13.

922 149 36
                                    


"Karnımda kelebekler uçuşuyor." İnsanların neden bu tabiri kullandığını, zavallı, bir ömürlük kelebekleri neden midelerine hapsettiklerini anlamaz, aşk oyunlarını bilmezdim. Kelebeklerin renkli kanatlarının peşine düşmez, hülyalara dalmaz, kimsenin saçını kadife bir kumaşa dokunuyormuşçasına korkarak okşamazdım, lakin sonra, aşkın büyülü yudumunu tatmamış yıllarıma küfür ettiren bir adam çıkmıştı karşıma, yaşına rağmen ağlamaktan çekinmeyen, ak düşmüş saçlarının kıvırcığı sönmeyen, çift kapaklı gözüne rağmen güzelliğinden ödün vermeyen bu adam, midemde varlığını bilmediğim kelebeklerimi uçurtmuş, anlamadığım, bilmediğim oyunlara adet etmişti beni.

Uyuyakalmıştı, usul usul solukları boynuma vuruyor, kokusu burnuma doluyordu ya hareket etmeye korkuyordum, çok zor uyumuştu zira, ağlayışı iç çekişlere dönmüş, saçlarındaki parmaklarımla mayışmaya başlamış, mırıladanarak uyuyakalmıştı, kıpırdamamıştım, saatlerdir semaya dönük yüzüm, yıldızları seçiyordu yalnızca, saat beş sularında, belimi saran kollar sayesinde incecik giyinmeme rağmen üşümüyor, yanıyordum aksine.

Biraz daha böyle kaldık, ardından kıpırdanmaya başlamasıyla uyandığını anlamış, ani bir hareket yapmamak adına hareket etmemiştim. Belimdeki elini çekmişti ilk usulca, sonra boynuma değen nefesini, doğrulurken tutulan belime karşılık acı hissetmiş lakin fark etmemesi için tepki vermemiştim.

"Jeongguk.."

Bir eli sağ gözünü ovalarken yarı açık, yarı kapalı gözleriyle bana bakıyor, şiş dudakları, pembeleşmiş burnuyla şahsıma bir meleği andırıyordu ya gülümsedim, gülümsememle gülümsedi, gönlümde çiçekler açtı adlarını bilmediğim.

"Özür dilerim, uyuyakalmışım, canın acımadı değil mi? Rahatsız etmiş olmalıyım, umarım maruz görürsün bu hareketimi."

Kıkırdadım, şaşırdı, kızacağımı bekliyordu oysa aralanan dudaklarından çıkardım, kızmamıştım, kızamamıştım, ten temasından hoşlanmayan beni dize getirmişti bu adam, dokunuşlarıma, dokunuşlarına anlam kazandırmıştı, çok garipti, bir anda kor ateşi düşürüvermişti yüreğime. Hafif esen rüzgârın önüme getirdiği uzun tutamları elimle arkaya doğru tararken bakışları hâlâ üzerimdeydi, cevap vermeyi unutmuştum.

"Taehyung, sorun olduğunda açıkça söylüyorum, mahçup olmana gerek yok fakat burada nasıl uyuyabildin oldukça merak etmekteyim."

Uyku mahmurluğu yavaşça giderken gülümsedi, seviyordu, dürüstçe kendimi açıklamamı, kaba olmayan dobra konuşmalarımı, hissediyordum, rahat hissettiriyordu onu, söylemese dahi okuyabiliyordum gözlerinden.

"Önemli olan sıcacık yatağında uyuyakalmak değildir bazen, ondandır."

Tek kaşım kalkarken dolambaçlı sözüne anlam yüklemek istememiştim, gözlerime bakmıyordu, utanıyordu, çocuk gibiydi, yanakları kızarsa tam şu anda şaşırmazdım zira çok yakışırdı ona, yeni uyandığından şişmiş yanaklarına çok yakışırdı.

"Gün doğuyor."

Tam önümüzde, kocaman bir oyuncağın ardında gün doğmaya hazırlanırken etraf lilaya benzer mavi tonuna dönüşmüş, pembeliklerle fırça darbesi katmıştı semaya, bakışları söylemimle hemen o tarafa döndü, yüzündeki tebessüm eksik olmuyordu, yeni uyanan birine nazaran neşeli, ona nazaran ben yorgundum lakin çaktırmadım, onunla beraber izlemeye başladım.

"Dün geçmişimi sorduğuna pişman oldun."

Ani gelmişti, sesi netti, biliyordu, yalan söylemedim, yalanı sevmezdim, pişman olmuştum, akan her bir yaş benimkileri doğurmuştu, nasıl pişman olmazdım birinin izinsizce özeline girilmesinden?

3:00 Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin