Korna sesleri, arabalar, gece, göz alan farlar... İşte yine başlıyordu, boşluğun içinden fırlayıp üzerine geliyordu hepsi de... Taşlar, otlar, dikenler... Yeniden gece, yeniden korna sesleri, yolun ortasına çıkmış yürüyor yine... Hiç aldırmadan, sanki her şeyi yitip gitmişcesine... Ne işi var hâlâ bu yolda? Neden bitmek bilmiyor bu rüya? Bilinci yerinde, eskisinden daha iyi... ama hareketleri ona ait değil, bedeni de... Sadece izliyor, ayakları yürüyor, o izliyor... Çok yakınından geçiyor bir araba, arkasında o öfkeli adamın aynı küfrü; acısı filizlenip yeniden bedenini ona ait kılıyor, gözleri aya dönüyor bir an, ay sakin, yarımayında dengeli... Her şey olduğu gibi, olması gerektiği gibi... Derken Ay, yerini Güneş'e bırakıyor ansızın... Gökten bir kâğıt parçası düşüyor, kâğıt parçası düştüğü yeri yakıyor; tam o sırada bir ışık ışıyor sol tarafında... Işığa bakmak istiyor ama gözleri kapanıyor, göz ucuyla bakıyor soluna, sol kolunda! Sol bileğinin içi! Bir şey parlıyor orada! Dayanamıyor daha fazla, devriliyor soğuk betonun üstüne, hiçlikte hiçliğe karışıyor yine...
Şimdiyse sabah vakti, ormanlık bir alanın içinde; otlar, dikenler... Arkasında biri var, hissediyor ama dönemiyor arkasını! Göğe bakıyor, uzaklarda bir kâğıt parçası; yavaşça iniyor aşağı... Yeniden karanlık ve karanlığa doğan uçsuz beyazlık; alabildiğine beyaz, sonu ve başı belli olmayan bir boşluk... Her yerden sesler geliyor ancak seslerin sahibi gözükmüyor... Biri kolunu tutuyor ama tutan görünmüyor... Her şeyi hissediyor, nerede olduğunu bile ama dillendiremiyor... Kolunu geri çekiyor, bir ses; çok yakın birinin sesi... "Hadi!" diyor, "Seni bekliyor." Yürümeye başlıyor, hiçbir şey göremiyor... Ayağı çarpıyor bir yere... Canı yanıyor... Ses yine geliyor, onu azarlıyor, "Çık şu merdivenleri!" diyor uzaklaşarak... Göremediği boşlukta çıkmaya başlıyor basamakları birer birer, adım attıkça yükseliyor... Yabancı birinin sesini duyuyor yakınlarında, "Hoş geldin, seni bekliyorduk, herkes seni görmek için burada!" diyor yaşlı ses... Arkasını dönüp bakıyor, beyaz boşluktan başka bir şey göremiyor yine, yalnızca yoğun bir kalabalığın sevinç çığlıkları duyuluyor... Bir şeyler söylüyor yaşlı ses, bir isim zikrediyor, sevinç çığlıkları oracıkta kesiliyor... Patlama sesi geliyor tepesinden, çığlıklar yükseliyor dört yana...
Barlas sıçradı yatağından, çığlıklar hâlâ kulaklarını çınlatıyordu. Derin bir nefes aldı. Hareketsizlikten uyuşmuş olan uzuvlarını hareketlendirdi. İki elini halsizlikle kaldırıp gözlerini ovaladı. Üşüdüğünü biraz sonra fark etti, üzerine örtülmüş beyaz örtüye dolandı. Nerede olduğuna bakmak için doğruldu. Yanı başındaki açık pencereyi görünce ürktü, nasıl gelmişti bu pencere dibine! Sonradan anımsadı, Kıvanç'la beraber taşımıştılar ya yatağı. Kıvanç'ın yattığı yer yatağına döndü. Yatak oradaydı ancak Kıvanç yoktu. Doğruldu, ayağa kalktı. Açık pencereden dışarı baktı, uzun, sıska arkadaşı Kıvanç yolun sonunda birilerine bağırıyordu! Saate döndü, gecenin üçüydü! Yoksa bu da mı rüyaydı! Tek gecede kaç kez rüya görüyordu! Koşup aşağı indi. Evin dış kapısı açıktı. Etrafa baktı, anlaşılan o ki Zühre sesleri duymamıştı. Kapının önündeki bir çift terliği giyip yola çıktı. Mesafe kısa da olsa uzun uzun düşünceler üşüştü beynine... Kıvanç da o da, henüz bebekken anne babalarını kaybetmişti; ilkokulda tanışmış ve yıllarca dost kalmışlardı. Büyükannesinin ölümü üzerine Kıvanç ve onun sütannesi Zühre yanına taşınmıştı. Bu ölümle birlikte aniden değişen yaşantısında gariplikler de vardı, bu gariplikleri yolun ortasına kendini atıp intihar etmesiyle ya da komşuların şaşkınlık veren dedikodularıyla açıklamak mümkün değildi; rüyalar görüyordu, daha önce görmediği türden rüyalar... Kıvanç'ın dibine kadar geldi.
"Neredesin! Saklandın mı aptal herif!" diye deli gibi bağırıyordu Kıvanç.
Barlas yutkundu. Kıvanç ona döndüğünde ikisi de sıçradı,
"Benim ben! Korkma!" dedi Barlas, "N'apıyorsun sen gecenin bu saatinde! Kime bağırıyorsun öyle!"
Kıvanç toparlandı, ayakları çıplaktı. Anlaşılan sokağa çıkarken terlik giymeyi bile akıl edememişti,
"Adamın birine! Hasta mıdır nedir bu saatte posta getirmiş. Düşünsene, bu saatte! Kapının ziline basıp duruyordu, ben uyandım. Başta korktum tabii, sonra pencerenden kapının önüne baktım. Postacı kılıklı bir herif! Bak postacı demiyorum, postacı kılıklı! Aşağı indim, kapıyı açtım. Sonra yüzüme baktı, karanlıktan ne diye baktığını da göremedim. Arkasını dönüp yürümeye başladı. Seslendim, duymazlıktan geldi. Sinirlenip peşine takıldım. Baktım herif koşmaya başladı! Görsen bir de nasıl hızlı koşuyor! Buraya kadar gelip kayboldu, bir yerlere saklandı kesin!"
Barlas bir süre şaşkınlıktan ne diyeceğini bilemedi,
"Yok işte, hadi gidelim. Komşular çıkacak şimdi. Terlik bile giymemişsin! Delinin teki demek ki, bırak boş ver. Yürü." dedi eliyle evi işaret edip. Kıvanç son kez dönüp baktı, ikisi de eve girdiler. Kapıyı kapattılar. Evden çıt çıkmıyordu, "Zühre Abla'nın uykusu ağır galiba, baksana ruhu duymamış."
"Yok, tam tersine çok hafiftir." dedi Kıvanç merdivenlere bakıp, "Gidip Zühre'ye de bakalım, ne olur ne olmaz."
Barlas esnedi. Kıvanç'ı takip etti. Kıvanç merdivenlerden çıkmaya başladı, son birkaç basamağı çıkarken kapı çaldı. Barlas olduğu yere çakılı kaldı ancak Kıvanç çıkmaya devam etti, duymamıştı belli ki! Duyması gerekiyordu aslında, korkmaya başladı. Kıvanç'ı çağıracaktı, kapıyı beraber açsalar daha iyi olurdu, merdivenleri çıkacaktı ki kapı iki kez daha çaldı. Ne çalandan bir ses vardı ne de Kıvanç'tan. Kapıya dönüp ağır adımlarla yürümeye başladı. Kapının yanına vardı, eğer kapıdaki bir kez daha zile basarsa delikanlılık falan dinlemeyip korkusundan çığlık atabilirdi. Neyse ki öyle olmadı, zil bir kez daha basılmadan kapıyı açtı. Kapıda uzun boylu, gür sakallı bir adam duruyordu. Üzerinde bir pantolon, bir gömlek bir de pardösü vardı. Sağ göğsünün üzerinde, göze sokarcasına 'Postacı' yazıyordu. Elinde ince uzun bir zarftan başka hiçbir şey yoktu. Adam hafiften gülümsedi, Barlas'ı gördüğüne memnun olmuş gibiydi. Barlas yutkundu, bu adam Kıvanç'ın bahsettiği adam olmalıydı,
"Ev-ev-evet!" dedi kekeleyerek, "Kim-kime bakmıştınız acaba?"
Adam konuşmadı, elindeki zarfı ters çevirdi. Zarfın sağ altında büyük harflerle 'Barlas Morel' yazılıydı. Zarfı Barlas'a uzattı. Barlas zarfı aldı. Adam kafasıyla selam verdi ve sırıtmaya başladı. Barlas iyice korkmuştu! Kapıyı adamın suratına çarpıp hızla merdivenlerden çıktı. Derken büyük bir çarpışma yaşandı, üç kafadan ayrı ses çıktı. Zühre yüreği ağzına gelmiş bir şekilde Kıvanç ve Barlas'a bakıyordu. Kıvanç'sa, Barlas'a dönük olarak yere düşmüştü,
"N'apıyorsun ya!" dedi şaşkınlıkla, "Önünde olduğumu biliyordun!"
"Siz odada değil miydiniz?" dedi Zühre şaşkınlıkla, "Daha yeni baktım!"
"Kapı zilini duymadınız mı?" dedi Barlas bunun üstüne, Zühre'nin ne demek istediğini anlamamıştı, "Hem, Kıvanç deminden beri burada!"
"Deminden beri derken?" diye garipsedi Kıvanç, "Ne saçmalıyorsun yahu, arkamdan gelmedin mi şimdi sen!"
Zühre, bir Barlas'a bir de Kıvanç'a bakıyordu, hâlâ daha şaşkındı,
"Siz n'apıyorsunuz ki burada! Saat kaç haberiniz var mı?"
"Postacı!" dedi bir ağızdan Kıvanç ve Barlas. Zühre afalladı, "Zili duymadın mı!" dediler yine aynı anda. Birbirlerine uzunca baktılar, anlaşılan bu durumdan ancak konuyu kapatarak kurtulacaklardı.
"Her neyse, ben odaya dönüyorum!" dedi Barlas yanlarından ayrılarak. Kafasını toplaması gerekiyordu, arkasına bakmadan odasına girdi. Açık pencereyi kapadı, perdeleri çekti. İnce uzun zarfı yatağın başındaki şifoniyerin üzerine bıraktı. Ne bir adres ne gönderen ismi, sadece adı yazıyordu zarfta. Zarfı almak için elini uzattı ki kapı açıldı, Kıvanç içeri girdi,
"Neymiş de bizi uyuyorken görmüş. Tövbe, tövbe!"
"Anlamadım." dedi Barlas elini zarftan çekerek.
"Zühre! Çarpışmadan önce, odamızda uyuduğumuzu gördüğünü iddia ediyor. 'Gözün yanılmıştır' diyorum, 'hayır' diyor. Bak ne diyeceğim, postacı mevzusunu bir daha açmayalım. Zaten bizden ayrı yatıyor, geceleri uyuyamaz valla!
"Bak şuna!" dedi Barlas zarfı göstererek.
"İyi de bu..."
"Postacı'nın getirdiği zarf değil mi? Sen merdivenleri çıkarken zil çaldı Kıvanç! Hem de üç kere, gittim baktım, bil bakalım kim? Postacı kılıklı herif! Benimle konuşmadı bile, zarfı elime verip sırıtmaya başladı! Kapıyı yüzüne kapadım."
Kıvanç bir süre odanın ortasına dikilmiş heykel gibi durdu, sonra yutkundu,
"Sana yemin ederim, sen benim arkamdan ayrılmadın! Üç saniyede kapıyı açıp zarfı almadıysan tabii!" dedi korkuyla. Ardından bir anda gülümsemeye başladı, "Dalga geçiyorsun dimi?" dedi yatağına oturup.
Barlas ne diyeceğini bilemiyordu, beraber yaşamak istediği insanları korkutup kaçırmak istemiyordu ama kendi de korkuyordu. Bunun mantıklı bir açıklaması vardı elbette, olmalıydı!
"Madem dalga geçiyorum, bu zarfı nereden buldum şimdi ben?"
"Komşular... Bize hoş geldin şakası falan yapıyorsunuz?"
"Yok artık Kıvanç! Neyse ya, uyuyorum ben, bu konuyu kapatalım!"
Sustular, Barlas yatağa uzanıp sırtını döndü. Ardından Kıvanç'ın sesini duydu,
"Açmayacak mısın?"
"Neyi?"
"Zarfı."
"Ne gerek var ki, bir şakanın ürünü!"
"Alınganlık yapma Barlas, neler düşündüğümü tahmin edemezsin!"
Barlas oflayıp doğruldu. Zarfı eline aldı. Kıvanç merakla gelip yanına oturdu. Zarfı yırttı. İçindeki kâğıt parçasını çıkardı. Sıradan bir kâğıttı. Tek farkı, üzerindeki yazının yazılış biçimiydi. Harflerin uçları oradan oraya uzanıyor, hat yazısını andırıyordu. Okumaya başladı,
![](https://img.wattpad.com/cover/248058218-288-k827859.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lütfedilmiş ( GDS )
FantasyWattpad'de "Gizem Diyarı Serisi (GDS)" adı altında, 4 Kitap (Uyanış, Yoldaşlık, Direniş, Özdüşünsel) olarak yayınlanmış, sonrasında "Lütfedilmiş" ismiyle 2 Cilt olarak basılmış olan hikâyenin tam versiyonudur... /* "...şüphesiz ki yaşananlar, bu mas...