16

1.1K 210 74
                                    

Hwang Hyunjin

Olaylar yaklaşık yarım saat içerisinde gelişmişti. Otel aracılığıyla katilin kişisel verileri öğrenilmiş, Jeongin'i kaçırdığı arsa tespit edilmiş ve ekip hazırlanmıştı. Ben ve Jisung, Jisung'ın aracına binmiştik, arkalarından gelecek olan ekip aracı ise Minho'nun önderliğinde takibe hazırdı. Vakit kaybetmeden yola koyulmuştuk.

Uzun süren bir yolculuğun ardından nihayet gelmemiz gereken yeri bulmuştuk. Jisung ve ben telsiz yoluyla ekip aracıyla daha fazla yaklaşmamaları gerektiğini söylemiş ve arsaya arabayla giriş yapmıştık. Hava karanlıktı, yalnızca bir sokak lambasının aydınlattığı bir kulübe vardı ve muhtemelen Jeongin ve katil de oradaydı.

Kulübeye yaklaştığımızda araçtan inmiştik. Ağır adımlarla yaklaşırken kulübeden kar maskeli bir adam çıkıverdi. Onun kim olduğunu bilmediğimizi düşünüyor olmalıydı. Madem Jeongin bu oyunu bozmamıştı, biz de bozmayacaktık.

"Dosyaları getirdik, gözünün önünde yakmak için." dedim, gözlerim kulübenin küçük penceresinden içerideki bedeni arıyordu.

"Üzgünüm polis bey, ben her şeyden emin olmadan bu iş bitmeyecek. Minik arkadaşına tüm veriler yakıldıktan sonra kavuşacaksın."

Jisung derin bir nefes verdi. Elimden kapmış olduğu belgeleri yere atıp cebinden çıkardığı çakmakla çabucak tutuşturmuştu.

"Yaktık işte, başka ne istiyorsun?"

Bir kıkırtı kulaklarımızı doldurmuştu, tüyler ürperticiydi. "Nasıl inanacağım size?" dedi, ancak onu inandırmak için elimizden başka bir şey de gelmezdi.

"Bak," dedim ve devam ettim, "Yakmamızı istedin ve yaktık. Polis olabiliriz ama o içeride rehin tuttuğun kişinin bizim için ne kadar değerli olduğunu bilemezsin. Ona zarar gelmemesi için her şeyi yaparız. Lütfen bize inan." sesim ve dudaklarım titriyor, her şey karşımdaki bedenin cevaplarına kalıyordu. Vaziyet olarak üstün olduğumuzu çok iyi biliyordum. Diğer polisler çoktan kulübenin etrafını sarmıştı. Ancak konu O iken her şey gözüme karmaşık görünüyordu. Sadece onu çabucak kurtarmak istiyordum.

"Peki, tamam." derin bir nefes vermiştik. "Ama söylediğim gibi, herhangi bir yamuğunuzu görürsem bundan daha kötü durumlara düşeceğinizi bilin." Jisung'la birlikte onu onaylamamızın ardından "Küçük arkadaşı alıp geliyorum, sakın bir yere ayrılmayın." demiş ve kulübeye doğru ilerlemişti. Korkuyorduk, her şeyin bu kadar basit olması çok zordu.

"Hyunjin, bitti mi şimdi?" yutkundum. "Sanırım." Başımı Jisung'a çevirdiğimde gözlerinden kayan yaşlara şahit olmuştum. "Umarım Jeongin'e bir zarar vermemiştir." bu ihtimali göz önünde bulundurmayı hiç istemiyordum.

Birden bir tıkırtı kulaklarımıza ilişti, bu bir kilit sesiydi. Başımızı hızla çevirdiğimizde kulübenin kapısının kapalı olduğunu fark ettik, hızlıca kapıya doğru koşup kilidi kontrol ettik, gerçekten kilitlenmişti.

"Hey! Ne yaptığını sanıyorsun? Aç kapıyı aptal! Jeongin'e ne yaptın? Onu serbest bırak çabuk!"

"Hyunjin, ışık!" başımı Jisung'ın bakmakta olduğu küçük pencereye çevirdiğimde turuncu alevlerin camı sardığını gördüm. İçimdeki endişe bir dağ olurken kendimi bağırırken buldum.

"Yardım edin! Minho! Yanıyor, Jeongin içeride yanıyor! Yardım edin! Operasyon iptal! Tekrar ediyorum operasyon iptal!"

Avazım çıktığı kadar bağırıyordum. Kulübenin yanışına şahit olan herkes kapıyı kırmak için seferber olmuştu. Kısa sürenin ardından kapı açılmıştı. Ahşap küçük kulübe tamamen tutuşmuştu. Jisung şokla kalakalmış, kulübeden gözlerini ayıramıyordu.

Jeongin içerideydi.

Jeongin yanıyordu.

Jeongin ölmüş dahi olabilirdi.

Tek bir saniye daha düşünmeden ceketimi çıkarıp ağzıma bastırarak alevlerin içine dalmışken buldum kendimi. Sanki o an bilincim kapanmıştı ve ne düşünüyorsa onu yapıyordu.

Vücudum tarif edilemez bir acıyla haşlanırken asla göremediğim Jeongin'i aradım. İçimden ölmemiş olması için dualar ederken ayaklarım bir sandalyeye çarpmıştı, sandalyede oturan beden Jeongin olmalıydı. Yerde uzanmış yatan bir beden daha vardı, bu katildi. Ancak çoktan ölmüş gibi görünüyordu. Jeongin'i hızla kucağıma alıp çıkışa koştum ve çimenlere atladım. Jeongin'i çimenlere yatırırken Jisung ve Minho yanıma oturmuştu. Ben derin nefesler alıp verirken elimden geldiğince ilk yardımda bulunmaya çalışıyordum. Ellerim titriyordu ve bağırarak ağlamama engel olamıyordum.

Sonrasında ise Jeongin öksürmeye başladı, yaşıyordu. O anki mutluluğumu tarif edebileceğimi sanmıyorum, kahkaha atarak ağlıyordum.

"Tanrı'ya şükür!" Jisung boynuma atlamıştı, onun da benden bir farkı yoktu.

"Ambulans ve itfaiye yolda, yakında burada olur." dedi Minho, Jisung'ın omzuna elini koyarken.

Jeongin'i doğrultup Polis Seungmin'in bana uzattığı battaniyeyi Jeongin'in sırtına örtmüştüm. Yavaş yavaş su içirirken yüzünü inceledim. Berbat görünüyordu, alnında pıhtılaşan kanlar ve yanan teninde derin yaralar oluşmuştu. Ona baktıkça gözyaşlarım istemsiz uzaklaşıyordu gözlerimden.

"Ben senin her zaman yanında olacağım Jeongin, iyi olacaksın tamam mı? Endişelenme."

Jeongin ise hiçbir şey söyleyememişti, başı öylece omzuma düştü ve hemen ardından ambulansın ve itfaiyenin siren sesleri duyulmaya başlandı.

asiri icime sinmedi bence beceremedim ama yine de yorum ve oy isterim

the spanish caseHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin