my soul will find yoursYoona annemin doğum günü; herkesi heyecanlandırmış, festival havasına sokmuştu. Sparrow'un ayarladığı çalışanlarla, yalnızlığa terk edilmiş lunapark- saatler içerisinde ışıl ışıl ışıl olmuştu. Alanın yarısı sahne ve dans için ayrılmıştı. Kocaman bir dönme dolap getirtmiş; bir köşeye yerleştirtmişti. 90'lardan kalma oyun makineleri, tüfekle balon vurmalı oyunlardan tutun da hint kınasına kadar birçok etkinlik- mısır ve pamuk şeker arabaları, büyük çadırlarda yemek ve içecek yerleriyle; baştan sona değişmişti arazi.
Kasabanın geri kalanı da, ellerinden gelen bütün yardımları yapmıştı. Çiftçiler taze yiyecekler getireceğini söylerken; kasabanın moda ikonu ve stilisti Daniel'da isteyenlere kıyafet ayarlayacağını söylemişti. Teyzeler koşa koşa kapısına gitmişti çocuğun. Demiştim; kasabada en ufak etkinlikler bile büyük bir sevinçle karşılanır ve ulusal bir şenlik haline çevrilirdi. Yine öyle olmuştu.
Seungyoon'un aile kabusunu ellerine bıraktıktan sonra; Jimin'le alışveriş yapmıştık. Parti için kıyafetlerimizi tamamlarken, şehri alt üst etmiştik resmen. Yemek dışında mola vermemiş, girilmedik mağaza bırakmamıştık. Dedikodu yaparak gezindiğimizden de, zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştık. Jungkook arayıp, neden hala dönmediğimizi sorana kadar; 3 saattir alışverişte olduğumuzun farkında değildik.
Eve döndüğümüzde; hem poşetleri tutan kollarımız, hem de ayaklarımızın altı ağrıyordu artık. İkimizde sırasıyla duşa girmiş, çıktığımızda da sipariş verdiğimiz hamburgerleri gömmüştük. Jimin; Hoseok'un gelişiyle yatmaktan vazgeçmiş ve koşarak aşağıya inmişti. Nereye gitmişlerdi bilmiyordum, ilgilenmiyordum. Çıkmadan Jungkook için anahtarı kapının önüne koymasını istemiştim sadece. Tırnaklarıma oje sürdüğümden, kalkıp açamayacaktım.
Uzandığım yerden, ellerimi sallayarak ojelerimi kurutmaya çalışırken; kapı açıldı ve gün boyu özlemini çektiğim beden içeri girdi. Saçlarını açık sevdiğimi söylediğimden beridir toplamıyor ve omuzlarına salıyordu. Üzerinde kotunun için sıkıştırdığı siyah bir gömlek ve gözlerimi çekemediğim bacaklarını ortaya çıkaran yırtık kotu vardı.
"Cherry?" diye seslendi, kapıyı kapatırken. Cevap vermemiş, uzandığım koltuktan elimi kaldırıp sallamıştım. Gözlerimiz birleştiğinde, kocaman gülümsemiş ve gülüşünü bana da bulaştırmıştı.
Yanıma geldiğinde, saçlarımdaki değişimi fark etmiş gözlerini kocaman açmıştı. Daha rahat görmesi için yerimde doğrulmuş ve oturur pozisyona geçmiştim. Bakışları daha da şaşkınlaşıp, dudakları aralandığında ellerimle ağzımı kapamış ve kıkırdamıştım. Şehirde kuaföre uğramış; 70'lere uygun olabilmek için saçımı mullet yapmıştım. Artık kat kat olan kızıllarım, hem alnıma hem de enseme doğru dökülüyordu.
En az benim kadar, -hatta benden çok daha fazla- Jungkook'un beğendiğini anlıyordum bakışlarından. Tam önüme oturup, elini saçlarıma attı. Sevgiyle okşarken; bakışlarındaki şaşkınlığın yerini tatlı ışıltılar, aralık dudaklarını da hayranlık dolu bir gülümseme almıştı.
"Siktir. Çok güzel olmuşsun." diye fısıldadı. Ensemdeki tutamı parmağına dolarken; uzanıp, dudaklarıma uzunca dudaklarını bastırdı. Aslında yarın, kıyafetlerimle beraber karşısına çıkıp şaşırtmak istiyordum. Ama bu tepkilerini görmek için bekleyememiştim. İyi ki de beklememişim, bütün yorgunluğumu almıştı yüzündeki ifade.
Yırtıklarla dolu kotundan içeri parmağımı sokup, bacağını kavradım. Benimkiler gibi dolgun olmasına rağmen, kaslı ve yapılı olduğundan verdiği tat çok daha başkaydı. Üzerine oturmak, derisini kızartacak kadar sürtünmek ve üzerine boşalmak istiyordum. Sadece dokunmamla; bütün kirli düşüncelerin zihnime dolması, kasımlarımı sızlatması hiç adil değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
my bad choice | Taekook
Fanfiction"Ateşle oynamanın faydası, oynayanın ucundan bile tutuşmamasıdır. Yanıp kül olanlar oynamasını bilmeyenlerdir." 24/05/2021