(1)23. Final

1K 126 56
                                    


Lotus Blossom - Micheal Franks


Sabahın ilk ışıkları erkenden kalkmış, annemlere kahvaltıya gitmiştik. Hoş vakit geçirmiş, seneler sonra aile sofrası denen duyguyu tatmıştım bir yanım eksik olsa da. Evden ayrılmadan önce annem biraz ağlaşmış, babam dolu gözleriyle kapının pervazında ikimizi seyretmişti bir süre, oldu olası dobra bir adamdı ya bu yeni duyguları tatmak dahi değiştiremiyordu kişiliğini, ikisine de sarıldım, hürmetlerimi diledim, bahçedeki solmamış çiçeklerden birkaçını aldım saksıyla, Seokjin'in mekanına doğru gitmeden önce annem yanıma taşınacaklarına dair birkaç şey söylese de pek oralı olmadım, düzenlerini bozmak istemiyordum zira farkındaydım, burayı seviyorlardı, annem bahçeyle ilgilenmeyi, babam sabahları fırıncı dostuyla ekmek alma bahanesi ile laflamayı, komşuları, seviyorlardı, sadece onları sık sık ziyaret edeceğimi söyleyerek veda ettim onlara.

Seokjin'in kafesine geldiğimizde etraf pek kalabalık değildi, akşamüzerleri genelde sakin olduğundan tek başına etrafı toparlarken yakalamıştık onu Taehyung'la. Bizi görünce hemen işini bıraktı, ikimize de kahve ikram ederek havadan sudan kendinden anlatmaya başladı, Seokjin konuştuğunda susmayan tiplerdendi ki yakın gördüklerinin yanında çenesi asla kapanmazdı, yakını olduğunun bilincinde olarak üzülsem mi sevinsem mi bilemiyordum bu sebepten. Saat geç olduğunda yanımızda getirdiğimiz bavullarımızla evimin anahtarını Seokjin'e teslim ettim. İlk başta şaşırdı, ardından gözleri doldu, ona bu denli güvenmediğimi düşündüğünden davranışımla mutlu oldu, gözü gibi bakacağından söz ederek bana sıkı sıkıya sarıldı. Kız arkadaşıyla baş başa kalmak istediği zamanlarda kaçmaları için kullanabileceğini lakin temiz bırakmak zorunda olduğunu söyledim, kahkahalara boğuldu, birbirimize ilk defa samimi bir şekilde gülümseyerek ona da veda ettik.

Şimdiyse akşam saati gelmiş, Taehyung ile otogarda otobüsümüzü beklemekteydik. Elleri ellerimde, kafası omzumda uyukluyordu çiçeğim. Hiç dönmek istemediğini gözlerinden okuyabiliyor fakat bir şey diyemiyordum, sorumluluklar kaçmazdı zira, iki yetişkin bireydik ve hayatlarımıza devam etmek için çalışmamız gerekiyordu, ki Taehyung'un arkadaşı kaç kez arayıp işe çağırmıştı şu beraber kaldığımız sürede sayamamıştım.

"Seoul otobüsü bekleyenler binebilirler!"

Adamın sesiyle ayaklandık, Yeontan'da bizim gibi yorulduğundan hiç ses çıkarmıyordu, uyuyakalmıştı kafesinde. Bir elimde köpeğim, bir elimde bavulum ve sol yanımdaki sevgilimle ilerlemeye başladım, Yerlerimizi aldığımızda Yeontan'ı kafesinden çıkararak kucağıma aldım, ses çıkarmayıp uyuduğundan kimse sıkıntı etmemişti, güzel köpeğim yorulmuştu parmaklıklar altında.

"Gidiyoruz."

"Gidiyoruz çiçeğim. Neden durgunsun bu kadar?"

Gözlerini gözlerimden kaçırarak başını tekrardan omzuma yasladı, bakışları kucağımdaki Yeontan'dayken bir eli elimi buldu, baş parmağımı okşamaya başladı, kaşlarım havalanırken az çok sorunu bildiğimden ses etmedim fakat dile getirsin, içinden atsın istiyordum.

"Seninle beraber uyumaya, yemek yapmaya, film izlemeye, uyanmaya, her şeye o kadar alıştım ki.. Sensiz kalmak istemiyorum, çocuklaştım sanırım."

Kıkırdadım. Saçlarına küçük bir öpücük kondurarak başına başımı yaslayarak camdan sokak ışıklarının aydınlattığı caddeleri seyretmeye başladım.

"Çocuklaşmadın, sen hep çocuktun. Ruhun çocuk unuttun mu inci küpelim?"

"Ruhumun on beş yaşında olduğunu söylediğin günü hatırlıyorum."

"Hâlâ bu düşüncemin arkasındayım, bir insanın çocuk ruhuna sahip olması şu dünyanın köreltemeyeceği tek şey olsa gerek."

"Farkında değilsin belki, sen de çocuklaşıyorsun."

3:00 Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin