Sabah güneşi göze gelir zayıf ateşiyle etrafı sarmaya başlamış, ilkbaharın bu yakışıksız soğuğunu gölgede bırakmıştı. Gölgede bırakılan her bir parça, ağır aksak adımlarla yol alalı epey oluyordu. Dört vakte kadar birleşme azmine girecek olan parçalar, bu seferki oyunu kazanma umuduyla geziniyordu ortada; ışıklar, rüzgârlar, somutlaşmış anılar... Tekrarlanan nağmeler kadar zamana tutsaktılar. Soğuğun alaycı dokunuşları tenlerden çekilirken, dört yanı kaya ve ağaçlarla sarılı mezroanın etrafında gelişigüzel kahkahalar yükselmeye başladı. Kendilerine 'Yeni Köy' yakıştırması yapan mezra sakinleri aylardır tükenmek bilmeyen işleriyle uğraşmaya devam ederken, çocuklar onlara türlü Hikâyeler anlatan uzunca, sıska bir gencin etrafına toplanmışlardı. İlk kez görülecek olsa çığlıklar eşliğinde kaçış yolu aranacak bir görüntüye sahip olan bu gencin yüzü, yanıkla ve yarılmış kurak toprakları andıran tabakalarla doluydu. Neredeyse yüzünden geriye kalan tek pürüzsüz yer göz kapaklarıydı. Ağzının ve boynunun bir parçası da yüzünün kalan yerlerinden çok daha iyi bir görüntüye sahip denebilirdi. Terslik bu ya, çocuklar gece rüyalarını Kâbusa çevirebilecek bu yüze korku ve tiksintiyle değil de, mutlu ve huzur dolu bakıyorlardı. Gencin sahne niyetine kullandığı küçük kayanın önünde, izleyicilerin hassas tenlerini sıcak tutmak için yakılı bir ateş vardı. Ateşin önündeyse yeni yeşeren çimlere yayılmış on kadar çocuk. Her biri kulak kesilmiş dinliyorlardı. Yeni Köy'ün bitmez işleriyle uğraşan ana babalar çocukların yüzündeki paha biçilmez ifadeye karşılık arada durup gülümsüyor, onları yapılması gereken işler için bu şekilde rahata kavuşturan gence minnet dolu gözlerle bakıyorlardı. "Bir gümbürtü koptu ki sormayın! Koca kafalı Kers İmparatoru, almış yanına iki adamını! Ağzımıza gözümüze kaça kaça kum dökülüyor üstten! Baktım ne göreyim! Kabaetlerine bakmadan inekoyulmuş gerzekler!" Çocuklar kahkahalar atarken Genç ufak bir soluk aldı, "Hayır yani düşecekler falan! Koskoca gayb ormanı gümleyecek gürültüden! Pestil de olurduk altlarında! Bir asır kendimize gelemezdik valla!"
"Kıvanç!" diye bir ses duyuldu öteden. Genç, çocuklarla birlikte sesin geldiği yöne döndü, oradan oraya gidişen mezra sakinlerinin arasından uzun, ince belli, kıvırcık sarı saçlı güzel mi güzel bir kız gözüktü; beline kadar uzanan saçlarını üstten toplayan bandana gevşemiş, yüzünde ter bitmişti.
"Ne oldu?" diye sordu Kıvanç, Evrim'e.
"Taş Barikat, iyiden iyiye gerginleşmiş." diye ona öfkeyle bakan çocuklardan göz kaçırdı Evrim; her seferinde bu eğlenceyi bölen kişi oluyordu, her ne kadar kasıtlı yapmasa da artık bölücü ilan edilmişti.
Kıvanç, çocuklara dönüp omuz silkerek gülümsedi. Çocuklar sıkılarak kalkıp ailelerin yanına gitti, Evrim yaklaşıp yanına geldi. "İyi de ne işin vardı ta orada?"
"Boşver şimdi-"
"Evrim!"
"Tamam! Hastayım ya biraz, işlere yardımcı olamadığım için beni gönderdiler sınıra. Birinin gitmesi gerekiyordu."
Kıvanç öfkeyle çocukları yüzünden işleri aksamaya başlamış mezra sakinlerine döndü, hiç biri oralı değildi, "Hastasın diye neredeyse yarım fersahlık yol mu yürüttüler yani! Bak, ben bu işten sıkıldım! Çocuklarla vakit geçirmek hoşuma gidiyor diye onlarla ilgilenmemi istediler ben de kabul ettim, ama belli ki işe yaramaz ilan edilmeye başlanmışız! Neyse, görürler öyle miymiş, gidiyoruz!"
"Nereye?" dedi Evrim şaşırarak.
"Sınıra. Taş Barikat gergin demedin mi? Gidip bakalım ne olmuş diye!" diyerek çalışan gruba döndü Kıvanç, "Ahali bakın hele!" diye dikkat çekti, "Biz gidiyoruz, Taş Barikat'a bakmaya! Akşama dönmüş oluruz. O vakte kadar temkinli olun. Çocuklara da bağırıp çağırmayın. Rastgele!.."
Kıvanç arkasını dönüp, Evrim'i peşinden sürüklerken mezra sakinleri pişman olmuş gibi bakakaldı, "Yolunuz açık, dönüşünüz tez olsun." diye atıldı içlerinden biri, "Bize kırıldıysan da özür dileriz Kurakhan."
Kıvanç arkasına dönmedi. Uzaklaşmaya başlamışlardı ki Evrim durdurdu, "Büyük Ev'e uğrasaydık bari. Su içerdin, o kadar boş yaptın da susamadın mı?"
Kıvanç sinirli gibi döndü, ardından güldü, "Susamadım." dedi Evrim'i öperek.
"Fazla alınganlık yapmıyor musun? Seni seviyorlar, bunu biliyorsun dimi?"
"Biliyorum ama insanın sevdiği kişiyi kırması daha üzücü değil mi, anlasınlar biraz, oyalanalım ki Büyük Ev'de toplandıklarında konuşup hatalarının farkına varsınlar. Sıfırdan başladık biz, en az bizim kadar kimsesizdi onlar da, evleri barkları yoktu. Daha yeni yeni bir düzen kuruyoruz, şimdiden birbirimize karşı olumsuz yaklaşırsak bu iş yürümez."
"Haklısın Kurakhan." diye gülüp öptü Evrim.
"Deme şöyle!" diye kızardı Kıvanç. "Başbaşayken kendi adımı duymak daha güzel. O, resmi adım, devlet işleri falan yürüteceğim onunla." Kıvanç gülerken, Evrim katılıp elini sımsıkı tuttu. "Nereden duydular şu sınır mevzusunu?"
"Vadi tarafından gelen bir yolgezer haber etmiş. Tabii Saray'ın casusu da olabilir diyorlar bilmiyorum. Şurada her şeyden uzak yeni bir yaşam kurmak istiyoruz, çabalayıp ev inşa ediyoruz, kendi halimizde yaşıyoruz ama hiç rahat dururlar mı!" diye sinirlendi Evrim.
"Tabii canım!" diye hak verdi Kıvanç, "Aman birileri rahata kavuşmasın! Üç beş güne Kers bozuntularıyla çıkıp gelirlerse buralara şaşırmam. El koyarlar bir de mülkümüze, Saray'a bağlanacaksınız diye! Fevkalade!"
"Deme öyle ya." diye korktu Evrim, "O kadar da değil. En fazla gözlem altında falan tutuluruz. Hem Kersler'le ne alıp veremediğin var? Onlardan bu Diyar'ın bir parçası, kendi hallerinde bizler gibi yaşayıp gidiyorlar, Saray tutup koruma diye kapıya diktiği için kötü olamazlar ya. Onların da görevi buymuş."
"Boşversene! Sirius bir düşmedi gitti! Restorasyon yapılıyormuş bir de! Şeytan diyor bas Saray Çadırları'nı ateşe ver ortalığı, dağılıp gitsinler!"
"Neredeydi çadırlar?" diye sordu Evrim.
"Gözlem Sarayı'yla Sirius'un ortasında bir yerde ama Alaycı Köprü'nün öbür yakasında kalıyor, yani Saray'la Saray Çadırları arasında nehir var."
"İyi de Saray? Orada kim varmış?"
"Kersler falan vardır. Bir de malum yanık da olsa kalbi olan çok özel bir sarayımız var! Kendi kendine bakıyordur kesin!"
"Hep merak etmişimdir." dedi Ecrin bir şeyi anımsar gibi, "Merdivenler. O, düştükten sonra da kavga sürmeye devam etti mi?" Evrim sorusuna cevap alamadığında sustu. Bu sefer de olmamıştı. Halbuki iki ay önce denemişti en son, o gece olanlar konusunda bahis açmayı. Ne var ki Kıvanç her konusu geldiğinde gözbebeklerine düşen derin uçuruma gömülüyor, çıt çıkarmıyordu...
Kıyamet Vadisi'ne yaklaştıklarında çoktan öğlen olmuştu. Sınır'ı uzaktan görebiliyorlardı. Devasa kayaların üst üste konulup, bulundukları yer ile Vadi arasına koca bir barikat kurulmasının üzerinden epey geçmişti. En önce bu barikat için uğraşmıştı Yeni Köy hayalcileri. Yirmi güne yakın bir zaman sonrası barikatı daha fazla örememişlerdi, hem boydan, hem enden onları aşmaya başlamıştı bu iş. Zaten Kıvanç ve Evrim, onca kayayı üst üste ve yan yana dizebilme şevkiyle gözlerini kullanabilmeye başlamışlardı. Ufak da olsa gözlerle yapabildikleri küçük kaydırma hareketleri çok işe yaramıştı, ayrıca büyü yapabildiklerini saklama gereği de duymamışlardı. Taşlanmak yerine, lider çift ilan edilmek epey güzel bir gelişmeydi. Sonunda dibine kadar gelebildikleri Sınır'ın önünde durup soluklandılar, "Çok mu yoruldum ne?" diye olduğu yere çöktü Kıvanç, "Uzundur bu kadar yorulduğumu hatırlamıyorum. En son buradan oraya giderken yorulmuştum böyle. Bir de sen bu yolu iki kere geldin, bir kere de geri döndün üç! Üstüne hastasın! Bak yine sinirleniyorum."
"Sinirlenme aşkım." diye kaldırdı Kıvanç'ı Evrim, "Ben iyiyim, durumu vahim olan Sınır. Olur da ortadan kalkarsa, Vadi'nin tüm felaketi Yeni Köy'e doğru yol alır; yeşeren otlar, yeniden kurur. Biliyorsun geldiğimizde hayat durmuştu..." Aniden sarsıldılar. Bulundukları zemin öyle titremişti ki gözlerini sınıra dikip ciddileştiler. Taşların dibine gelip, Sınır'a uzunca baktılar. Yüksekliği onların üç katıydı, eniyse beş yüz metre kadar vardı,
"Şimdi düşünüyorum, nasıl kurmuşuz yahu bu barikatı." diye şaşırdı Kıvanç.
"Görmeyeli dört ay kadar olacak, o yüzden garip gelmiştir." diye herhangi bir kayaya kulağını dayadı Evrim, "Dinle. Bir şeyler dönüyor." Kıvanç, Evrim'in yaptığı gibi kulağını dayadığında çok güçlü ancak uzaktan gelen bir uğultu duydu. "Ne düşünüyorsun?" dedi Evrim yutkunarak.
"Tahmin edeyim, arkada kıyamet kopuyor."
"Şakanın sırası değil aşkım."
"Ne şakası, ne alaka?"
"Kıyamet Vadisi ve kıyamet kopuyor, gerçekten çok komik şu an!"
Kıvanç Evrim'e dik dik baktı, "Böyle bir şey düşünmeden cümleyi kurdum."
"Pekâlâ, özür dilerim." dedi Evrim, tepeye dönüp uzunca baktı. "Fazla yüksek sayılmaz, arkada kötü şeyler olsa tepeden bu tarafa taşmaz mıydı? Belki de istemeden bir çeşit kalkan oluşturduk, yani gözlerimizi kullanırken?"
"Öyle olsa bunu anlamaz mıydık?" diye onay vermedi Kıvanç, "Anlamadım gitti. Kayalar konuşuyor desem, çok saçma!"
"Bir dakika!" diye atıldı Evrim, "Hayır değil. Konuşuyor olabilirler. Kayalar bizi herhangi bir tehlike adına uyarıyor olabilirler. Belki şu an tepeden bu tarafa seyir gösteren bir şey yok ama yakınlaşmış olabilme-" Kayalardan biri tiz, yüksek bir sesle çatırdadığında ürpererek yeniden sessiz kaldılar... İkisi de gözünü çatırdayan kayaya dikmişti, endişeyle izliyorlardı. Çatırdama kesildiğinde ağırca birbirlerine sokuldular. Kaya çatladığındaysa Evrim nida attı, Kıvanç bir süre hiç ses etmeden Evrim'i süzdü, ardından ikisi birden avazları çıktığı kadar bağırmaya başladı. Onlar bağırdıkça kayalar teker teker çatlamaya devam etti, dönüp kaçmaya yeltendiklerinde büyük bir gümleme duyuldu. Arkalarına bakmadan koştular. Kayalar birer birer düşüp ölüm topu gibi yokuş aşağı yuvarlanmaya başladığında arkası gelmez gürültüler yükseldi. İkisi de yuvarlanan bir kayanın onları takip ettiğini ve az sonra ezeceğini düşünerek deli gibi koşsalar da, sesler kesildiğinde öyle olmadığını anlayıp durdu. Dehşetle sınıra döndüklerinde, sınır falan kalmadığını görüp irkildiler. Kıyamet Vadisi'nin ölümcül dik kayalıkları, yere kadar alçalmış gri bulutları ve delicesine hareketli sarmaşıkları ta uzaktan kendilerini göstermeyi başarmışlardı. Sınırın ardında bu tarafa geçmeyi bekleyen bir şeytani varlık ya da dahası görünmüyordu. Zaten düşen kayaların kaldırdığı toz yüzünden pek de net göremiyorlardı, "Pekâlâ Kurakhan, ne diyeceksin şimdi halkına?" diye titredi Evrim.
"Yeni Köy hayalinin askıya alındığını..." diyerek yutkundu Kıvanç.
"Ama bu tarafa gelen bir şey yok." dedi Evrim umutla.
"Şimdilik." diye geri adım attı Kıvanç, "Eminim gelecektir..."
Mezraya vardıklarında hava iyice demlenip sıcaklamıştı. Bulutlar akşam güneşini kucaklamak için toplaşıp gökyüzünü beyaza boyamış, güneşse akşamına selam edip bulutların ardına doğru yol almıştı. Görünen o ki pek iş yapılamamıştı bugün, sebebi ortaydı; çocuklar sıkıldığında her şey kenara bırakılacaktı, böyle anlaşılmıştı, bu durumda çocuklar epey erken sıkılmış olmalıydı. Onları görenler başlarıyla selam ederken, onlarsa artık olmayan Sınır'ın derdine düşmüşlerdi, bunu söyleyebilmek için şekilden şekle giriyorlardı, "Büyük Ev'de söyleriz." dedi sonunda Evrim, "Gecesine basacak değiller ya buraları, elbet yolu bulunur. Hem o zaman herkes aynı anda duymuş olur."
"Beklemeye niyetim yok." dedi Kıvanç, "Olası bir gelişmede birbirimize derhal haber edeceğimize söz vermiştik."
"Nerede kaldınız?" diye bir kız çıkageldi yanlarına, kulaklarındaki halka küpeler uzun siyah saçlarının arasında ışıldıyor, gün ağardıkça daha da parlaklaşıyordu, "Bir an kuşların sizi kaçırdığını sandım."
"Kuşların mı?" diye tuhaf tuhaf baktı Evrim.
"Ne oldu Katarin?" diye konuyu kapadı Kıvanç, Evrim dönüp yüzüne baksa da bozmadı, "Bize bir şey mi söyleyecektin?"
"Evet, benim beni bekleyebilecek arkadaşlarım olsaydı olduğum yerden hiç ayrılmazdım." dedi Katarin, "Sizin sizi bekleyebilecek arkadaşlarınız olduğunu bilmiyor muydunuz yoksa?"
Kıvanç Evrim'in sert bakışlarına dönüp kulağına eğildi, "Katarin Sunday, hani Saray'da aynı yarım kattaydık, anlayış göster normal değil pek." diye fısıldadı.
"Burada olduğunu bilmiyordum." dedi Evrim aynı fısıltıyla.
"Sana söylemeyi unutmuşum." diyerek hızla gözlerini kaçırdı Kıvanç, Evrim'in yakıcı bakışlar atacağını biliyordu, "Hangi arkadaşlardan bahsediyorsun?"
"Epey hırpalanmışlar. Geldiklerinde her yerleri yara bere içindeydi." diye üzüldü Katarin, "Biyan Köy'den gelmişler."
"Biyan mı?" dedi Kıvanç şaşkınlıkla.
"Ecrin mi yani?" diye katıldı Evrim, "Peki ya diğeri, yoksa?!"
"Onu tanıyorum." dedi Katarin, "Kardeşini gizlice tutan çocuk."
Evrim hayal kırıklığına uğrar gibi sustu. Katarin konuşmaya devam etse de onu daha fazla dinlemeden Büyük Ev'e doğru hızla yürüdüler. İkisi de nefeslerinin güçleştiğini, soludukları havanın ağırlaştığını hissediyorlardı. Aylar sonra yeniden görüşecek olmanın verdiği mütereddit duygunun altında ezilecek gibiydiler. Üç beş adımlık mesafe öyle uzadı ki o vakitte, lanet yükseldiğinde donup kaldılar oldukları yerde, "Neden durdun?" diye sordu Evrim'e Kıvanç.
"Sen neden durdun?" diye yineledi Evrim.
"Şey, çok tuhaf hissediyorum. Laneti duyunca daha da gerginleştim."
"Geceyi hükmü altına alan bir lanet sahibiyle yeniden görüşecek olmak tuhaflığa yaraşır bence." dedi Evrim.
"Evet, şey, ama, ben, biz, neden." diye geveledi Kıvanç.
"Benim yara bere içinde beni bulmaya gelen arkadaşlarım olsa, bu kadar durmazdım." diye ses yükseldiğinde ikisi de dönüp kötü kötü baktı, Katarin ilk defa gözlerini kaçırıp başka bir işle uğraşmaya koyuldu.
Mezra halkı, henüz yapım aşamasında olan diğer evlere pek uğramadan Büyük Ev'e gelip bir arada kalırdı çoğu zaman. Zaten en fazla kırk kişiydiler. Birlikte uyumak için yaptıkları Büyük Ev epey genişceydi ve korunaklıydı. Diğer evlerden evvel el birliğiyle böyle bir ev inşa etmişlerdi, en azından bu şekilde açıkta kalmamışlardı. Büyük eve açılan büyük kapıları araladıklarında, topluluğun ortada bir yere birikmiş, birilerine bakıyor olduğunu gördüler. Anlaşılan Alp ve Ecrin epey ilgi çekmişlerdi, "Açılın." dedi Kıvanç kalabalığa.
Ortalardan Alp'in sesi duyuldu, "Hayret, ben doktorum falan demedi."
Kalabalık açıldığında yere çömelmiş Alp ve Ecrin'in ortalarında yatan küçük çocuğu gördüler. "Tabii bir de baygın bir çocuk." diye yanlarında bitti Katarin.
"Alp!" diye kederlendi Kıvanç, yüzlerindeki yaraları ve yorgun bedenlerini görünce epey üzülmüştü, "N'oldu size?"
"Uzun Hikâye." dedi Alp, "İki gündür yoldaydık. Perişan olduk. Her şeyi anlatacağız. Tabii bu kadar İnsan'ın içinde olmaz."
Mezra halkı Kıvanç'a döndü, "Bize yardım edin evlerden birine geçelim." dedi Kıvanç. "Tamam Kurakhan!" diye atıldı birkaç kişi, bu lakabı duyar duymaz Alp ve Ecrin'in yüzlerine şaşkınlık eklendi. Birkaç kişinin yardımıyla inşası bitmek üzere olan en iyi eve geçtiler. Mezra halkı yatacak ve yiyecek ayarlayıp Büyük Ev'e çekilirken, mum ışıklı, küçük bir evde yalnız kaldılar. Evrim ve Ecrin hararetle sohbet ediyor, Aras bir sedirin üzerinde öylece yatıyor, Kıvanç da Alp'in alnındaki derin yaralara sargı bezi basıyordu, "Anlaşılan yaralarınızı iyileştirecek kadar büyü yapamıyorsunuz henüz?" dedi Kıvanç ortaya.
"Tanrı'nın açtığı yaralardan mı söz ediyorsun?" dedi Alp.
Herkes ansızın sustu kaldı. "Nasıl yani?" diye böldü Kıvanç.
"Bir çeşit Tanrı." diye düzeltti Alp, "Hekate; büyülerin en korkunç sözleri onun adına, buharlarla örtülü, sarı soluk benizli, kanlı yüzü bulutları yırtıp İnsanlar'ın gönlüne yılgı salan ayın, donuk ışığında ibadet eden. Kitap anlatılarından uzak duracak olursak, üç başlı vahşet köpeği gibi basit bir tanıma da indirgenebilir."
"Bu ne şimdi?" dedi Evrim, "Diyar'da Tanrılar da mı varmış?"
"Sizi o mu bu hale getirdi?" diye hiddetlendi Kıvanç.
"Evet, bir gün boyunca yönünü şaşırtmaya, görüşünü saptırmaya çalıştık." dedi Ecrin, Kıvanç ona dönüp baktığında bir an için içinden bir şeyler koptu, her ne kadar pek iyi anlaşamasalar da Kıvanç'ın yüzünün hali içini acıtıyordu, belli etmeden devam etti, "Daha doğrusu Alp yaptı, benim yaptığım tek şey Aras'ı korumaktı. Sonunda kurtulduk, onun konuşlandığı dağdan uzaklaşınca peşimize gelmekten vazgeçmiş olmalı."
"Eh, bir şekilde kurtulmayı başardığınıza göre pek de iyi bir Tanrı değilmiş." diye gülümsedi Kıvanç. Ecrin, Kıvanç'ın ona tutumuna karşın derin bir nefes verdi. Tüm samimiyetiyle bu gülümsemeyi karşıladı.
"Açsınızdır." dedi Evrim, "Konuşulacak epey şey var, önce karnınızı doyurun."
"Ben onu bekleyeceğim." diye Aras'a döndü Ecrin.
"Yapma Ecrin." dedi Kıvanç, "O güvende merak etme, hep birlikteyiz."
"Kurakhan haklı." diye gülümsedi Alp, "Birlikte olmak güzel şey."
"Buradakilerin hitap ettikleri isim, pek önemli değil." diye karşılık verdi Kıvanç.
"Alp, takma isimlerimiz olması gerektiğini düşünüyor." dedi Ecrin, "İsim anılarak yapılan büyülerden korunmak için. Bence seninki epey iddialı."
"O neden?" dedi Kıvanç, "İsmimizi bilen biliyor, yapılır yapılacağı varsa."
"Doğru aslında." dedi Ecrin, "Pars isimlerimizi biliyordur nasılsa?"
"Öyle değil o işler." dedi Alp, "Eğer biri sana güneşin dört kere batıp dört kere doğması süresince kendi isminle hitap etmezse, büyü katında işlerliği kalmıyor."
"Öyleyse derhal uygulayalım." dedi Kıvanç.
"Aynen. Sen bana bundan bahsetmemiştin." diye onayladı Ecrin.
"Seninki neydi Alp?" diye gülümsedi Evrim.
"Işıkkıran." dedi Alp.
"Vay, iyiymiş." diye gülümsedi Kıvanç.
"Hadi." dedi Evrim, "Çocuk burada yatsın, biz de karnımızı doyuralım."
"Aras." dedi Ecrin, "İsmi bu."
"Çok güzelmiş." dediler bir ağızdan Kıvanç ve Evrim.
Dört kişilik küçük masada çekinerek, istemeyerek de olsa bir şeyler atıştırdılar. Ecrin bir an için tebessüm ederek birkaç yıl öncesini hatırladı, "Madem öyle, birbirimizi tanıyalım önce." dedi karşısında oturan, bu oyuna onun da katılmasını umduğu Kıvanç'a bakıp.
Kıvanç başta anlamasa da sonradan anladı, gözleri doldu, "Aslında tanıyor olman gerekir, hani beni merdivenlerden yuvarlamıştın." dedi ciddi olamayarak, daha çok ağlayacak gibiydi. Bir süre durdular, birinin lokmayı yutamaması gerekiyordu, iç acıtan bir bekleyiş oldu bu.
"Özür dilerim, biraz geç olacak ama." dedi Ecrin, "Yanlışlıkla olmuştu."
"Kesinlikle!" dedi Kıvanç, "Ben de zaten yanlışlıkla ölüyordum." Alp ve Evrim ne olduğu anlayamayarak ikisini izlerken, "Hep ukala mısındır?" dedi Kıvanç devam ederek.
"Şu an öyle miyim?" dedi Ecrin.
"Hayır." dedi Kıvanç.
"Öyleyse, hep değilim demek ki." Gülüştüler, an be an konuşulanları ikisinin de unutmamış olması çok özeldi; kusursuz geçmişi yadeder gibiydi...
"Neyin kafasını yaşıyorsunuz?" diye araya girdi Alp. Evrim de şaşkınlıkla bu sorunun cevabını bekliyordu, derken kapı çaldı.
"Gir." dedi Kıvanç, "Nasılsa kilit yok." diye mırıldandı.
"Merhaba." diye içeri girdi Katarin, "Anlaşılan bugün arkadaş gününüz."
"Kim gelmiş?" diye hep bir ağızdan atıldılar, Katarin'in arkasından içeri iki çocuk girdi. Çocuklardan biri kısa, saçının yarısı beyaz, beyaz tenli, zayıf bir çocuktu, elinde kitaplar vardı, sırtına tanıdık dev bir çanta takılıydı; diğerinin ise ela gözleri sevinçten ışıldamış, bakışları her birinde gezinerek etrafı esir almıştı, kızıl saçı az biraz uzamıştı görünmeyeli, "Eski dostlar." dediler bir ağızdan, "Yeniden birlikte olmak güzel." diye ekledi kızıl saçlı olan...

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lütfedilmiş ( GDS )
FantasyWattpad'de "Gizem Diyarı Serisi (GDS)" adı altında, 4 Kitap (Uyanış, Yoldaşlık, Direniş, Özdüşünsel) olarak yayınlanmış, sonrasında "Lütfedilmiş" ismiyle 2 Cilt olarak basılmış olan hikâyenin tam versiyonudur... /* "...şüphesiz ki yaşananlar, bu mas...