saat 3:00Penceremin yarı açık perdesinin arasından süzülen Ay ışığı ile birlikte gözlerimi araladım. Uyanmıştım, her zamanki gibi saat gece yarısı üçtü. Saate bakmama gerek dahi yoktu zira her yatağa yattığımda bu saatte uyanıyor ve tekrar uyuyamıyordum. Üzerimdeki yorganı çekerek doğruldum. Mekanıma gitme vaktim gelmişti.
Üstüme geçirdiğim sade eşofmanlarımla birlikte komidinin üstüne koyduğum şeker kutusunu alarak evden çıktım. Soğuk kış havası iliklerime kadar işlerken gecenin bir yarısı etraf oldukça loş ve sessizdi. Sokak ışıkları dahi yorgunmuşçasına bir yanıp bir sönüyor, kapanmamak için büyük bir çaba sarf ediyordu. Montumun kapşonunu kafama geçirerek yürümeye başladım. Sert rüzgâr az önce ıslattığım dudaklarımı yalıyordu.
Mekanım olarak adlandırdığım yer, Ay Işığı Sokağı her gece yarısı misafiri olduğum çiçeklerle bezenmiş bir sokaktı. Çiçekleri birçok insandan daha çok seviyordum, inanın. Gecenin loşluğuna, karanlığına rağmen capcanlı renkleri gözümde asla solmuyor, izlerken adeta mest oluyordum. Sevgili minik çardağımı görünce oraya doğru ilerlemeye başlıyordum ki her zaman olduğu gibi, ona artık Bay Parazit adını takmıştım, yolumu kesmiş ve adımı küflenmiş ağzından zikretmişti.
"Oh, Jeongguk!"
Şeker paketimi elime alarak gülümsemeye çalıştım ve Bay Parazit'e doğru yöneldim. Sakalları ağarmış bu adam uyuşturucu bağımlısıydı ve her geçen gün onunla muhattap olmak zorunda kaldığım için silik simasını ezberleme durumunda kalmıştım.
"Ah, Bay Parazit! Ne tesadüf!"
"Aynı şeyleri sana da söylemek isterdim Jeon, her neyse, benim hapları getirdin mi?"
Ah işte benim şeker kutum burada devreye giriyordu. Uyuşturucu bağımlısı ve bunun da etkisiyle uçuk kafasıyla bu adamı aylar önce şekerlerimle kandırmış, onları uyuşturucu hapı olduğına ikna etmiştim. Pek zeki olmayan Bay Parazit de bunu yutmuş ve şekerlerimin bağımlısı olmuştu. Ne hikayeydi ama!
"Tabi ki, bayım. Buyrun."
"Jeongguk! Güzel yüzlü oğlum, Tanrı seni kutsasın!"
"Aynı şekilde sizi de Bay Parazit, müsadenizle."
Şeker kutumu ona verip hızlıca yanından ayrılmış ve çardağıma doğru ilerlemeye başlamıştım. Kafamda şimdiden bir düşünce hakimdi ve bunu çiçeklerime anlatacak, o güzel gövdelerine dertlerimi yanmak zorunda kalacaktım. Ah, ne yazık! Dudaklarıma kondurduğum gülümseme ile soğuğa karşı verdiğim savaşı kazanmıştım. Fakat çardağımda bir farklılık vardı. Dövmelerimin üzerinde simgelediğim eski moda gümüş saatime baktım.
Saat 03.21'di ve çardağımda bir yabancı oturuyordu.
Garipsemiştim lakin umursayacak havamda değildim.
Gözlerimi saatimden çekerek her zamanki köşeme oturmuş, nergis çiçeğimi izlemeye koyulmuştum. Nergis çiçeğinin mitolojik hikayesini oldukça severdim ve üniversitemin ilk yılında fakültemdeki Jung Hoseok ile saçma bir tartışmam bile vardır. Ah, anlatmalıyım bunu!
Fen Edebiyat Fakültesi tanımadığım bir yoğunlukla dolup taşarken ilk dersimiz felsefeydi ve inanır mısınız, bu derse bayılırdım. Yaşlı, filozofları andıran bir profesörümüz vardı, ki ona da Platon'un Bıyığı lakabını takmıştım çünkü bıyıkları oldukça göze çarpıyordu, sessiz sakin bir adamdı. Nergis çiçeğinin mitolojik hikayesini anlatmış ve bu konu hakkında bize düşüncelerimizi sormuş, bir nevi tartışma ortamı yaratmak istemişti ve tekrardan inanır mısınız, insanlarla tartışmaya bayılan bir karaktere sahiptim.
Anfinin en ön sıralarında oturan Jung Hoseok, söz almış ve Narkissos adlı tanrının narsistik özellikleri olduğunu ve bu hikayenin de ayrıca oldukça saçma, sapkın ve etik olmayan bir hikaye olduğunu söylemişti. Anında söz almıştım çünkü bu sözlerin hiçbirine, tek bir kelimesine dahi katılmamış ve oldukça öfkelenmiştim. Dediğim tek şey ise şuydu:
"Jung Hoseok'un sözlerine katılmıyorum. Duygusal çerçevede incelediği için hikayeyi etiğe aykırı bulduğunun ve Narkissos'a aşık olan peri kızı Ekho'nun gözünden baktığı kanaatindeyim. Ah, lütfen sözümü kesmeyin! Kimse, bu bir tanrı dahi olsun, içinden gelmediği birine aşk besleyemez ve bu karşı taraf için acı bir gerçek olsa da duyguların geçiçi olduğunun bilincinde olması gerektiğini de ayrıca düşünüyorum. Mağdur edebiyatı, sadece aşık olanın ve acı çekenin gözünden bakmakla aynı şeydir."
İşte, tam olarak bu sözleri söylemiş, iki yüz kişilik anfiyi büyük bir sessizliğe gömmüştüm. Bay Platon'un Bıyığı kelamımın tamamiyle anlamsız olduğunu, gerçek aşkın geçici bir duygu olmadığını ve narsizmi savunduğumu dile getirmiş, Jung Hoseok'un sözlerine hak vermişti. Pek şaşırdığım söylenemezdi.
Bana ilk defa "Sen aykırısın Jeon Jeongguk!" sözlerini söyleyen profesörüm, Bay Platon'un Bıyığı'ydı ve bu anımı asla unutamıyordum. Çünkü bilirsiniz, aykırı kişiler aykırı oldukları kadar özellerdir ve bu göze batmalarını sağlar.
Çiçeği incelerken yanımda oturan adamın varlığını dahi unutmuştum. Çaktırmadan bakmaya çalışsam da bu tarz şeyleri yapmaktan olabildiğince kaçınırdım. Birine bakmak istiyorsam dümdüz bakardım, fark etmesi ise işime gelirdi. İnsanlara 'çaktırmadan bakacak' kadar değer vermiyordum zira.
Koyu kahverengi bir kabanı, uzun siyah iri dalgalı saçları vardı bu adamın. Yüzünü seçemiyordum, başını eğmişti, göz yaşlarını saklamak istiyormuşçasına ses dahi çıkarmıyordu lakin iç çekiş sesleri insanı eleveren en büyük unsurlardan biriydi. Uzun ince elleri vardı ve parmaklarıyla oynayarak aklındaki düşüncelerden kaçmaya çalışıyor, karanlığından biraz da olsa kopmak istiyor gibiydi. Oldukça gizemli ve kara bulutlardan oluşan bu adamla iletişime geçmek, derdini sormak istedim fakat insanlarla konuşmak tam olarak benlik değildi. Sokrates misaliydim, insanlara aykırı gelirdim.
Nergis çiçeğimin yapraklarını severken yanımda bir haraketlilik hissetmemle istemsiz bir şekilde o tarafa dönmek zorunda kalmış, ağladığına emin olduğum adam ile göz göze gelmiştim. Esmer yüzü parlıyordu, göz yaşının oluşturduğu o ince çizgi adeta ışıl ışıldı. Gözlerini indirdi. Kazayakları hafif kırışmıştı, orta yaşlarda olduğunu anlamam uzun sürmemişti.
"Özür dilerim, saatin kaç olduğunu bana söyleyebilir misiniz?"
"3.21"
Anladım diyerek başını sallayarak ayağa kalkmış, kabanına daha da sokularak sığ adımlarla yürümeye başlamıştı. Bizim Bay Parazit'in topluluğundan oldukça farklı olduğunu yaydığı enerjiden hissetmiştim fakat bu iyi görünüşlü adamın saat dört civarlarına kadar neden burada, benim mekanımda, olduğunu merak etsem de sorgulamamıştım.
Ah, bu arada soruyu yanlış anladığımı zannetmiş olabilirsiniz lakin yanılıyorsunuz. Onu gördüğüm saat 3.21'di zira. Gece dörde kadar ağladığını bilmesini istememiştim. Acımasızlık olurdu bu güzel görünümlü yorgun adama.