gölge benim vadi de öyleBöyle bir aşkı, yıllardır nasıl olur da fark edemezdim? İçten içe kavrulurken; bunu hissetmemem çok saçma değil miydi? Bir dakika. Hayır, onunkinden bahsetmiyorum; kendi aşkımdan bahsediyorum.
Bunu gurur duyarak söylüyorum ki; çok iyi bir yalancıyımdır. Jimin'le tanıştıktan sonra ailemle başlayıp, öğretmenlerime, arkadaşlarıma derken; tam anlamıyla profesyonel bir dolandırıcıya dönüşmüştüm. Ama kendimi bu denli kandırabilecek; gözlerime perde çekip, kalbimin seslerini kesebilecek kadar yetenekli olduğumu bilmiyordum işte.
Ölüyordum. Abartmıyorum. Ona bakarken, birazdan can verecekmişim gibi nefeslerim kesiliyordu. Daha derin nefesler çekmeye çalışırken içime- bu sefer de heyecanlanıyordum ve kalbimin ritmi tamamen kontrolden çıkıyordu.
Bütün duygularımın birbirine karıştığı yerdi Jungkook. Hep öyleydi. Sadece göz göze gelmemiz, hatta göz göze gelmesek orada olduğunu bilsem bile duygularım karmakarışık olurdu. Ama şimdi özgürlüğün tadına varmışlardı; onu almaktı amaçları. Jungkook'u sarmalamak, sevgiye boğmak; teniyle bir olup, izler bırakmak- karanlığına karışıp, varlığı karşısında diz çökmek ve aşkını, bedenini, ruhunu almak istiyorlardı.
Yatağımda huzurla uyuyan çocuktan gözlerimi çekemiyor, elimi teninden ayıramıyordum. Yanağında gezdirirken saçlarına; saçlarında gezdirirken dudaklarına; omuzlarına indiğimde kollarına ve bileklerine burnumu sürtüp kokusunu çekerek, öpücüklerimi bırakıyordum. Kendimi bastırmaya çalışmadığımdan; doyumsuzluğum ele geçirmişti beni. Yıllardır dipsiz kuyulara gömdüğün aşkım; şimdi oradan ışıklar saçarak çıkmış, gözlerimi kamaştırıyor ve beni delirtiyordu.
Jungkook o kadar zaman, buna nasıl dayanabilmişti? Nasıl kafayı yememişti bu aşkla? Hem de o ses kaydına karşı? O yetmiyormuş gibi, bir de Jooseon'un sikik alaylarına katlanmak zorunda kalmıştı. Aklıma yeniden düşüp sinirlerimi bozmasıyla, alnımı sırtına yaslamış ve gözlerimi kapamıştım. Bu akşam ona bir piçlik yapmazsam, rahatlayamazdım.
Pürüzsüz sırtına dudaklarımı bastırıp, ıslak bir öpücük bıraktım. Üstüme attığı bacağından yavaşça sıyrıldığımda, tam anlamıyla yüzüstü dönmüştü. Yastığıma yanağını sürtüp, dudaklarını şapırdattığında; içirdiğim çay iyi gelmiş olacak ki huzurluydu. Yataktan kalkmadan önce- dudağına öpücüğümü bırakmıştım. Yastığa doğru büzüştüklerini gördüğümde dayanamamış yeniden yeniden öpmüş, bir türlü ayrılamamıştım.
"Sen uyanmadan geleceğim, Antichrist." diye fısıldadım, saçlarına burnumu sürterken. "Yanında olacağım."
Üşümemesi için örtüyü iyice çektim ve yataktan kalktım. Üzerime sıradan bir kot, bir tişört geçirdim. Arabayla mı geldi acaba diye bakınırken; ehliyetimin olmadığını hatırlamış ve omuzlarımı düşürmüştüm. Acilen ehliyete yazılmam gerekiyordu.
Evden çıkarken Jimin'i aramış; Jungkook'la beni iki gün yalnız bırakmasını, eve gelirse onu deşeceğimi söylemiştim. O da, Hoseok'la hobit evinde olduğundan; çok da fifi demişti.
Ana yola çıktığımda, Jungkook'u evde bıraktığım için endişeliydim. Uyandığında beni göremezse, korkacağını biliyordum. Ama saatlerce uyanmayacağına, hatta sabaha kadar uyuyacağıma emindim. Emindim de; olur da uyanırsa, çok kötü olurdu.
Hem Jungkook'a duyduğum endişe, hem de sikkafalıya olan sinirimle kavrulurken; şehre inen Dongseok amcanın arabasına atlamıştım. Biz ona Sparrow derdik tabi. 30'larının sonunda, kasabadan sadece dünyayı gezmek için ayrılan ve gezmekten sıkıldığını söyleyip, yeniden Bal Kabağına dönen, oyun tasarımcısı bir ağabeyimizdi. Fena zengindi. Bakın, öyle böyle değil. Kasabanın sahilinde, sürekli demirli- içini internet cafeye dönüştürdüğü Siyah İnci adını verdiği yatı vardı. Yazları hem oyun oynamaya, hem de güneşlenip denize girmeye giderdik ve bir kuruşta para vermezdik. Ara ara Yoona'ma yürürdü de, yüz vermezdi anneciğim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
my bad choice | Taekook
Fanfiction"Ateşle oynamanın faydası, oynayanın ucundan bile tutuşmamasıdır. Yanıp kül olanlar oynamasını bilmeyenlerdir." 24/05/2021