her şeyi darmadağın edip
gidesin mi var?Bu kasabayla ilgili en çok sevdiğim; kafayı bulup, dozu kaçırsak ve ortalığın içine etsek bile bunu sorun etmiyor oluşlarıydı. Şu zamanın bir ayağı mezarda olan yaşlıları bile, gençliklerinde- bizim yaptıklarımızın tonlarca fenalarını yaptıklarını biliyordum. Çünkü çocukluğum, Bal Kabağı efsanelerine konu olan aşkları, kavgaları ve devrimleri dinlemekle geçmişti. Bizden daha beterlerdi, gerçekten.
Bu yüzden; Yoona'nın doğum gününde içtikçe sapıtan, gittikçe daha çıplak ve ahlaksızlaşan bizlere karşı hiçbir uyarıda bulunmamışlardı. Bir tarafta ayaküstünde sevişen gençler varken, diğer tarafta masum masum dans eden ailelerimiz vardı. Asla umurlarında değildi, ne yaptığımız ya da ne yapacak olmamız. Ne eleştirir, yargılar ne de ayıplarlardı. Öve öve bitiremeyeceğim Bal Kabağı kasabasının; hem kusursuz, hem de fazlasıyla kusurlu sakinleri- benim büyük ailem. Dünyanın küçük cennetiydi; buradan asla ayrılmak istemiyorum.
Bu cennette karanlık tohumların içinden; dünyanın en mükemmel varlığı Jungkook doğmuştu. Öpücüklerimden kiraz kırmızısına dönmüş dudakları, çekiştirmemden dolayı dağılmış saçları, hem şehvetten hem de alkolden kızarık gözleri ve siyah David Bowie makyajıyla inanılmaz bir şeydi o gece.
Çıplak üst vücudu, delicesine ettiğimiz danslardan damlarla dolmuştu. Omzunda teki kalmış pantolon askısından, kendime doğru çekip köprücük kemiklerinde dudaklarımı gezdirdikçe; "Ah Cherry." diye inliyordu. Kafam alkolden bulanık olması gerekirken; asıl Junkook'un sesi beni karanlık dumanlara atıyor, gözlerimi kör ediyordu.
Sikeyim, ona yükselmediğim tek bir an yoktu. Eğer görseydiniz, o halde görseydiniz; baygınlık geçirirdiniz. Ben geçirmemiştim. Ama o gece; ölümcül günahların en kötüsü, kasıklarımın sönmeyen ateşi, cehennemin veliahtı önünde birçok kez diz çökmüş ve de çöktürmüştüm. Tamam, en çok ben çökmüş; günahkar ağzımı becermesine ve beni arındırmasına izin vermiştim.
Doğum gününün üstünden 3 gün geçmiş ve anca toparlayabilmiştim. Ne okula gitmişt, ne de evden çıkmıştım. Jungkook'ta yanı dibimden ayrılmamış, bizde kalmıştı. Ona sarılıp uyumaya feci halde alışmıştım. Eskiden olsa, bundan deli gibi korkardım. Ama artık alışmak beni asla korkutmuyordu. Aksine doyumsuzdum ona karşı. Yanından ayrılmak istemiyordum. Tabi bu Jimin'i rahatsız ediyordu; çünkü benimle yalnız kalıp, zaman geçirmek istiyordu. Jungkook'la bu yüzden, sürekli laf dalışına giriyorlardı ve Hoseok gelip, Jimin'i kaçırana kadar devam ediyordu bu.
"Jimin'in Chucky moodu hep bana mı açık olacak?" diye sormuştu Jungkook. Onların evden çıkmasıyla, koltukta yanıma uzanmış ve beni kolları arasına almıştı. "Bu kadar kıskanç olduğunu bilmezdim."
"Sen de çok kıskançsın." dedim, kıkırdayarak. Hemen elimin altına koyduğum, beyaz çikolata kaplamalı oreodan ağzıma attım. Bayılıyordum buna. Bir tane daha atacakken; Jungkook tam ağzımın ucundan kapmış ve sırıtmıştı.
"Evet, kıskancım Cherry." dedi, ağzındakini bitirip. Kafasını omzuma koymadan önce; oreoyla dolu olduğundan büzüşen dudaklarıma, bir sürü öpücük kondurmuştu. Geri çekilip, yememi izlerken istemsizce utanmış; ağzımı şapırdatmamaya dikkat etmiştim. "Bir şeyler yerken bile bu kadar tatlı olman, saçmalık." dedi sinirle.
Gülmeye başlarken ellerimle yüzümü kapatıp, saklandım. Aslında utanmaz, arlanmazdım. Ama bazı zamanlarda da garip bir biçimde kızarıyor, saklanma ihtiyacı hissediyordum. O da bu durumdan çok hoşanıyordu. Dudaklarını parmaklarıma bastırıp öpücüklerini bırakıyor, bir yandan da çekmeye çalışıyordu. Bisküvinin kırıntıları boğazıma kaçıp öksürmeye başladığımda, hemen beni yan çevirmiş ve sırtıma vurmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
my bad choice | Taekook
Fanfiction"Ateşle oynamanın faydası, oynayanın ucundan bile tutuşmamasıdır. Yanıp kül olanlar oynamasını bilmeyenlerdir." 24/05/2021