07

1.2K 216 131
                                    

Hwang Hyunjin

Akşam yemeği vaktiydi. Jisung kendini affettirebilmek için Jeongin'e hazırladığı ve Jeongin'in asla yemediği yemekleri ısıtıp masaya koymuştu.

Jeongin ve ben sessizce yemek yerken Jisung sürekli Jeongin'e bir şeyler isteyip istemediğini soruyordu. Jeongin ise biraz sinirlenmişti bu duruma, haklı.

"Amca yemeğini yer misin?" diye sakince sorusunu sorduğunda Jisung nefes vermişti, galiba bu pes etmek anlamına geliyordu.

Yemek sonunda bittiğinde bulaşıklar çabucak yıkanmıştı. Hep birlikte salona gelip koltuklara oturmuştuk. Ben Jeongin'in yanına, kanepeye oturmuştum; Jisung ise koltuğa.

"Bu gece burada kalacağım Jeongin. Senin haberin yoktu."

Jeongin yalnızca "Peki." diyerek omuz silkti. Bu kez Jisung'tan bir soru gelmişti, "Hiç böyle yapmazdın, ne oldu da burada kalmak istedin sen bakalım?"

Karşımdaki amca yeğen ikilisine olayı anlattığımda Jisung onaylamıştı. "Baştan söyleyeyim, odama birini kabul etmem. Jeongin'in odasında yatacaksın." dedi ardından. Jeongin'in gözleri birden açılırken beni odasında istemediğini anlamıştım. "Sorun değil, salonda yatarım." dedim, ancak Jeongin hemen karşı çıkmıştı. "Saçmalama, benim yatağımda yatacaksın." kaşlarını çatmıştı, o sevimli yüzünde komik bir görüntü oluşmuştu. Mahcup bir ifadeyle kıkırdadım, "Tamam o zaman." dedim.

"Hep beraber bir film izleyelim mi?" diye bir öneri atmıştı ortaya Jisung. Jeongin, kısaca "Olur." dediğinde ben de başımı aşağı yukarı salladım. "O halde rahat bir şeyler giyin. Ne tür izleyelim? Ona göre bir film seçerim."

"Mümkünse polisiye olmasın. Sakin bir şeyler tercihimdir." diyip Jisung'ın odasına yönelmiştim. Jisung ise "İstediğini açabilirsin." demişti yalnızca, umarım Jeongin'e yumuşak davranma konusunu fazla abartmazdı.

Üzerime bir şeyler giydiğimde odadan çıkmış, salona ilerlemiştim. Jisung hala üzerini giyiyorum. İçeriden konuşma sesleri geliyordu, Jeongin biriyle konuşuyor gibiydi. İçeri girdiğimde ise telefonu kapatıp bir kenara koymuştu. Ancak koyduğu telefon benim telefonumdu. "Kimle konuştun." diye sordum merakla.

"Şu kız işte.. anlattığın." anlamamıştım. "Hangi kız?" diye sordum, oflayarak "Nişanlanacağın." dedi. "Ben onunla nişanlanmayacağım." kaşlarımı çatmıştım, yanıma yaklaşıp "Aklın varsa nişanlanmazsın." dedi.

"Ne konuştunuz ki?"

"Ne konuşacağız? Onun evine gelmeyip benim yanımda olduğun için seni çalmaya çalıştığımı söyleyerek kızdı bana." yalandan bir gülüş atmıştı ortaya. "Daha kanser birini gördüğümü sanmıyorum."

"Afedersin Jeongin, seni de uğraştırdım." mahcupça üzüntümü belirttiğimde oldukça samimi olan gülümsemesini yakalamıştım. "Sorun değil, takma kafana." dedi, bileğimden tutup televizyonun karşısına geçtiğimizde bana birkaç film gösterdi.

"Birini seç: Little Women, Call Me By Your name, The Devil All The Time. İlk ikisi romantik diye biliyorum, ancak güzel filmler olduğunu duydum. Diğerinin konusunu bilmiyorum ama Tom Holland, Robert Pattinson ve Sebastian Stan bebeklerim oynuyor. O yüzden kötü olması imkansız." son cümlesinin ardından bana gülümseyerek göz kırpmıştı, acaba bu kadar şapşal olmak zorunda mısın Yang Jeongin?

"Little Women'ı izledim, o yüzden Call Me By Your Name izleyelim. Sonuçta diğerinin konusunu bilmiyoruz." başını aşağı yukarı sallayıp beni onayladı. Jisung çoktan kanepeye oturmuştu. Biz film seçene kadar da abur cuburlar hazırlamıştı. Jeongin'i ortamızda alacak şekilde oturmuştuk. Üzerimize de battaniye örtmüş, Jeongin'in kucağına da atıştırmalık kasesini yerleştirmiştik. Tüm hazırlıkların ardından filmi nihayet başlatmıştık.

the spanish caseHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin