18- Büyünün Ruhu

20 4 0
                                    

Dolunay, halesini büyük bir kudret ve ihtişamla salarken ortalığa, kırılan karanlığın hoşnutsuz gözleri gezindi durdu etrafta; bedenler özüne giden dönüşümü tamamlayana yakın, topraktan yükselen gümbürtü kat be kat artıp dehşete uğrattı bakışları. Böylesi bir ışık, hiç de yakışık almamıştı Karanlık Ormanlar'a; ne var ki anın izleri pençeler savururken boşluğa, kimseler ses edemedi bu yakışıksızlığa... Gümbürtü yükseldi, öyle delicesine yükseldi ki, birbirine sokuldu kalabalık. Barlas boynunda kanayan yaralarıyla dönüşümünü tamamladığı sırada, etrafta kol gezen derin dehşete karşı afalladı. Böylesi bir hissiyatı o sağlamış olamazdı. Başı dönüyordu. Topraktan yükselen ses kulağına dadanıp, Dolunay'ın ışığı bedenine akın ederken, sağlamından bir irkilmeyle kendine geldi. Şimdi kurtluğunun da vermiş olduğu kuvvetle, karanlık içinde olsalar bile, her şeyi net görüyordu: Godzar, Zagu, Kodago, Ugori, Verthu ve onların safında yer alan çoğu kişi neye yoracağını kestiremediği bir ifadeyle yüzüne bakıyordu. Bir köşede Alp, Ecrin, Kıvanç ve Evrim birbirine sokulmuş toprak ve o arasında gelişigüzel bakışmalar atıyordu. Yalnızca izlemeye gelmiş olan birkaç grup önünde diz çökmeye yeltenmişti. Gece'ye henüz dahil olan Peter ve Sofia anlamazlıkla etrafı süzüyordu. Çok ötede, ağaçların ardında bir siluet daha vardı, onu da karanlığın içinde parlayan turuncu gözlerinden tanımıştı, anlaşılan herkes buradaydı... Derken patlama sesini andırır bir sesle toprak kırıldı, tam da ortalarında, sahte Ölüm Duvarı'nın dikildiği yerde derince bir delik açılmıştı… Etrafı zar zor çevreleyen ışık yutulurcasına o deliğe aktığında nefesler tutuldu; anlaşılan bir şeyler geliyordu, ya da birileri... Kulaklara boğuk, tiz, can yakan türden bir ses çalındı, sesin içine rüzgârın uğultusu da karıştı. Biraz sonra tüm sesler kesilip, Dolunay elini eteğini tepelerinden çekerken, hızlı ve hırıltı nefesler hakim oldu sessizliğe. Deliğin içinden çıkacak olan her neyse, daha yeryüzüne varmadan kutsallığını haber etti; ateşi andırır parlaklığıyla yükseldi de yükseldi. Çoğu kişi kaçma eşiğine geldiğinde gözüküverdi kutsiyetin sahipleri... En az karanlık kadar kara bir Kurt, Kurt'un boynuna dostça dolanmış bir Yılan, kafasında kanat çırpan bir Kartal ve sırtında sükutla duran bir Fare... Kusursuz iskeletlerini yer yer dolduran ateşvari ışık olmasa, en az karanlık kadar belirsiz olacaklar onlar da; mana dolu bakışları ortalığı kasıp kavurmasa, en çok önlerinde duran kalabalık kadar sıradan kalacak... Barlas'ın yanı başına kadar vardılar... Barlas hakim olamadığı öldüresi duygularla yanıp tutuşurken, Kabile Sakinleri cezbeye sardı. Uğultular, iniltiler, korkular ve utançlar döndü durdu havada, Godzar ve yandaşları selam etmek adına yakınlaştıkları sırada, adı Ölüm olan Kabile'nin kıymetli ataları nefretle geriledi… Birbirine sımsıkı bağlı, tenleri dahi ayrılmayan dört Othe Atası da etrafa ruhları kurutan bakışlar attı. Varlıkları ve birlikleri Barlas'ın yanında durabilmek içindi şüphesiz, onlar Barlas'a yanaştıkça Barlas boğulacak gibi olsa da, varmıştı Atalar'ın hissiyatlarına. Atalar öfkeliydi, Atalar utanç içindeydi, Atalar en az onlara dikilip kalan bakışlar kadar dehşet sahibiydi. Godzar ve diğerleri Atalar'dan aldıkları bu tepki karşısında sarsılmış gibiydi. Birkaç kişi olduğu yere bayılıp kaldığında, Kurt hareket etti, üzerindeki Yılan’ı, Kartal’ı ve Fare’yi bir an olsun rahatsız etmeden pençeleriyle toprağı deldi; toprak inledi, feryat etti ancak izin verdi buna... Dört büyük Othe Atası Barlas'a son kez dönüp baktıklarında, Barlas boynunun arkasındaki gözü kullanma arzusuyla yanıp tutuştu, kullansa, kullanabilse Atalar'ın geçmişine kadar inerdi, Karanlık Kabile'nin puslu tarihini ezelden ebede sindirirdi... Ya da birkaç saniye daha baksalardı suratına, düşüncelerini okuyabilirdi... Ama ne o gözü kullanmaya cesaret edebildi, ne de Atalar düşünce okumasına izin verdi... Ancak Barlas biliyordu, birkaç saniyeyi esirgeyip geldikleri yere dönmek üzere ayrılsalar da, ona takdirle baktıklarına yemin edebilirdi...
   Birbirine sımsıkı bağlı, tenleri dahi ayrılmayan dört Othe Atası da etrafa ruhları kurutan bakışlar attı... Barlas'ın gıyabında ona en büyük saygıyı duydular... Kurt gitmek için hareketlendi, pençeleriyle toprağı delmişti... Üzerindeki Yılan’ı, Kartal’ı ve Fare’yi bir an olsun rahatsız etmeden gediği yere gitti... O geceden geriye kalan en büyük iz, toprağa dövülmüş iki çift sözden ibaretti,
   "Sekizinci Othena, Çok Yaşa..."
 
   Othen'in şekilsiz, mide bulandıran ve hapsi andıran kovuğunun önünde birikmişlerdi. Rüzgâr, neredeyse Dağ'ın zirvesinde bulunan bu düzlükte minik kasırgalar döndürüyordu. Gece yarısını çoktan geçen vakit, peşlerine sürünüp Dağ'ın tepesine kadar tırmanan meraklı kalabalığın dağılmasına önayak olmuştu. Kendi kovuğuna dönmek üzere hareketlenen her bir Kabile mensubu Barlas'a selam etmeyi ihmal etmiyordu; tabii Barlas'ın yığınla selama karşılık verecek ne takati ne de sabrı kalmıştı, bir hışımla çakan gözleri Othen Kovuğu'nun pas tutmuş şöminesini ateşe boğdu. İçinde envai çeşit ölü hayvanın bulunduğu leş kokulu Kovuk aydınlandığında, önünde süklüm püklüm duran muhteşem beşliye döndü… Görülen o ki kederle bir şeyler söylemek istiyorlar ancak ilk önce Barlas'ın bir şey demesini bekliyorlardı, Kıvanç'ın aşağıda karşılarına geçip "Ne haddinizeydi, Othena o seçildi!" diye haykırmasından bu yana pek sessizleşmişlerdi. Barlas, elbette konuşmadı, uzun sürecek sessizliğinde Othe Ataları'nın bıraktığı, belki de sonsuza dek toprağın üzerinde kalacak olan o iki çift sözün, karşısındaki yüzsüz grubun beyninde ölümcül yankılar edineceğini düşünüyordu. Kendi pişmanlıklarında, kendi acizliklerinde kavrulmalarından daha büyük bir ceza gelmiyordu aklına. Başıyla beşliyi Othen'in Kovuğu'na yönlendirdi, beşi de peşi sıra ses etmeden kovuğun içine girdi, onun biraz uzağında duran arkadaşlarının yanına gitti,
   "Kovuğu mühürlemeyeceğim." dedi Kıvanç'a bakarak, "Ama bilsinler ki en ufak bir hatada ilk işim bu olur." Kıvanç niçin ona söylediğini anlamayınca devamını getirdi, "Burada kalıp gözlemeni istiyorum."
   "Nasıl yani?" dedi Kıvanç merakla, "Sen nereye gidiyorsun?"
   "Gidiyoruz." dedi Barlas, Alp ve Ecrin'e bakarak, "Evrim de senle kalır." Othen Kovuğu'yla aynı düzlükte yer alan Asilzade Kovuğu'na döndü, onla birlikte diğerleri de oraya dönmüşlerdi, Asilzadeler hayranlık ve korkuyla Barlas'ı izliyorlardı, "Onlara söyledim, biz dönene kadar sizi kendi kovuklarında ağırlayacaklar. Böylece gözünüz hep onlarda olur. Ben, Alp ve Ecrin'le birlikte Dağ'ın öbür yüzüne geçeceğim." Alp ve Ecrin şaşkınlıkla Barlas'a baktı.
   "Biz de gelseydik ya!" dedi Kıvanç üzülerek, "Hem, ya bunlar bizi atlatırlarsa?"
   "Cesaret edemezler, en büyük cevabı Atalar'dan aldılar." dedi Alp.
   "Hem..." diyerek Dağ'ın biraz aşağısında tartışan Peter ve Sofia'ya baktı Ecrin, "Tager de destek çıkar..." Barlas, Alp ve Ecrin'in ona sağladıkları bu ani uyuma minnet dolu bakışlarla karşılık verdi.
   "Dikkat edin." dedi Evrim kabullenerek.
   Kıvanç bir yana, Evrim de gelmek istiyordu anlaşılan, onun rızasını almadan plan yaptığı için suçlu hissetti Barlas, "Size güveniyorum." dedi samimiyetle Evrim'e, "Siz de bize güvenin."
   "Ona ne şüphe." dedi Kıvanç duygulanarak, "Biriniz Işıkkıran, biriniz Mum'dan yükselen şeytan, birinizde dilimin varmadığı kadar kahraman..."
   Barlas'ın gözleri doldu, gülümseyerek Kıvanç'a baktı, sarılmak istediyse de içinde bulunduğu durum uygunsuzdu. Dönüp, Asilzadeler'i de selamladığında Alp ve Ecrin'le inmek için hareketlendi. Asilzadeler'den en temiz yüzlü olanı Kıvanç ve Evrim'in yanına varıp onları içeri buyur etti. Barlas arkasını döndü, gözleri parladı. Dağ'ın farklı yerlerinden yükselen demir parçaları Othen'in ölüm koleksiyonlu Kovuğu'nun girişine dadanıp, kıymık dolu parmaklıklar oluşturdu. Yanlarından geçerken, Peter'ın, "Demek haberin vardı! Lanet olsun, yüz kere bin kere lanet olsun Sofia!" diye yükselen azarını duydular. Sofia da tıpkı muhteşem beşli gibi süklüm püklüm kalmıştı Peter'ın önünde, Peter birkaç laf daha etse ağlayacak gibiydi, Peter o ağlamasın diye daha da laf etmedi.
   "Kurakhan ve Eva tepede olacaklar Tager." dedi Barlas, Peter'ın onların oradan geçtiğini fark etmesini sağlayarak, "Olur da-"
   "Meraklanma." diye atıldı Peter, uzun zaman sonra ilk kez ilk tanıştıkları adam gibi davranıyordu, "Onları canım pahasına korurum."
   "Biz, Dağ'ın öbür yüzüne gidiyoruz." diye açıkladı Alp bunun üzerine, "Orada birçok şey bulacağımız kesin, ne kadar süre sonra dönebiliriz bilemeyiz, bizi beklemeyin, şüphelendiğiniz an Asilzadeler'e iletin, Atalar'ın dövmesinden sonra Barlas'a karşı epey saygılı oldular."
   Peter aynı ifadeyle kafasıyla onaylarken Barlas'la göz göze gelmeye çalıştı, Barlas bunu anlar anlamaz bakışlarını kaçırıp yürümeye devam etti. Ecrin ve Alp de onu eşlik etmişlerdi ki Peter arkasından seslendi, "Affet... İstediğin, beklediğin adam olamadım Eudosia..." Barlas geriye dönmedi, şu anda birçok kişiye yapmak istediği gibi, dinlemeden, ilgilenmeden inmeye devam etti. Şeytani Kovuklar'ı geçtikleri süre zarfınca birbirleriyle hiç konuşmadılar. Sırada Elduin'in yanına varmak vardı, dün gece gösterdiği yolun başında, onları bekliyor olacaktı. Arkalarında bıraktıkları gecenin mihverinde, kederlerine sessizliği gardiyan ederek yürüdüler. Barlas'da gözle görülebilir bir nedamet vardı; Diyar'ın nefes tüketenleri güvenini bir kez daha boşa çıkarmıştı... Nefes tüketenler... Bundan böyle onun erdemine saygı duymayan kim varsa nefes tüketendi onun için; kıymetsiz, değersiz, sıradan... Uzaklaşmak istiyordu, karanlık yanını kamçılayan tüm pespaye ruhları, Diyar'ın adaletine bırakmak istiyordu... Yol bu ya, çok geçmeden aklına bir şey geliyordu: Ya Diyar'ın adaleti oysa... Ya adalet bir elçiye, bir peygambere, bir çift göze ihtiyaç duyuyorsa... Ne çok kararsızdı oysa...
   "Neden yaptın bunu ona?" dedi Ecrin düşüncelerini bölerek, "Tager, senden af diledi... Cevap vermedin..." Sessiz kaldı Barlas, bir şeyler söylemek istediyse de tüm heceler diline dolanıp ağzından çıkmadan söndü.
   "Ya Kıvanç, onu neden uzak tutuyorsun?" dedi Alp ekleyerek, "Bilirim sinir bozar, gereksizlik yapar ama senin yanında olmak isterdi, yani-"
   "Adam! Evlenmek istiyor!" diye patladı Barlas.
   Alp ve Ecrin şokla sıçradı, Dolunay'a inat dönüşüm geçirmiş yılanlar ve kartallar korkuyla etrafa dağıldı. Barlas yürümeye devam etti, gidecekleri yere iyice yaklaştıkları sırada Ecrin Barlas'a yanaştı, "Bak, gergin olabilirsin ama-"
   "Gergin falan değilim!"
   "O zaman bu kadar saçma bir tepki verme nedenini duymak isterim!" diye karşılık verdi Ecrin, dayanamamış o da patlamıştı, onun patlaması Barlas'ı sersemletmiş olacak ki bir süre öylece kaldılar. "Ne var bunda büyütecek!" diye daha kısık sesle konuştu Ecrin ancak hâlâ sinirliydi, "İstiyor olabilir, bundan kime ne! Gerektiğinde yanında olursun olur biter, dostun sonuçta."
   "Tamam, sakin olun. Şu konuyu da kapatalım." dedi Alp Barlas'ın perişan yüzünü görünce, başka bir derdi vardı o yüzdeki kederin, başka bir Hikâyesi... "Nereye gidiyoruz Adonis?" dedi Barlas'a, Barlas dönüp ciddiyetle bakınca ekledi, "Yani, sakin şekilde konuşabiliriz dimi?"
   "Elduin'in yanına, az kaldı." dedi Barlas bunun üzerine, "Dağ'ın öbür yüzüne giden kestirme bir yol bulmuş, Karanlık Ormanlar'dan öbür yüze tırmanılamıyor ne de olsa, öbür yüz hançeri andıran kayalıklarla dolu." Ecrin'e baktı, Ecrin ona bakmıyordu, gider ayak birbirlerinin sinirlerini germeleri hoş olmamıştı.
   "Aşağıda, Ölüm Duvarı diye götürdükleri alanda onca olay olurken bir şey fark ettim." dedi Alp, sakin ses tonu gerginliği giderek azaltıyordu, "Atalar yeni gitmişken, gözlerinden öfke saçarak Othen ve yandaşlarına baktığın sırada bile, hiçbirinin bilekiçi parlamadı..."
   "Çünkü hiçbirini öldürmek istemedim." diye karşılık verdi Barlas.
   "Ya bundan cesaret alırlarsa, Othena'nın en öfkeli anı bile bileklerimizde yer etmedi diyerek saygısızlık ederlerse yine?"
   "Canlarına susamış olurlar." diye katıldı Ecrin.
   Son beş dakikadır birbirlerinden uzak olan adımlar yaklaştı, büyük bir hızla birbirlerine sahip çıkıyordular, "O yazıyı hepimiz gördük, varlığını bilmek bile ruhlarını kemirecektir."
   "Yeterli olur mu bilmiyorum, öyle yüzsüzler ki!" dedi Alp.
   "Yeterli olmazsa, yeterli olacak olanı sağlarız." dedi Barlas hışımla.
   "Kurt'a nasıl dönüştün?" dedi Alp konuyu değiştirip, "Eminim, senin iraden dışında gerçekleşmedi dönüşüm, bunu sen istedin?"
   "Geceyi Elduin'den dönüşüm dersi alarak geçirdim." dedi Barlas.
   "İşin olduğunu haber etmiştin ama bunu beklemiyorduk." diye gülümsedi Alp, "Her şey yolunda gitseydi nasıl konuşma yapacaktın?"
   "Onlara Karen'i gösterecektim." dedi Barlas. Ecrin şaşkınlık ve merakla yüzüne baktı, Barlas sürdürdü, "Dolunay'ın verdiği güzellikten bahsedecektim, o ışıl ışıl ışıldarken hangi karanlık ruh barışmak istemezdi ki Dolunay'la?.." Atalar'ın gelişinden sonra Ay'ın ona bahşettiği güzellikten mahrum kalan Ecrin hayranlık ve kederle Barlas'a baktı, kalbi öyle hızlı atıyordu ki içine dolan aşkın gözünde yaş olarak birikmesini aldırmadı, bir damla gözyaşı süzüldüğündeyse ses etmeden eliyle kuruladı, "Şimdi pek de ışıl ışıl değilim değil mi?" dedi ağlamaklı bir sesle.
   "Eh, buna ihtiyacın olmadığını söylemişti." dedi Alp Barlas'ı ima edip tesellide bulunarak, "Dolunay güçsüz düşmüş olmalı, yani sana ışık vadedemeyecek kadar; Othe Ataları'nın karanlığa doğan ışıklarının kaynağı oydu ne de olsa."
   "Umarım öyledir." dedi Ecrin, "Rahatsız oluyordum ancak güvende hissettiriyordu. Yanlış anlamayın sizin yanınızda da güvende hissediyorum, ama bahsettiğim güven ulviydi; kalpte hoş bir sızı bırakıyordu..."
   "Günlüğüne yazmayı boşuna bıraktın." dedi Alp gülümseyip, "Yazmaya devam etmeliydin, etmelisin."
   "Sanırım daha sık yapmak istiyorum artık." dedi Barlas düşüncelerinden çıkmış gibi, "Yani Kurt olmak, yeni ve anlamlı bir arzuya dönüştü içimde." Ecrin'e döndü, "Bahsettiğin ulviyet gibi..."
   "Ben de hissederdim." dedi Alp bahsettikleri şeyi çok iyi anlayarak, "Işıkları kırdığımda ben de aynı öyle hissederdim. Eh, ne de olsa buraya pek ışık uğramıyor değil mi?.." Üçü birden iç çekti. "Dağ'ın öbür yüzünde istediklerimizi bulursak, bir an önce ayrılalım buradan... Geride bıraktığımız çok şey var, geride çözülemeden kalan çok fazla gizem..."
   "Bu arada, Tomris Risus'un Nöbetçisi Tripper'ı bulduk." dedi Ecrin. Barlas önce heyecanla baktı, ardından bakışlarına anlamsızlık uğradı. "Ne oldu?" diye gücendi Ecrin, "Pek sevinmedin sanırım?"
   "Sevindim tabii ki." dedi Barlas, "Ama bazen aklım almıyor, bir İnsan'ın ölümüne nasıl sebep olabilir ki tılsımlar? Geçirilmiş tılsımları Pandora'nın Kutusu'na koyunca ne olacak ki, Pars gerçekten ölecek mi?"
   "En azından kehanet böyle söylüyor." dedi Ecrin.
   "Katılıyorum sana." dedi Alp, Ecrin ona katıldığını sanıp yüzüne dönünce, Alp'in Barlas'a baktığını görüp şaşırdı. "Bana da anlamsız geliyor... Kehanetler... Yani bu konuda birkaç kitap okuduğuma dayanarak söyleyebilirim ki, bir İnsan'ın açık şekilde anlayamayacağı kadar ilahi olabilirler, evet kendini gerçeklerler ancak ortaya çıkan gerçek her birimizi şaşırtabilir..."
   "Salmakis yolun yarısında bile değilsiniz derken ciddi miydi?" dedi Barlas, "Bunu neye dayanarak söylüyor?"
   "Öyle mi dedi?" diye şaşırdı Ecrin, "İlginç, ama tabii bunu onun yanındayken ona sorsaydın daha iyi olurdu."
   "Oradaydı." dedi Barlas, "Atalar'ın gelişini bizzat görmüş olmalı, sahi Işıkkıran, Duvar’ın gerçek olmadığını nasıl anladın, o mu söyledi?"
   "Hayır." dedi Alp peşinen, ağzından baklayı çıkartıyordu ki yine ve yeniden ikiz muhabbetinden Barlas'a bahsetmedikleri aklına geldi, "Kendim çözdüm."
   "Demek o yüzden mırıldanıyordun." dedi Ecrin onay verip.
   "Salmakis demişken, Nöbetçi Tılsım'ın Dağ'ın öbür yüzünde, Öz Tılsım'ın ise Dağ'ın eteklerinde olduğunu söylemişti, anlaşılan yanlış tespit, Nöbetçi Tılsım'ı Etekler'de bulduğumuza göre tam tersi olmalı." diye geçiştirdi Alp.
   "Desenize, öbür yüzde çok şey göreceğiz!" diye gülümsedi Barlas.
   Elduin'in bundan saatler önce onu götürdüğü yüksekliğe vardıklarında, öbür yüze giden yılankavi, ince yolun başında sürünen bir yılan gördüler. Yılan zikzaklar çizerek vakit geçirirken oldukça zorlanıyor gibiydi, Dolunay'ın güçsüzlüğünden cesaretle dönüşüm geçirebilmiş olsa da, yine de Yılan kalabilmek için güçlük çektiği kesindi. Keskin, ince çizgili bakışları onları bulduğunda büyük bir hızla İnsan formuna döndü.
   "Etkileyici." dedi Alp bu kadar yakından ve bu kadar hızlı bir dönüşüm görünce, "Neden daha sık kurt olmak istediğine şaşmamalı."
   "Hoş geldiniz Yoldaşlar." diye tebessüm etti Elduin, Edgardo Edelmar'ı andıran saçları ve yüzü, Ecrin'i huzursuz etmişti.
   "Yoldaşlar ha." diye güldü Alp, "Eh, pek kalabalık değiliz ama böyle söyleyince eskiyi hatırlayıp mutlu hissettim."
   "Eskiyi hatırlamasak ya." diye konuyu çevirdi Ecrin, "Artık gidelim."
   "Buradan gideceksiniz." dedi Elduin yolu gösterip, "Daha önceden de dediğim gibi, en güvenli yol bu... Othena'mız Bertram ve Martel'den bahseder size." Hiç aşina olmadıkları iki ayrı ismi duyunca Alp ve Ecrin şaşırdı, "Bu arada Işıkkıran," diye Alp'in dikkatini çekti Elduin, "sizinle konuşmak istediğim bir mesele var." Şaşkınlık sırası Barlas'daydı. "Birkaç dakika vakit ayırabilir misiniz?"
   "Tabii." dedi Alp büyük merakla, Elduin önüne düşüp uzaklaşırken, Ecrin'e dönüp fısıldadı, "Geçmişi hatırlamazsan, geleceğe haksızlık edersin..."
   Ecrin sıkıntıyla kafasını sallayıp hak verdi. Alp uzaklaştığı sırada Barlas gitmeleri gereken yola döndü. Yaklaşık bir dakika boyunca sessiz kaldılar. Ecrin Barlas'a kaçamak bakışlar atıyordu. Barlas bir süre sonra bunu fark edince istemsizce gülümsedi. "Komik mi görünüyorum?" dedi Ecrin gülüp.
   "Hayır." diye yüzünü tekrar yola çevirdi Barlas.
   "Öyleyse öp beni."
   "Ne?" diye kahkaha attı Barlas, şu durumda bunu yapabilmesi mucizeydi.
   "Öp işte." dedi Ecrin gülüp. Barlas ağzında biriken tükürüğü yuttu. Kalbi amansızca hızlı çarpmaya başlamıştı. Utandı, bozardı, hatta kızardı. İyi de bu hale düşecek ne vardı! Çok geçmeden anladı, çünkü yapacaktı... Yapmak istiyordu... Hızla Ecrin'e atılıp Ecrin'in dudaklarına yapıştı, Ecrin kesilen nefesini topladığında karşılık verdi… Delicesine, tüm acıları defetmek ister gibi öptüler birbirlerini, tepedeki soğuk rüzgârı ısıttı ateşleri, öyle ısıttı ki eridi gitti rüzgâr... Alp ve Elduin geldiklerinde ancak ayrıldılar…
   "Şey, biz, ben... Özür dilerim." diye bocaladı Alp.
   "Ö-önemli değil." diye utandı Ecrin, utanacağını biliyordu ancak sevdiği adamın onu öpmesine engel olamazdı, olmazdı.
   "Biz, şey-" diye aynı bocalamayı yaşadı Barlas, "Asıl biz dileriz, sırası değildi."
   "Yok, hayır, sırasıydı." dedi Alp tebessüm edip, "Yeni bir yola çıkmadan evvel birbirinize destek oldunuz işte daha ne."
   "Aşkınız daim olsun Yüce Othena'm" diye huşuyla gülümsedi Elduin, tabii Kovuklar her an karşılaşabildikleri bu görüntülere alışık olduğundan içlerinde bir tek o bocalamamıştı.
   "Gidelim mi?" dedi Barlas çoktan yürümeye başlamışken, Alp ve Ecrin dönüp Elduin'i selamladı. Elduin ısrarla yılana dönüp gözden kaybolurken üçü de göbeklerini içlerine çekip nefeslerini tutarak peyderpey yürüdü. Rüzgâr'ın en ufak dokunuşunda içten içe dehşete kapılıyor, altlarında uzanan ölümcül panoramanın nabzını yokluyorlardı. O an için havada uçan sıradan bir kuş bile onları düşürebilirdi; öyle korunaksız, öyle güç durumdaydılar ki bolca yutkundular. Akıllarına birbirinden saçma ancak yine birbirinden olası ihtimaller uğruyordu; ya Dağ'dan ufak bir uzuv çıkıp sırtlarından onları iteklese? Ya altlarındaki sarp kayalıklar dile gelip onları içlerine çekse? Ya gökteki tılsım tozları birleşip önlerini kapatarak onları alaşağı etse?.. Yapsa, etse, olsa... Anca sırtlarını Dağ'a yaslayıp parmak uçlarında yürüdükleri yol genişlediğinde rahata erebildiler. Anlaşılan, yirmi dakika süren ölüm oyunundan sonra kabul ediyordu Dağ'ın öbür yüzü misafirlerini, yol daha da incelmedi, aksine genişledi, yükseldi ve sonunda eskimişliğinden yırtılmaya yüz tutmuş flamalara kadar uzandı... Flamalar, uçurum tepesinde esen rüzgârın sert tokatlarıyla sarsılıyor, üzerilerindeki kuru kafa imgesi net görünmüyordu. Adımları hızlandırıp, kabaca işlenmiş merdiven kayalığın dibine kadar geldiler. Dağ'ın çevresini dolanan katran renkli sarmaşık kökü buradaymış gibi fışkırmış, merdivenlerin sonundaki küflü girişi büsbütün kapatmışlardı. Girişe kapı yapmak amacıyla etrafa saplanmış demirler ağlıyor gibiydi; paslarının hastalıklı kokusuna sarılmış sarmaşıklardan pek görünmüyorlardı.
   "Anlaşılan buraya giriyoruz." dedi Ecrin iğrenerek.
   "Ona şüphe yok." dedi Alp.
   "İçeride beklediğimizden fazlası var." dedi Barlas, duygularını galeyana getiren enerjileri hissederek.
   Alp ufak bir büyü denemek için gözlerini parlattı, gözlerindeki ışık fırlayıp girişe çarptığı an girişten yine ışığı andırır karanlık bir parça koparak gözüne geri fırladı. İnleyerek yere kapaklandı. "Alp!" dediler Barlas ve Ecrin bir ağızdan.
   "Yok bir şey." dedi Alp güçlükle, "Kara büyü dolu, katıksız, işlenmemiş, ham, safi öz kara büyü! Ne büyük zanaatkarsızlık!" Yüzünü onlara döndüğünde, Alp'in gözlerinin kanlandığını fark ettiler.
   "İyisin ya." dedi Ecrin korkuyla.
   "İyiyim, sadece ters tepti." dedi Alp, "Kendi büyümü sindirebilecek gücüm var. Siz buraya nasıl gireceğiz onu düşünün."
   "Böyle," dedi Barlas iliklerinden yükselen özgüven ve haşmetle, "Sekizinci Othena, Çok Yaşa!" Giriş gümbürtü kopararak sarsıldı, paslı demirler etrafa saçıldı, sarmaşıklar büyük bir hızla şekil değiştirip girişin çehresine yayıldı.
   "Sadece ses etsen de çekileceklermiş zaten." dedi Ecrin.
   "Boş versene, böylesi daha havalı." diye ayaklandı Alp.
   Barlas tebessümü andırır acı bir ifadeyle baktı, "Öyleyse girelim." dedi Kovuklu Dağ'ın Sekizinci Othena'sı, arkasında Işıkkıran dostu ve şeytan aşkıyla karanlığın içine doğru yürüdü… Onlar tamamıyla içeri girerlerken girişin sarmaşıkları çürüdü; yenilgiyi hazmedememek miydi bu bilinmez... Dağ'ın kalbindeydiler, sırların saklandığı yerdeydiler... İçerideki loş ışığın bakışları, tepedeki dikitlerin gölgeleri altında, tekin olmayan adımlar attılar. Az gidip uz gittiler suyunu yeniden çekerken saniyeler, onları yeterince hoşnutsuz eden bir süre sonra üç çatallı bir yola geldiler.
   "Ortadaki Tomris Risus'a gidiyor." dedi Ecrin kuşku duymadan.
   "Soldaki Aetos Keramun'a." dedi Barlas aynı edayla.
   "Sağdaki..." dedi kaldı Alp, "Bilmiyorum, tuhaf..."
   Ecrin ve Barlas gülümsedi. "Ben Nöbetçi Tılsımlar bünyemde olduğu için hissettim." dedi Ecrin, "İlla ki bir şey hissetmek zorunda değilsin."
   "Benimki de ne de olsa Tedan-ı Kamer." dedi Barlas katılarak.
   "Yok, hayır, hissettiğim bir şey var, hatta beni çağırıyor. Diğer yolları gözüm görmüyor, kalbim duymuyor..." diye açıkladı Alp.
   "Öyleyse üç kişi geldiğimiz iyi olmuş." dedi Barlas, "Size güveniyorum, sorun olursa ses edin. Şimdi dağılalım..." Hepsi birden evet anlamında kafalarını salladı. Üçü de en ufak bir ikilem yaşamadan, karanlığın üç çatallı yoluna daldı.
...          Yollar uzadı, ışıktan bir mezar olup birbirlerine karıştı. Şekilden şekle giren soytarı ışık kavisler çizdi; kendi mezarına helezonlar dikti. Zincirlerin koptuğu ana doğru nüksetti; o kadar çok zinciri kopan an vardı ki, akıllara zarar yüzler belirdi, bir filmin şeritlerine çakılmış onlarca yüz, ifadeler denizinde can çekişti... Denizin tıpası çekildi, üç çatal yeniden göz önüne geldi...    …
   Çığlıkvari, gelişigüzel, biri bir diğerinden cızırtılı onlarca ses... Bu sefer, tam da bu sefer çok uzun süren o karanlığın yerini loş ışık alırken, Barlas’ın duyduklarıydı bunlar… Ürperiyordu; burnuna çürük, leş, mide bulandırıcı kokular doluyordu... Sesler karın boşluğundan etrafa dağılırcasına fır dönüyor, duygularına yırtıklar atarak tenine işliyordu... Cehenneme mi gidiyordu?.. Neyin feryadıydı tüm bunlar, hangi cehennemin içine düşmüştü yine?.. O, yorgunluğunu baş tacı ederek adımlarını atmaya devam ederken, üç ayrı çataldan da sesler yükseldi. İyiler miydi?.. Ansızın kendini tokatlarcasına sarsıldı, ne acelesi vardı?! Üç ayrı yola da birlikte girmek varken, neden ayrılmışlardı?! Böylesi bir mağarada, karanlığın tam da koynunda neden yalnız bırakmıştı, bırakılmıştı?.. Ne tür bir oyun, ne tür bir kargaşaydı bu?.. Loş ışığın karanlığa karıştığı, gözünün görmediği yerlerden, kulaklarına gelen seslerin sahipleri fırlayacak diye öyle dehşete kapılmıştı ki, son anda kendine gelip, kim olduğu kendine hatırlatarak, delirmenin eşiğinden döndü. Othena'ydı o... Othena'nın yuvasında var olan en karanlık, en korku verici, en keskin haliyle cereyan eden bu dehşeti kendinden uzak tutabilirdi... 'Susun! Susun!' diye bağırdı içinden, gittiği yolun sonuna getiremezse yeni bir kayboluşa sürüklenecekti... Yok, hayır! Sürüklenmezdi... O... O Barlas'tı... Barlas Morel'di... Kendi iç sesine bile yasakladığı ismini telaffuz edince baştan aşağı titredi. Othena, Kihirus, Penthea, Siria... Herhangi bir kimliğin, herhangi bir ismin ardına sığınmak yerine böylesi çok daha iyiydi... 'Barlas!' diye haykırdı bu sefer, ama yine de cesaret edemedi... Neden yapamıyordu?.. Neden cesaret edemiyordu iç sesini dışa vurmaya; bağırmaya, çağırmaya, gerçek bir arayışa... Sesler kesildiğinde, bu derin sessizliğe içerledi bu defa; geri dönmek için, aşkı ve dostuyla yeniden beraber olabilmek için yanıp tutuşsa da, yediremedi bunu Barlas'a... Hem, onların da döndüğü yoktu... Ecrin'in beraberlik uğruna döşediği onlarca cümle geldi aklına; geçmişinden, geçmemişinden, geleceğinden ve bugününden... Alp'in ışıkları sardı düşüncelerini ancak karanlığı ışığa kavuşturmak yerine, boğazına sarılıp nefesini kesmek istercesine boğdular onu... Her şeyini, her kimliğini sarsmış bir histi içindeki... 'Barlas' dedi... 'Yoksa bir rüyada mısın?.. Yoksa Ecrin ve Alp'i düşledin mi kafanda?..' Böylesi onu yok edebilirdi... Eğer düşüncelerine sual eden benliği gerçekten de böylesi bir idraka ererse, hayatının kalanını burada çürüyerek geçirebilirdi...  'Barlas' dedi... 'Çıkar sesini... Adını fısılda anlamsızlığa... Hadi, yap artık, durma...'
   "Efendi Barlas!" diye kükredi kafasının içinde bir ses, "Efendi Barlas! Kulaklarınızı kapatın anlamsızlığa! Direnin, karşı çıkın Ölüm Duvarı'na! Yok etmesine izin vermeyin benliğinizi! Sizin için direndim! Ben sizi çok bekledim Efendim! Lütfen, yalvarırım tek şansımı çekip almayın elimden! Bitmemiş bir Hikâyemiz var! Tamamlanmamış bir birliğimiz! Direnin, siz ustasısınız direnişin! Direnin ki kurtarın Tedan'ınızı! Direnin ki kurtarın içinizdeki Othena'yı!.."
   Barlas, sanki dakikalardır boğulması için kafası suya sokuluyormuş gibi hissettiği an; kendini, kendi benliğini, onu yokluğa sürükleyen iç sesini öyle büyük bir güçle devirdi ki, anlamsızlık denizinden kafasını çıkarıp derin derin nefes aldı... Buradaydı, şimdi, tam da şu an yolun sonuna varmak üzereydi ve Aetos Keramun ona seslenmişti! Ayrıca! Elbette Ecrin ve Alp'le gelmişti! Kızdı kendine, nasıl böyle bir gaflete düşerdi! Hızlandı, yolun bitişine yaklaştığında, çok ötesinde, ışıkların iyiden iyiye karanlıkla el ele olduğu büyük bir alan gördü. Daha da yaklaştı... Bu yola girdiğinden beri onu meşgul eden tuhaf hislerin sahibini fark ettiğinde olduğu yerde kalakaldı. Keramun, onun tam önüne, heybetlice bir çarmıha gerilmişti; Othen ve yandaşlarının sahtesini hazırladıkları Ölüm Duvarı, en hakiki haliyle önündeydi. Kehanet Duvarı kadar büyük olmasa da, en az onun kadar büyük bir kutsiyet vardı üstünde; çok uzaktan bakılsa, sıradan, devasa bir kayayı yahut minik bir dağı andırırdı, üzerinde, Anusia Ormanı'ndaki Teak Ağacı'nda olduğu gibi hareketli yazılar vardı… Yazılar daha çok, bu devasa kayaya çiziktirilmiş izlere benziyorlardı; parlak ya da değişken değildi, aslına bakılırsa, Ölüm Duvarı'nı tavaf ediyor gibiydiler; sonu olmayan bu tavaf, Duvar'ın içinde bulunduğu bu kutsal alana, hiçlikten yokluğa doğru, dehşet hissi uyandıran bir enerji salıyordu. Barlas, temas ettiği adamı iliğine kadar kuruttuğu belli kanlı çarmıha döndüğünde, "Haklısın koca yürekli adam, bitmemiş bir Hikâyemiz, tamamlanmamış bir birliğimiz var." demeyi akıl edebildi. Böylece Aetos Keramun'a kafasının içinde olup biten şeyin gerçek olduğunu göstermek istedi. Tam da beklediği gibi, çarmıhta bir ölüden farksız gibi sallanan yarı çıplak bedenin hareketlendiğini ve tüm gücünü harcayarak ona döndüğünü gördü. Keramun'un kartal gözlerine puslu, ışıktan yoksun bir perde inmiş, yüz hatları yer yer şişmişti. Son gördüğünden bu yana epey değişmişti, ak düşmüş saçlarıyla bir Bilge'yi, dahası bir Efendi'yi andırıyordu. Acı çekerek, işkence görerek, yıpranarak bu hale geldiğini bilmese, gidip ona çok daha kıdemli ve görkemli gözüktüğü söylerdi.
   "Hoşgeldin Efendi Barlas!" diye ifadesizce baktı gözlerine Aetos. İfadesizliğinden de anlaşılacağı üzere, yaşamak uğruna epey direnmişti. Barlas ona doğru hamle edip hiç tereddütsüz alana çıkarken, "Hayır! Geri çekilin!" diye bağırdıysa da geç kaldı. Barlas'ın sağ kaburgasına devasa bir büyü çarptı, Ölüm Duvarı'na doğru üç beş metre yuvarlandı. Acıyla inleyip doğrulduğu sırada, büyüyü yapan kişiyle karşılaştı; sarı kahve, bakımsız saçları omuzlarına kadar düşmüş, gri gözleri nefretle fır dönen, çelimsiz, orta yaşlı bir adamdı... Nefret dolu bakışlarına bakılırsa, arkasında duran Tedan'ının öldürdüğü Martel'in abisiydi bu: Bertram. Bu anı büyük bir hasretle beklediği her halinden belliydi, nefretin perdeler indirdiği o bir çift gözde peyda olan zafer belirtisinden anlaşılıyordu. Ölüm Duvarı'nın ruha dokunan enerjisi içinde, Bertram'ın etrafa saçtığı negatif enerji oldukça pasif kalsa da, bir şekilde hissediliyordu. "Onunla savaşmayın Efendi Barlas!" dedi Aetos iç sesiyle, bu şekilde konuştuğuna göre Bertram iç seslerini duyamıyordu, "Kaybedecek hiçbir şeyi olmayan bir adam o, kendi kendinize zarar vermekten farksız olur bu. Kankalem hemen ardımda, emektar çakım da. Onları alın."
   Barlas aynen söylenildiği gibi yapmak üzere atak yapıp Keramun'un ardına kadar vardığı sırada Bertram acıyla kahkaha attı, "Koskoca Othena böyle mi kurtarıyor Tedan'ını! Ne acı! Godzar'ı ve diğerlerini de böyle mi atlattınız muhterem efendim!" Barlas durdu.
   "Durmayın Efendi Barlas! Onurunuzu kullanacak kadar aşağılık!"
   Barlas, ondan yaşlarca büyük bu iki farklı adamın ortasında, efendi yakıştırmasıyla bulunmaktan mutlu değildi. Evet, şimdiye dek Diyar'da onlarca kişi önünde eğilmişti ancak ilk kez bu kadar gocunuyordu. Tüm öfkesinden arınarak Bertram denen adama yaklaştı, onun yaklaşmasıyla birlikte Aetos'un gözleri korkuyla canlandı. Barlas'ın bu ani yaklaşımına karşın Bertram da şaşırmış olacak ki ifadesizce, kıpırdamadan bekledi. "Yorgunum..." dedi Barlas bedeninin ve ruhunun her boşluğundan yankılanıp yükselen sesiyle, "Yorgun olduğumu kestiremeyecek kadar yorgun... Sana saygıdan dem vurup laf kalabalığı yapmayacağım, seni Othena'yım diye aşağılamayacağım... Bu Dağ'a geldiğimden bu yana bir kere olsun güvenemedim, sonunda güvendim diye kendimi kandırsam da, er ya da geç yolun sonuna geldim. Aylardır her şeyiyle işgal ettiğin bu adam, gerçekten güvendiğim adam. Saatler önce Othe Ataları çıktı huzurumuza..." Aetos ve Bertram aynı anda sarsılır gibi Barlas'a baktı. "Othen'imin ve yandaşlarının oynadığı aşağılık oyuna oldukça sert çıktılar, bakışlarıyla her birinin ruhuna korku saldılar… Eğer Kabile'ye aitsen, Kabile'densen, Atalar'ın sesine kulak vermelisin. Şüphesiz ki Aetos Keramun'u Tedan-ı Kamer seçen de onlar, beni Othena seçen de... ve sen, Hikâyeni biliyorum, nefretini anlıyorum..."
   "Nereden anlayacaksıni! Kardeşin oldu mu hiç!" diye gürledi Bertram içinden.
   "Seni duyuyoruz..." diye devam etti Barlas, Bertram şaşkın bir ifadeyle etrafa bakındı. Barlas Aetos'a baktı, "Birbirimizi duyduğumuz gibi... Hiç kardeşim olmadı, haklısın. Şunu anlamalısın ki, güvendiğim adam her şeyi benim için yaptı. Kardeşini öldürmüş olması gerekmezdi belki, ama Tedan'ımın asli görevini kendi gerçekleştiren biri, yarın öbür gün Tedan'ımın yerine de geçmek isteyecekti… Olay yalnızca bir mektubu yerine koymak değildi, bu hem Aetos için, hem de benim için bir tehditti."
   "Vazgeçirmeye çalıştım!" diye deli gibi inledi Bertram, "Bunun istemekle değil, özveriyle elde edildiğini, ne kadar yeni Othena için dört dörtlük hazırlansa da, seçilecek olan Tedan'ın Atalar tarafından seçildiğini defalarca söyledim! Uğruna ölecek ne vardı ha!"
   "Gördüğün gibi ortada bir suçlu aramıyorum." dedi Barlas Bertram'ın acısına ortak olup, ardından büyük bir soğukkanlılıkla genel bir kanıya vardı, "Aslına bakarsan, Tedan'ı mı alıp buradan gittiğimde her bir kavramı yeniden ele alacağım, görünen o ki bazı şeyleri çözemememizin nedeni, olaylara ve olgulara Gizem Diyarı'nca bakmamamız." Sanki her şey olağanmış gibi Aetos'un yanına gidip çarmıhın ardında duran Kankalem ve Çakı'ya uzandı.
   "Artık herhangi bir yere ait değilim ve haklısın lanet olası! Her şey senin için yapıldı! Senin gibi yakışıksız bir Othena için!" diye yeniden gürledi Bertram, vücudundaki tüm büyü gözlerine birikip Barlas'ın üzerine öldüresiye akın etmeye başlayınca, Barlas büyük bir öfkeyle gözlerinin büyümesine izin verdi.
   Barlas’ın gözlerinden fırlayan şeffaf bir duvar önüne siper olurken, Bertram'ın etrafında, onu çepeçevre saran ateşten bir daire yükseldi. Dairenin özünden fışkıran ölümcül, mor alevler giderek Bertram'ı sıkıştırırken Bertram'ın sol bileğinin içi onca ateşin içinde görülebilir bir parlaklığa erişti… Karşısında duran adamın bilekiçinin parlamış olması Barlas'ı kendine getirmiş olacak ki, göz beyazını işgal eden gözbebekleri giderek küçüldü, "İflah olmaz mısınız siz!" diye kükredi, Bertram yalvar yakar dizlerinin üstüne çökerken azalmakta olan ölümcül alevleri gözünün parlamasıyla birlikte yönlendirerek, neredeyse Aetos'un bedeniyle iç içe geçmiş çarmıhı tutuşturdu. Çarmıha her ne tür bir kara büyü yapılmışsa, mor alevler büyüyü yok ederken, çarmıhtan insani feryatlar yükseldi. Aetos Keramun yere kapaklanıp bir süre öylece durdu, omurgaları eski haline dönene kadar epey acı çekecekti belli ki, derken Barlas zamanla düzelir inşallah diye kendi kendini teselli ederken, Keramun tüm gücüyle omurgalarının yerine oturması için vücudunu esnetti. Onun çıplak bedeninden çıkan, birbiri ardına kırılıyormuş gibi yükselen kemik sesleri bile Barlas'ın içinin cız etmesine yetmişti, "İyi misin!" diye endişeyle sordu, Aetos ağırbaşlılığını muhafaza ederek onun yüzüne döndü. Barlas'ın hatırladığı kadarıyla ona gülümsediği ilk andı bu.
   "Biraz acıttı Efendi Barlas... Biraz acıttı..." dedi huzura ermiş gibi, "Yaşadığım, yaşadığınız son acı olsun bu..."
   "O iş zor biraz." diye karşılık verdi Barlas, "Ama artık sen yanımda olduğuna göre, daha az acı çekeceğim kesin..."
   "Ölüm Duvarı'na dokunmak ister misiniz?" diye sordu Aetos.
   Barlas büyük bir ilgi ve alakayla Ölüm Duvarı'na dönüp tükenmeyen tavafı izledi… Boynunun arkası kaşınıp aşınmaya başladığına göre, Ölüm Duvarı'nın da üçüncü gözü buyur edecek bir geçmişi vardı, "Belki başka zaman..." dedi tüm arzusunu bastırarak, "Yeni bir tokat yemeye hazır değilim." Aetos, Barlas'ın bahsettiği şeyi anlayamamıştı ancak o yerde duran Çakı ve Kankalem'i huşuyla alırken Barlas, Kehanet Duvarı’nı ve ondan gölgesini alan Bekçi'yi uzunca yad etti. Ölüm Duvarı'nın bulunduğu, iç huzura karşı epey kemirgen olan bu alandan ayrılırlarken, Barlas ardına bakıp, dakikalardır yerde, dizlerinin üstünde öylece duran adamı izledi, "Sence ne yapacak?" dedi Aetos'a yetişip; doğrusu neredeyse iki yıldır bir çarmıhta gerili olarak duran o değilmiş gibiydi, öyle hızlı yürüyordu ki!
   "Umarım, hatasız ve bilinçli yaşamak uğruna kurtulur oradan..." diye cevapladı Aetos, "...ve yine umarım ki orada kalıp kardeşine kavuşmak uğruna ölür."
   "İyi de cevap mı verdin şimdi sen? İki farklı istek bu?"
   "Ne de olsa ikisi de aynı kapıya çıkıyor Efendi Barlas..." dedi Aetos. Barlas başka işi yokmuş gibi, yol bitene kadar bunun anlamını düşündü. Üç Çatal'ın başına geldiklerinde, en ufak bir ses duymuyor olmalarına epey içerlediler. "Nasıl çıkacağız? Uzun zaman oldu hatırlamıyorum."
   "Aslında, çıkış yolunu biliyorum. Huzursuzluğumun sebebi başka. Buraya yalnız gelmedim."
   "Kimle geldiniz efendim?"
   "Alp ve Ecrin." dedi Barlas, ağzından çıkan iki farklı isim de mağara boşluğunda yankılanarak büyüdü, an itibariyle Ecrin ve Alp de İsim Büyüsü geçirir hale gelmişti. Bunu neden yapmıştı ki?! Ardından kendini suçlamaktan vazgeçmek istedi, bıkmıştı belli ki! Kendi isimlerini kullanmak bir özgürlüktü ve özgür kılmak istemişti hepsini. Ne de olsa alacaklarını almışlardı, Kovuklu Dağ'a geliş nedeni tam da yanındaydı ve görev tamamlanmıştı.
   "Nereye gideceğiz Efendi Barlas?" dedi Aetos ilgiyle,  hoşnut gözükmüyordu.
   "Aslında ikisine de gitmemiz gerekecek, Ecrin çıkmış olsaydı benim yanıma gelirdi, anlaşılan hâlâ daha çıkamamış. Alp de öyle, gerçi o önceliği Ecrin'e vermiş olabilir, ne de olsa benim kendimi koruyabileceğimi biliyor. Kısacası ortadaki yola gidersek en az birini bulmuş oluruz." Mağara aniden sarsıldı, Barlas ve Aetos istemdışı oldukları yere çöktü. İyi ki çöken mağara değildi, yüzlerine dökülen bir toz kütlesiyle bu sarsıntıyı atlatmışlardı. Ama... Ama tuhaf bir şey oluyordu, mağaranın içinde, üç çatalı da bağlayan, bir akım geziniyordu; sanki... Sanki bir şeyler anlamını yitiriyor gibiydi... "Her neyse, daha fazla vakit kaybetmeyelim." dedi Barlas giderek enerjisinin azaldığını hissederken, "Hadi Aetos, Ecrin'in yanına." Ortadaki yola dalıp koşar adım ilerlediler. Etrafta gezen o garip akım, görülebilir kıvama gelmişti artık; Barlas, ortadaki yolun sonundan onun üzerine doğru gelen, neredeyse şeffaf olan enerji kütleleri görüyordu, her biri üstünden geçip, Üç Çatal'ın başına doğru süzülüyordu. Şimdiyse duyabiliyordu... Çok uzaktan, aynı zamanda çok yakından geldiğini farz ettiği boğuk, cansız, olabildiğine çeşitli sesler işitiyordu... Allah aşkına! Neler oluyordu?.. Bir tehlike, bir savaş, tıpası çekilmiş bir anafor değildi bu... Peki ya neydi?.. Evet, düşüncelerinde tekrara düşecekti belki ama... Bir şeyler anlamını yitiriyordu... Buna emindi...
   "Efendim? İyisiniz ya?" dedi Aetos, Barlas'ın yüzünde can bulan bir yığın ifadeyi görünce.
   "İlk kez geliyor başıma, düşüncelerimde aksıyorum..." dedi Barlas, "Sen de hissetmiyor musun?"
   "Nedir o?"
   "Bir şeyler çekiliyor gibi, bir şeyler yitiyor sanki." Barlas, Aetos'un yüzündeki anlamaz ifadeyi görünce daha da bundan söz etmedi, iki yıl boyunca vücudunda ve ruhunda yer eden bir çarmıhta gerili duran birinden böylesi karmaşık, böylesi aksak hisler bekleyemezdi belki de. Sonunda, giderek zayıflayan altın renkli bir ışık kümesi gördüklerinde, Öz Tılsım'a vardıklarını anladılar… Hâlâ orada durduğuna göre... ve ses de çıkmadığına göre...
   "Ben, emin değilim." dedi Barlas içten içe dehşete kapılıp, "Yani, Ecrin'i ve Alp'i yanımda getirdiğimden..." Aetos Keramun, deli gözlerle Barlas'a baktı, "Bakma öyle... Korkutuyorsun..." diye ekledi Barlas, "İçinde bulunduğumuz mağaradan kaynaklı mı bu bilmiyorum. Aslına bakarsan, bir an kafamı başka tarafa çevirecekmişim de, tekrar döndüğümde seni de yitirecekmişim gibi hissediyorum... Keramun?.. Gerçeksin dimi?.."
   "E-ef-efendim?" diye kekeledi Aetos, "Siz gerçekten kendinizde misiniz?.."
   "Şey, ben... Özür dilerim. Asıl ben seni korkutuyor olmalıyım bu şekilde. Böyle olmaz, en iyisi gidip görmek."
   "Katılıyorum Efendi Barlas... Sonrasında kimse Othena'yı, Penthea'yı, Kihirus'u ya da daha fazlasını ruh sağlığı bozuk biri olarak hatırlamak istemez. Sabredin, Dağ'dan çıktığımızda her şey düzelecek..."
   Barlas konuşmadı, bunun her ne kadar çılgınca olduğunu bilse de, içinden kayıp giden enerjiye ve bilinememezliğe sebep, sanki, gerçekten de Tedan'ı yanından kaybolup hiçliğe karışacakmış gibi hissetti… Hatta bu yüzden Aetos Keramun'a, mimikleriyle uzun süre sitem etti… Ölüm Duvarı'nın olduğu alandan çok daha küçük olan bu yeni alanda gözlerine ilk çarpan şey, haliyle, Öz Tılsımlar'dan Tomris Risus oldu. Tomris'in, diğer tılsımdaşları gibi parıldayan altın rengi, bu küçük alanda minyatür bir güneş oluvermişti. Barlas, Tılsım'dan kopup uzaklaşan o enerjiyi bu denli yakından izleyince, Keramun'a dönüp 'Görmüyor musun yani?' demek istediyse de, buna cesaret edemedi. Etrafta herhangi bir koruyucu, şeytani bir asker vesaire yoktu; bu yüzden Tılsım'ın apaçık, her şeyiyle ortada durması, hiç de hayra yorulacak türden değildi. "Sen geride kal." dedi Barlas, Aetos'a dönüp, Aetos bunu seve isteye kabul etti; öylece durup, Tılsım'ın güzelliğini seyretmek işine gelmişti. Sonunda Barlas Tılsım'ın yanına vardı, "Tomris Risus... Merhaba..."
   Başta Tılsım'dan hiç yazı gelmedi, Barlas ümidi kesmişti ki Tılsım titreyip duruldu, "Merhaba Hiero..."
   "Burada bulunma nedenimi biliyor olmalısın, hani şu kehanet... Her neyse, seni almaya geldim, Tunga Bendis de bizimle, Tansu'yu ve Toytimur'u elimizden kaçırdılar."
   "Demek kardeşim sizinleydi..."
   "Kardeşin mi? Kim senin kardeşin?"
   "Tansu... Onu çok özlemiştim."
   "İyi ya işte, olur da yeniden ele geçirirsek kavuşmuş olacaksınız, benimle geliyor musun?"
   "Öyle olsun Hiero, evet geliyorum." - "Arkadaşınıza yaptığım şey için,” - “umarım beni affedersiniz."
   "Ne?" diye şaşırdı Barlas, deli gözlerle etrafı taradı, sonunda şimdiye kadar fark etmediği, bir köşede, yerde kıvrılmış vaziyette yatan Ecrin'i gördü, "N'aptın ona!" diye deli gibi bağırdı.
   "Uyku laneti..." yazdı Tılsım'ın üzerinde, Barlas beyninden vurulmuşa döndü, "...ve üzgünüm ki gerçek aşkın öpücüğü derman olamaz..." - "Affet Hiero, sen olmayınca, her şey başka oluyor..." – “Kendimi korumak zorundaydım." - "Anlıyorsun ya, beni bulabilmen için..." - "Affedebilecek misin?"
   Barlas, Tılsım'ın her titreyişi, üzerinde beliren her yazı ardından başının döndüğünü, etrafın karardığını hissediyordu... Tılsım'dan, kendisinden ya da etraftan çekilip alınan enerjiler bir yana, böylesi bir durum çok daha güçsüz düşürmüştü onu. Çareyi Aetos'un yakasına yapışmakta buldu, "Ne olacak! N'apacağız! Aetos söyle! Bir çaresi olmalı!"
   "Affedin Othena'm ancak ben de bilmiyorum."
   "Lanet olsun! Anca af dileyin! Allah'ım! Delireceğim!" Ecrin'in yanına koştu, sarstı, öptü, okşadı ancak Ecrin en ufak bir uyanma belirtisi göstermedi. Ardından Tılsım'ın yanına vardı yeniden, "Bana bir yolu olduğunu söyle yeter, affediyorum, hak veriyorum! Şimdi söyle lütfen!" - "Sana yardım etmek isteyenler olacak..." -  "Sadece sabret,” - “çıkışa varmadan yol ayağına gelecek." -  "Bu laneti yalnızca bir kişi bozabilir."
    "Kim?"
   "İsim vermeyiz Hiero..." -  "Kehanetlerimizse yarım günün ötesine geçmez." – “Çıkışa birçok kişiyi taşıman gerekecek..." – “Taşımalısın, hepimizi taşımalısın..." Tam da o anda Aetos inlemeye benzer bir sesle olduğu yere çöküp halsiz düştü. Barlas, şimdi de onun bedeninden kopup Üç Çatal'a akan yoğun enerjiyi görmüştü. Onu halsiz düşüren buydu... Göremediği şey...
   "Arkamdan gelebilir misin?" dedi Barlas yalvarır bir tavırla Tılsım'a.
   "Beni, ona ver Hiero..." - "Kartal, yürüyemeyecek kadar güçsüz." - "Benim de gücüm yitiyor ancak,” - “gerekli yere kadar ikimizi de yeter." - "Biri özüne ihanet ediyor..." - "Korkarım ki bu, hepimizi bağlıyor.” - “Büyü yitiyor..."
   Büyü mü yitiyor?! Anlamını yitiren, her birinden çekilip alınan şey büyünün kendisi miydi?! Barlas büyünün yitmesi ile Gizem Diyarı'na gelecek olan felaketler silsilesini hayal dahi edemeden Tılsım'ı Keramun'un eline tutuşturdu. Keramun doğrulup ağır aksak yürümeye başlarken, o da Ecrin'i kucaklayıp peşine takıldı. Kim ihanet ederdi özüne?.. Aklına Hermes geldi ancak yıllar önce sonuçlanmış bir davanın yeniden gün yüzüne çıkması saçma olurdu... Düşündü... Kendisiyle neredeyse aynı olan Ecrin'in ağırlığının altında ezilse de bir an olsun aksamadan devam etti düşünmeye... Rüzgâr! Rüzgâr mı ihanet etmişti özüne! Çok uzaktı belki de ancak Hermes'i örnek alabilecek, ihanetini kaldıramayıp yollara düşebilecek bir Rüzgâr, çok olasıydı... "Dayan koca adam!" diye acıyla teselli etti Aetos'u.
   "Siz de dayanın Othena'm!.. Bizi güzel günler bekliyor!.." diye karşıladı Aetos, "Görüyorsunuz ya, yitirdiğiniz şey aklınız değil, bizler hep vardık ve hep olacağız. Böyle düşüncelerle yormayın kendinizi! Sizi anlıyorum, ben de hissederdim böylesini! Ölüm Duvarı'nın ahkamı bu, ölümü hatırlatmak istiyor..."
   "Sen de yorma kendini!" dedi Barlas kucağında tuttuğu bedeni hizaya sokup, "Tüketme enerjini, çıkana kadar lazım o enerji bize..."
   Anın bilinmeyen boşluğuna doğru akıp giden enerjilerle, uzunca bir süre yol aldılar. Çıkabilmeleri, bu yola girmelerinden çok daha uzun sürmüştü. Havai, görkemli, özü kutsal bir köprünün temeli sarsılıyor gibiydi; gözlerinin içlerini sıradanlık dolduruyordu. Üç Çatal'ın başına geldiklerinde yalnızca enerjilerin değil, görüş açılarına giren her bir şeyin aynı yöne aktığını gördüler; sanki bastıkları zemin, soludukları hava, her biri bir çeşit yanılsamaymış da, şimdi gerçek varlıklarına evriliyorlardı. Barlas, kucağında neredeyse soluksuz uyuyan bedene, yanı başında süklüm püklüm yürüyen iri cüsseye, yitip giden gücüne birbirinin peşi sıra sövgüler yağdırıyordu. Alp'in girdiği yola girdiklerinde, bedenlerini geçiş aracı ilan eden enerjilerin yoğunluğu altında az kalsın ezilecek gibi oldular. İlerledikçe içlerine inanılmaz bir coşku, ilahi bir huşu doluyordu; kalpleri çarpmaktan öyle yorgun düştü ki yavaşlamak zorunda kaldılar. Bu yol, Işıkkıran'ın girdiği yol, diğerlerine göre çok daha kısaydı... Ne var ki ötesinde, bu kısa mesafenin hemen ardında manası anlam denizinde anlamını bulamamış, İnsan zekasının çok üstünde bir varlık hüküm sürüyordu... Ezelden ebede tüm maddeleri yerle yeksan eden bir varlıktı bu, ruhun varlığını maddenin ta kendisi ilan eden bir kılavuz...
   Barlas biliyordu; hissediyor, yaşıyordu... Büyü'nün kalbindeydiler, tıpkı bu mağaranın girişini örten kara büyü kadar katıksız büyünün... Ölüm Duvarı'nın, küçük bir Öz Tılsım'ın hüküm sürdüğü diğer alanlardan çok daha büyüktü bu alan... Çok, çok daha büyük... Yoksa, Kovuklu Dağ'ın kendisi kadar mı?.. Bunu bilemezdi, virajlar alan alanın bitiş noktasını göremiyordu çünkü... Mağara duvarı demeye on binlerce şahit isteyen duvarlar, ışıktan zerre nasibini almadan, için için, delicesine parıldıyordu... Sanki gökyüzünün yıldızları, yapılacak mühim bir toplantıya sebep, buraya toplanmışlardı... Barlas aklı başından giderken, Ecrin'i ağır ağır altlarında ırmaklar oluşturmuş enerjilerinin üzerine, zemine bıraktı. Tomris Risus, varlığını korumak adına, Aetos Keramun'un büyük ellerinden sıyrılır sıyrılmaz Aetos, Ecrin'in yanına, yere uzanıp kaldı. "Yardım et Barlas!" diye naif bir ses yükseldi yakınlardan, "Bunu tek başıma yapamam, kardeş ol gözüme..."
   Barlas tanıdığına emin olduğu sesin sahibini aradı etrafta. Çok sonra, enerjilerin üstünde yer ettiği ışıktan bedeni görebildi; bir İnsan'dan daha çok, İnsan formuna girmiş ışığı andırıyordu bu beden, "Alp!" diye haykırdı, onun sesiyle birlikte enerji ırmakları taşıp çağladı, "Sen... N'apıyorsun?.."
   "Büyü'yü yok ediyorum Barlas..." diye atıldı Alp, ses tonunda öfkeden de nasibini almış bir kabulleniş vardı, "Daha da doğrusu, Büyünün Ruhu'nu... Sevmiştim oysa, büyünün varlığı huzur veriyordu, büyü bana hem ana hem baba, hem de kardeş oldu bunca zaman... Ama görüyorsun Barlas, yaşadıklarımızın sebebi büyü..."
   "Devam etme!" diye dehşete düştü Barlas, anlayamadığı bir korkuyla büyünün yok olabilme ihtimali tüm uzuvlarını uyuşturmuştu... Sesi titriyordu, karşısında duran kişinin bunu yapabilecek gücünün olmadığını bilse, en azından bunu yapamama ihtimalinin fazla olduğunu düşünse bu kadar sarsılmamış olurdu, "Yaşadıklarımızın sebebi büyü değil, onu doğru kullanamayan bizleriz..."
   "İyi ya işte, bizler büyüyü anlayabilecek, yaşayabilecek, büyünün ruhuna sahip çıkabilecek varlıklar değiliz... Hiç olmadık, olamayacağız."
   "Alp-"
   "Barlas! Lütfen!" diye sözünü kesti Alp, "Yalvarıyorum sana, düşüşünden sonra kaç farklı kitaba sarıldım, kaç farklı satırla günlerimi geçirdim bilmiyorsun... Çoktu Barlas, çok fazlaydı... Aslında her biri, aradığım şeyi defalarca gözüme soktu ama bunu kabullenememiştim... Kendimi bu gerçekten öyle soyutladım ki, bir vakit sonra başka bir yolu olduğuna ve çıktığımız pek mühim yolculuk sırasında bu yolu bulacağıma kendimi inandırdım... ve şimdi Barlas, Üç Çatal'lı yolun başında korkularım öyle kuşattı ki etrafımı, korkularımla yüzleşmek istedim... Gerçek beni buraya getirdi, Büyünün Ruhu'na... En başından beri yapılması gereken adına... Büyünün Ruhu yok olduğunda Barlas, toprağa karşı daha sağlam duracağız, Diyar'ın türlü oyunları her seferinde gelip bulamayacak bizi, güzelliklere veda edeceğiz belki ancak kara büyü de yok olup gidecek... Karanlık, şeytani, ölümcül ne varsa... Büyünün Ruhu yok olacak Barlas, Ruh yok olduğunda ya da en başından beri var olmadığına inanıldığında, madde kalacak geriye... Boş, anlamsız, matematiksel, hesaplarla örülü maddesel dünya... Anlama veda edeceğiz, umuda veda edeceğiz... Ama, her şey olması gerektiği gibi olacak, bir döngünün herhangi bir parçası olduğumuza inandığımızda, bir döngünün herhangi bir parçası olacağız... Böylece hepimiz bu oyundan kurtulacağız... Anlamsızlık adına söylediklerim incitebilir, sert ya da itici olabilir, ama gerçeğim bu, öyle ya, belki gerçek bu..."
   "Bu, sen değilsin Alp... Sen değilsin Işıkkıran..." dedi Barlas gözleri dolarak, "Yapma... İncitme gerçeğini..."
   "Yardım et Barlas, bunu tek başıma yapamam... Kıyamet Vadisi'nde uzattığım yardım eli hatırına, kardeş ol gözüme..."
   Barlas, Alp'in ağzından dökülen kelimelerin Alp'e ait olup olmadıkları konusunda epey şüpheye düşmüştü... Ne var ki içinde bir yerde, bir köşede ona sürekli gerçekleri fısıldayan iç sesi, duyduklarının Alp'e ait olduğunu söylüyordu. Ne yapacağını bilemedi; rüyalarında, düşlerinde, içsel yankılarında dönüp duran metaforların tam ortasında, gerçek zamanda ve şu anda bunları yaşıyor olmak, bu durumda olmak oldukça rahatsız ediciydi... Hatırını istemişti Işıkkıran... Nasıl geri çevirebilirdi ki?.. Sonrasında doğacak felaketleri düşünmemeye, kalbinin ve beyninin derinliklerinde bu ikileme yer vermemeye çalışarak, kardeş olmak için hareketlendi Alp'in gözüne... "Toprağı güçsüzleştireceğine inanıyor!" diye bir ses geldi arkasından, irkilerek döndü, Orta Zümre Reisi Sildu'ydu bu... Ama burada ne işi olurdu?! "Çok yanılıyor! Ölüm'ü unutuyor! Eğer Büyünün Ruhu yok edilirse, ölüm yeniden cesetler yaratacak! Bedenimiz Diyar'ın tılsım tozlarına karışmayacak... Toprağın sahip olacaklarını bir düşünün efendim! Durdurun onu! ve... Başka bir şey daha var..." Barlas şaşkınlıkla başka şeyin ne olduğunu duymayı beklerken, Sildu'nun hemen ardından biri çıktı... Barlas'ın baştan aşağı kanı dondu, kendisinden hiçbir farkı olmayan bir Barlas'tı karşısındaki... Ona öyle anlamlı, öyle içten bakıyordu ağzını açtığında geriledi…
   "...ve kendisini yok edemez!" dedi Sanberk, Barlas geriye doğru giderken açıkladı, "Her şeyi anlamlı hale getirecek ve bir o kadar karmaşa yaratacak bir mektup aldım. Oktar göndermiş... Alp, Büyü'nün ruhu zaten... Eğer yapmak istediği şeyi başarırsa, kendini yok edecek..."
   Barlas geriledi, geriledi... Kâbuslarından fırlayan, çocukluğunda ismini 'Berk' koyduğu öcüsüyle karşı karşıyaydı... Kendisinin dahi unuttuğu, geçmişinin karanlık dehlizlerinde yer eden bu anıyı hatırlayınca yutkundu, büyükannesini belki de her gece ağlayarak uyandırırdı bir zamanlar... Kıvanç'ı tanımadan önceydi bu... Kâbuslarında ondan farksız biri vardı, gülüyor, eğleniyor, simasını hatırlamadığı yaşlı bir adamla sohbet ediyordu... Sonra... Sonra aniden ona dönüyor, onun üzerine yürüyordu... "Bir gün karşılaşacağız..." diyordu, "Ruhunu kemirmek için yanına varacağım..." Barlas hıçkıra hıçkıra ağlıyor, yatağında hoplayarak büyükannesine gidiyordu... "Berk.." diyordu hıçkırarak, "Berk çok kötü bir çocuk büyükanne... Beni bugün de korkuttu... Yarın yine gelirse, ona kızar mısın?.." Gümbürdeyerek çağlayan enerjiler, Barlas'ın kapıldığı dehşete ithafen her tarafa saçıldı. Artık, altlarında enerji ırmakları yoktu, daha çok dev bir ırmağın içinde boğuluyor gibiydiler…. Barlas bunu mağaranın ona oynadığı, en gizli korkularına saldıran bir oyun sanmış olacak ki, Layn Katliamı'ndakiyle yarışır bir korkuyla gözbebeklerinin büyümesine salık verdi. Sanberk'in çelimsiz bedeni ayaklarının yerden kesilmesiyle bulundukları alanın tavanına doğru savruldu. Aynı anda Sildu ve henüz daha fark bile edememiş olduğu Arya bağrıştılar. "Othena'm!" diye gürledi Sildu dehşet içinde, "Bu bir oyun değil!"
   "O senin ikiz kardeşin aptal şey!" diye atıldı Arya, "Onu öldürecek misin yani!" Barlas yeni bir dehşetle ikinci hamlesini yaptı, Arya da tavana doğru savruldu. Görünüşe bakılırsa, Sanberk de, Arya da bu ani savrulmaya karşılık dillerini yutmuştu; ikisinin de yüz hatlarında korku dolu ifadeler vardı ancak tek bir ses bile çıkaramıyordular.
   "Kendinize gelin Othena'm!" diye yeniden gürledi Sildu, "Kız haklı, o sizin kardeşiniz! Gelip beni buldular! Kardeşiniz Basagar tarafından yardım alarak, kayalar arası geçiş yapmış, sizi kurtarmak için önce Hanedanlığa uğramış, oradaki dostlarınız buraya geldiğinizi söylemişler! Bundan yarım ay önce yola çıkmış. Olacakları tahmin eden bir dostunuz varmış, Oktar! Hanedanlıkta yaptığınız şeyin aslını öğrenmiş ve bir mektup yollamış!" Barlas Sildu'nun her yeni cümlesinde yatışırken, artık sesi dahi çıkamayan Alp'in üzerine enerji kümeleri devrilmeye başlamıştı. "Tedan'ınızın tedaviye ihtiyacı var! Sevgiliniz Uyku Laneti'yle lanetlenmiş! Arkadaşınız kendini yok etmek üzere! Lütfen gerçeklere kulak verin ve bir an önce gidelim buradan! Yolumuz uzun! İhtiyacımız olan her şeyin elinde var olduğunu bildiğim bir şifacı var öte topraklarda. Külem Köy'e varıp, Ölüm Nehri'nin üstünden geçerek, Hakikat Ormanı'na gitmeliyiz. Şanlı soy Teak, üzerindeki giz perdesini aralayıp, içeri girmemize izin verecektir! Şifacı Keşiş orada!.."
   Barlas Sildu'nun söylediği birçok şeyi anlamadı ancak kendine gelerek yaptığı şeyi sonlandırdı. Sanberk ve Arya yere kapaklanıp soluk soluğa doğrulurlarken, hızla arkasına dönüp gözlerini parlattı. Gözlerinden şiddetle fırlayan büyü, Alp'in ışıktan bedenini bulduğunda, Alp öyle yalpaladı ki zarar verdiğinden korktu. Alp'in yalpalaması ardından gözlerinden çıkan ışınların sönmesiyle, etrafı kuşatan enerjiler dağıldı... Neye şaşıracaktı?.. Hangi gerçeğe kapılıp sarsılacaktı?.. Sebatkar ruhunu nasıl sağlığına kavuşturacaktı?.. Gidip Alp'in koluna girdi, Alp'in kan çanağına dönmüş gözlerini görünce kederlendi; Büyü'nün Ruhu canına kastedildiği için ürkekti, özüne ihanet edip kendi canına kıydığı için kirliydi... Yalnızca özü değil, duyguları ve hisleri de kirlenmişti... Taşıdı Barlas... Öz Tılsım'ın da dediği gibi, birçok şey taşıdı... Taşımalıydı... İsmini dahi bilmediği ikiziyle göz göze geldiğinde, oldukça korkmuş olduğunu görüp içerledi elemle, o özür dilemek için yeltendiğinde, ikizinin gözlerindeki ışık süzülüp bakışlarına işledi... Ses edemedi, bedeni kadar ruhu da titrekti...
...          Alp, Ecrin, Aetos, Sildu, Sanberk, Arya, Tomris... Hepsinin içinden bir feryattır yükseldi... Feryatlar önünde açılan dört farklı deliğin boşluğunda yankılanıp birleşti, birleştiği gibi gidip hiçliğin içindeki beşinci deliğe girdi... Beşinci deliğin içinde bir karadelik açıldı, etrafındaki tüm gerçekliği yutarak onu yakaladı... Acımasız dokunuşlarla içine işlemeye başladı... "...İçinizde gören var mı! Ne olacağını gören var mı! Ben göremiyorum! Gören var mı!.." …
 
 

-{.o.}-
Bölüm Sonu

 
 

"Feleğin çarkında dönüp durdu anın izleri,

Bir minik yürektir mirengi??? edildi,

Karanlık kaderin şaşmazdı hedefi,

Anın geleceği yiyip bitirdi geçmişi..."

( Nessa / Diyar'ın Yalancısı - Derlemeler )
 

Lütfedilmiş ( GDS )Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin