"Bazı insanlar lider ruhlu doğar. İtaat etmek için değil, hükmetmek için doğarlar. Büyük bedeller ödemeden hangisi olduğumu keşfedemem."
Hafif loş bir koridorda yürürken nerede olduğumu anlamaya çalışıyordum. Çok uzun bir koridordu. Yürüdükçe sonu gelmiyor gibiydi. Üzerimde yere kadar uzanan kırmızı, tülden bir elbise vardı. Elbisenin iç astarı olmasaydı vücudumun tüm hatları görünebilirdi. Attığım her adımla elbisenin yumuşak kumaşı bacaklarıma sürtünüyor, tenimde hoş bir etki bırakıyordu. Uzun kollu elbisenin kolları bile tüldendi. Pusulam ise boynumdaydı. Attığım her adımla sarı saçlarım dalgalanıp omuzlarımda salınıyordu. Neredeyim ben?
Nerede olduğumu bilmiyorum ama daha önce hiç olmadığım bir yerdeydim. Düz bir şekilde loş koridorda yürürken nerede olduğumu anlamaya çalışıyordum. Burası çok garip bir yerdi. Şey gibiydi... Kale. Sanki Orta çağda kalan bir kelenin içindeydim. Duvarlarda bazı savaşçıların portreleri vardı. Üstelik yürüdükçe zırhlı savaşçı büstleriyle karşılaşıyordum. Duvarların bazı yerlerinde ise meşaleler ve gaz lambaları vardı. Burası elektrikle aydınlanmıyordu.
Boynumdaki pusulanın kapağını açıp, "Bana evin yolunu tarif edebilir misin?" dedim.
Kapağını açınca ışığı yanan pusulamın oku yine tam kalbimi gösteriyordu. Fakat ben ona evi sorunca oku yavaşça dönmeye başladı. Bir yönü göstererek durunca gösterdiği yöne doğru yürümeye başladım. Pusulam üst katın merdivenini işaret edince çıkmaya başladım.
Bir üst kata çıkınca gördüğüm nöbetçilerle gözlerimi iyice açtım. "Hadi canım." Gördüğüm bu adamlar normal korumalara benzemiyordu. Hepsi de zırhlıydı ve ellerinde kılıçları vardı. Kafalarındaki miğferler yüzünden onların yüzünü göremiyorum. "Acaba bir tiyatro sahnesinde falan mıyım?"
Onlara doğru yürüyüp, "Pardon," diyerek iki nöbetçinin önünde durdum. Sanki bu katı koruyorlardı. "Nerede olduğumu söyleyebilir misiniz?"
Sorduğum soruya öyle bir kayıtsız kaldılar ki beni görmezden geldiler. Miğferin içinde görünen gözleri bana değil de arkama bakıyordu. Başımı çevirip arkamı kontrol ettim ama kimse yoktu. Tekrar onlara dönüp, "Soruma cevap verir misiniz?" dedim. "Neredeyim ben?" Kafamın üstündeki boşluğa dümdüz şekilde bakan bu adamlar ben burada yokmuşum gibi davranıyorlardı. Aklıma gelen şey beni dehşete düşürdü.
Beni görmüyorlar mı?
"Hey!" Yüzlerinin önünde elimi salladım. "Beni görüyor musunuz?" Hiç tepki vermediler. Lanet olsun görmüyorlardı!
"Bu kahrolası yerde ne haltlar dönüyor!" Söylenerek başımı eğip pusulama baktım. Ok sağ tarafı işaret ediyordu. "Acaba rüyada mıyım?" Homurdanarak pusulanın okunu takip etmeye başladım.
Bu çağdışı koridorda neler olduğunu anlamaya çalışarak yürümeye devam ettim. Bir odanın önünde durunca gözlerimi kısarak, "Burası mı?" dedim anlamaya çalışarak. "Sana beni eve götür dedim ve sen beni bir odanın önüne mi getirdin?" Israrla odayı gösteriyordu.
Pusulanın kapağını kapatıp elbisenin içine koydum. Kapıyı açıp içeri girdiğimde gömleğini yatağın üzerine atan bir adam görünce gözlerimi irice açtım. Adamın eli pantolonunun kemerine uzanmıştı ki beni görünce bir küfür savurdu. Elini hemen pantolonundan çekip, "Sende kimsin?" dedi afallayarak.
"Şey... Üzgünüm," dedim bir adım arkaya doğru atarak. "Kapıyı çalmalıydım." Korkuyorum.
Bana doğru bir adım atınca irkilerek geriye doğru bir adım daha attım. Korktuğumu görünce durdu. Beni ürkütmemeye çalışarak, "Kimsin sen?" dedi bu sefer daha yumuşak bir sesle.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MEDUSANIN ÖLÜ KUMLARI (Kitap Oluyor)
FantasyElzem Akay'ın sıradan ama güzel bir hayatı vardı. En iyi okullarda okumuş, en güzel oyuncaklara ve kıyafetlere sahip olmuştu. En değerli mücevherler daima onun boynunu süslemiştir. Lüks içinde yaşarken hayatta istediği her şeye kolayca sahip olmuştu...