beni kötü adam olarak boyaBanyoya girmeyi erteleyerek telefona sarılmış ve Yugyeom'u aramıştım. Açana kadar odamda dolanıp durmuş, stresten kendi kendimi yemiştim resmen. Hala fareyle beraberlerse, her şeyi siktir edip şehre gidecek ve ortalığı dağıtacaktım. Evet, bundan asla utanmayacak ve yapacaktım. Ne utanması ayrıca? Utanmaz, arlanmazız biz kendine gel Taehyung.
Saçımı parmağıma sarıp gergince oynarken telefon açılmıştı sonunda. Açıldığı gibi de; "Neredesiniz siz? Kimlesiniz? Kim var yanınızda?" diye sordum. Bir elim, sandalyemde asılı olan ceketimdeydi. Cevabına göre kaptığım gibi evden çıkacaktım.
"Hoşgeldin kasabamızın yeni şerifi Kim Taehyung." dedi Yugyeım gülerek. Arkadan araba seslerinin gelmesi, biraz rahatlatmıştı içimi. Kes ve cevap ver, dediğim de; "Arabadayız. Emrettiğin gibi kasabaya dönüyoruz." demişti. Derince nefesimi verdim. "Yanımızda da kimse yok. Sadece Jungkook ve ben. Başka sorunuz?"
"Dalga geçme, gerginim zaten." dedim oflayarak. En azından, mesaj çekmemle cafeden kalkmışlardı ve geri dönüyorlardı. "Ju-" diyerek söze girsem de, diğer taraftan sesini duymamla susmuştum. Net duyamıyordum ve kısık geliyordu sesi; ama yemin ediyorum bir an kalbim durmuştu sanki. Her zaman, bastırmaya çalışsam da heycanlandırırdı beni. Şimdiyse bütün hislerimi serbest bıraktığımdan, resmen çarpılıyordum her bir duyguyla.
"Jungkook sana gelecekmiş telefonu almaya. Evdesin değil mi?" diye sordu Yugyeom. Artık Jungkook nasıl bakıyorsa ya da nasıl konuştuysa, gülmesi durmuştu çocuğun.
Gelmesini söyleyip, telefonu kapadığım gibi banyoya atmıştım kendimi. Şehirden buraya 1 saatlik yol vardı; ama ikisinden hangisi sürerse sürsün yarım saate geliyorlardı kasabaya. O yüzden, duşumu hızlıca almıştım. Üstüme tişörtümü geçirip, saçlarımı kuruturken; bir yandan da camdan dışarı bakıp, kontrol ediyordum. Aynadan kendime son kez bakıp, çeki düzen verirken kapının çalmasıyla resmen koşarak odadan çıktım. Kalbim göğüsümden fırlayıp, kasabayı tur atacak kadar atarken; bu sefer her şeyin yolunda gitmesi için dualar ediyordum.
Kapıyı açtığımda ne bekliyordum bilmiyordum; ama dünden daha iyiydi. Yüzündeki yaralar, biraz da iyileşmişti ve bu içime su serpmişti. En azından bir kavgaya daha karışmamıştı. Genellikle topladığı saçlarını açık bırakmış, gözlerine kadar inmelerine izin vermişti. Dün gece sürekli akan ve içimi acıtan yaşları yoktu; ama şişmiş ve tahriş olmuştu gözleri. Dişlemekten çatlamış dudakları da, her zamankindan daha kırmızıydı. Çaktırmamaya çalışıyordu; ama karşımda yine çok savunmasızdı Antichrist.
O da aynı beni incelerken; bakışları değişiyordu sürekli. Kendini tutmaya, duygularını bastırmaya çalışıyor gibiydi; ama artık yemezler, geçti o gerizekalı olduğum günler. Merakı acısının önüne geçmiş, doyasıya bakmıştı yüzüme. Gözleri bacaklarıma indiğinde, kaşları çatılmıştı ve o an altıma bir şey giymeyi unuttuğumu fark etmiştim.
"İçeri gel." dedim kenara çekilirken. Ama onun böyle bir isteği yoktu.
"Gerek yok. Telefonumu ver, gideceğim." Elini ceketinin cebinden çıkarıp, uzatmıştı. Bu şekilde gitmesine izin vermektense, kendimi balkondan aşağı atardım. Uzattığı elini tutup, bir anda içeri çekmemle affalamış; karşı koyacak zaman bulamamıştı. Şaşkın bakışlarının tatlılığına kapılmak istemiyordum; ama çok zordu. Isırmam gerekiyordu doya doya; sonra.
"Yok öyle kaçmak." dedim kapıyı kapatırken. Bana dönmüş, sinirli bir şekilde nefesini vermişti. "Konuşacağız. Beni dinleyeceksin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
my bad choice | Taekook
Fiksi Penggemar"Ateşle oynamanın faydası, oynayanın ucundan bile tutuşmamasıdır. Yanıp kül olanlar oynamasını bilmeyenlerdir." 24/05/2021