Bölüm Altı: Şipşak

569 62 23
                                    

Hinata küçük bir taşın üstüne oturmuş, dondurma yiyerek modellerin kendi fotoğraflarını almak için sıraya girmelerini seyrediyordu. Bir fotoğrafçı tarafından patronluk taslanmanın eğlenceli bi yanını göremese de kullanılan fotoğrafların, para kazanmak için kolay bir yol olduğunu düşünüyordu.

Sayuri mavi bikinisi içinde muhteşem görünüyor, diye düşündü Hinata. Bu model şeyi için sahile davet edildiğinde çok şaşırmıştı. Her zaman bir arkadaşını yanında getirdiğini, çünkü özgüven eksikliğini ve utancını yenmesi konusunda yardımcı olduklarını söylemişti Sayuri. Genelde Miko'yu getirirdi ama son olaylardan sonra, onun yerine Hinata'dan rica etmişti.

Hinata modellik hakkında hiçbir şey bilmiyordu fakat arkadaşına yardım edebildiği için memnundu. Ayrıca elindeki dondurma da çok lezzetliydi.

Kendi kendine gülümseyip yeniden dondurmasını yaladı. Biraz sonra yüzmeye gidecekti. Muhtemelen denize girmeden önce bir şeyler yememeliydi ama önemsemedi. Ayrıca çoktan (üstünde yıldızlar bulunan açık mavi) deniz şortunu giymişti, yani gitmek zorundaydı.

Birden gözünde bir flaş patladı.

"Şipşak!" Sayuri kıkırdadı, elinde kamerayla ortaya çıkarken.

Hinata sızlanarak kollarını yüzüne siper etti, az daha dondurmadan dolayı boğuluyordu. "Hayıııır, Sayu! Fotoğrafları çekilmesi gereken asıl kişi sensin."

"Son gruptayım ve çok sıkıldım!" diye yakındı, yüzünde büyük bir gülümseme varken.

Hinata her zaman Sayuri'nin -en utangaç olan ve dünyada en hızlı şekilde utanan kızın- yakın arkadaşlarına kendini açıp böyle sersemce davranmasını sevmişti. Onun, etrafında rahat hissettiği birkaç kişiden biri olması özel hissettiriyordu. Tabii, kendini özel hissetmesini sağlayan ilk şey bu değildi. O şey, istisnasız, Kageyama ve kendisinin 'hızlı' ataklarıydı. Bunun kendisini ne kadar özel hissettirdiğini asla kelimelerle açıklayamazdı.

"Ne düşünüyorsun?" Yanındaki kayaya otururken sordu Sayuri.

"Oh.. Um. Voleybol."

Nazikçe güldü. "Bu, o gülünç yüz ifadeni açıklıyor." Bir anda aklına gelen şey ile gözleri parladı. "Oh! Bu bana bir şey hatırlattı. Dün Kageyama-kun'u görmüştüm. Orada oturuyordu." Sayuri işaret parmağıyla en yüksek kayayı gösteriyordu.

Hinata, genişlettiği gözleriyle Sayuri'ye dönmeden önce işaret ettiği yere baktı. "Kageyama burada mı?!"

Kafasını salladı Sayuri. "Neden bu kadar korkmuş görünüyorsun?"

"Bana bu tatilde onunla geziye gidip gitmeyeceğimi sormuştu! Hayır demiştim. Eğer beni burada görürse, onu ekip seninle takıldığımı düşünecek ve şimdiden seni sevmiyor!" Hinata aceleyle kelimeleri arka arkaya dizdi, bazıları karışmıştı ama Sayuri az çok anlamıştı demeye çalıştıklarını.

"Tamam... Ama zaten senin yaptığın da bu değil miydi?"

"Hayır çünkü bana soran ilk kişi sendin." Hinata, kimeyi ekmediğini kanıtlamaya çalışırcasına kafasını salladı kararlılıkla. Elindeki külahı fark etmeden eziyordu bu sırada. "Eğer önce o sormuş olsaydı ve ben buraya gelseydim onu ekmiş olurdum çünkü çoktan onunla planlarım olurdu. Eğer onunla gitseydim, seni ekmiş olurdum."

Sayuri kafasını salladı. "Anladım. Bunu ona açıklasan olmaz mı? Eğer buradaysa, ben çekimdeyken sana arkadaşlık edebilir. Ayrıca, sadece bugünlük buradayız. Bu haftasonu onlarda kalabilirsin. Yani, sadece yarın olabilir bu ama yine de-"

Hinata, kafasını sallayarak ve saçlarını savuşturarak sözünü kesti. "Hayır, hayır, hayır. Kageyama bir açıklama beklemez, sadece sana vurur ve saçlarını kafandan sökmeye çalışır." Birden nefes nefese kaldı Hinata, Sayuri'nin hiç görmediği kadar endişeli görünüyordu. "Ona burada olduğumu söylemedin, değil mi?"

Kafasını 'hayır' anlamında salladı. Böylece Hinata, gözle görülür bir şekilde rahatlayabilmişti. Sayuri yeniden konuşmak ve onu, arkadaşına burada olduğunu söylemek hakkında ikna etmek üzereydi ki fotoğrafçı tarafından çekim için çağırıldı.

Yanındaki çocuğa gülümsedi ve kalkıp çekimin olduğu yere doğru ilerledi. Hinata da ona gülümseyip elindeki dondurmanın artık erimiş olduğunu ve parmaklarından süzüldüğünü fark etti, bu yeniden sızlanmasına sebep olmuştu.

Yarım saat sonra Hinata, Sayuri'nin "Şipşak!" diye bağırıp patlattığı flaştan dolayı anlık bir körlük yaşamıştı. Bunu yeniden, yeniden ve yeniden tekrarlayıp duruyordu. Bu işin sonu, sahilde koşturmaları ve bu süre içerisinde Sayuri'nin, Hinata'nın olabildiğince çok fotoğrafını çekmesi ile bitmişti.

Hinata yavaş yavas nefes alıyordu ama tükenmemişti henüz. Sayuri bitkin düşse bile hâlâ kendinde biraz enerji kaldığını biliyordu. Onun tarafından kovalanması ve kameranın kadrajından çıkmaya çalışmasıyla ilgili tek problem, Sayuri'nin Hinata'dan biraz daha zeki olmasıydı çünkü Hinata en sonunda kendini, karşısındaki kayalara yaslanmış ve Sayuri ona yaklaşırken bulmuştu.

Böylesine masum bir kız için, fazlasıyla çılgın bir görünüm kazanmıştı. Dudaklarındaki hafif sırıtışla ve elindeki kamerayla Hinata'ya yaklaşması, gerçekten şeytanca görünüyordu.

Hinata bundan kaçmak istiyorsa yalnızca tek bir seçeneği vardı.

Çok düşünmeden arkasına dönüp kayalara tırmandı. Bu sırada Sayuri hile yaptığı hakkında bir şeyler söylüyordu.

"Kural koymadık ki, Sayu!" dedi Hinata.

En yüksek noktaya ulaştığında aşağıdaki Sayuri'ye baktı. Ona dil çıkardı ama fotoğrafı çekilince olduğu yerde ciyakladı.

Sahilin diğer ucuna -Sayuri'nin kamerasından uzağa- ulaşana kadar kayalara tırmanmaya devam etti Hinata. Sahilin bu tarafı, çekimi yaptıkları taraftan çok daha genişti ve onların fazla alana ihtiyaç duymaması, sahilin dar olan kısmını kullanmalarını açıklıyordu.

Hinata kayalara bakıp Sayuri'nin duyabilmesi için bağırdı. "Ha! Şimdi beni yakalayamazsın!"

Sayuri'nin de ona bir şeyler söylediğini duymuş fakat kelimeleri tam çıkartamamıştı. Duvarla* ilgili bir şey mi vardı? Sahilin bu tarafında bir duvar mı vardı yani? Hayır, hayır, bu doğru olamazdı. "Kabe" demiş olmasına imkan yoktu.
-
[Ç.N.: duvar olarak anlamasının sebebi kabe kelimesinin japoncada duvar anlamına gelmesi.]

Cevap vermek için yeniden seslenmek üzereydi ki arkasından başka birinin sesini duydu.

"Hinata?"

Hinata donup kaldı. Bu sesi kilometrelerce öteden tanıyabilirdi.

Yüzü oyulana kadar avuçlarıyla sıkmak istiyordu kendini. Nasıl olmuştu da Kageyama'nın buralarda bir yerlerde olduğunu unutmuştu?

Hinata henüz yüzünü dönmemiş, yapabileceklerini düşünüyordu.

Kayalara yeniden tırmanıp Kageyama'dan kaçabilirdi ama Sayuri'nin aksine onun pasörü, tırmanma konusunda çok iyidi ve onu yakalayabilirdi. Sonra farkına vardı ki, şu an bir şekilde Kageyama'dan kaçsa bile Salı sabah antrenmanda birbirlerini göreceklerdi.

Öyleyse tek bir seçenek kalmıştı: yüzleşmek.

Yenilmişçesine iç çekti ve ayaklarını döndürüp diğer çocuğa baktı.

Hinata'nın beklediği sinirin aksine Kageyama şaşkın şaşkın gözlerini kırpıştırıyor ve ona, sanki burada olması olanaksızmış gibi bakıyordu.

"Sen neden.. Sen bir model misin?" Kageyama kaşlarını çattı, sesi sakin ve kafası karışmış şekilde çıkıyordu. Hinata onun sesini nadiren böyle duyabiliyordu. Tonunda, tanımlayamayacağı bir şeyler vardı.

Kageyama'nın sözleri, kendisini tamamen etkiledikten ve onun garip ses tonu ile içindeki pataklanmama isteğini unuttuktan sonra, kahkahasını bir kat daha fazla arttırmıştı Hinata. Yani gerçekten, ona bir model olup olmadığı sorulduğunda başka ne yapabilirdi ki?

—————————————————————
selam ben geldim ehe. ya bu bölüm iyi hoştu da sürekli he/she falan kullanmış. üçüncü kişi ağzından anlatılıyor diye de bazen anlaşılmıyor. yerlerine isim yazıyorum arada sırada ama arka arkaya iki cümlede aynı ismin geçmesi de sıkıyor hikayeyi valla ne olacak hâlimiz bilmiyorum. umarım bölümü iyi aktarabilmişimdir 🤧🤍

benim ⇢ kagehina [çeviri]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin