Vizelerimi vermiştim, üstümden büyük bir yük kalkmakla birlikte incelediğim makalelerden birçok yeni bilgi öğrenmiş, ufkum genişlemişti. Sabahlarımı akşam etmiştim, çok yorgundum, mekanıma bir haftadır uğramıyordum. Fakülteden çıkar çıkmaz evimin yolunu tutmuş, duşumu almıştım. Üzerimdeki yüklerin bir bir kalktığını hissediyordum vücuduma değen her bir su damlasında.
Akşamüzeriydi, kuşların ahenkli sesi kulaklarıma çarparken gök kararmaya başlamış, pembe bulutların hakimiyetine girmişti. Hazırlandım, kendime vakit ayırmadığım şu bir haftada adeta solmuştum, canlanmam gerekiyordu.
Çiçeklerin olduğu, yeşil alanın hakimiyeti altında olan koşu parkına geldim, spor yapmayı, koşmayı, saçlarımın hafif esintiyle birlikte dalgalanmasını severdim. Özgürlüğün bir tutamı gibi gelirdi bu bana, kaçamakların en güzeliymişçesine koşmayı severdim. Yerimi alırken derin bir nefes aldım, etrafımda koşturan, kıkırdayarak sohbet eden insanlara baktım, cezbedici değildi lakin şu sıralar sıcak geliyorlardı. Sıcak, aklıma Bay Kim'i getiriyordu. Bir haftadır görmediğim yüzü, ayak uçları yırtık olan ama farkında dahi olmadığı kabanı, Tan'ı beslemek için getirdiği çilek kabı.. Çok sıcak geliyordu bana.
Koşmaya başladım, nefeslerimin sıklaşmasını umursamadım. Çıkaramamıştım aklımdan bu adamı, görmek dahi istemiyordum oysa, alışırdım zira, alışmıştım. Gözlerindeki tanıdık kaybedişleri, çocuksuluğu, sevgiye olan hasreti o kadar tanıdıktı ki inanın, yanında enkaz oluyordu hislerim. Hiç tanımamıştım onun gibisini, hiç denk gelmemiştim bu tür yabancı raslantılara.
Güneş batmıştı, üçüncü turumu tamamlamıştım, insanlar evlerine dönmeye başlamıştı, kim bilir, belki de çoğunun sıcak bir ailesi vardı. Şu sıralar yalnızlık konusunu düşünüp duruyordum, çoğu insanın ortak sorunuydu zira. Yalnızlık, çok yanlış anlaşılıyordu, kimine göre çevresinde insan olmayışı olarak düşünülen bu kavram benim için, o insanın olmayışıyla oluşan yoksunluktu. Bilirsiniz, kimi zaman ev, bir insandı ki bu bana oldukça yanlış geliyordu, sevmezdim kendine yetemeyen insanları. İnsan bir ev olamazdı, size bir gül bahçesi vadedemezdi, dikeni batardı ya yıkılırdınız.
Orada ne kadar vakit geçirdim, ne kadar koşturdum, ne kadar insanların bir bir dağılışını izledim bilmiyordum fakat dönme vaktim gelmişti. Evime doğru yol alırken sokak ışıkları yanmış, balkonların ışıkları birer birer açılmıştı ama hayır, hava serinlememişti, ılıktı, üşütmüyordu.
İşlerimi halledip uyumuştum ve şu an saat 3.10'du, bazı geceler keşke diyordum, gözlerimi açtığımda karanlık sema yerine aydınlık güneşi görsem, lakin olmuyordu. Günler geçiyordu, bu saat beni buluyordu, kaçamıyordum. Ayaklandım, bir haftadır gitmediğim çardağıma doğru yola çıktım. Bay Kim belki de artık bırakmıştır gelmeyi, bir an bunu düşündüm, düşünceme üzüldüm, nedeni ise bilinmezlikti.
Tanıdık sokak, tanıdık sokak lambasının aydınlattığı yol ve ışığı yarısına kadar gelen çardağımı görünce gülümsedim fakat bir değişiklik vardı. Bay Parazit görüş açıma girer girmez hızlı adımlarla yanıma doğru koşturmaya başladı, bir kaşım kalkarken elimi uzayan tutamlarımla at kuyruğu yaptığım saçlarıma daldırdım. Yaşlı adam pek iyi görünmüyordu.
"Hayırdır? Telaşlısınız?"
Gözleri gözlerime değdi ilk, ardından kafasını başka bir yöne çevirdi, anlamlandıramadım. Elini elleri arasına almıştı, ağzındaki yumruyu çıkartmak istiyordu lakin zorlanıyordu, meraklanmıştım. Biraz daha yaklaştım, gözleri tekrar beni buldu, ağzını araladı.
"Gelme artık buraya, birtakım şeyler oldu."
Aklıma gelen kişiyle nefesim boğazıma dizilmişti. Kaşlarımı daha çok çatarken endişem merakımın önüne geçmiş, ellerimi Bay Parazit'in omuzlarına koyarak sabırsızlığımı fark etmesini istemiştim, fark etmişti.