"Bayan Ahn, cenazeye hangi çiçek götürülür?"Bayan Ahn, ilgilendiği menekşelerden kafasını kaldırarak bana baktı. Renk renk çiçeklerle bezenmiş olan bu yaşlı kadın, dünya üzerinde en sevdiğim insanlardan birisiydi. Pamuk gibi kırışmış elleri, kır saçları ve kazayaklarında senelerin getirdiği çiller vardı fakat bu kusur denen özellikler onu benim gözümde büyüleyici yapıyordu. Çoğu insan yaşlılardan haz almaz, onları hor görürdü ve inanır mısınız bu insan tiplemesinden tüm iliklerime kadar nefret ederdim. İnsanoğlu, kendilerinden bilgili ve olgun kişileri hor görmeye programlanmıştır sonuçta.
"Bu soruyu sormayacak kadar bilgili olduğunu sanıyorum, evladım."
Gülümsedim. Bayan Ahn beni tanırdı, ben de onu tanırdım. Bana çok sevdiğim ve kalbimde yaşattığım birisini hatırlatırdı her zaman. Her geldiğimde yeşil çay ikram eder, ekmem için tohumlar verirdi. Bu küçük dükkan Bayan Ahn ile birlikte ikinci evimdi, cennet gibi kokardı.
"Siz hep bilirsiniz matmazel."
Bayan Ahn kıkırdadı. Arada onu süslü kelimelerimle şımartır, yaşlı kadının yüzüne renk getirirdim. Utanırdı, küçük bir kız çocuğu gibiydi bazen. Yeşil çayımdan son yudumumu da alarak ayaklandım. Hava kararıyordu, gökyüzüne hakim olan turunculuklar yerini mor ve tonlarına bırakmıştı.
"Hoşçakalın Bayan Ahn, çayınız her zamanki gibi fevkaladeydi."
"Dikkatli git Jeongguk evladım."
Birbirimize sıcak tebessümlerimizi yolladıktan sonra küçük dükkandan ayrılmış, evime doğru ilerlemeye başlamıştım. Hafif esen meltem üşütmek yerine serinletiyor, uzamış perçemlerimi havalandırıyordu. Saçlarımla uzun süredir ilgilenmiyordum, uzamışlardı fakat çok da umursadığım söylenemezdi. Çoğu zaman ben, çoğu zaman da Sehun eline kör bir makas alarak kısaltıyorduk saçlarımı. Her ne kadar Sehun'dan bir kuaföre gitmem gerektiği konusunda azar işitsem de bunu çok takmadığımı görebilirsiniz. Savurganlıktan hoşlanmazdım zira.
Eve gelerek kendimi yatağıma bıraktım. Yorucu ve alışılmamış bir gündü. Etrafımdaki insanların kötü hava yayması maalesef ki istemesem de beni de etkilerdi ve o kötü havadan nasibimi alırdım çoğu zaman. Park Jimin'in ölümü de elbet ki kafama takılmıştı. Çocuğu tanımıyordum, edebiyat ile aram olmasına rağmen fakültesindeki kişiler ilgimi hiç çekmemişti. Göz aşinalığı olarak ise anılarımda hatırlar gibi olsam da serap gibi gelip gidiyordu. İnsanlar ölürdü, arkalarında enkaz bıraksalar da çoğu zaman, bu doğanın kanunuydu.
Cebimdeki tohumları çıkarıp küçük sehpama koydum. Bayan Ahn, ekmem için karanfil tohumları vermişti. Karanfilleri severdim, canlı renklere ve asalete sahiplerdi. Narindi aynı zamanda. Narin bir çiçek, narin bir insan kadar güzeldi kanımca fakat çoğu insan narin çiçekleri sevmezdi. İnsanları kırmayı çok iyi bilirlerdi.
Düşüncelerimden sıyrılarak ayağa kalkarak duşa doğru yöneldim. llık bir duş her zaman iyi hissettirirdi. Su faturasının ne kadar geleceğine bakmaksızın sabah akşam duş alırdım. Dediğim gibi ılık bir duş sizi her zaman iyi hissettirirdi.
Hazır yemeğimi yedikten sonra uyuyakalmıştım ve şu an saat 03.04'tü. Mekanıma gitme vaktim gelmişti. Eşofmanlarımı ve sade beyaz tişörtümü üstüme geçirerek dışarı çıktım. Bay Parazit bu günlerde şekerlerimden istemiyordu, anlaşılan kendine yeni bir av ya da torbacı bulmuştu. Buna sevindiğim kadar şu sıralar hiçbir şeye sevinmiyorum inanın.
Sokağın girişine geldiğimde sağ tarafımdan garip sesler duymaya başlamış ve oraya doğru yönelmiştim. Yaklaştıkça Bay Parazit'in tiksindirici sesini duymamla sorunsuz gecemin alt üst olduğuna sinirlenerek adımlarımı hızlandırdım. Karşılaşmayı beklediğim manzara ile karşılaştığımda koşmaya başlamıştım, Bay Parazit ve torbacıları bir adamı ortalarına almış yumrukluyorlardı. Maalesef ki bu olay Ay Işığı Sokağı için oldukça olası ve rutindi bilhasıl burası torbacıların, içkicilerin ve düşkünlerin kol gezdiği bir sokaktı.