21 | Final

11.5K 886 1.7K
                                    


F İ N A L
beni parçalara ayırıyorsun
cherry

Bal Kabağı kasabasının en sevdiği zamanlardan birindeydik bugün. Okulun basket maçı vardı ve bu sefer, karşı takım ev sahibiydi. Sakın kimsenin şehre inip, destek olmayacağını düşünme gibi bir gaflete kapılmayın; çünkü dedem bile sabahtan beridir, formasını üzerine geçirmiş, şehre inmek için bekliyordu. Dedim size, fanatiğiz; hem de en fenasından.

Son bir haftadır, basket takımı deli gibi antreman yapıyordu. Eğer tam anlamıyla bize yerleşmiş olmasaydı; Jungkook'la gözlerimiz- potaya basket atmadan önce bana göz kırpmak için birleşecekti sadece. Şaka, abartıyorum. Biz her türlü yolunu bulurduk sevişmenin; hiç olmadı öpüşmenin. Ona dokunmadan, görmeden geçirdiğim saatlerde bile huysuzlaşıyordum. Ama Yugyeom- sen bir de Jungkook'u antremanlar uzadığında gör diyerek; benden daha beter olanın Antichrist olduğunu söylüyordu.

Genel rutinimiz şu şekildeydi; sabahları Jimin'in odamı basıp, üzerimize su dökerek uyandırması- Jungkook'un ona ettiği, gün geçtikçe yaratıcılıkta level atladığı küfürleri- hızlı bir duş- Jin'in hazırladığı sandiviçlerle yolculuk- derse girmeden önce kantinde uzun uzun yiyişmelerimiz- resim klubüyle ilgilenmem- akşama kadar Jungkook'u bekleyip en son kapanış olarakta eve birlikte dönüp, sarmaş dolaş uyumamız. Muhteşem bir program değil miydi? Bu rutine bir anda alışmıştık; evli çiftler gibi hissediyordum.

Ve bugün büyük gündü. Öğleden sonraki bütün dersler, basket maçına erkenden gidebilmemiz için iptal edilmişti. Jimin'le derslikten çıkıp, kantine doğru ilerlerken gördüğüm manzaraya gözlerimi devirdim. Elimle girişi gösterip; "Kapıya zincirli olanın, burnundan nefret ettiğim herif olmadığını söyle." dedim. Hoseok'tan bahsediyordum; burun dediğimden anlamışsınızdır diye düşünüyorum.

Hoseok'ta basket takımının, vazgeçilmez üyelerinden olduğundan; Jungkook bir hafta boyunca, kendisini kapıya zincirlenmesini yasaklamıştı. Evet, böyle söyleyince garip geliyor. Ama bir de; iki bileğinden de kapıya zincirli, kafasını geriye yaslamış ve sanki evi barkı yanmış gibi bir ifade takınan, kusursuz burunlu Hoseok'u hayal edin. İşte bu daha garip.

"Çiçeğim!" diye bağırdı, Jimin. Elindeki kitapları benim kucağıma atıp, girişe doğru koşmaya başladı. Hoseok 15 yerinden bıçaklanmışta, okul kapısına bırakılmış gibi davranıyordu yine. Drama queen, demiş miydim?

Hoseok'a su içirmeye çalışırken, gözlerimi devirip; "Ben gidiyorum!" diye bağırdım. Herkes o kadar alıştı ki ikisine, bu saçma hallerine dönüp bakmıyorlardı bile. Jimin bana dönmeden, siktir git, dediğinde; orta parmağımı çektim.

Seke seke kantine giderken, Jimin'in kitaplarını da dolabına bırakmıştım. İçeri girdiğimde, bütün basket takımının ve birkaç ponpon kızın gülüşerek, muhabbet ettiğini gördüm. Koşar adımlarla, yanlarına giderken; Jungkook'u arıyordu gözlerim. Çok bakınmama gerek kalmadan da, bulmuştum.

Yeni duştan çıkmış olmalı ki dalgalı saçları, düz ve nemliydi. Galiba düz saçlarını çok daha seviyordum. Yarısını toplamasıyla, Levi'ye benziyordu çünkü. Formasını çıkarmış, boynuna atmış; kaslarını hiç çekinmeden açıkta bırakmıştı. İçten içe kıskançlıkla kavruluyordum; böyle zamanlarda. Altındaki basket şortu da, aklıma edepsiz şeyler getiren baldırlarını gösteriyordu. Sandalyede öyle bir yayılmıştı ki, sadece kucağına oturmak değil başka şeylerde istiyordum. Kendini tut Taehyung, kendini tut. Yumruğunu Yugyeom'a geçirip, kahkaha atarken; dövmelerle kaplı olan koluna takılmıştı gözüm, baygınlık gerçireceğim. Her detayına, ayrı ayrı düşüyorum. 

my bad choice | TaekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin