🌒
O gece her şey sıfırdan başlamıştı. Bizim inandığımız gerçekler yalanlarla kaplanmış, sanki yüzü buz tutmuş altında asla göremeyeceğimiz göldü. O gerçekleri sadece buzlar parçalanınca görebilirdin.
Sisten önünü görememekti bazı şeyler; yürüdükçe karşılaşırdın hakikatlere. Kendini parçalasan bile o adaleti kendin sağlamayacağın sürece anlamı yoktu çabalamanın.
Şimdi orman evinde tekli koltukta oturmuş tek tek her kese göz gezdiriyordum. Halleri zaten benden halliceydi. Kafam allak bullak, kalbim yaşadığım korku ve adrenalinin etkisini hala sürdürüyordu. Tüm hisleri aynı anda yaşamanın verdiği stresten kafayı yemek üzereydim.
Hızla ayağa kalktım. Arkamdan adımı seslenmelerine rağmen durmadım. Hızlı adımlarla ışıklarla süslenmiş gölün kenarına gelerek oturdum. Bacalarımı dizden kırdım ve dirseklerimi dizlerime yaslayarak başımı ellerimin arasına aldım. Yalnız kalmaya, nefes almaya ihtiyacım vardı. Sanki dünya üzerime yıkılıyordu. Zihnimde canlanan o anıları yok etmek için gözlerimi sımsıkı kapattım. Durdum. Bekledim. Ben durdukça daha çok hatırladım. Hatırladıkça kalbim göğüs kafesimde sıkıştı.
Ağlamak istedim ama yapamadım. Gözyaşlarım akmamak için yemin etmiş gibiydi. Başımı yaslamağa omuz olsa hüngür hüngür ağlardım ama o omuz bile yoktu. Her kes vardı burada bir o kadarda kimse yoktu. Yalnız başımaydım.
Derin nefes çektim ciğerlerime. Başımı kaldırdım gökyüzünde parlayan yıldızlara baktım. Dolunay vardı. O çok sevdiğim dolunayı bile gülümseyerek izleyemedim. Hep gökyüzüne baktığımda görmeyi beklediğim dolunayın görme sevincini bile yaşayamadım.
Gülümseyemedim.Çünkü...sevdiğim adam ölecekti.
O tek kurşunun kurbanı olacaktı.
Ben onu kaybedecektim.
Ellerimden onu sevdiğimi bile söylemeden kayıp gidecekti.
Ben bu felaketimi unutamıyordum.
Fırat telefonunu hoparlörden kapatarak kulağına koyup mutfağa geçti. Ardından neye uğradığımı şaşırarak baktım. Kalkıp yanıma bile gitmeye cesaret edemedim. Her şeyin ters gideceğine o kadar inandım ki, içimi kara bulutlar kapladı. Neler oluyordu, biz ne gibi felaketin içindeydik.
Fırat mutfağa gittiği on yedi dakika içinde dönmedi. Kafayı yemek üzereydim. Artık daha fazla dayanamayarak ayaklandım. Hızlı adımlarla mutfağa doğru geldim ve kapalı kapının tam pervazında Fırat’ın çıldırmış ama baatırmarak konuştuğu sesini dinlemeye başladım."Kenan, beni dinle oğlum..." dedi Fırat kızgın sesle. Bir durdu sanırım karşıyı dinledi ama sonra devam etti konuşmasına. "Kenan, bak sakın başına bela alma. Madem beni dinlemiyorsun kafanın dikine hareket ediyorsun et amına koyayım ama sana zarar gelirse bu defa seni gerçekten sikerim."
Hiç bir şey anlamıyordum. Neler dönüyordu. Kenan neredeydi bilmiyordum.
"Tamam. Ben şimdi çıkıyorum yanınıza geleceğim..." dediğinde refleksle kapıdan biraz çekildim. "İyi, merak etme. En geç yirmi dakikaya ordayım."
Kapıyı açtım ve mutfağa daldım. Fırat korkuyla yerinden sıçradı. "Sorun mu var Fırat? Gittin gelmek bilmedin." Dedim sorun olduğunu bildiğim halde çaktırmadan. "Hayır, işle ilgili konuştuk. Simdi gidiyorum ama mutlaka konuşacağız. Seni haberdar ederim." Diyerek omuzuma vurarak apar topar çıkıp gitti.
Arkasından boş bakışlarla baktım. Bir şeyler dönüyordu.
Neden depo dedikleri yerde Seçkini beklerken Onur gelmişti ki? Benim bildiğim Seçkin işlerine kimseyi alet etmezdi. Neden orada şimdi Onur vardı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MÜTENÂ
ChickLitBurnunu kulağımın arkasından köprücük kemiğime kadar koklayarak sürttü. Ona daha fazla yer açmak adına başımı geriye doğru yasladım. "Kokun..." Dedi boğuk ses tonuyla. "Şu narin tenin..." Diye koklamağa devam etti. Ayaklarımı yere basmakta zorluk çe...