"Gözlerimi kapatsam ve tekrar açtığımda her şeyin bir kâbustan ibaret olduğunu görsem keşke."
Ölüler Diyarındayken Macit ile bir konuşmamızda, "Araf'ı yıkmak isterken Ölüler Diyarına gelmek planlarımın arasında yoktu," diyerek sitem etmiştim. Macit ise gülmüştü. "Bu kadar uğraşmak yerine Tanrılar Gölünü bulmaya çalışsaydın belki amacına ulaşırsın," demişti. Söylediği şey ilgimi hemen çekmişti çünkü en büyük amacım yıkımdı. Zaten bunu kimseden de saklamadım, beni tanıyan herkes kaos peşinde olduğumu biliyordu. Macit'e Tanrılar Gölünü sorduğumda bana herkes tarafından unutulmaya yüz tutmuş efsaneyi anlatmıştı. Soaireya Araf'ta büyük bir kaos çıkartıp insanları birbirine kırdırınca ve hepsini tanrılara düşman edince olanlar olmuş. Tanrılara inananlar fâni olarak kalmaya devam etmiş inanmayanlar ise lanetlenerek ölümsüz olmuşlar. Şehri birbirinden ayıran bir set, yani duvar örmüşler. Böylelikle her iki tarafta birbirinin sınırlarını ihlal etmeyecekti ve böyle de olmuştu. Her iki taraf hâlâ bu kurala sadıktı çünkü kimse bölge ihlali yapmıyordu. Fakat o yıllardan kalan bir söylenti her iki bölgede de çok yaygındı. Macit'in söylediklerine göre Araf'ta yaşayan sadece fâniler ve ölümsüzler değildi. Tanrıların ölümsüzlere gönderdikleri Ninfa'lar. Neye benzediklerini veya ne olduklarını kimseler bilmiyordu çünkü hepsi hapisti. Kehanete göre tanrılar isyan eden insanları ceza olarak lanetleyip ölümsüz kıldı. Eğer buna rağmen tanrıların varlığını kabul etmeyip asiliklerini sürdürürlerse diye onlara Ninfa'ları gönderdiler. Ninfa'ların görevi asilik yapan tüm ölümsüzleri katletmekti. Bu yüzden yeryüzüne inmişlerdi.
Fakat ölümsüzler bu tehdit karşısında boş durmadı. Tıpkı Avcıların soyunu kuruttukları gibi Ninfa'lardan da kurtuldular. Lakin Ninfa'ları öldürmek hiç kolay değildi bu yüzden yeni bir çözüm buldular: Ninfa'ları hapsetmek. Onlardan sonra gelecek olan kuşaklar Ninfa'ları kazayla bile olsa özgür bırakmamalıydı. Bu yüzden Ninfa'ların tutulduğu yer sır gibi saklandı. Ninfa'ların tutulduğu yere Tanrıların Gölü adı verdiler ve bulundukları yer haritada bile geçmiyordu. Soya'nın benimle gelmesi bir bakıma çok iyiydi çünkü onun yardımı olmadan Ninfa'ları bulmam belki de hayalden ibaret olurdu. Evet, bu açıdan bakıldığında Soya'nın yol arkadaşımız olması iyiydi. Lakin hiç susmayan çenesi ve küçük bir çocuk gibi sürekli şikayet etmesi onu kötü bir yol arkadaşı yapıyordu.
Şimdi bile bize sorun çıkarmaya devam ediyordu. Atını yavaşlatan kadın boynuna dolanmış Safir'e gülümseyip, "Acıktın mı Safir?" dedi. "Teyzeler yine sana yiyecek bir şeyler avlasın mı?" dediğinde ben ve Meliz sinir krizleri geçiriyorduk. Kesinlikle berbat bir yol arkadaşıydı!
Meliz atını bana yaklaştırıp dişlerinin arasından, "Elzem!" dedi. "Bu kadın tekrar bize Safir'i doyurun derse Safir'i keser ona yedirtirim! Dört gündür yoldayız ve yaptığımız tek şey bir kobraya fare avlamak!" diyerek isyan ettiğinde ilk kez onunla aynı fikirdeydim. Evet, dört gündür yolculuk yapıyoruz ve evet, her molada Safir için fare peşinden koşuyoruz!
Önde giden Soya'yı kontrol ederek başımı salladım. "İlk molada Safir'in işini bitirelim iblis," dedim.
"Ciddi misin?" diyerek hızlıca bana doğru döndü. "Hayvanlara zarar vermek yok gibisinden bana bir şeyler söylemeyecek misin?"
"Dört gündür at sırtında kendimiz hayvana dönmüşken Safir'in canı cehenneme, Meliz," diyerek önüme döndüm. Dört gündür yollardayım ve resmen insanlıktan çıkmış gibi hissediyorum. Bulduğum her gölde yıkanıyordum fakat bir türlü temiz hissetmiyordum. Saçlarımı ellerimle tarıyordum lakin hep dolaşık gibi geliyordu. Üzerimde hâlâ ölen kardeşimin kıyafetleri varken ben kendimden sürekli kusur buluyordum.
Sık ağaçların olduğu bir bölgeye yaklaşınca atları durdurduk. Ağaçlar çok fazlaydı ve birbirine yakın olduğu için bir atın geçeceği kadar boşluk yoktu. Daha önce ağaçların dip dibe olduğu bu kadar yoğun bir orman görmemiştim. Atından inen Soya, Safir'in kafasını öperek onu yere bıraktı. "Önden gidip kontrol et Safir. Sisler Ormanında bir gariplik seziyorum," dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MEDUSANIN ÖLÜ KUMLARI (Kitap Oluyor)
FantasyElzem Akay'ın sıradan ama güzel bir hayatı vardı. En iyi okullarda okumuş, en güzel oyuncaklara ve kıyafetlere sahip olmuştu. En değerli mücevherler daima onun boynunu süslemiştir. Lüks içinde yaşarken hayatta istediği her şeye kolayca sahip olmuştu...