitirmemiş olsa kim bilir neler söyleyecekti ona, Arya'nın dediğine bakılırsa, ikiz kardeşi geçmişleri hakkında çok fazla şey öğrenmişti; aksilik bu ya, Arya'ya da buraya Basagar'ın yardımıyla geldiğinden öte bir şey söylememişti...
   Üç Çatal'ın ardında yaşanan pek karanlık anılardan sonra, o lanet edilesi yerden çıkıp Dağ'ın diğer tarafına geri döndüklerinde sabahtı. Sildu'nun dediği gibi, Peter ve Dalay da katılmıştı yolculuğun gerekli olduğu fikrine. Barlas'ın niyeti bunca kişiyi ardından sürüklemek değildi ancak artık o değil, onlar sürüklüyorlardı kendilerini onunla birlikte. Dağ'ın öbür yüzüne geçerken geride bıraktığı Kıvanç ve Evrim'i Dağ'da kalmaları gerektiği düşüncesine katiyen ikna edememişti. Peter, Sofia'yı ardında bırakmak istemişti ancak Sofia da peşlerine takılmıştı. Kovuklu Dağ'da birkaç saat uyku ve yiyecek ihtiyaçlarını karşılamak için kalmışlar, öğleden sonra eşyalarını toparlayarak yola çıkmışlardı. Dağ'da onlardan kimse kalmamıştı; Barlas, Godzar ve yandaşlarının yalvar yakar özürlerine cevap vermek istemese de, zoraki olarak onları serbest bırakıp, hadlerini bilmeleri konusunda uyarmıştı. Onu her fırsatta aşağılayan Othen'i bu sefer gerçek olduğunu düşündüğü bir saygıyla önünde eğilmiş, geri döndüğünde layıkıyla hizmet edeceğini söylemişti… Karanlık Ormanlar'ı arşınlayarak buraya kadar gelmişlerdi. Dalay'ın söylediğine bakılırsa yakınlarda Faveo adında bir bölge vardı. Faveo'nun kuzeyine doğru bir yola sapacak, Ölüm Nehri'nin üzerinden geçmelerini sağlayacak bir köprüye varacaklardı. Sonrasında Doğu'ya doğru gidip Büyük Bataklık'la karşılaşacaklar ve şansları varsa bataklıkla pek içli dışlı olmadan, Hakikat Ormanı'nın güneyindeki Teak Kabilesi'ne varacaklardı. Orada bulmayı umdukları kişi Keşiş Melpomene'ydi; söylenene bakılırsa, gözleri görmeyen ancak türlü büyüler yapabilen bir adamdı bu, şifacılık konusunda ustaydı. Hatta ve hatta yine Dalay'a göre, Arya'nın bahsettiği Basagar da oradaydı, "Kıvanç, sırası mı şimdi!" diye sesi yükselen Evrim'i duyup döndü, Kıvanç buna karşılık başını öne eğip sustu. Anlaşılan Alp'le ilgili bir mevzu vardı, o kadar şeyden sonra kıskançlık yapacağını sanmıyordu, o zaman ne için Alp'e yüklenmişti de Evrim kızmıştı? Konu neydi ki?.. Derken, Evrim sıkıntıyla etrafı kolaçan etti, Barlas'ın meraklı bakışlarını görünce oturdukları yerden doğrulup ona doğru gelmeye başladı. O giderek yakınlaşırken, Kıvanç, Alp'in yanında süt dökmüş kedi gibi durup gözünü toprağa dikti. Evrim sonunda yanına kadar gelip kederle baktı, bakışları onun gözlerinden Ecrin'in kapalı gözlerine doğru kaydı, "İyisin ya?" dedi ardından Barlas'a dönüp, "Bu sefer çok fazla oldu." Barlas, Kıvanç'dan bahsettiğini sandı ancak Evrim lafın devamını getirdi, "Yani, bunca şey bir günde... Tüm bunları kaldırabilme gücüne hayran kalıyorum…"
   "Ben iyiyim." dedi Barlas sakin bir ses tonuyla, "Ağlayıp sızlanmakla olmuyor işte, farkına bile varmadan büyüdük, Diyar'ın koca bir parçasıyız artık…”
   "Nasıl oldu sence, Alp nasıl olur da Büyünün Ruhu olur?" dedi Evrim.
   "Kıyamet Vadisi'ndeki olaydan sonra olmuş olmalı, kaldıramayacağım birçok şeyle kuşatılmıştım ve yükün büyük kısmını Alp'e aktarmıştım."
   "Sanmıyorum." diye Kıvanç ve Alp'in olduğu tarafa döndü Evrim, "Alp çok farklı, bazen bizim Hikâyemiz bitecekmiş de, onunki hiç bitmeyecekmiş gibi hissediyorum... Sen de hissettin mi?"
   "Hiç bu açıdan bakmamıştım." diye ilgiyle Evrim'e baktı Barlas.
   "Bense hiç başka açıdan bakamıyorum, başka bir açıklaması olamaz."
   "Neyin?" dedi Barlas aynı ilgiyle, "Ne demek istiyorsun?"
   "Bilmiyorum, anlatabileceğim bir şey değil, boş ver." dedi Evrim.
   "Kıvanç'a neden kızdın, ne dedi yine?" diye konuyu değiştirdi Barlas.
   "Alp'in göz kapaklarına takmış kafayı, bu kim bilir kaç oldu, belli etmiyor ama içten içe kendini yiyip bitiriyor." dedi Evrim sitemle, Barlas'ın anlamadığını görünce ekledi, "Hani, kaderimizi temsil eden bir yansıma var ya göz kapaklarında," Barlas kafasını aşağı yukarı salladı, "Kıvanç hiçbir şey göremiyormuş. Her seferinde anlatıyorum ama dinlemiyor, bunun nedeninin Toprak olduğu belli, ona bazı sınırlar çizmişti, bu da o sınırlardan biri olmalı." Barlas'ın yüz hatları ciddileşince sesi titremeye başladı, "Yani, sonuçta ölecek değil ya. Ya da... Demiştik, hepimiz öleceğiz nasılsa... Ben, şey- Neyse, seni rahat bırakayım kafa dinle..." diyerek Barlas'ın yanından uzaklaşmaya koyuldu, tuhaf bir şekilde çökmüş gibiydi, dönüp son lafını etti, "Bu arada, Dalay ve Peter geceyi burada geçirelim istiyor. Faveo'da neyle ya da kimlerle karşılaşacağımız konusunda hiçbir fikirleri yokmuş, yeniden yola çıkmak için sabah olsun istiyorlar... Yani uykun varsa uyuyabilirsin. Görüşürüz." Evrim her adımında çökerek Kıvanç'a yaklaşırken Barlas sebep olduğu ama niçin sebep olduğunu bilmediği bu çöküşe karşılık suçluluk hissetti. Yoksa... Yoksa Evrim, Kıvanç'ın durumundan bahsederken ciddi ve endişeli bir surat yerine teselli eden ve ölümü reddeden bir surat mı bekliyordu ondan?.. Tabii ki onu bekliyordu! 'Lanet olsun.' diye kızdı içinden kendine, 'İnsanlar'la konuşurken dikkat et aptal!'
   Gece olduğunda dağınık kalabalık birleşerek kayalığın dibine bir ateş yakmıştı. Hepsi bir arada, birbirleriyle pek konuşmasalar da ateşin başında otururken, Barlas Ecrin'le birlikte saatlerdir durduğu yerden milim kıpırdamamıştı. Gece boyunca 'Bu sıcakta ne diye ateş yaktılar ki!' dese de, saatler ilerledikçe nedenini anladı; rüzgâr soğuk esmeye başlamıştı. Herkesin içi geçtiği sırada, sönmekte olan ateşin yanına Ecrin'i taşıyarak, onu da kendini de ısıttı… Bir önceki sabahtan farksız sakil bir sabaha uyandıklarında, onlardan çok daha önce uyanıp yiyecek bulmaya giden Peter ve Dalay'ın getirdiği meyvelerle karın doyurdular; muza benzeyen ancak tadı iğdeyi andıran meyvelerdi, pek leziz değillerdi ancak doyurucuydular. Sildu'nun meyve yemekten şişen göbeğinin iki yanında, bir yılan ve bir kartal duruyordu. Dalay, Barlas’tan daha önce davranarak Elduin ve Aetos'un niçin dönüştüğünü sorunca, Sildu derhal açıkladı, "Küçük bir bedenin formundayken doymak çok daha kolay. Ben dönüşebilsem ben de dönüşürdüm, zira Kovuklu Dağ'ın sıkı yemeklerinin yanında meyve pek basit kaldı."
   "Tabii, Etek Ahalisi'nin yarısını köle bellemişsiniz de ondan." dedi Peter, "Onca İnsan elbette güzel yemekler çıkarır."
   "Zamanında biz de yaptık o işleri." diye karşılık verdi Sildu, "Hem, şimdi daha başka işler yapıyoruz. Her birimizin görevleri var, mesela Etek Ahalisi'ni de orman avlarında göremezsin, o bizim işimiz oluyor."
   "Tabii şu görev safsatasına Kovuk Sahipleri dahil değiller dimi?" diye alayla katıldı Kıvanç, "Ne de olsa onlar kutsallar."
   "Boş verin." dedi Elduin hızla insana dönüşürken, çatal diliyle silip süpürdüğü meyvenin posasını eline aldı, "Biz doğduğumuzda ait olduğumuz sınıf belliydi, bu bizim suçumuz değil, konumuz yemekler."
   "Hiçbirinizi zorla peşime takmadım." deyiverdi Barlas, Elduin meyvenin posasını toprağa gömerken, dün akşamüstünden bu yana ilk kez konuşmuştu onlarla, "Kalıp, güzel yemekler yemeye devam edebilirdiniz."
   Barlas böyle söyleyince Sildu ve Elduin utançla eğildi, "Affedin Othena'm." dedi Sildu vakit kaybetmeden.
   "Neyse ne, ben de pek memnun değilim ancak elimizdeki bu, Dalay ve Peter'a teşekkür etmemiz gerek." Dalay ve Peter kafalarını öne eğip karşıladı. "Doğrusu, beklemediğim İnsanlar da takıldı peşimize." diye devam ederken Sofia'ya baktı Barlas, "Karanlık Ormanlar'ı bir şekilde atlattık, zaten Orman Sakinleri kim olduğumuzu bildiğinden pek yanaşmadılar. Şimdi önümüzde Faveo vardı dimi?" Dalay kafasını aşağı yukarı salladı. "Ne kadara varırız?"
   "Zoraki olarak biraz yavaşız, yolumuz kesilmezse üç dört saat sürer."
   "Hiç mi tahmininiz yok Faveo hakkında?" diye sordu Barlas, kimse ses etmeyince bir köşede sessiz sakin duran Alp'e döndü, "Alp?"
   "Faveo'nun Sarayı'nda üç farklı nesil yaşamış bu zamana kadar diye biliyorum." dedi Alp hızla, doğrulup ayaklandı, gözlerindeki kan çekilmişti, artık daha iyiydi ve duruşuna bakılırsa uzunca yol yürümeye hazırdı, "Üç Büyükler'in ilk doğan oğulları Mersen, adını araştırsam da öğrenemediğim Tacı Yarım Ay Kral ve Güneşi Sevmeyen Kabile Reisi; Efsun ve Octavian'ın babaları."
   "Üç Büyükler? Tacı Yarım Ay mı?" dedi Kıvanç merakla.
   "Ungan, Toraman ve Odana; Asil Soy'un ilk evlatları." diye cevapladı Dalay, "Ülgen ve Kolgay'ı biliyorsunuz, hani Gizli Merdivenler'de sesleri yankılanan kardeşler; Ülgen, Ungan'ın oğluydu, Kolgay ise Toraman'ın. Aslında aynı anadan doğma değiller ama Diyar'ın ikiye ayrılmasından önce aynı soya mensupların hepsi kardeş sayılırdı."
   "Tacı Yarım Ay Kral da Günceler'de yer alır ama gerçekte de yaşadığına dair söylentiler güçlü." diye ekledi Alp. Barlas, bir şey anımsar gibi olduysa da akıl erdiremeden duraksadı.
   "Efsun'un gözyaşlarıyla yerle bir ettiği Saray bu Saray o halde?" diye sordu Evrim, Alp kafasıyla onayladı. "Peki, şu an biri yaşıyor mudur?"
   "Bilmediğimiz nokta da burası zaten." dedi Dalay.
   "Ben olsam yaşardım." dedi Barlas, "Diyar'ın geçmişine üç farklı önemli noktadan değinen, görmüş geçirmiş, değerli bir saray anlaşılan."
   "Aynı saraysa, sanırım bir şeyler biliyorum." dedi Arya konuşmaya katılarak, yanında oturan Sanberk öyle boş öyle anlamsız bakışlarla dinliyordu ki Barlas kendine sövmeden edemiyordu. "Bu tarafa geldiğim ilk zaman Külem Köy'ü içim almamıştı, Köy'den önce batıya doğru yürüdüm, küçük bir topluluk var, gezgin olduğumu söyleyip birkaç gün konaklamıştım yanlarında, anladığım kadarıyla şu an moloz olan Saray'ın artıkları hepsi, yaşamak için uğraşan İnsanlar... Öyleyse bu demektir ki Saray restore edilmedi. Anıt gibi bir şey olmalı."
   "Kimsin sen?" dedi Dalay hakiki bir merakla. Herkes Arya'ya döndü.
   "Diyar'a bu yıl getirildim, Saray Çadırları'nda aldığımız lüzumsuz eğitimin ardında koca bir alem olduğunu biliyordum." dedi Arya.
   "Kaçtın mı?" dedi Alp, "Buraya kadar nasıl sağ kalmış olabilirsin ki?"
   "Aslında fırsat ayağıma geldi desem daha iyi olur, Çadırlar'a uğrayan bir tüccardan üst sınıflarda yer alan arkadaşların nadide iksir tozları aldığı gördüm. Tüccar kadına gidip elindeki en değerli tozun ne olduğunu sordum o da bana Geçiş Kayaları'nı kullanmama yarayacak bir tozdan bahsetti ancak yıllardır kimse almıyormuş; elinden çıkarmaya pek hevesliydi, Saray'ın verdiklerinden biriktirdiğim tılsımları gösterince tozu bana satmayı kabul etti. Doğrusu epey biriktirmiştim. Petrelis'e gidip şansımı denedim ve kendimi Tılsım Nehri'nin kuzeyindeki Piaras Kayası'nda buldum. Korktum ama geri dönemedim, elimdeki tüm tılsımları da tüccara verdiğim için fakir hayatım başlamış oldu."
   "Ne kaçıklık!" diye güldü Kıvanç, "Bizi bulman iyi olmuş.”
   "Her neyse." dedi Barlas, Aetos İnsan formuna dönerken, "Gidelim."
   "Yorulmuşsunuzdur Efendi Barlas, izin verin sevgilinizi ben taşıyayım." diye oldukça dinç ve kendine gelmiş vaziyette konuştu Aetos, Barlas yola çıkarken Ecrin'i gidecekleri yere kadar kendi taşımak gibi bir inada kapılsa da, güvenebileceği en sağlam adama taşıması için izin verdi. Ecrin'in zayıf bedeni, Aetos için bir yükten ziyade yanına aldığı hafif bir eşya gibiydi.
   "Yine de kötü görünüyorsun." dedi Barlas ayaklanırlarken, "Şifacı'dan senin için de bir şeyler yapmasını isteyebiliriz."
   "Bekleyin." dedi Dalay yürümeye başlarlarken, "Likörcü geçiyor, ucuza verirse alayım birer tane, hepimize iyi gelir."
   Dalay'ın baktığı yöne döndüklerinde Faveo yolundan bu yana doğru gelen bir kadın gördüler, şeffaf peçeli, çarıklı, kahverengi bol dökümlü elbisesin üstündeki kıvırcık saçlarıyla oldukça alımlıydı, "Gaia..." dedi Kadın, ela gözlerini her birinin üstünde gezdirerek, bakışları Alp'i bulduğunda durdu kaldı, Dalay koluna taktığı sepetin içindeki likörlerin fiyatlarını sorarken ancak gözünü ayırdı.
   "On üç kişiyiz." dedi Dalay, Kadın kulağına eğilip bir şeyler fısıldadığında alayla güldü, "Ne kadara vereceksin?"
   "Üç yeter." dedi Kadın ciddiyetle, Dalay'ın tulumundan çıkarıp verdiği tılsımları alıp anormal derecede hızlanarak uzaklaştı.
   "Son zamanlarda da herkes her yerde, ne zamandır bu kadar kolay oldu yolculuklar?" diye söylendi Alp, Barlas dönüp baktı, "Biyan'da da görmüştüm bu kadını." diyerek açıkladı.
   "Uzun zaman olmuş, biz bile birkaç güne bir uçtan bir uca gidiyorsak, tüccarlar haliyle gider; satıcılar sonuçta, alıcı lazım."
   Dalay'ın likör dağıtma sırası Alp'e geldiğinde Alp merakla sordu, "Ne dedi sana o?" Dalay anlamadan yüzüne baktı. "Güldün ya?"
   "Ha, on üç kişiyiz ya, uğursuzluk getirirmiş onu diyor. Bir de fiyat düşsün diye Barlas primini kullanınca ödemeyi alıp kaçtı resmen."
   "Bir daha prim konusu olmazsam sevinirim." diye kaşlarını çattı Barlas kendi likörünü alırken, Dalay özür diler gibi kafa eğdi. Likörü açıp kafasına dikti, soğuk bir şey bekliyordu ancak içtiği şey en az havanın kendisi kadar sıcaktı, tadı güzel olmasa bu sıcakta hiç de içilmezdi. İçinde bir tutam da büyünün var olduğu şüphesiz olan likör güçlerine güç katarken, Faveo'ya doğru yaklaştılar.
   "Bu arada," dedi Alp, "aklıma gelmişken, Vadi'de Orabel ve Ondria'nın kayıp kardeşi Owena'yla karşılaşmıştık... Oraya kendisinin de bilmediği kutsal bir kimlik tarafından hapsedilmişti, çıkamıyor ve çıkmayı düşünmüyordu. Biraz konuştuk, aklımda epey yer etmiş, her şeyiyle hatırlıyorum, dediğine göre bugünün yarınına zarar verecek bir geleceğin kehanetiymiş bu, söylemek istemedi ancak direttik; 'Otuz üç, üçün ikilisi, otuz üç yıl sonra' der demez görüntüsü yok olmaya başladı, 'Toprak Ana'yı temsil edecek' dedikten sonraysa sesi titredi, 'Bar- Beş yıl sonra- Dora- Yirmisekiz...' son söylediği eksik kelimeler bunlardı. Sence neden bahsediyor tüm bunlar?"
   "Hiç." dedi Barlas, "Aklım yeterince karman çorman, şimdi kafa yoramam. Bir yere yazsan ya sen tüm bunları."
   "Tabii, oldu."
   "Ne var, işin ne yahu?"
   "Sonuca varmak!" diye kızdı Alp, "Lanet olası sonuca!"
   "Ne olacak sona varınca, erecek misin muradına?"
   "Şey- Evet- Tabii- Neden olmasın?"
   "Çözmeye bak Işıkkıran." dedi Barlas, "Benim tüm bunları çözmeye gücüm yetmez, siz de beni takip ettiğinize göre, birlikte çözeceğiz."
   "Sağol, ben almayayım. Hem aklıma yazıyorum ben gerekeni."
   "Tabii, oluyordu öyle. Bak, hâlâ daha inanamıyor, anlayamıyor, mantığıma oturtamıyor olsam da, ikizim dibimde... Ama gidip merhaba bile diyemiyorum, hafızasını kaybetti. Aklına yazdığı ne varsa uçtu gitti..."
   "Bana epey kızmış olmalısın, her şey için." dedi Alp kederle.
   "Bakalım." dedi Barlas acıyla gülüp, "Eğer en başından bana her şeyi anlatmış olsaydın kardeşimin hafızasına kıymayacaktım, eğer Büyünün Ruhu'nu yok etmek gibi bir işe kalkışmasaydın da, o hafızaya kıyacak duruma gelmeyecektim... Ama, kızmadım biliyor musun... Çünkü, her şey olduğu gibi, olması gerektiği gibi ilerliyor, kendi irademizle yaptığımız konuşmalar bile o meşhur yapboza hizmet ediyor. Büyünün Ruhu olduğunu öğrendin, ne hissediyorsun bilmiyorum," Alp sessizce kafasını öne gömdü. "ama söyler misin bana, senin yaşama hakkınla büyünün yaşama hakkı arasında ne fark vardı?.. Neden kıymak istedin, neden kendi kendine ihanet ettin?.."
   "Bu Diyar'da doğdun demiştim Barlas, bunu da söylemiştim... Kolay kolay ağzımı açıp bir şey söylemem ben, söylediğimdeyse emin olduğum şeyler vardır. Emin olduğum o kadar şey var ki korkuyorum artık. Kirmede mesela, büyünün ilk esiri, büyünün ilk efendisi, her neyse ve kimse bana kesinlikle kızmıştır, buna eminim… Ama diyorum ya, büyünün varlığı yoruyor bizi, büyü bizim tekelimizde değil ve başkaları onu çıkarları, arzuları, keyif aldıkları savaşlar için kullandılar, kullanacaklar."
   "İyi, artık Büyünün Ruhu olduğuna göre, bazı şeylere müdahale edebilirsin."
   "Taşıyamam, taşıyamayacağım, bunun da bir bedeli olacak."
   "Bazı bedeller ödenmeye değer. Bu da böyle bir bedel."
   Alp, düşünceler içinde kafasını kaldırıp önlerinde yürüyen gruba baktı. Aetos Keramun'un kollarında uyuyan Ecrin'i görünce Barlas'a döndü, “Anlatmadın, diğer çatallarda neler oldu? Bertram ve Martel demiştiniz, konuyla alakası ne?"
   "Bertram, Martel'in abisi, Martel yıllarca Tedan olabilmek için çabalamış ama sen de tahmin edersin ki bu çabalamayla olacak bir şey değil. Evime gelip Othena'nın mektubunu o koymuştu, Aetos da hazmedemeyip onu öldürmüştü. Sevgili Othen'im, Aetos'un başına onun abisi Bertram'ı koymuş. Karanlık deha!"
   "Olanın bitenin bu kadar eskiye dayanıyor olması da epey karanlık." dedi Alp hayranlıkla, "Diyar'ın keşmekeşi Diyar'dan öte düşünsene!"
   "Ya Elduin?" dedi Barlas bunun üzerine. Alp anlamadı. "Hani biz Ecrin'le şey yaparken siz konuştunuz bir ara, hani şey yaparken-"
   "Öpüşürken mi!" diye alay etti Alp, "Gören de ulu orta çok edepsiz bir şey yaptın sanır." diyerek güldü, "Işıkkıran olmamla ilgili, bir grup arkadaşıyla birlikte bana yaver olmak istiyorlarmış."
   "Ciddi misin sen?"
   "Hıhı." diye gülümsedi Alp, "Arkamızda kimseyi bırakmadık sanıyorsun ancak Elduin'in Işıkçılar grubu orada. Othen ve diğerlerine göz kulak olacaklar.”
   "Vardı böyle bir grup, şu gizli teşkilatla ilgili diye hatırlıyorum?"
   "Amaçları ışıkla uğraşmak, ışıklarla oynamak... Masum bir uğraş, büyünün ışıksal boyutuyla ilgileniyorlarmış. Biliyorsun, dönüşüm geçirirlerken ışıktan yoksun bir büyü gerçekleşiyor, karanlığın içinden siyah bir şeyler fırlıyor. Hal böyle olunca, ışıksal büyülere merak salıp hayranlık duymuşlar.”
   "İşte buradasın!" diye bir ses yükseldi önlerinde, sesin sahibi Dalay'dı, en önde durmuş eliyle bir şeyi işaret ediyordu. Yanına vardıklarında biraz aşağıda, kurak bir ovanın üzerine kurulu moloz sarayı gördüler. "Gezginimiz haklı çıktı." diyerek Arya'ya baktı Dalay, "Çevresine flamalar dikmişler, belirli aralıklarla ziyaret ettikleri bir anıt olmalı. Öyleyse hiç uğramadan kuzey yoluna tırmanalım, geçiş izni almamızı ya da bac ödememizi gerektirecek bir durum kalmadı."
   Dalay'ın söylediği gibi yönlerini Faveo'nun kuzeyine tırmanan yola çevirdiler. Yol sıra dağları dolanıp, Ölüm Nehri'ne doğru kavis çizdi. Etrafta yolculuk halinde olan birkaç tüccardan öte kimseler yoktu. Bunun nedenini sıcacık hava aniden yutulup soğuğun baş göstermesiyle kavradılar; Ölüm Nehri, etrafındaki yüz metrelik alanda, havayı bıçak kesiği gibi keserek kendi saltanatını kurmuştu… Neredeyse tamamen pürüzsüz olan zemine bakılırsa, uzun yıllar boyunca hiç kimse Ölüm Nehri'nin üzerinden geçip bataklığa uzanan köprüyü kullanmamıştı... Gecenin gelmesiyle birlikte zamanlamalarına içerlediler. Alp, kendi lanetinin inlettiği geceyi yüzünde bir buruklukla dinlerken; Evrim'in, Kıvanç'a sarılmakla sonlanan korkuları başlamıştı… Gürültülü yutkunmalara bakılırsa içlerinde birbirlerine sokulmuş bir çift daha vardı; Arya ve Sanberk. Sildu, Elduin ve Aetos en ufak bir korku ibaresi göstermezlerken; Peter, Sofia ve Dalay biraz da olsa endişeliydi, "Kimse de yok ki!" dedi Peter etrafa bakıp.
   "Hay aksi! Gerçekten de öyle!" dedi Dalay, içinde Barlas'ın yine onları felakete sürüklemek istediğini düşüneceğine dair bir korku düşmüştü.
   "On üç kişiyiz." dedi Barlas, Alp ve Aetos'la yanlarına yaklaşırken, "Daha kim olsun? Alt tarafı bir köprü, Alaycı'dan sonra burası pek-"
   "Alaycı mı?" dedi Dalay şaşkınlıkla, "Dalga mı geçiyorsun, Alaycı Köprü muziptir, fenadır ama hepimiz tanır biliriz. Ya bu?"
   "Bence Likörcü'nün dediğini de dikkate almalıyız." diye katıldı Sofia ilk defa, "On Üç'ü de bilir, tanırız." Barlas kaşlarını çatarak baktı.
   "Sabahımı beklesek?" dedi Dalay.
   "Ne bu böyle, sabahı bekleyelim, sabahı bekleyelim! Yürür müsünüz acaba artık, sabahı bekleyeceklermiş!" diye söylenerek yürüdü Alp. Alp'in peşi sıra diğerleri de yürüdü. Birinin önden gidiyor olması cesaret vermişti herhalde! 'Niye öne çıktım ki şimdi!' O yavaş yavaş korkarken, Barlas yanına yetişti. "Harikasın adamım!" dedi Alp. Kenartaşı yahut tutunabilecek herhangi bir parmaklığı olmayan, uzunca bir köprüydü geldikleri. Alaycı Köprü kadar uzun ve geniş olmasa da, altında çok daha yakından akıp giden Ölüm Nehri'nin yüzünden, stres şartları eşitleniyordu. Ölüm Nehri'nin, Ay tarafından güçsüzce aydınlatılan suları kapkaraydı, hatta öyle karaydı ki, üstüne vuran ışığı yakalayıp dibe çekiyordu sanki. Alp sağ elini hafifçe doğrultup nehrin üzerinde gezdirdi, birkaç saniyede elini geri çekip yüzünün beyazlaması bir oldu. Alp, üzerinde yürüyecekleri nehrin sağlamından kara büyüler taşıdığını kafasını iki yana sallayarak dile getirmiş olsa da, Barlas umursamadan köprüye ilk adımını attı. Onun adımıyla birlikte bir şey olsun bekledi ancak hiçbir şey olmadı. Nehir baştan sona pusuya yatmış bir düşmanı andırıyordu. Rüzgâr da kesilip, etraftaki birkaç bodur ağacın yaprakları hareketsiz kaldığında ikinci adımı attı... ve üç...
   "Barlas!" dedi Kıvanç korkudan titreyen Evrim'i tutarken, Barlas köprünün üstünde geriye dönüp baktı, "Belki de hep birlikte geçmeliyiz." Bunu söyleyince Evrim deli gözlerle Kıvanç'a döndü.
   "Yok, hayır." dedi Peter, "Önce biz geçmeliyiz, yani büyükler olarak…”
   "Haklı." dedi Dalay, o sırada Elduin ve Sildu da kafa salladı.
   "Ben geçerim efendim, sevgilinizle kalın." dedi Aetos, kucağında usanmadan ölü gibi uyuyan Ecrin'i yere indirmeye yeltendi.
   "Pekâlâ!" diye buna izin vermedi Barlas, "Herkes olduğu yerde kalsın, büyüklük yaşta değil baştadır ve emin olduğumuz bir şey varsa benim başım epey sağlam, her şeyden önce Toprak yanımda..."
   Barlas 'Toprak' deyince Alp sıkıntıyla kıpırdandı. Etrafına bakıp olası bir tehlike için ışık aradı ancak yalnızca Ay'ın ışığı vardı, Melanet Gecesi'ndeki zayıf düşmüşlüğünden sonra Ay'ın ışıklarını kırmaya kıyamazdı. Barlas bir adım daha attı, sonra bir adım daha... Köprü'nün yarısına kadar varıp güvenli olduğunu söylemek için dönecekti ki attığı yeni adımla birlikte devasa bir enerji duvarına çarptı. Onun çarpmasıyla birlikte ışıklanıp bir bez parçası gibi dalgalanan enerji duvarı, nehrin içinden başlayıp göğe doğru yükselen, enine doğru gözün göremeyeceği kadar uzanan bir sınırı açığa çıkardı. Barlas'a bir şey olmamıştı. “Büyü." dedi Alp, "Hissettiğim yalnızca nehrin büyüsü değilmiş..."
   "Ne demek oluyor bu?" diye sorgulayan bakışlarla etrafına baktı Barlas. Bakışları en çok Sildu, Elduin ve Sofia'da gezindi ama görünen o ki onlar da bu durumdan habersizdi.
   "Buradan geçmiş bir sürü İnsan tanıdım, hiçbiri bundan bahsetmemişti." dedi Dalay şaşkınlıkla, "Ölüm Nehri'nin neden sustuğu ortada, geçemeyeceğimizi biliyormuş da ondan!"
   "N'apacağız şimdi?" dedi Kıvanç merakla.
   "Sabahı bekleriz değil mi?" dediler Evrim, Arya ve Sanberk bir ağızdan, "Tabii canım, gecenin kaçı oldu." diye kendini onayladı Evrim.
   "Öyle olacak." dedi Dalay, "Ama konaklayacak bir yer bulmalıyız."
   "Ya, ne demek bu?" diye sinirlendi Barlas, "Büyü falan yapsak?!"
   "Ne kadar köklü ve geniş olduğunu görüyorsun." dedi Alp omuz silkip, "Bunun için haftalarca uğraşılmış, hatta tahminim ekilip büyümesi beklenen bir büyü. Gördüğümüz gibi epey büyümüş... Köklerini kazımadan yok edemeyiz."
   "Gelirken birkaç yerleşim alanı gördüm." dedi Sildu, biraz uzak ama başka çaremiz yok. Yolun doğusunda kalıyordu."
   "Gölge Kabile..." dedi Dalay, "Gördüğün bu... Uzun yıllardır uzağım, hiç uğramadım, defalarca yanından geçtim ancak gitmedim, gitmem."
   "Neden?" dedi Barlas, "Doğup büyüdüğün yer değil mi orası?"
   "Gölge Kabile eskiden gezerdi sürekli, son çeyrek asırda yerleşmeye karar vermişler. Gitmem çünkü, doğup büyüdüğüm o Kabile'den, ailem Karanlık Kabile tarafından katledilirken bir kişi olsun çıkıp savaşmadı."
   "Gitmeliyiz." dedi Peter, "Burası soğuk, ulu orta da yatıp uyuyamayacağımıza göre, en azından yakınlarında bir kayalık ardına konuşlanırsak geceyi geçiririz."
   "Ya sonra?" dedi Arya.
   "Karanlık Ormanlar'a dönüp, Karanlık Dağlar'ı aşarak tüm etrafı dolaşmayacağımız kesin." dedi Dalay.
   "İyi ama başka bir yolu kalmadı ki!" diye atıldı Alp.
   "Var." dedi Arya, "Ölüm Nehri ve Tılsım Nehri'nin kesiştiği yerde, karşıya, Külem Köy'e geçen resifler var; bir köprüden çok daha tehlikeliler belki ancak altımızda akan Ölüm Nehri olmayacak."
   "Orada Sirenler de var ama!" diye tersledi Alp, "Biz kayalara basa basa suyu sarsarken pek hoşnut karşılayacaklarını sanmam."
   "Onlara kim olduğumu söylerim." dedi Barlas.
   "Su Ahalisi seni neden taksın?" dedi Alp, "Hükmün denizlere değil."
   "Bunu sana kim söyledi?" diye dalga geçti Kıvanç, "Yani, bilmem farkında mısın, Barlas Morel'den bahsediyoruz, bence hükmü Diyar’ın her yerinde."
   "Gidip görelim olur mu?" diye noktayı koydu Barlas, "Acele edelim."
   Üç gün daha yol aldılar... Geri dönüp geldikleri yolu tepmeleri, ardından daha da güneye doğru yolculuk etmeleri sandıklarından daha uzun ve daha zorlu geçmişti. Gölge Kabile'ye meyletmeden ateş yakacak bir kaya ardı bulabilmiş, ertesi günü Kabile'yi uzaktan izleyip, Güneşi Sevmeyen Kabile'yle Gölge Kabile'nin birleşmiş olduğunu öğrenmişlerdi. O gün, Faveo'ya dönüp bir önceki gece kaldıkları yerde kalmalarıyla sonlandı… İkinci gün, Arya'nın bahsettiği Faveo Halkı'nı ziyaret edip, yine Arya'nın yapmış olduğu gibi gezgin olduklarını söylediler; güzel bir ziyafet, güzel bir uyku çektiler… Üçüncü günse Dördüncü Gün karşıya geçmeye karar verdikleri Tılsım Nehri'ne doğru yolculuk ettiler... Nehrin çok yakınında, ağaçların ardında geceyi ettiler...
...          Üç farklı gün geçti gitti önünden; geçip giden nice anılar, nice düşler, nice hisler arasında... Yeni bir nefessizlik vurdu tam da kalbinden; yine ve yeniden, ağıtlar yaktı yalnızlığa...        …

Lütfedilmiş ( GDS )Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin