gözleri gözlerime mi gerçekten?Özellikle son birkaç yıldır- babannemin deyimiyle; ipi koparılan itler gibi davransam da, çocukken çok usluydum. Asla yaramazlık yapmaz, sorun çıkarmazdım. Nereye gidersek gidelim, beni kıyıya köşeye oturtup; elime oyuncağımı verirlerdi. Ben de sesimi çıkarmadan saatlerce orada oturur, kendi kendime oynardım. O kadar ki, haftada en az birkez beni bir yerlerde unutup, eve dönerlerdi. Sonra da, annem ağlaya zırlaya gelir; ben nasıl anneyim nidalarıyla özürler dilerdi. Yokluklarını fark etmediğimden; çok da fifiydi hani.
Şu anki halimse, iki kişinin eseriydi. İlki ruh hastası, chucky'nin yan ürünü, biraz ballı ama çoğunlukla acılı, Martell hanedanlığının prensi olacak kadar uçuk kaçık en yakın arkadaşım Jimin'di.
Jimin'in hayatıma girdiği gün, 10 yaşındaki Taehyung için fazlasıyla sıradan bir cuma günüydü. Kasabadakilerin aksine, şehre yakın olan okula gittiğimden- eve akşama doğru dönmüş, yemeğimi yemiştim. Her zamanki gibi bahçemdeki salıncağımda sallanırken, bir anda çimlerin arasından dalmıştı. Beni fark etmesine rağmen umursamamış, yere oturmuş ve sıkı sıkıya tutunduğu çantasından makyaj malzemeleri çıkarmıştı.
"Bana katılmak ister misin?" diye sormuştu, bana dönüp kocaman gülümserken. Dolgun dudaklarına taşırarak sürdüğü kırmızı ruju, yanaklarına buladığı pembe allıkları ve tırnaklarındaki yeşil ojeleri daha dünmüş gibi hatırlıyordum hala. Küçücüktü. Tabi ben de küçüktüm, ama Jimin hep bir miktar daha küçük, daha tatlı ve biraz da korkutucuydu. Ne olduğunu anlamamış, ama fazlasıyla meraklandığım içinde yanına gitmiştim.
"Şimdi seni güzelleştireceğim." diyordu, dudağıma ruj sürerken. Pür dikkat bana kitlenmiş ve yanağımı sıkı sıkı tutmuştu, minicik parmaklarıyla.
"Ne yani, güzel değil miyim ben?" demiştim dudaklarımı büzerek. Konuştuğum için kaşlarını çatmıştı.
"Güzelsin, ahmak!" dedi, yanağımı sıkarken. "Ama daha da güzelleşeceksin. Annem hep öyle der. Makyaj güzelliği ortaya çıkarırmış."
Böyleydi. Jimin'le ilk tanıştığımız gün, bana makyaj yapmış sonra ailelerimizin bizi yakalamasıyla; ev cezası yemiştik. Tabi Jimin'2 ceza filan işlemezdi; evden kaçmıştı hep. Üstüne beni de kaçırır, kasabanın altını üstüne getirmemizi sağlardı. Hep de sağladı. Elimden tuttu ve bir daha da bırakmadı. Ben de onu bırakmadım.
"Hoseok aşkım, yine kendini okulun kapısına zincirlemiş." dedi Jimin, evden çıkarken. Kapıyı kitlitlerken, dudaklarını büzerek kolyesiyle oynayan Jimin'e bakış atmıştım.
"Bu sefer neden?"
"Yok aynı sebep." dedi, eliyle geçiştirip. Merdivenlerden inerken; "Hala dersleri blok yapan hocaları protesto ediyor." diye açıkladı.
Hoseok'la Jimin sayesinde tanışmıştım. Düşmanımın kankisi olduğundan, arada Hoseok'a götlük yapsam da, fena sayılmazdı aramız. En iyi ressamların birleşip çizdiği gibi suratı, sarı uzun saçları, yapılı ve narin vücudu, bütün kolunu kaplayan dövmeleriyle; tam da Jimin'in tipiydi. Sanat eseri gibi burnu olduğundan, içten içe gıcıktım.
Kafası en az Jimin kadar kırıktı. Ayda bir kez, protesto edecek bir şeyler bulur, kendini okulun kapısına zincirlerdi. Tabi sadece okul zamanı. Akşamları eğlenceye akar, gündüzleri geri takardı zincirleri. Jimin'de sanki ölüm orucuna yatmış gibi, yemek götürüp yedirirdi elleriyle. Deli bunlar diyorum, anlamıyorlar. Gerçi kasabadaki herkes sıyırmış, en az birkaç aylık seansa ihtiyaçları vardı. Ben de dahil.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
my bad choice | Taekook
Fanfiction"Ateşle oynamanın faydası, oynayanın ucundan bile tutuşmamasıdır. Yanıp kül olanlar oynamasını bilmeyenlerdir." 24/05/2021