Öğlen ışıkları penceremden sızıp yüzüme vururken gözlerimi kırpıştırdım. Uyanmak bazenleri o kadar zor geliyordu ki sorumluluklarımın bilincinde olmasam günümün yarısını uyuyarak geçirebilirdim, inanın. Fakat bu zordu, sorumluluk bilinci oldukça gelişmiş bir son sınıf olarak ciddiye alıyordum hayatı, yaşamımı.
Yataktan çıkarak duşa girdim, meleksi olmayan sesimle şarkılara eşlik ettim. Keyifliydim oldukça, pek bir nedeni yoktu. Hazırlanıp Bayan Marinette'nin dairesine ilerlemeye başladım. Siyahlara bezenmiştim ya gideceğim yer hasteneden başka bir yer değildi, umursamadım. Çoğu şeyi umursamazdım, bilirsiniz.
Kapının zilini çaldığımda gülen yüzü, ışıl ışıl salınık saçlarıyla Bayan Marinette tüm güzelliğiyle karşımda duruyordu. Gülümsedi, gülümsedim.
"Nasılsınız, Bayan Marinette?"
Gülümsedi. Endişeliydi, elleri terliyor olacak siyah kot ceketine sürekli temas edip duruyor, sıkça gözlerini kırpıştırıyordu. İstemiyordu. Evden çıkıp insanların arasına karışmayı, etrafındaki bir çift gözün saniyelik de olsa üzerinde olmasını hiç istemiyordu, anlıyordum. Fakat acımıyordum zira bu, bir insana yapabileceğiniz kötülüğün en büyüğüydü, kalp yaralarının, ötekileştirmenin en büyüğüydü ki, nefret ederdim. Ona her bakışımda gurur duyardım, yetişkin bir kadının çocuk gibi gülümsemesini sağlardım. Çiçekler açardı.
"Gördüğün gibiyim, anlamışsındır."
Kafamı salladım, cevap verecek gücü bulamadım. Arabanın anahtarını alıp ön koltuğa geçtim, Bayan Marinette ise her zamanki yerine, sağ arka köşedeki yerini aldı.
"Bayan Marinette, sakin olmaya çalışın. Yanınızdayım, odağınızdaki tek çift göz ben olacağım."
"Biliyorum, biliyorum Jeongguk. Teşekkür ederim."
Arabayı çalıştırdım, radyodan sakin güzel bir şarkı açtım. Rahatlamasını istiyordum ki rahatlar gibi olmuştu, biliyordum, Elvis Presley onu her zaman rahatlatırdı. Adamın sesi güzeldi, büyüleyiciydi, huzurdu. Sessizlik insanı daha çok gererdi bu yüzden konuşmak için ağzımı araladım.
"Eşiniz nasıl? Sıhati yerindedir umuyorum."
Eşinden söz ettiğimde gülümsedi. Gözleri parıldadı. Aşıklardı, eşini oldukça severdi Bayan Marinette. Yanında hiç kimsenin yanında gülmediği gibi gülümserdi, onun hakkında konuşurken bile silinmezdi gülümsemesi. İçime işlerdi, sevilmek güzel bir şeydi. Bay Marinette ile aram oldukça iyiydi, olgun bir adamdı, bana güvenirdi. Arada denk gelirsek beni arabasıyla fakülteme bırakır, bir ihtiyacım var mı diye sıkboğaz ederdi lakin her zaman yarışı ben kazanırdım, ona kendim için hiçbir şey aldırmazdım. Hiç gücenmezdi, gülümserdi, böyle bir adamdı Bay Marinette.
"Oldukça iyi Jeongguk, sana çokça teşekkür etti, gördüğü an yemeğe çıkartacakmış, öyle dedi."
Kıkırdayarak başımı tamam anlamında salladım. İyi insanlardı, kalplerinin güzelliği yüzlerine yansımıştı.
Hastaneye varmıştık, yakın sayılırdı oldukça. Park yeri arıyor, çevreyi tarıyordum. Akşamüstüne yaklaştığından pek az kişi vardı, rahatladım.
"İnip yanınıza geleceğim, oldukça az kişi var zaten. Hiçbir şey olmayacak, güvenin bana."
Sözlerimi söyledikten sonra dikiz aynasından bakışlarımızı birleştirmiş, içten bir gülümseme bahşetmiştim. Arabadan inerek yanına geldim, titremeleri artmış, nefesleri sıklaşmıştı, elimi yarını yokmuşçasına sıkı tutuyordu lakin acıtmıyordu.
"Her bir adımımızda, papatyanıza bir yaprak ekleyin."
Sözlerime kulak verdi, titreyişleri hafiflerken hastaneye giriş yapmış, göz doktorunun olduğu kata ilerlemeye başlamıştık. Saati gelmişti, Bayan Marinette ile içeri girip gözlerini muayane ettirirken çevreyi süzüyordum. Doktorun yardımcısı sandığım sekreteri gözlerini üzerimden asla çekmiyordu, bakışları açıkta kalan her bir noktama değmişti lakin utanma kırıntısı dahi göstermemiştim, dış görünüşümün güzel olduğunun farkındaydım zira, başıma ilk defa gelen bir husus değildi.