♤ Bu bölümde cinsel içerik olacaktır. Rahatsız olanlar o yeri geçebilirler ♤Bu bölüm biraz yorum yaparsanız çok sevinirim
Hayatımın birçok dönüm noktası oldu. Kimi noktalarda kendimi kaybettim, kimi noktalarda umursamaz oldum, kimilerindeyse acılarıma pamuk bastım da geçer sandım, geçmedi. Geçmiş benim için hiçbir zaman önemli olmadı, sadece kişiler, canımın en içi kişiler önemliydi benim için ya hiçbirini geçmişte bırakmadım, kalbimin en derinlerinde yaşattım onları. Fakat annem ve babam, geçmişimde mezarlarına çiçek dahi dikmek istemediğim iki insandı, kalp kırıklıklarının, travmaların en büyüğünü yaşatan biyolojik bağım olduğu iki insandı benim için sadece veyahut ben öyle sanmıştım, belki de mezarlarına çiçek dikmeye korkmuştum, bilememiştim, insanlar aleminin iç dünyasını bilen ben kendi dünyamda yabancının tekiydim.
Hazırlanmıştık, Yeontan'ın tüylerini okşarken Taehyung'un gelmesini bekliyordum kapının köşesinde, gerilmişti, belli etmese dahi korkuyordu bir şeylerden, benim fevri kişiliğimden korkuyordu, ağzıma o an gelecek ve tutamadan söyleyeceğim kelimeler korkutuyordu onu, anlamıştım. Sıkıntılı bir nefes çektim.
"YeonTan, biz yok iken evimize iyi bak tamam mı güzelim?"
Karşılığında zıplayarak havlamış, kucağıma atlamıştı, gülümseyerek burnuna öpücük kondurduktan sonra Taehyung'un gülümseyerek gelen bedenine takıldım, parfumünün kokusu burnuma dolmuştu, kucağımdaki köpeğimi yere bırakarak ona doğru ilerledim, belinden tutup kendime çekerek burnumu boynuna gömdüm, çok güzel kokuyordu.
"Başımı döndürüyorsun."
Kıkırdadı, bir elini yanağıma atarak boynundaki başımı kaldırmaya vardı, mis gibi kokan boynuna uzunca bir öpücük kondurarak istediğini yaptım, başımı kaldırdığımda gülümsemekten kısılmış gözleriyle karşılaştım, bana dünyasıymış gibi bakan gözlerinde bin ışık yılı kaybolabilirdim.
"Jeongguk, sadece parfüm sıktım sevgilim."
"Başımı döndürmen için sana bakmam yetiyor bal peteğim, hazırsan çıkalım."
Söylemime tekrar kıkırdadı, ardından gözleri dudaklarıma düştü, mesajı alarak pembeliklerine bastırdım dudaklarımı, yavaş yavaş öptüm alt dudağını fakat oyalanmadım, çoktan öğlen olmuş, güneş batmak için hazırlanmaya başlamıştı.
Son kez dudaklarıma kısa ve sesli bir öpücük bıraktıktan sonra kahverengi tek kol çantasını koltuktan alarak kapıya yöneldi, benim aksime çanta kullanmaktan epey hoşlanıyordu, içinde ne olduğu hakkında ise pek bir fikrim yoktu zira kendime ait olmayan şeyleri, sevgilimin dahi olsa, karıştırmayı sevmezdim, kişisel alana büyük saygı duyardım, bilirsiniz.
Kapıyı kilitledikten sonra pek de uzak olmayan eve doğru yürümeye başladık, ikimiz de konuşmuyorduk, sessizlik hükmediyordu dudaklarımıza, kıvırcık tutamları beyaz gömleğinin yakaları üzerinden salınıyordu, dün ondan habersiz sipariş ettiğim incilerin çıplak kulağında yer edişini hayal ettim bir süre, bu akşama elime ulaşacağının bilincinde, hafif çarpık bir gülümsemeyle yürümeye devam ettim, bakışları yüzümü ve gülümseyişimi bulurken kaşlarını çatar gibi oldu fakat bir şey söylemedi, aklımdan geçenleri sorgulamayı oldu olası sevmezdi.
On beş, yirmi dakika yürüdükten sonra evin fıstık yeşili boyası görülmüş, küçük bahçenin ucu gözler önüne serilmişti. Annemin diktiği çiçekleri merak etmiştim, biraz daha ilerlediğimizde görebilmiştim.
Paeon'un göz yaşlarının sahibi, mahçupluğun fakat genel olarak şeref ve haysiyetin temsilcisi şakayık çiçekleri dikmişti. Pembe, beyaz, sarı ve niceleri ışıl ışıl parıldıyordu küçük bahçemizde.