Selam. Gerizekalı yazarımız yanlışlıkla bölüm sildiği için çok daha farklı bir bölüm yazacak. Kusura bakmayın :')
"Yemeyecek misin?"
Aynanın karşısında birbirine dokunan bedenimize baktım. Kollarındaki yaralar ortadaydı. Onun da bandajları yoktu ve yaralarını görebiliyordum. Elimde kıpkırmızı bir elma tutuyordum. Elmaya baktım daha sonra kolumu sıyıran uzun ellerini hissettim. Elmayı yavaşça ağzıma götürmeme yardım etti. Elmadan bir ısırık aldım.
"Afferim kızıma..."
Gözlerimden akan sıcaklık üzerine tekrar önümüzdeki aynaya döndüm. Kan akıyordu. Daha sonra etrafımızdaki ruhları daha net bir şekilde görmeye başladım. Sonrasında duvardan kanlar akmaya başladı ve yerde birisini gördüm. Kanlar içinde yatan kişi Sokunosuke-san'dı. Daha fazla ağlamaya başladım. Dazai-san yavaşça başımı okşadı.
"Elmayı yememen gerekirdi..."
"HASSİKTİR!"
Ne biçim bir kabustu öyle. Gerçek olacağını düşünmek bile tüylerimi ürpertiyordu. Yataktan kalkıp iyice ayılmak için banyoya gittim. Buz gibi bir su ile yüzümü yıkayıp kendime geldim. Bu kabus beni rahatsız etse de üzerine çok düşünmek istemiyordum. Yine de Sokunosuke-san'ın durumu öğrenmek kötü olmazdı.
"Alo Dazai-san."
"Efendim Natsuo-chan?"
Uykulu sesi çok güzel çıkıyordu. Yeni uyanmış gibiydi.
"Yeni mi kalktın?"
"Evet."
"Ah şey ben kapatayım o zaman."
"Gerek yok. Sabah sabah ilk önce komşuların sesini duymak yerine tanıdığın birini duymak daha güzel oluyor."
"Anladım. Şey soracaktım Sokunosuke-san nasıl?"
"Odasaku mu..."
"Evet."
"Bir sorun mu var genelde onunla konuşmuyorsunuz diye biliyorum."
Adama kalkıp da rüyamı anlatacak halim yoktu sabah sabah.
"Hehe yok canım öylesine sorayım dedim işte."
"Bildiğim kadarıyla bir sorun yok. Senden ne haber?"
"Bende bişey yapmıyorum yeni kalkmıştım."
"Anladım. Ben kapatıyorum o zaman."
"Peki kendine dikkat et."
"Sende."
Telefonu kapattı. Sokunosuke-san'ın iyi olduğuna hala emin olamamıştım. İçimden bir ses kötü bir şey olacağını söylüyordu...
Dazai'nin gözünden:
Sabah ilk duyduğum sesin onun sesi olması hoşuma gitmişti. Yine de neden Odasaku'yu sorduğunu merak etmiştim. Ama fazla üstelememek en iyisiydi. Yorgun bir şekilde yataktan kalktıktan sonra yüzümü yıkayıp dişlerimi fırçaladım. Daha sonra aynanın karşısında bandajlarımı sardıktan sonra üzerimi giyerek evden çıktım. Normalde bu kadar erken saatte dışarı çıkmayı bende sevmiyordum ama yapacak birkaç işim vardı. Mori bugün benimle birşeyler konuşmak istediğini söylemişti bende bu yüzden yanına doğru yola çıktım.
Binanın önüne geldiğimde tanıdık bir yüz göremedim. Ağır adımlarla içeri girdiğimde Chuuya yine orada dikiliyordu.
"Heyy~~ Chuuya-kun~~"
"Sabah sabah geldi yine baş belası... Mori seni de mi çağırdı?"
"Evet. Hehe hadi gidelim~"
Chuuya ile birlikte asansöre bindik.
"Natsuo'dan ne haber o gelmiyor mu?"
"Bilmem öyle bişey duymadım."
"İkimizi çağırıyor ama onu çağırmıyor mu şimdi bu! Of cidden!"
Cevap vermedim. Asansörün yukarı çıkarken tek tek geçtiği katları izlemek daha eğlenceliydi. Geldiğimizi belli eden ses ile kapılar açıldı ve yine o uzun koridordaydım. Kapının önüne yürüdüğümde Natsuo-chan ile Ozaki konuşuyorlardı. Natsuo beni görüp gülümsedi.
"Oh Dazai-san geldiniz mi?"
"Seni de mi çağırmış?"
"Evet Ozaki-san söyledi."
"Anladım."
Ozaki'ye öldürücü bakışlarımı attıktan sonra odaya girdik. O dışarda bekliyordu. Natsuo Ozaki'ye döndü.
"Sen gelmiyor musun?"
"Oh hayır tatlım. Seni getirmem yeterliydi."
"Anladım."
Kapıyı arkamızdan kapattım. Mori koltuğunda oturmuş kucağındaki Elis'le oynuyordu. Daha sonra Elis'i kucağından indirip bize döndü.
"Evet şimdi. Siz üç silahşörler için küçük bir görevim var."
"Ne gibi birşey?"
"Son bir kaç günden beri şehirdeki ölümler artmış durumda. Ve bunu başıboş birilerinin yaptığı belli. Dedektiflik bürosu da bunu üzerimize yıkıyor ama kimin yaptığından hiçkimsenin haberi yok."
"Ne yani şimdi bizden bunu yapanı bulmamızı mı istiyorsun?"
"Evet. Akutagawa-kun'a söyleyecektim ama onun kızkardeşi ile meşgul olduğunu hatırladım. Bu yüzden aksiyon olmasa da bu görevi size veriyorum."
Chuuya bu sefer beklenilenin aksine daha sakindi. Son dediklerinin üzerine birşey demedi. Onun yerine Natsuo-chan konuştu.
"Şey... En son görüldüğü yerler hakkında falan bir bilgi var mı peki?"
"Oh evet. En son... Akutagawa-kun'un deposunun olduğu sokaktan bir iki sokak ötede."
"İyi de orası bar Lupin'e yakın değil mi?"
"Evet Dazai-kun. Bu yüzden senin yaptığını düşünenler de var."
Sessizce bir küfür savurdum.
"Almanız gereken bilgiyi aldığınızı düşünüyorum. Şimdi onu bulun."
Natsuo-chan eğilip selam verdi.
"Emredersiniz."
Natsuo'nun bu emirleri sorgulamadan yerine getirme huyu benimkine benziyordu. Geleceğinin de benimkine benzememesini umarak odadan ayrıldım. İkisi de peşimden geldi.
"Ee Dazai-san ne yapalım?"
"Sen inşaattaki güvendiğin adamlardan bir iki kişi al. Onlarla birlikte Lupin'in etrafında gez. Olayların olduğu yerden uzak durmaya çalış herhangi bir tehlikeye girecek kadar gelişmiş değilsin. Eğer bizim alanımızda çalışan birilerini falan görürsen öldürebilirsin. Onun dışında sivil falan görürsen dokunma. Zaten yapman gerekeni biliyorsun. Saat 12'de inşaatta olun. Oradan beraber gideriz."
"Tamamdır."
"Peki o zaman ben gidiyorum. Siz ikiniz ne haliniz varsa görün yapacak işlerim var."
Chuuya yanımızdan ayrıldı. Natuso ile ikimiz kalmıştık. Natsuo bana döndü.
"Geçen gün... Neden beni kurtardın?"
Sorusu ile afalladım. Ah bende bileydim de anlataydım be abisi. Kalkıp kıza saçların, gözlerin çok daha güzel geliyor diyemezdim ya.
"Bende bilmiyorum. Sadece... Yapmak istedim."
"Benim tanıdığım Dazai-san benimle ölürdü"
"Evet ama hayatımın içindeki boşluk doluyormuş gibi hissediyorum. Demem o ki bu sefer yaşamak biraz daha cazip geldi."
"Anladım..."
"E o zaman gidelim mi?"
"Neden olmasın."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Beni Sen Buldun. ||•Dazai X Reader•
Fanfiction𝐈 𝐬𝐰𝐞𝐚𝐫 𝐭𝐨 𝐲𝐨𝐮, 𝐈𝐟 𝐚𝐧𝐲 𝐨𝐟 𝐦𝐲 𝐟𝐫𝐢𝐞𝐧𝐝𝐬 𝐠𝐞𝐭 𝐡𝐮𝐫𝐭, 𝐈'𝐥𝐥 𝐤𝐢𝐥𝐥 𝐲𝐨𝐮 𝐰𝐢𝐭𝐡 𝐣𝐮𝐬𝐭 𝐨𝐧𝐞, 𝐨𝐧𝐥𝐲 𝐨𝐧𝐞 𝐰𝐨𝐫𝐝. Beni ay ışığında bulan bir adam... Bana yaşadığım onca şeye rağmen, ölümle burun buruna olma...