13.Bölüm

26 1 0
                                    

🌒

Penceresi ıssız ormana bakan, rutubet kokusu bürümüş, hareket edip yürüdükçe ayağımın altında acayip sesler çıkaran tahtadan evin içinde açmıştım gözümü. Bir müddet karanlığa gözüm alışana kadar beklemiş, kendime gelmek için derin nefes alıp duruyordum. Pencereden sızan ayın belli belirsiz ışığıyla etrafı inceledim. Fakat gözüme görünecek nesne bile yoktu.

Duvardan tutunarak ayağa kalktım ve baş dönmeme rağmen pencereye doğru yavaş adımlarla yürüdüm. Sessizlikte beni rahatsız eden çürük tahta seslerini zihnimde bastırmaya çalıştım. Aksi halde bu beni fazlasıyla geriyordu. Eskimiş camları olan ama dışarısında demir parmaklıklar takılı olan pencereden becerebildiğim kadar gözetlemeye çalıştım etrafı. Her taraf kocaman ağaçlarla bürünmüş, korkunç manzara sunuyordu bana. Yalnız olmanın verdiği tedirginlikle içimde beni soğuk tere boğacak titreme yaşıyordum.

Nerede olduğumu bilmiyordum. Belki de burada tek başına bile bırakılabilirdim. Aceleci adımlarla küçük odada kapıya doğru yürüdüm. Tutacak kolu bile olmayan kapıyı ayağımla ve elimle zorlamaya çalıştım ama açılmadı. Belki kimse duyar diye bağırdım, tüm gücümü kullanarak kapıyı tekmeledim ama sesime gelen olmadı.

Korkudan ağlamaya başladım. Karanlık ve soğuktu. Korkuyordum. Yalnızdım burada tek başınaydım. Hıçkırıklara boğularak olduğum yere çöktüm. Bacaklarımı karnıma doğru uzatarak kollarımla sıkıca sardım. “Korkuyorum,” dedim titreyen sesimle kendi kendime konuşarak. “Çok korkuyorum.”

Ne kadar zamandı buradaydım  tek bir fikirim yoktu. Yokluğumun farkında olup beni arıyorlar mıydı bilmiyordum. Bildiğim beni buraya acımasızca hapsettikleriydi.

Elimden beni buradan kurtaracak hiçbir şey gelmiyordu. Beklemekten başka çarem yoktu. Kim ne istiyordu benden? Suçum günahım neydi?

Seçkin’in bana bunu yapacağına zerre kadar inanmıyordum. Ona içimden gelen tarifsiz dürtüyle inanıyordum. Bana bunları yaşatacak vicdanda birisi olmazdı. Ben en azından buna inanıyordum. Kafamın içindeki sesler susmuyordu. Küçük, eski ve rutubet kokan odada tek başına kafayı yemek üzere oturuyordum.

Ara sıra başımı dizime yaslayıp gözlerimi kapatarak duruyordum. Gözüm tek bir noktada pencereden sızan ay ışığındaydı.

Zehra’yı getirdim aklıma. Güvende miydi acaba dedim kendi kendime. Uyanmış beni kontrol etmiş miydi sebepsizce. Ya korkarsa yokluğumda, bulamasa beni hiçbir yerde. Biliyorum çok endişelenirdi benim için, ağlardı, korkardı. En çok kendini suçları hatta. Sokaklara düşer arardı beni.

Ağlamam daha da şiddetlendi. Sessizlikten ağlıyordum birazda. Uğuldayan kulaklarımın sesini bastırmak için susmuyordum.

Kenan’ı düşündüm. Benim için ne kadar endişeleneceğini, hatta kendini suçlayacağını. Yanımda kalsaydı böyle olmazdı diye kendini yiyip bitireceğini. Onunla beraber Rıza amcamın ne kadar endişeleneceğini, herkesin kendini suçlayacak konu bulacağını biliyordum. Kendimden çok onlar için endişeleniyordum şu anda. Benim yüzümden endişelensinler istemiyordum.

Başımı arkamdaki soğuk duvara yasladım ve yavaş yavaş aydınlanmaya yüz tutan dışarıyı izlemeye başladım. Zaman geçiyor, etraf aydınlığa bürünüyordu. Ben hala olduğum yerde aynı pozisyonda duruyordum. Tüm eklemlerimin bile ağrıyordu ama yerimden kıpırdayacak mecalim bile yoktu.

Dışarıdan gelen ayak sesiyle yerimden sıçradım. Kapının kenarından yana kayarak biraz uzaklaştım. Sesimi çıkarmadım. Sonunda benimle konuşmak için birinin geleceğini biliyordum. Ayak sesleri bazen yaklaşıyor, çok geçmeden uzaklaşıyordu. Birden fazla olduklarını tahmin ediyordum seslerden
.
Aradan yarım saatten fazla geçti ama kimse gelmedi. Odanın içi yavaş yavaş aydınlanıyor etrafı rahatlıkla görebiliyordum. Tahmin ettiğim gibi bomboştu oda. Kırık sökük tahtadan yer, tavanı varla yok arası duvarları sadece taş olan harabenin içindeydim.

MÜTENÂ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin