where have you been

187 21 0
                                    


"Nasıl hissediyorsun?" neyle ilgili sorduğunu anlamıyormuş gibi davranıp beşiğinde uyuyan kızıma bakarken gülümsedim. "Yorgun, uykusuz ama mutlu. Uzun zaman sonra ilk defa hayatım tamamlanmış gibi hissediyorum." Kafasındaki minik saç tellerine parmak uçlarımla dokunurken derin bir nefes aldığını duydum.

"Anlaşılan hala konuşmak istemiyorsun?" Louis gözlerini yüzüme dikerek sorduğunda gözlerimi istemeden de olsa ona çevirdim. "Onunla ilgili konuşacak hiçbir şeyim yoktur belki de. Bu ihtimali hiç düşündün mü?" beni çözmek istercesine yüzümü incelediğinde tek yaptığım bakışlarımı kaçırmaktı. Sakladığım öfkemi, sevincimi, özlemi ya da kararsızlığı görmesinden korkuyordum.

"Hiçbir tepki vermedin," dedi bu halime anlam veremiyormuş gibi. "Tek bir şey söylemedin o yokmuş gelmemiş gibi davranıyorsun. Kendini, hislerini bu kadar içinde tutarsan zararı sadece yine kendin göreceksin." Elini omzuma yasladığında gardımı indirmeye başladığımı hissedebiliyordum ama artık izin veremezdim. İstediği zaman gelip hayatıma aniden dahil olabileceğini beni yeniden yıkabileceğini sanıyorsa yanılıyordu.

Derin bir nefes alıp başımı iki yana salladım. "Konuşmak istemiyorum." Ayağı kalkıp odadan çıkarken peşimden geliyordu. "Sonsuza kadar kaçamazsın. Ondan kaçsan bile kendinden değil." Sonunda salona vardığımızda ortada dikilip birbirine efelenmeyi artık bir ritüel haline getiren iki erkeği gördüm. Hep orada duran birer heykel gibiydiler.

"Neden burada?" dönüp Louis'e sorduğumda Louis sadece haberinin olmadığını belirtecek şekilde omuz silkip koltuğa oturdu. Hastaneden eve geldiğimizden beri bu görüntü aynıydı. Sürekli kavgalarına şahit olmaktan ve onun bir türlü laftan anlamamasından bıkmıştım.

"Konuşmak istiyorum." Bana yalvarırcasına bakan gözlerine karşılık duruşumu bozmamış olmam onu tutunduğu ihtimallerden daha da uzaklaştırıyormuş gibi omuzlarını düşürerek fısıldadı. "Lütfen." Brooklyne dudaklarından alay dolu bir nefes bırakıp başını iki yana salladığında vereceği tepkiyi ve ortalığın iyice karışacağını anladığım için "Bahçeye gidelim." Diyerek ona baktım.

Kafasını sallayıp koltuğun üzerine bırakılan ceketi aldıktan sonra hemen peşimden dışarı geldi. "Hava soğuk." Aldığı ceketi omuzlarımın üzerine bırakıp geri çekildiğinde sadece gülümsemeye çalıştım ama başarılı olup olmadığımı bilmiyordum.

Ne diyeceğini ya da nereden başlayacağını bilemiyor gibiydi. Avuç içlerini sürekli pantolonuna sürüyor ya da gözlerini benden kaçırarak etrafa bakıyordu. Onu ilk kez bu kadar... çaresiz görüyor olmak beni neredeyse ağlatacaktı ama karşısında güçlü durmam gerektiğini biliyordum. Çünkü muhtemelen bebeğe ya da bana karşı herhangi bir sorumluluk istemediğinden ya da okulunu böyle bir sebep yüzünden aksatamayacağını, baba ve öğrenci olmayı aynı anda yürütemeyeceğini söyleyecekti. Belki de kız arkadaşıyla güzel bir ilişkisi vardı, bir bebek yüzünden mahvetmek istemeyeceği kadar güzel bir ilişki.

"Bir şey söyleyecek misin?" sabırsız görünmemeye çalışarak bir süre bekledikten sonra dayanamayarak sorduğumda sesimi duymasıyla bir rüyadan uyanır gibi irkilerek gözlerimin içine baktı. Kızgın bir çift güneşe bakıyormuş gibi hissetmekten kendimi alamamıştım. Onu görmeyeli ne kadar oluyordu? Yaklaşık bir yıl sanırım. Peki ben neden sanki çok uzun zaman geçmiş gibi böylesine özlemle dolduğumu hissediyordum? Hormonlar mıydı? Sikeyim mantığımı devreye sokabilsem ona konuşması için bu kadar zaman bile sunmazdım.

"Özür dilerim, ben... Gerçekten ne diyeceğimi bilmiyorum ama seni orada görmeyi beklemiyordum ya da bebeğimiz-" diyerek başladığında bu konuşmaya daha fazla can çekiştirmemeye karar vererek devam etmesine izin vermedim. Ya da gerçekleri ondan duymayı kaldıramayacağım içindi bu çabam. Bilmiyorum...

ZAYN'S aNd Rose'S🌹Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin